Uygunfiyatlı düğün mekanları İstanbul Avrupa yakasında çok sayıda mevcut. Bu mekanlardan bir kısmını hazırladığım listede bulabilirsin. Listedeki mekanların yemekli fiyatları kişi başı ortalama 30-50 TL civarında. Yani ortalama TL’ye düğün yapabileceğin yerlerden bahsedeceğiz.
İşkategorisi, il - ilçe, firma ve daha fazlasına göre arama yapın. Özgeçmişinizi gönderin. Giriş mertebesinden idare rollerine kadar Türkiyedeki bütün yeni iş ilanlarını inceleyin. Bölgeye, tüketicilere veya şirkete göre göz atın. Size uygun doğru işi bulun ve bir iş edinin. sitemiz iş bulma sayfasını kullanarak
CodyCrossCevaplari » Mevsimler Grup 71 » Bulmaca 2 » Avrupa Yakası'nın Cem'i, Levent __ CodyCross oyununa cevaplar sunan web sitemize geldiniz. Web sitemiz, size CodyCross Avrupa Yakası'nın Cem'i, Levent __ cevaplarını ve örnek adımlar ve
Olaylarbüyürken görevlilerin Üzümcü’ye saldırdığı ve iterek yere düşürdüğü öğrenildi. Yere düştükten sonra da darp edilen Üzümcü, hastaneye kaldırıldı. Sağlık durumunun iyi olduğu bilgisi geldi. 6 Temmuz 1972 İzmir doğumlu olan Üzümcü, 1997 yılından bu yana ekranda yer alan bir isim. Avrupa Yakası’nda
Avrupayakası bulmaca cevabı nedir, Kare, Çengel, Gazetelerin tüm bulmaca cevapları, arama bölümünden cevaplarına ulaşabilirsiniz. 11 ay önce. 1 CEVAP. 1260. Cevaplar Aşağıda.
avrupayakası replikleri. gulse birsel tarafindan yazilan replikler butunu. tacettin biz sözlü falan değiliz ha.. sertac: bir nevi ailevi abiii asli: volkan adam beni isten cikardi cunku bizi kardes saniyo tabii! kilpacino: biri beni durdursunnn! - levent-taksim bile olsa bir metromuz var. yazik yahu bu anadolu yakasindekilere.
oacKl6. Bu bulmacanın çözümü 6 harftir ve Ü A harfi ile başlar Aşağıda, Avrupa Yakası'nın Cem'i, Levent __ için doğru cevabı bulacaksınız, eğer bulmaca'ü bitirmek için daha fazla yardıma ihtiyacınız olursa navigasyonunuza devam edin ve Arama fonksiyonumuzu deneyin. CodyCross Mevsimler Grup 71 cevabı biliyor musun? CODYCROSS Mevsimler Grup 71 Bulmaca 2 Genelde bakırdan yapılan küçük kova Başkasına ait olan bir eşyayı gizlice alan kişi Çok hafif rüzgar Konut, ev, hane anlamına gelen kelime Ankara savaşı sonrası osmanlı'nın duraklama devri diğer bulmacar Üzümcü Avrupa yakasının cemi, levent Levent avrupa yakasında cem rolünü oynadı benzer bulmaca Levent avrupa yakasında cem rolünü oynadı Avrupa yakası'nın şahika'sı, __ kaya Burhan __, avrupa yakası'nın efsane karakteri Avrupa yakasının cemi, levent Avrupa yakası'nda iffet'i canlandıran aktris Avrupa yakası dizisinin geçtiği semt Marmaray’ın avrupa yakası’ndaki ilk durağı Avrupa yakası'nda peker açıkalın'ın tiplemesi Peker __, avrupa yakası dizisinin gaffur karakteri Avrupa yakası dizisinin senaristi, gülse __ Avrupa yakası'nda ata demirer'in karakteri Avrupa yakası'nda çaycı tanrıverdi'yi canlandırdı Avrupa yakası'nda peker açıkalın'ın ünlü karakteri İstanbul'un avrupa yakası'ndaki konteyner limanı Avrupa yakası dizisinin altıntop soyadlı karakteri Avrupa yakası dizisinde oynayan aktör, özcan Avrupa yakası dizisinde yavuz seçkinin karakteri Avrupa yakası dizisinin senaristi, gülse Avrupa yakası dizisindeki burhanın soyadı İstanbulun, tren garıyla ünlü avrupa yakası semti Son Bulmacalar İstanbuldan sonra avrupanın en kalabalık kenti Özçalkan soyadlı, kardeş rapçilerin sahne adları Burak akkulun teve2de sunduğu program, çok Müfettiş gadgetın üstünden hiç çıkarmadığı giysi Dünyayı dikine kesen paralel, hayali çizgiler Yaşar kemalin başyapıtı olarak değerlendirilir Japon imparatorunun tahtı, bu çiçek adıyla anılır Bu birliğin askerlerine, kızıl ordu denirdi
Tüm yeni ziyaretçilerimize hoş geldiniz, işte CodyCross oyununun cevapları ve çözümleri burada. Kesinlikle, burada bu sayfada CodyCross sorularını çözmek için ihtiyacınız olan her şeyi bulacaksınız. Bu oyun, Android, IOS vb. Gibi farklı cihazlarda çok popüler ... İnternette doğru cevapları bulmak o kadar kolay değil! güler , ancak artık bu sorunları yaşamayacaksınız. Şu anda CodyCross oyunu için yapabileceğimiz tüm çözümleri ve cevapları bir araya getiriyoruz. Soru Üzümcü 'in yanıtı için aşağıya bakın, Seviyeyi geçmenize ve tüm yıldızları almanıza yardımcı olacağız ... şimdi her zamankinden daha kolay. Codycross Cevaplar Sayfasını favorilerinize ekleyin ve ihtiyaç duyduğunuzda gelin ve ziyaret edin, her an burada olacağız ve yorumunuzu aşağıya bırakacağız!
I ıdlâl Ar. Dalâl’den; azdırma, doğru yoldan saptırma. Ol şâhı âh u nâle yürütmez belâ budur Varır rakîb yanına ıdldl eder yürür Şeyhülislam Yahya Sensin eden ıdlâl nice ehl-i tarîki Sensin eden ihdâ nice güm-geşte-i râhı Ziyâ Paşa Uğramaz doğru adam semtine, lâkin, heyhât Gece gündüz seni ıdlâle müvekkel haşerât Mehmet Akif ıkd Ar. 1. Gerdanlık. 2. İnci dizmeye mahsus ip. 3. İnci dizisi. 4. Hurma salkımı. ıkd-ı dürr-i nazm Nazım incisinin gerdanlığı. Bahâ tahmîn eder bir kimse yok erbâb-ı ma’nâda Otuz yıldır felek ıkd-ı dürr-i nazmım mezâd üzre Nef’î ıkd-ı fülfül Karabiber dizisi. Hâl-i anber-bârın ile mûy-ipür-çinler ki var Rişte-i çûb üzre bitmiş ıkd-ı fülfül şâh şâh Avnî ıkd-ı leâl İncilerin dizilişi. Mecmûalarda şirim arar ehl-i tab’ olan Hâce gibi kişehrde ıkd-ı leâl arar Şeyhülislam Yahya ıkd-ı Pervîn-i güsiste-rîsmân Ülker takım yıldızının ipi kopmuş gerdanlığı. Kevkeb-efşân âftâb olmazsa ger ol maşrıkın Ikd-ı Pervîn-i güsiste-rîsmânıdır sözüm Nef’î ıkd-ı Süreyyâ Gerdanlığa benzeyen Süreyya yıldızı. Görüp bûselik mürvârîd pür-tâbı hicâbından Acebdir hâke salmazsa felek ıkd-ı Süreyyâ’yı Nef’î ıkd-ı şeb-nem Gece neminin inci tanesi. Ikd-ı şeb-nemdir gül-i ter üzre yâ hod her taraf Katre katre terden ol ruhsâr üze sular mıdır Fuzûlî ıkd-ı zülf Saç düğümü; saç salkımı. Tîr-i gamzen atma kim bağrım deler kanım döker Ikd-ı zülfün açma kim âşüfte-hâl eyler beni Fuzûlî ıklîm, ikimi Ar. 1. Bir bölgenin ortalama hava sıcaklığı. 2. Yeryüzünün yedi veya otuza taksimiyle meydana gelen yerleri, kıta, ülke. Eskiden dünyanın bilinen kısmının ekvator çizgisinden kuzey kutbuna kadar ayrılan yedi bölgesinden her birine iklim denilirmiş. c. ekâlîm. bk. iklîm. Fars ıklîmine düşmüş Şirâz Ona mensûb o zebân-ı mümtâz Sünbülzade Vehbi Ne zabt-ı hâkim-i şer% ne hükm-i zdbitî aklî Cünûn iklîmini seyr eyleyenler râhatın söyler Koca Râgıp Paşa Zaf ile üftân ü hîzân ömür ser-haddin geçip Bir garîb iklîme düştüm âlem gurbet gibi Ebussuud Efendi ıklîm-i adem Yokluk ülkesi. Bir giden bir dahi gelmez ne aceb hikmettir Alem-i râhata benzer gibi ıklîm-i adem Koca Râgıp Paşa ıklîm-i cân Can bölgesi. Bir şehriyâre gönlünü bağladı Ahî kim Atıp kemend-i zülfünü ıklîm-i cân tutar Âhî ıklîm-i hüsn Güzellik ülkesi. Baş eğmez oldu bize ol turra-i müca’ad Iklîm-i hüsn içinde olalı şâh-ı sermed İbni Kemâl Hâl kâfir zülf kâfir çeşm kâfir el-amân Ser-beser ıklîm-i hüsnün Kâfir-istân oldu hep Nedim ekâlîm Iklîm’ler, memleketler, diyarlar, kıtalar. ekâlîm-i hakâyık Hakikat iklimleri. Yaratmazdan kamu halkı ekâlîm-i hakâyıkta Habîbim Mustafâ nûrun getirdim önce bürhânım Ümmî Sinan ekâlîm-i leyâl Gece ülkeleri. Dönsek mi bu aşkın şafağından Gitsek mi ekâlîm-i leyâle Ahmet Hâşim ekâlîm-i şühûd Görülen diyarlar. Fikr edersen o hurûb-ı memdûd Oldu serhad-i ekâlîm-i şühûd Hakanî ıktırân bk. iktirân. ıktifâ Ar. Kafâ’dan; birine uyup arkasından gitme, ardına düşme. Iktifâ eylediler meslek-ı Aşık Ömer’e Aşk ü şevk ile nice kâfiye-cûya-yı sühan Sünbülzade Vehbi Irâk Dicle’den aşağı Basra’ya kadar Şattü’l-arabın iki tarafı. Aslında su kenarı demektir. İki büyük nehrin yukarıdan aşağıya akmasıdır. Isfahân’ı vü Irak’ı Zâtiyâ seyr eyleyip Bu makama gelmeye ettikçe şeh nâz ağlarım Zâti Ki çend sâle afârît-i bî-emân-ı Arab Irâk’ın etmiş iken arsasın harâb-âbâd Nâbî Geçip Lâhûr ü Mâhûr’u Acem’de söyledim vasfın Nihâvend ü Irâk ü İsfahânda nağme-sencâna Sünbülzade Vehbi ırk Ar. 1. Damar, kan damarı. 2. Asıl, kök, soy. 3. Yapı. c. urûk. Çatma kurbân olayım çehreni ey nazlı hilâl Kahramân ırkıma bir gül! Ne bu şiddet bu celâl Mehmet Akif Gitme! Kal! Sen bu taraf halkına dost insânsın Onların meşrebi iklîmi ve ırkındansın Yahya Kemal ırk-ı neseb-i Bû Leheb Ebû Leheb’in soyunun damarı. Heybet-i debdebe-i kûs-ı Nebî Kesti ırk-ı neseb-ı Bû Leheb’i Hakanî ırk-ı nîreng Taslak yapı. Câmi’-i seyf ü kalem dâfi’-i şerr-i âlem Kâmi’-ı bih ü sitem kâtı’-ı ırk-ı nîreng Üsküdarlı Hakkı Bey ırkî Irka mensup. Millîsidir muhâdenetin pâyidâr olan Irkîsidir muhâdenetin sâye-dâr olan Abdülhak Hâmit ırk u güher Soy sop. Hayr umma eğer sadr-ı cihân olsa da bi’l-farz Her kim ki hasâset ola ırk u güherinde Ziyâ Paşa ırz Ar. Bir adamın diğerleri yanında itibar sebebi olup koruması gereken husus, şeref, namus. c. a’râz. Sâhib-i ırz idi evvel gazel-i sâde iken Uydurup ehl-i hevâ eylediler der-be-deri Nâbî Kendi ırzından cömert olmaksa mu’tâdın eğer Kendi mâlındır senin, hakkın tasarruf, kim, ne der Mehmet Akif Hayâyı, ırzı ekip yol boyunca, çırçıplak Kaçarsın, öyle mi, hey kalp adam sıkılmayarak Mehmet Akif a’râz Irz’lar, namuslar, değerli şeyler. Asân olurdu dest-res-i ma’den-i murâd A’râzdan udûl edebilsek cevâhire Nâbî ırza Ar. Otu çok olan yer, çayırlık. Verip hakk-ı sarîhin kabz u bast u mahv u isbâtın Adâlet-hâne-i hikmette etmiş cümlesin ırza Nâbî ırzâ’ bk. irzâ’. ıs’âd Ar. Suûd’tan; 1. Kâbe’ye gitme. 2. İnbikten çekilme. yukarı çıkarma, yükseğe kaldırma. İsâbetsiz teâlî başka bir şekl-i tedennîdir Felek, tenzîligâhî gösterir ıs’âd şeklinde Tokadizâde Şekib Isfahân Far. Eski Safevî devletini başşehri. İran sınırlan içnde kalır. Çok mamur bir şehir olduğu ve sürmenin buradan çıkması sebebiyle edebiyatta hep İstanbul ile karşılaştırılmıştır. İrân zemîne tuhfemiz olsun bu nev gazel İrgürsün Isfahân’a Stanbul diyârını Nedim Bir turfa nevâya oldu peyvend Agâzesi gerçi kim nihâvend Ammâ ki karârı Isfahân’dır Nedim ısgâ Ar. Kulak verme, söz dinleme. Sem’-ipâkiyle ederdi ısgâ Gökte Cibrîl’e emr etse Hudâ Hakanî Turfa kıssîs-i sanem-hâne-i aşk-ı ezeliz Bâng-ı Hakkı fem-i nâkustan ısgâ ederiz Üsküdarlı Hakkı Bey Avâzelerin gûlların etmeyiz ısgâ Biz münselik-işâh-reh-i hazretipîriz Muallim Naci ıskât Ar. Sukût’tan; 1. Düşürme. 2. Yok etme. 3. Ölünün azap çekmemesi için dağıtılan para. c. ıskâtât. Nesl-i hâzır ki sarık gördü mü terzîl ediyor Defol ıskatçı diyor, çerçi diyor, leşçi diyor Mehmet Akif ıslâh Ar. Sulh’tan; düzeltme, iyi hâle koyma, iyileştirme. c. ıslâhât. Tanbûr-ı sîne tan mı bî-perde nâle etse Islâh ediptir onu çün gûşmâli şeyhin Hamdullah Hamdi ediptir etmiştir. Feylesofun kendisi nâ-kâbil-i ıslâh iken Kalkar ıslâh etmeğe zu’munca hâl-i âlemi Vasfı Şeyh Alemin olmuş usûlü şimdi bir tarz-ı cedîd Çünkü ıslâhından etmiş âkılân kat’-ı ümîd Ziyâ Paşa ıslâh-ı âlem Âlemi düzeltme. Feyz-ı Hak’ta buhl yok herkes velî tâlib değil Bî-sebeb ıslâh-ı âlem Tanrı’ya vâcib değil Lâ ıslâh-ı husûm Düşmanları yola getirme. Ola kasdı meğer ıslâh-ı husûm Ol zemân belki değildir mezmûm Nâbî ıslâh-ı mizâc Huyu düzeltme. Cevher-i tîğ ile bî-vahîme ıslâh-ı mizâc Şerbet-i lûtf ile bî-çûn ü çerâ def’-i ilel Nâilî ısrâr Ar. Ayak direme, karşı koyma. Etmeyip re’y-i hatâda ısrâr Avdet et râh-ı savâba tekrâr Sünbülzade Vehbi ıstabl Ar. Padişahın saray ahırı. Bend-i ıstablı olan rahş-ı felek-reftârın Eremez kösteğine târ-ı nigâhı düşmen Keçecizade İzzet Molla ıstabl-ı hâs Özel ahır. pâk dil ki ederse tevâzu’undan eder Istabl-ı hâsına Efrâsiyâbî mîr-âhûr Nâbî ıstabl-ı şehinşâh-ı cihân-ârâ Cihanı süsleyen şahların şahının ahırı. Yine ıstabl-i şehinşâh-ı cihân-ârâda Ki ne atlar bulunur biri birinden zîbâ Nef’î ıstıbâr Ar. Sabr’dan; dayanma, katlanma. Bir böyle muhît içinde eyâ İşkence-i ıstıbâr tâ-key Abdullah Cevdet Gel gel deyiniz de geleyim yanınıza Düşvârdır ıstıbâr hicrânınıza Muallim Naci ıstıfâ’ Ar. 1. Bir şeyin temizini, safını seçip alma. 2. Seçme, seçkinlik. 3. Ayıklama, temizleme. Seyyid-i nev’-i beşer deryâ-yı dürr-i ıstıfâ Kim sepiptir mu’cizâtı âteş-i eşrâre su Fuzûlî ıstılâh Ar. Sulh’tan; terim, tabir. c. ıstılâhât. Müvellâ eyledim ben de Nedîm-i nükte-perdâzı Eğer boğmazsa mevc-i ıstılâha sakk-ı irfânı Seyyit Vehbî Ekser sözü ıstılâha dâir Mazmûnları var, değer cevâhir Ziyâ Paşa ıstılâhât Terimler, tabirler. Istıldhâtı sever ma’nâsız Şerbet ü hukne yapar eczâsız Nâbî Sarîr-i hâme sanma ıstıldhâta boğulmakla Eder bî-çâre dâim şîve-i küttâbtan feryâd Koca Râgıp Paşa ıstılâhât-ı ulûm İlim tabirleri. Her kimin var ise zâtında şerâret küfrü Istıldhât-ı ulûm ile Müselmân olmaz Fuzûlî ıstırâb bk. ıztırâb. ışk Ar. Aşırı derecede sevgi besleme, candan sevme. Aslı “ışk”tır. bk. aşk. Işk derdiyle hoşem el çek ilâcımdan tabîb Kılma dermân kim helâkim zehri dermânımdadır Fuzûlî Aşık isen rind ü rusvâlıktan ikrâh etme kim Işk sırrın iktizâ-yı devrpinhân istemez Fuzûlî Belâ-yı ışk ile ol kim ukûbetler geçirmiştir Ne korku ona ey Hamdî ikâb-ı dâr-ı ukbâdan Hamdullah Hamdi ışk-ı dil-sûz Gönül yakan aşk. Katı gönlüne bağrı daşların düşmüş gam-ı ışkın Bir oddur ışk-ı dil-sûzun ki taşlar içrepinhândır Fuzûlî ışk-ı mecâz Mecaz aşkı. Kıssa-ı Ferhâd ü Mecnûn kim okurlar Ahîyâ Bir varaktır defter-i ışk-ı mecâzımdan benim Âhî ışk-ı yâr Yârin aşkı. Lâmi’î rûşen dil olsan tan mı ışk-ı yâr ile Gün dokunsa bedr-i âlem-tâb olur sâfî zücâc Lamiî Çelebi dokun- deymek, ulaşmak. ıtâş Ar. Atşân’lar, susamışlar. Felektir ol felek-i bî-emân ki çeşmine Gelen ıtâşı eder hûn-ı dil-i ebed irvâ Ziya Paşa ıtık, ıtk Ar. Köle veya esiri azat etme. Hüccet-i ıtk gibi etti ibâdı âzâd Nâme-i ahd-i hümâyûn-ı mübârek-fercâm Nâbî ıtık-nâme Köle azat etme kâğıdı. Bir ıtık-nâmedir insâna senin kânûnun Bildirir haddini sultâna senin kânûnun Şinasi ıtlâk Ar. Talk’tan; 1. Bağlamayıp salıverme. 2. Bağlı olanı çözüp salıverme. 3. Nikâhtan boşama bu anlamda “tatlîk” daha fazla kullanılır. 4. Hapis ve cezadan kurtarma. 5. Ad koyma, isimlendirme. c. ıtlâkât. Tâir-i lâne-i ıtlâk kafes-gîr olmaz Kayd-ı tahrîr olsun mu müselsel ma’nâ Nâbî Sâhib-i devlet-i hâmî-i hilâfet sensin Sadr-ı ıtlâk dururken sen olur gayre harâm Nâbî Demidir kim tene bed-rüd ede cânile gönül Mülk-i ıtlâk özenen bend ile zindânı nejder Lamiî Çelebi ıtlâk-ı cünûn Delilik yüklemesi. Her zemân halk bana kılmağa ıtlâk-ı cünûn Beni endûh-ı serâsîme-i sevdâ eyler Fuzûlî ıtlâk-ı nikâb-ı harem Gizlenme örtüsünü taşıma. Olmuştu o mahbûb-ı serâ-perde-i lâ-reyb Itlâk-ı nikâb-ı haremigayb-ı hüviyet Sâmi ıtnâb Ar. Sözü ip gibi çekip uzatma, lüzumsuz konuşmalarla doldurma. Hıyâm-ı çerhe sütûn-ı duâyı ref’ eyle Niyâz-nâmeyi Nâbî çok eyledin ıtnâb Nâbî Duâyile sözü hatm edelim zîra hakîkatte Sözün gevher olursa yeğdir Ttnâbından îcâzı Nef’î Kitâb-ı mekrümetin şerhe muktedir olamaz Ne rütbe eylese Esrâr kasîdesin ıtnâb Esrar Dede ıtnâb-ı hıyâm-ı devlet Devlet çadırlarının ipi. Haşre dek tâ ki ola beste-i evtâd-ı hulûd Sâha-i dehrde ıtnâb-ı hıyâm-ı devlet Münif ıtnâb-ı sühan Sözü uzatma. Etme ıtnâb-ı sühan gayrı bu demlerde Münîf Farzdır ed’iye-i hayr-ı devâm-ı devlet Münîf ıtr Ar. Güzel kokulu yağ ve terkip. c. ıtriyyât. Zülfünü bâb-ı sabâ senin çözeli ey habîb Itr ile âlem dimâğını muattar kıldı Ulvî ıtr-ı enfâs Nefeslerin kokusu. Itr-ı enfâs ile âfâkı muattar kılmağa Açtı gül-zâr içre attâr-ı sabâ dükkân yine Necati Bey ıtr-ı hûb Güzellik kokusu. Itr-ı hûbile pür olurdu meşâmm Bûy-ı müşg idi yâhûd anber-i hâm Hakanî ıtr-ı şâhî Güzel bir koku. Nejola hem reng ise bezmimde bülbüllerle pervâne Benim her şeb çerâgım ıtr-ı şâhîden fürûzândır Nâbî ıtr-âlûd Itıra bulaşmış. Micmer-i zerle gelip anber ü ûd Eyledi hayme-gehi ıtr-âlûd Nâbî ıtr-nâk Itırlı. Ol kûy-ı arş-ı rütbet kim hâk-i ıtr-nâkin Mâliş-geh eylemiş Hak pîşânî-i kibâre Âsım Şeyhülislam ıtrâ Ar. Tarâvet’ten; aşırı derecede övme. Medhinde eğerçi eyler ıtrâ İşte sana eylemez müdârâ Ziyâ Paşa ıtrâb Ar. Tarab’dan; şevke getirme. şevklendirme, keyiflendirme. Itrâb için eylesin terennüm Güller gibi eylerim tebessüm Muallim Naci ıttılâ’ Ar. Tultf’dan; öğrenme, tanıma. bilme. Kârına ehl-i vukûfun kec-nigâh ettikçe Şeyh Kûr u dûr olmaktadır bulmaz safâ-yı ıttıâ Esrar Dede Diyemem kesb-i ıttılâ’ ettim Ittılâ’ ehline vedâ’ ettim Muallim Naci ıttırâd Ar. Tard’dan; birbirine uyup gitme, uygun şekilde devam etme, ritm. Umûr-ı saltanattan ol harı tard ettiği yetmez Olur kat kat isâbet fikr olunca ıttırâd üzre Nef’î Hayâtın her zemân bî-zâr hâl-i ıttırâdından Vücûdun dâimâ muztarr kuyûd-ı bî-idâdından Tevfik Fikret ıyâl, iyâl Ar. 1. Bir kimsenin geçindirmek zorunda olduğu kimseler, çoluk çoçukları. 2. Eş, kadın. Sipihrin bahtını ikbâlini hep pâymâl ettim Hamiyyet mesleğinde terk-i evlâd ü ıyâl ettim Namık Kemâl ıyân Ar. Açık, âşikâr, şüphesiz olan. bk. ayân. Şevk-i cemâl yâri nejder şerh edip gönül Gün gibi ol ıyândır ona ne beyângerek İbni Kemâl Tâ cebhen üzre nakş ederim vasfın âkıbet Ey âftâb işte ıyân söylerim sana Nedm Gencine-i uşşâka ziyân eylemek olmaz Ser vermek olur, sırrı ıyân eylemek olmaz Ahmet Sârbân Sakın bir zerre-i nâ-çîzi pâ-mâl etme sultânım Kişi ettiğin elbet bulur günden ıyândır bu Feyzi-ı Kadim Hüseyin ıyâr, ayâr Ar. 1. Altın, gümüş gibi madenlerin karışma derecesi. 2. Saadete yönelme. Neş’e vaktinde ıyârı kişinin belli olur Aceb insâna mihek taşı mıdır câm-ışarâb Şinasi Sanma hâlis dost olur her kem-ıyâr ü ebteri Ur mihekk-i imtihâna, fârik ol seng ü zeri Âgâh Osman Paşa Trabzonlu ıyâr-ı lezzet-i eş’âr Şiirler lezzetinin ayarı. Iyâr-ı lezzet-i eş’âra noksân gelmez ey Nâbî Zebân-ı hâmeye oldukça şekker-hâne derlerse Nâbî ıyd bk. îd. ızâr bk. izâr. ızhâr bk. izhâr. ızlâl Ar. Dalâlet’ten; doğru yoldan çıkarma, azdırma, dalâlete düşürme. Uğramaz doğru adam semtine, lâkin, heyhât Gece gündüz seni ızlâle müvekkel haşerât Mehmet Akif Sensin eden ızlâl nice ehl-i tarîki Sensin eden ihdâ nicegüm-geşte-i râhı Ziyâ Paşa ızmâr Ar. Gönülde gizleme, saklama. Ol re’yi ki etmiş idi ızmâr Hüddâm ü havassa etti izhâr Nâbî Eğer izhârı zilletse olur ızmârı da zillet Kolay meksûf olur müstelzim hacletse bir illet Abdülhak Hâmit Hilkat lisân-ı hâl ile her bâr söylenir Ma’nâ-yı Rabb’ı etmeyip ızmâr söylenir Yahya Kemal ızrâr Ar. Zarar’dan; zarara ziyana uğratma, zarar verme. Biz ki insânlarız insânları ızrâr ederiz Biz şâdân edeni derde giriftâr ederiz Kemalzâde Ekrem ıztırâb Ar. Darb’tan; acı elem, keder, sıkıntı. c. ıztırâbât. Ten zevrakın düşürme girdâb-ı ıztırâba Sabret gönül ki kalmaz bu rûzigâr böyle Nev’î Arız oldu gönlüme yüzün göricek ıztırâb Aks-i mirâtından ol su üzre gûyâ düştü tâb İbni Kemâl göricek görünce. Düşüp âteş-i ıztırâba yine Vedâ’ eyledik hurd u hâba yine Keçecizade İzzet Molla ıztırâbât Iztırab’lar. ıztırâbât-ı derûnî Kalbe ait ıstıraplar. Çille kırmak aybtır zinhâr ey sâlik seni Iztırâbât-ı derûnîperde-bîrûn etmesin Muallim Naci ıztırâr Ar. Zarûret’ten; mecburiyet, ihtiyaç, çaresizlik. Bilmem niçin güzeller uşşâka nâz ederler Görmektir ihtiyârı sevmektir ıztırârı Ziyâ Paşa Bak derûn-ı perdeye kim ıztırârıdır kamu Dilde her bir mihnetin sonu meserret değil mi Âdile Sultan ıztırâr-ı serd Soğuk çaresizliği. Bir ıztırâr-ı serd ile titrer mükevvenât Altında karların Bir dûd-ı müncemid gibi âfâk-ı bî-hayât Tevfik Fikret ıztırârî Zaruri olarak, mecburi. Iztırârî eder eş’ârıma şimdi tahsîn Söze geldikçe kabûl eylemeyen Hassank Nef’î Cüst ü cû ettik nazîrin âlem-i endîşede Iztırârî vâdî-i inkâra düştü gönlümüz Nef’î Iztırârî dil nice cân vermesin ol gamzeye Çâre yok tîr-i kazâdan ihtirâza n’eylesin Nef’î l iâle t Ar. Çoluk çocuğunun nafakasını elde etmeye çalışma. Ettik sizi sa’y ile iâle Tenbelliğe etmedik ihâle Muallim Naci iâne, iânet Ar. Avn’den; 1. Yardım. 2. Muavenet etme. Usanmaz kendini insân bilenler halka hizmetten Mürüvvet-mend olan, mazlûma el çekmez iânetten Namık Kemâl Zavallı yaralı, harbin safâlı vaktinde Tenezzül eyledi bir sedyenin iânetine Tevfik Fikret ibâ Ar. Kabul etmeme, imtina etme; çekinme; tiksinme, iğrenme. Kim ki Allah’tan ibâ eyler Başka der-gâha ilticâ eyler Fuzûlî ib’âd Ar. Bu’d’ten; uzağa sürme, uzağa koma, uzaklaştırma. Ne kadar eyler isen hâtır-ı ahbâbını şâd O kadar hasmına vakf ola kulûbu ib’âd Nâbî Ne ihtiyârıma sâhib, ne i’tiyâdıma râm Bu gird-bâd-ı ibâd ortasında bî-ârâm Mehmet Âkif ibâd Ar. Abd’ler, bendeler, köleler, kullar. Meded-res ol meded ey dest-gîr-i cümle ibâd Koma hadîd-i maâsîde ki ola dil ma’bûd Sâmi İbâda lûtf u ihsân u atâsın eylemiş mu’tâd Sana ol dost-ı müşfik Hazret-ı Bârî Ta’âlMır Âdile Sultan Ey masdar-ı mâ-sivâ olan Rabb-i ibâd Kim sensin eden mevt ü hayâtı îcâd Muallim Naci ibâdullah 1. İnsanlar, benî âdem, Allah’ın kulları. 2. Çok fazla, pek çok. Cihânda bir şey için olma mesrûr gamla şâdân ol İbâdullaha hor bakma sak ın sen hürmet edegör Âdile Sultan Hudâ rızâsı için kaldırın nifâkı, günâh Alev saçakları sarsın mı yâ ibâdullah Mehmet Akif ibâdet Ar. Abd’ten; Allah’a edilen kulluk, bendelik ve tapınma. Tanrı buyruklarını yerine getirme. c. ibâdât. İbâdetler başıdır terk-i dünyâ Yunus Emre Seni koyup büte eyler ibâdetin kâfir Azâb-ı dûzaha ol vechden olur kâbil Fuzûlî Yok bî-garez muâmele ehl-i zemânede Kimse ibâdet etmez idi cennet olmasa Nâbî Kıl hulûs ile ibâdet abd-i hâs-ı Hâlık ol Adile aşk içre bul ibka vü câvidânelik Âdile Sultan ibâdât İbâdetler. Her ibâdâtın hakîkat cânı aşktır bî-gümân Aşk-ı Hakk olmayıcak olmaz birisi hîç tamâm gaybî ibâdet-hâne İbadet yeri. ibâdet-hâne-ı İslâmiyân Müslümanların ibadethanesi. Gönül sâf olsa sevdâ-yı cihândan pâk olur zîrâ İbâdet-hâne-ı İslâmiyânda büt-perest olmaz Beliğ Bursalı İsmail ibâre Ar. 1. Bir mananın anlaşılması için kullanılan söz yahut iki veya daha çok kelimeden meydana gelmiş söz parçası, cümle. nazımda “ibaret” anlamında da kullanılabilir. 2. Uykuda görülen rüyanın tabir olunan anlamı. 3. Paragraf. 4. Metinden çıkarılmış birkaç satır. c. ibârât Cevr ü sitem atâ-yı kerem bir ibâredir Aşık bu râhagirdiği dem bî-nişân olur Esrar Dede ibârât İbâre’ler. Tekellüfât-ı ibârâttan tehî Nâbî Edâ-yı hakk-ı maânîye bu gazelyetişir Nâbî ibârât-ı rekîk Kusurlu ibareler. Yâd-ı nâmınla ne ola keffe-i cürm olsa sevâb Feyz-i na’tınlagirer vezne ibârât-ı rekîk Nâbî ibâret Ar. “.den meydana gelmiş; bir şeyin aynı; başkası, başka bir şey değil. ” anlamlarında kullanılır. İbâretten ibâret kaldı şimdi Kâmiyâ eş’âr Müreşşah tâze mazmûn üzre yoktur bir gazel söyler Kâmî Edirneli Şerâfetle asâlet fazl-ı zâtîden ibârettir Fazîlettir şeref-bahşâ olan ecdâd ü ensâle İsmail Safa Yoksun kuru topraktan ibâret vatanınla Târîhini yazmazsan eğer sen de kanınla Midhat Cemal Kuntay ibcâl Ar. Becel’den; ağırlama, ululama, saygı gösterme. Eslâfı ya etmek için ibcâl Lâyık mı muâsırîni iğfâl Naımk Kemâl Adîm iken o, ve mevcûd iken bu kaht-ı ricâl Sizinle istedim etmek makamını ibcâl abdülhak Hâmit ibdâ’ Ar. Benzersiz bir şey meydana getirme, yaratma. 2. ed. Yeni ve güzel bir eser meydana getirme. Nîm-şeb ol meh çıkıp halvet-geh-i ibdâ’dan Tîregî-i kesret-i mevhûmu eyler indifâ’ Esrar Dede Eğer maksûdu ancak âhiret olsaydı Yezdân’ın Ne hikmet vardı ibdâ’ında hîç yoktan bu dünyânın Mehmet Akif iber Ar. İbre’ler, mıknatıslar, ibreler. Her vâkıa bir ders-i hikemdir nazarında Her derd ü belâdan dahi ahz-i iber eyler Şinasî ibhâm Ar. 1. Açmama, kapalı tutma, gizleme. 2. ed. Sözün anlaşılmaz derecelerde kapalı olması. 3. El ve ayak baş parmağı. c. ibhâmât. Şâir-i nâdire-gûyem ne desem hisse çıkar Düşmen ü dosta bî-tevriye vü bî-ibhâm Nef’î İnkâr ile, ibhâm ile ma’nâ-yı hayâtı Sevdâmızı bir vâha-igaflette yaşattık Tevfik Fikret ibka’ Ar. Daim ve baki kılma, azl etmeyip bir mevkide bırakma. Rüsûm-ı kâinât oldukça cârî hazret-ı Bârî Ede ol âsaf-i âlî-cenâbın zâtını ibka Nâbî Kıl hulûs ile ibâdet abd-i hâs-ı Hâlık ol Adile aşk içre bul ibka vü câvidânelik Âdile Sultan ibka-yı eser Eseri daim kılma. Eczâ-yı beşer câlib-i ta’cîl-i fenâdır İbka-yı eser mûcib-i tahsîl-i bekâdır Namık Kemâl ibka-yı nâm Namını sürdürme. Merâm ibka-yı nâm etmekse bir mısrâ’ da kâfidir Aceb hayretteyim ben Sedd-ı İskender husûsunda koca Râgıp Paşa iblâğ Ar. Vardırma, eriştirilme, ulaştırma, gönderme. Sağlar cânı verirler mürdeler bulur hayât Leblerin vasfında Bâkî eylese iblâğlar Bâkî iblîs Ar. Alçak, lanetli şeytan. Kanda kim cem’ ola câm u dil-ber ü aşk uşebâb Anda İblîsin ne hâcet mekrine idlâline Nâbî anda orada. Zehî kerem ki nazar kılmayıp adâvetine Müyesser eylemiş İblîs’e i’tibâr-ı beka Fuzûlî Küfr ü îmân neydügün fehm eylemez yoktur necât Fâsıkın kalbinde her dem İblîs’in iğvâsı var Ümmî Sinan iblîs-i târid Sürüp çıkarılan iblis. Ola Cibrîl gibi kâbil-i kuds-i melekût Reh-güzârında sücûd eylese İblîs-i târid yenişehirli Avni ibn Ar. Oğul, mahdum, zade, ferzend. c. ebnâ. İbn-i Alî Hz. Ali r. a.’nin oğlu Hz. Hüseyin. Bağ hâsü’l-hâs kurbun bü’l-aceb fevvâresi Ser bürîde gerdenindir yâ Hüseyin ibn-ı Alî Tahirü’l Mevlevi İbn-i Âzer Âzer’in oğlu Hz. İbrahim. İbn-ı Azer Mekke’yi esnâmdan tathîr edip Makdeminşevkiyle etti Kd’betulldh, ı binâ Keçecizade İzzet Molla ibn-i filân Filanın oğlu. Ebnâ-yı zemânın talebi nâm u nişândır Her biri tasavvurda filân ibn-i filândır Bağdatlı Ruhi ibn-i hakîm Bilgelerin çocuğu. Vermedi sadra şifâ buncılayın ibn-i hakîm Beden-i müle dahi etmedi bahş-ı dermân Şinasi sadra şifa ver- gönlü ferahlatmak. İbn-i İmrân İmrân Hz. Musa ve Hz. Meryem’in babalarının adı.’ın oğlu. Subh-veş destini zâhir kılsa sîm-efşân olup Ol Yed-i beyzâya benzer ki İbn-ı İmrân gösterir Fehim Hoca Süleyman İbn-i Mülcem Mülcem Hz. Ali’yi şehid eden Hâricî’in oğlu. Çok riyâ-kâr var velî görünür İbn-ı Mülcem ile Alî görünür Osman Nuri Paşa Diyarıbekirli ibn-i neccâr Dülgerin oğlu. RtzA dîvânının tab’ıyla revnak geldi âfâka Basıldıpenç defter na’t u nutku ibn-i neccârın Şeyh Zâik İbn-i Sînâ 980-1037 Orta Çağın ve İslam dünyasının en büyük filozof ve hekimlerinden biridir. Bulmadı bu derde çâre ilm-i hikmet de bilen İbn-ı Sînâ kılmadı tedbîrini bu illetin Âdile Sultan Bilse la’lin hikmetinden ben ne tahsîl ettiğim Niçe yılşâkird olurdu Bû Alî Sînâ bana Behiştî ibn-i vakt, ibnü’l-vakt 1. Zamane çocuğu. 2. Dünyayı umursamayan, dünyayı bir pula satan. Harâbât ehline dûzah azâbın anma ey zâhid Ki bunlar ibn-i vakt oldu gam-ı ferdâyı bilmezler Hayâlî Bey Hüsnünün zevkini gör ârif-i ibn-i vakt ol Çekme endûhunu pîşîn hat-ı nev-âmedenin Nâbî İbn-i Zübeyr Zübeyr Aşere-ı Mübeşşere’den Cennetle müjdelenen on kişiden biri’ in oğlu. Gönlünü yıksa Behiştî gam yeme ol şeh yapar Kâ’beyi yıkdısa ma’mûr eyledi İbn-ı Zübeyr Behiştî ebnâ İbn’ler, oğullar. ebnâ-yı vatan Vatanın çocukları. Düşmân geliyor maksadı ifnâ-yı vatandır Karşı duracak düşmâna ebnâ-yı vatandır Namık Kemâl İbrâhîm 1. Hz. İbrahim. Babası put yontucusu idi. Mabetteki putları balta ile parçaladığı için Babil hükümdarı Nemrut tarafından mancınıkla ateşe atılan ve elleri, ayakları bağlı olan İbrahim henüz havadayken Cebrail geldi ve Allah’ın emriyle onu havada tuttu. Bir dileği olup olmadığını sordu. Hz. İbrahim de “Ben Allah’ın kuluyum o ne dilerse öyle yapar. ” deyince, bu söz Allah’ın hoşuna gittiği için Hz. İbrahim’in lâkabı “Halîlullah” Allah’ın dostu oldu ve onu ateşten kurtardı. Hz. İbrahim sofrası, Hz. İbrahim bereketi gibi tabirler; onun yanında misafir olmadan sofrada yemek yememesi şiirlere konu olmuştur. 2. İbrahim Edhem. 8. yaşamış ünlü bir sûfi. Belh sultanının oğlu iken tasavvuf yolunu seçmiştir. Andan İbrâhîm’e ad oldu “Halîl” Kim sehâvet yolunu buldu sebîl ahmed-i Dâî andan o sebepten. Felek tâc-ı zerin terk etti İbrâhim Edhem-veş Derûnunda aceb mi eylese nûr-ı siyâh me’vâ Nadirî Ganizade Hûblardan yum gözün der her zemân zâhid bize Ne ola dervîş isek İbrâhîm Edhem olmadık Lamiî Çelebi ibrâm Ar. 1. Sıkıntı vererek üzüp usandırma. 2. Metin, sağlam ve dayanıklı kılma. c. ibrâmât. Tevbe-i meyde sebât-ı kademinden sorma Orasın sâkî-i gül-çihrenin ibrâmı bilir Nâbî Sunmadan sdgarı sâkî düşerim ayağına Hasretim bâdeden efzûn iken ibrâmında Nedim Feyz-i isti’dâd-ı mâder-zâd ikdâm istemez Kâbiliyyet başka bir cevherdir ibrâm istemez Dâniş Dâniş-ı Atîk; Dâniş-ı Kadim Bekliyor mihmânların i’zâzlar, ikrâmlar Sâkiyâ etsin derim ilhâhlar, ibrâmlar Abdülhak Hâmit ibrâm-ı âşık Âşıkın bıktırması. Niyâz ehl-igurûra bâis-i tahrîk-i nahvettir Bütân-ı serkeşi ibrâm-ı âşık tünd-hû eyler Râşid Molla Feyzizâde Müverrih Mehmet ibrâm-ı nâz Naz bıktırışı. Gâhîcegark-ı lücce-i hayret olunca ben İbrâm-ı nâz edip taraf-ı fikretim sorar Esrar Dede ibrâz Ar. Bürûz’dan; izhar etme, gösterme, meydana çıkarma. Kifâyet eylemez mi bu kasîde şâiriyyette Eğer lâzım gelirse hüccet-i devâmın ibrâzı Nef’î Emr-i bî-ücrete ibrâz olunan hidmete yûf Şahs-ı bî-hidmete i’tâ kılınan ücrete yûf Yenişehirli Avni Her safhada bir şekl-i hakîkat eder ibrâz Her gün çevirir bir varaka mikleb-i âlem Ziyâ Paşa ibrâz-ı hakîkat Hakikati gösterme. Fahr-i acem-âneden masûndur İbrâz-ı hakîkat etmek ister Muallim Nâci ibrâz-ı kemâl Olgunluk gösterme. Avnî, nice ibrâz-ı kemâl eylesin âdem Bir yerde ki hak söyleyeni dâra çekerler Yenişehirli Avni ibret Ar. Nefsini terbiye ve ahlâkı süsleme yolunda örnek alınacak husus, öğretici ders. Rengi döner günde güne toprağa dökülür gine İbret-durur anlayana bu ibreti ârif duyar Yunus Emre İbret gözüyle berk-i dirahtân-ı sebze bak Hûş-yâr olana her varakı bir cerîdedir Bâkî Bırakın eski hükûmetleri, meydândakiler Yetişir, şöyle bakıp ibret alan varsa eğer Mehmet Akif ibret-efzâ İbret arttırıcı. Hemân bir var imiş bir yok imiş der hâsıl-ı devrân Ser-â-ser ibret-efM bir garîb efsânedir âlem Ziya Paşa ibret-güzîn İbreti seçen. ibret-güzîn-i nakş-bihîn-i hakîkat Hakikatin en güzel ibretli nakşını seçen. İbret-güzîn-i nakş-bihîn-i hakîkat ol Aldanma reng-i tûr-ı cihâna hakîm isen Hersekli Arif Hikmet ibret-nümâ İbret gösterici olan. Ayn-ı mevcûdâta eyler kudretullah ıyân Bâdiyâ, âyîne-i ibret-nümâdır kâinât Bâdî Edirneli Ahmet ibret-sitân İbret yeri, ibret alınacak yer, dünya. ibret-sitân-ı âlem Âlemin ibret yeri. Fehmetmeyen dekâyık-ı nakş-ı sanâyîi İbret-sitân-ı âlem a’mâ gelir gider Âtıf Defterdar Mustafa ibrîk Ar. Emzikli su kabı. c. ebârik, ebârika. Suna ey câh-perest el yumağa âlemden Miskî sâbûn ile sîmîn leğen ibrîk gerek Nâbî ibrîk-i vuzu’ Abdest ibriği. Sebû-yı meyle ibrîk-i vuzû’ bir hâktir ammâ Ne hikmettir bilinmez biri sâlih biri fâsıktır Nâbî ibrîk-i zer Altın ibrik. İbrîk-i zerden sâkiyâ la’l-i müzâbı kıl revân Altın olur işin hemen kibrîtî-i ahmer kendidir Bâkî ibrîk ü leğen İbrik ve leğen. İbrîk ü leğen ma’den-i vâhidden iken Birinde su pâk birisinde nâ-pâk Nâbî ibrîsim Ar. İbrisim, bkz. ebrişim. ibrîz Ar. Saf, katışıksız altın. Buldu gûyâ yeni bir ma’den-i sîm ü ibrîz Tuz tütün resme girip oldu hazîne lebrîz Ziya Paşa ibtâl Ar. Boş, batıl ve beyhude kılma. Mukarrer eyledi bir pâdişâha devleti kim umûr-ı şer’den ayruğun eyledi ibtâl Necati Bey Umûmu müstefîd etmez husûsun hakkını ibtâl Sakın bir ferdi ezme gayret-i efrâd lâzımsa Namık Kemâl ibtidâ’ Ar. Bed’ etme, başlama, başlangıç. Ey Fuzûlî intihâsız zevk buldun ışktan Böyledir her iş ki Hakk adıyla kılsan ibtidâ Fuzûlî Haml ibtidâ dürûgunadır sonra adline Şâhid ne denlü sıdk ile da’vâya gelse de İzzet Ali Paşa Işka ne intihâ bulabildik ne ibtidâ Cân vermek ile kimdir ona bula intihâ İbni Kemâl Senden atâ bizden hatâ böyle kuruldu ibtidâ Afv et bizim hatâmızı Adem Safiyyullah için Ümmî Sinan ibtidâ-yı amel İşin başlangıcı. İbtidâ-yı amelin âhırı der-pîşgerek Kâr-ı evvelde kişi âkıbet-endîşgerek Lâ ibtidâ-yı bahâr Baharın başlangıcı. Varak-ıgüldür ihtidâ-yı bahâr Ona vermiş terakkî bâng-ı hezâr Nâbî ibtihâc Ar. Sevinçli ve mesrûr olma, iç rahatlığı. Kâmil nisâr-ı gevher ederken sükûnda Câhil kemâl-i cehl ile eyler ibtihâc Şeyhülislam Yahya Nakş-ı zdildir umûr-ı dehre kılma i’tibâr Olsa hâsıl fakrdan hüzn ügınâdan ibtihâc Fuzûlî Pîşinde ettiler beşiğin, gark-ı ibtihâc Bir bûse-i medîd ile tecdîd-i izdivâc Tevfik Fikret ibtihâl Ar. Bühl’den; Allah’tan isteme, niyaz etme. Mevt oldu ne söyleyim bu hâle Encâm o niyâz u ibtihâle Abdülhak Hamit Saklıyor çehre-i şem’avatı Beşerin çeşm-i ibtihâlinden Tevfik Fikret ibtilâ Ar. Mübtela olma, giriftar olma, bir nesneye düşkün olup sevme. Zevk alır feryâd ü nâlişten de ehl-i ibtilâ Cezbedâr-ı aşka âsâr-ı mihen bî-gânedir Sâmih Nasûhîzade Mehmet Gel yeter rüsvâ-yı halk ol bir vefâsız yâr için Dinle sözüm aç gözün bu ibtilâdan vâz gel Âhî ibtisâm Ar. Besm’den, tebessüm etme, gülümseme, gülümseyiş. Güller gibi meyl-i ibtisâm et Dâg-ı dile çâre bul, merâm et Abdülhak Hâmit İçim kan ağlar iken siz behîc-i nâz ediniz Ne gösterirdi yüzüm ibtisâmdan başka Tevfik Fikret Güzel midir? Değil, fakat latîf infidli var Hazîn ibtisâmı var, gönülle hasb-i hâli var Kemalzâde Ekrem Bey ibtisâr Ar. Bir işe başlama. Topraktı her mezâr-ı fakîr-âne bî-rûham Fakrımla ben de zâir-i zî-ibtisâr idim recaizade Ekrem ibzâl Ar. Esirgemeyip bol bol harcama. ibzâl-i mesâî Çalışmayı harcama. İbzâl-i mesâîde kusûr etme ki olmuş Vâ-beste bu âlemde sükûnun harekâtı Lâ i’câb Ar. Ucb’dan; 1. Taaccüp ettirme, şaşırtma. 2. Şaşkın duruma düşürme. Ol tarz-ı acemdir olmaz i’câb Rindân-ı Acem gözetmez âdâb Şeyh Galip îcâb Ar. Vücûb’tan; Lazım getirme, vacip kılma, lazım gelme, vacib olma; gerek, lüzum. c. îcâbât. Hâdisât-ı feleğe olsa nazar Kıdem zâtını îcâb eyler Hakanî Bilenler âlem-i kevn ü fesâdın selb ü îcâbın Zevâl-i devlet-i dünyâ ile endûh-gîn olmaz Hersekli Arif Hikmet Ger yoksa onu kabûle esbâb Reddetmeye de görülmez îcâb Abdülhak Hâmit icâbet Ar. Yerine getirme, kabul etme. Binlerce duâya bir icâbet Göstermedi bâr-gâh-ı rahmet Mehmet Âkif îcâd Ar. 1. Var etme, edilme, vücuda getirme, getirilme. 2. Yeni bir şey çıkarmak, ihtira etmek. Eskimiştir güzelim kıssa-ı Kays ü Ferhâd Kendimizden yeni efsâneler îcâd edelim Atâyî Nev’izade Atâullah Kâmilin gitse vücûdu nice îcâdı kalır Sen dahi anlayıgör kim er ölür adı kalır Ulvî Bursalı Hüseyin Ey melekler! Nûrdan bir âlem îcâd eyleyin Medfenimde bir sirâc-ı rahmet îk ad eyleyin Lâ îcâd-ı âlem-i meşhûd Görülen âlemin icadı. Ne aşk bâis-i hestî-i âferîde-i gayb Ne aşk illeti îcâd-ı âlem-i meşhûd Sâmi i’câz Ar. Acz’den; 1. Âciz ve kudretsiz bırakma. 2. Şaşkınlık içinde bırakma, şaşkın kılma. 3. ed. Başkasının yapamayacağı bir şeyi yapma, düzgün söz söyleme. “i’câz-kâr, i’câzkârâne, i’câz-nümâ” gibi kullanılışlar bu anlamda söylenir. Onu cem’ eylemiş işte Vassâf Tarz-ı i’câzda hakke’l-insâf Sünbülzade Vehbi Ab-ı zülâl akıttın elinden gazâ günü İ’câzın etti Hızr’ı da hayrân efendimiz Faruk K. Timurtaş i’câz-ı aşk Aşk güçsüzlüğü gösterme. İ’caz-ı aşktır bu ki âyîne-i dilim Pâ-mâl-i cevr igende yinegubârdır Şeyhülislâm Bahâyî Mehmet igende çok. i’câz-ı mahabbet Muhabbet güçsüzlüğü gösterme. Hem öldürür üftâdesini hem eder ihyâ Mahsûstur ol âfete i’câz-ı mahabbet Nef’î i’câz-nümâ İnsanı şaşırtan, âciz bırakan; mucize yaratan. Hasta-i nâtıkaya ruh-fezâdır hâmen Zât-i Îsâ gibi Pcâz-nümMır hâmen Koca Râgıp Paşa icâzet Ar. 1. Cevaz, izin, ruhsat. 2. Diploma. Bu günden ahdim olsun kimseyi hicv etmeyim illâ Vereydim ger icâzet hicv ederdim baht-ı nâ-sâzı Nef’î Gelmek irâdet, gitmek icâzet Lâ icbâr Ar. Zor etme, cebr etme, zorlama. Bir fâilin icbârı bütün gördüğüm âsâr Cebrî değilim. Olsam İlahî ne suçum var Mehmet Akif Zemînin aldığı tohmun yekûnu milyarlar Demek, tabîat icbâr eden avâmil var Mehmet Âkif icbâr-ı baht Bahtın zorlanması. İdbâr-ı saht âkıli dîvâne gösterir İcbâr-ı baht câhili ferzâne gösterir Keçecizade İzzet Molla iclal. iclâl Ar. Celâl’den; 1. Saygı gösterme, ikram. 2. Büyüklük, kudret ve kuvvet. İrtika eyleyemez küngür-i iclâline akl Kılsa da nüh-tabak-ı çerh-i bülendi mirkât Yenişehirli Avni Mihr-i iddlini memdûh edip Hazret-ı Hak Düşmen devleti huffâş gibi ola darîr Üsküdarlı Hakkı Bey Dünyâ bilir iclâlimi ben böyle değildim Ben, altı asırdan beri bir kerre eğildim Midhat Cemal Kuntay icmâ’ Ar. Cem’den; 1. Toplama, dağınık şeyleri bir araya getirme. 2. Dinî bilgileri bir araya toplama. Kitâbı, Sünneti, icmâ’ı kaldırıp artık Havâssı mascara yaptık, avâmı aldattık Mehmet Akif icmâl Ar. Kısaltma, ihtisar etme. Sahâyif olsa felekler nihâl-ı Sidre kalem Yazılmaya keremi defteri ale’l-icmâl Bâkî Nüsha-i kübrâ-yı sun’um âlem-i tahkîkte Şerh-i tafsîl-i kazâ fihristi icmâlimdedir Namık Kemâl Erba’îne kadar elbette sürer germî-i bahs İstesem ben ne kadar vasfını etmek icmâl Ziya Paşa icrâ’ Ar. 1. Câri kılma ve yapma, akıtma. 2. Düşünce hâlindeki bir şeyi ortaya koyma. 3. Bir notayı çalarak gösterme. Besâite şeref-i mahremiyyet-i vahdet Mürekkebâta kabûl-i terekküb-i icrâ Fuzûlî Kendinin zarfına bir ârıza eyler îrâs Mütekâmil olıcak sînede icrâ-yı garaz beliğ olıcak olunca. Bizim ev mahkeme ; hâkim bereket versin, acar Geceden hükmü verir, gündüzün icrâya koşar- Mehmet Akif icrâ-yı adâlet Adalet yapma. Adem ona derler ki garazdan ola sâlim Nefsinde dahi eyleye icrâ-yı adâlet Ziyâ Paşa icrâ-yı fesâd Fesat çıkarma. Perhîz-i mürâiyânı gerçek sanma İcrâ-yı fesâd etmeye âlet bulamaz Nâbî icrâ-yı fUsûl Fasılları yerine getirme. Kılmasın devr-i felek bir daha icrâ-yı fusûl Ne bahâr u ne harîf ü ne zemistân olsun Enderunlu Fazıl icrâ-yı garaz Kin tutma. Seni telvîse murâd eyleyeni pâke çıkar Sâf ü deryâ-dil olup eyleme icrâ-yıgaraz Beliğ icrâ-yı resm-i temsiye “Akşamınız hayırlı olsun.” sözünü yerine getirme. Şıktır hüner-nümâ begim a’lâ lisân bilir İcrâ-yı resm-i temsiyede bonsuvar der Muallim Naci icrâ-yı rüsûm-ı ahkâm Hükümlerin usullerini yerine getirme. Gerçi kim kişver-i vîrâne-i kalbimde benim Azl ü nasb eylemez icrâ-yı rüsûm-ı ahkâm Nâbî ictihâd Ar. Cehd’ten; 1 Gücü kuvveti kadar çalışıp çabalama. 2. Eski dinî kitaplardan ve peygambere ait hadislerin değerli meallerine vakıf olarak mezheplerin sahih hadisleri üzerinde çalışarak ortaya koydukları şerî kaideler. 3. Fikir ve görüşte karşılıklı birleşme. c. ictihâdât. Bu kârgehde görünmezdi hiçbir bâtıl Deseydi hakkı eğer herkes ictihâdı kadar Âsaf Mahmut Celâleddin Paşa ictihâd-ı pîr-i aşk Aşk pirinin aynı düşüncede olması. Hükm-i îmân-ı rızâda ictihâd-ı pîr-i aşk Târ-ı medd-i lâyı zünnâr-ı Berehmen eyledi Esrar Dede ictimâ Ar. Cem’den; birleşme, toplanma, bir araya gelme; yığılma. c. ictimâât. Güneş ile gecenin ictimâ’ı yok ya niçin Bu kara zülfü nigârın yüzünde derhûr ola Kadı Burhaneddin Deriz tab’-ı beşere ictimâ’ acz ü nahvettir Cihânın tavrını bir hikmete isnâd lâzımsa Namık Kemal ictimâ’-i meziyyât-ı subh u şâm Gece ve gündüzün meziyetlerinin toplanması. Alemde ictimâ’-i meziyyât-ı subh u şâm Bizde tahakkuk eylese olmaz mı gül-tenim Cenap Şahabeddin ictinâ’ Ar. Meyva toplama; bir araya getirme. Arz etme bî-mülâhaza halka kelâmını Nâ-puhte ictinâ’ olunan bâr saht olur Nüzhet ictinâb Ar. Sakınma, çekinme, ihtiraz etme. Her ser-i mûyumda bir baş olsa mûy-ı ser kimi Kesse varın tîğ-ı hûn-rîzinden etmem ictinâb Fuzûlî Serde zahm-ı seng-i hasretten ederken ictinâb Geldi Dâniş başına hep ihtirâz ettiklerin Dâniş Dâniş-ı Atîk; Dâniş-ı Kadim Sû’-i fi’l ü sû’-i niyyetten edenler ictinâb Hüsn-i hâl ü hüsn-i şöhretle olurlar kâmyâb Lâ ictirâ’ Ar. Cür’et’ten; cüret ve cesaret etme. Her tavrına iktifâ ne lâzım Câizse de ictirâ ne lâzım Şeyh Galip îd, iyd Ar. Bayram. Yılda bir kurbân keserler halk ü âlem îd için Dem-be-dem sdat-be-sâat ben senin kurânınam Fuzûlî Îd erbâbı Hicâz’ı hoş müşerref eyledi Nitekim âşıkları fikr-i visâl-i şâhidân Taşlıcalı Yahya Bey Pek umar teşrîfini îdin ikinci gün Nedîm Gündüzün olmazsa akşam olsa da mâni değil Nedim Îd-i Adhâ Kurban Bayramı. Îd-ı Adhâ’dır ki dil-i cânâneye cân gösterir Her kişiye kasâbı bir demde kurbân gösterir Fehim Hoca Süleyman Şimdi tîğ-ı cevrile öldürme kurbân olduğum İyd-ı Adhâ geldiginde edesin kurbân-ı îd Bâkî îd-i cemâl Güzellik bayramı. Hayâlî rûze-i gamda hilâle döndüğü bu kim Senin iyd-i cemâlin görmedi ey mâh bir yıldır Hayâlî Bey îd-i cihân Cihan bayramı. El çekip îş-i cihândan nûş edenler zehr-i gam Ser-firâz-ı dehr olup demler kademler sürdüler Lamiî Çelebi îd-i ekber Arefesi Cuma gününe rastlayan Kurban Bayramı. Eylemez mehlekeye nefsini âk ıl ilka Ne ederse kişiye gayret-i akrân eyşer Belîğ Îd-i ekber olmasın mı sek rakîbin öldüğü Kalmadı îmân u küfr ehlinde kurbân etmedik Lamiî Çelebi îd-i ekber-veş Arefesi Cuma gününe rastlayan Kurban Bayramı gibi. Ger rakîbin kanını ettiyse ol meh-rû şarâb Îd-i ekber-veş derûn-ı cânım olmuştur ferah İlhamî, Selimî Sultan III. Selim îd-i ferhunde Kutlu bayram. Îd-i ferhundene kurbân ede a’dânı felek Sen ahibbâna buyur âb-ı sehâ nân-ı kerem Ahmet Paşa îd-i hümâyûn Mübarek bayram. Vücûdudur veren âhir-zemâna zîb ü şeref Nite ki îd-i hümâyûn ile meh-ı Şevvâl Necati Bey Îd-i Kurbân Kurban bayramı. Îd-ı Kurbân erdi halkı yine şâdân eyledi Gonca-leb dil-berleri gül gibi handân eyledi Lâ îd-i mübârek-fıtrat Mübarek yaratılışlı bayram. Sebeb-i kadri onun îd-i mübârek-fitrat Şeref-i bahtı bunun dâver-i ferhunde-şiyem Nef’î îd-i münevver Nurlu bayram. Bir îd-i münevver gibi ey hüsn-i semen-bû Ömrüm bana zülfün arasından güler ancak Cenap Şahabeddin îd-i sugrâ Küçük bayram. Hey ne buldun aldanırsın îd-i sugrâ zevkına Duymadın zevkın meğer sen ekber-i îdin gönül Ümmî Sinan îd-i va’de-i vasl Kavuşma vadesinin bayramı. Olurlar âşıkân kurbân îd-i va’de-i vasla Tecellî kıl cemâlin aşkına terk edeyim cânı Âdile Sultan îd-i vasl Kavuşma bayramı. İd-i vaslında hilâl-i ebruvânın cilvesin Mümin ü kâfir görürse şüphesiz kurbân olur M. Esad Erbilî îd-i visâl Kavuşma bayramı. Sipihrin fârigem vaslında mâh u âfitâbından Garaz iyd-i visâlindir bu ay u gün hisâbından Fuzûlî îd-i vuslat Kavuşma bayramı. Îd-i vuslatta bizi hoş tutasın ey leb-i mül Ravza-i hicrini hoş tutmağadır niyyetimiz Zâti îd-gâh, îd-geh Bayrama ait seyir yerleri. Îd-gehden varalım dolaba dil-ber seyrine Bakalım âyîne-i devrân ne sûret gösterir Bâkî Safâ ise garazın iyd-gâha gel ki sana Cemâl arz ede her kûşe bin meh ü hûrşîd Ruhi idâd Ar. Hesap, sayı. Saâdet ol dile kim zikr-i nâm-ı yâr eyler Hulûs-ı kalb ile enfâsının idâdı kadar Namık Kemâl idâd-ı enfâs Nefesleri sayma. Hayât beste değil mi idâd-ı enfâsa Kişi bu dâd u sitedde hisâbsız yaşamaz Hersekli Arif Hikmet i’dâm Ar. Adem’den; yok etme, öldürme. Vâiz-i bî-hûde-gû nefsini i’dâm eyler Bilse maksûd nedir âlemin îcâdından Yenişehirli Avni idâret Ar. Devr’den; 1. Çevirme, döndürme. 2. Lüzumu kadar kullanma. 3. Zabt, rabt ve tertip ve tanzim etme. 4. Az masraf yaparak para arttırma. Kısmen idâre ettin onun sen cünûdunu İmhâda eyledimdi adüvv-i anûdunu Abdülhak Hâmit Eyler eser-i hayâtı te’mîn Ervâh-ı idâredir kavânîn Alaybekizâde Naci idbâr Ar Dübûr’dan; 1. Baht ve talihin kötüye gitmesi. 2. Ters çevirip dönme. 3. Bahtsız olup perişan olma. Gör Fuzûlî’nin ruh-ı zerdinde eşk-i alını Perde-i idbâr tutmuş sûret-i ikbâlini Fuzûlî Arif kim ola müdbir ü nâ-dân ola mukbil İkbâline yuf âlemin idbârına hem yuf Bağdatlı Ruhi Adile fırsat düşerse kinden istib’âd eder. Zâlim, idbâra düşerken dinden istimdâd eder Neyzen Tevfik idbâr-ı dükkân-ı Behrâm Behram’ın dükkânına geri dönüş. Müşterî oldu harîdâr-ı metâ’-ı Nâhîd Oldu der-beste idbâr-ı dükkân-ı Behrâm Nâbî idbâr-ı inân-gîr Dizgin tutanın geri dönmesi talihin geri dönmesi. Zevkı var cilve-iyek-rân-ıgurûrun ammâ Olmasa pençe-i idbâr-ı inân-gîr olmak Nâbî idbâr-ı saht Güçlünün geri dönüşü. İdbâr-ı saht âkıli dîvâne gösterir İcbâr-ı baht câhili ferzâne gösterir Keçecizade İzzet Molla iddiâ Ar. Da’vâ’dan; 1. Dava etme. 2. Bir söz üzere inat etme. 3. Kendi meziyeti hususunda inat etme. Görmüş onu sonradan Atâyî Hamse yazıp etmiş iddiâyı Atâyî Nev’izade Atâullah Yâ Rab dûçâr-ı aşkın olanlar hâmûş iken Meczûb-ı aşk olmayana iddiâ nedir Esrar Dede Bu iddidları hep terk edin ki pek boştur Yıkık binâ-yı hurâfâta tırmanan yorulur Kemalzade Ekrem Bey iddiâ-yı aşk Aşk iddia etme. İddiâ-yı aşk ile gelmez hamûşa ser-be-ser Nâbîyâ şart-ı mahabbet nâle vü feryâd iken Nâbî iddiâ-yı merhamet Merhamette inat etme. Nîm-bismilken yed-i gadrinde, kurbân etmiyor Etmiş olsa hakkı var ya iddid-yi merhamet Tahirü’l Mevlevi iddiâ-yı müsâfât Birbirine kötü muamele etme iddiası. Nâ-râsttır sipihr mümâşât ederse de Sâf olmaz iddid-yi müsâfât ederse de Nâbî iddihâr Ar. Biriktirme, toplayıp bir araya getirme. Çok verip vâsi’ olursa hâlin İddihâr eyle biraz emvâlin Nâbî idmâc Ar. Bir şeyi bir şeyin içine koyma, sıkıştırma. Münkiri gör ki ona eğri nazar etmekle Aslı yoğiken eder onda salîbi idmâc Nuri idmân Ar. 1. Bir işi öğrenmek için üzerinde alıştırma yapma 2. Beden terbiyesi, jimnastik. Dalkavukluktaki idmânları sermâyeleri Onlar azdırdı bu milletteki pes-pâyeleri Mehmet Akif idmân-ı felek Feleğin idmanı. Zevk var ehl-i dil ü tab’a sitem eylemeden Çâre ne devr edeli böyledir idmân-ı felek Nef’î idrâk Ar. Derk’ten; 1. Akıl, feraset. 2. Akl etme, anlama, kavrama, kavrayış. 3. Bitişme. 4. Erişme, ulaşma, yetişme. c. idrâkât. Öyle ser-mestim ki idrâk etmezem dünyâ nedir Ben kimem sâkî olan kimdir mey ü sahbâ nedir Fuzûlî Ne mümkün zulm ile, bî-dâd ile imhâ-yı hürriyet Çalış idrâki kaldır muktedirsen âdemiyyetten Namık Kemâl Hürriyetin o devrini idrâk edenlerin Hulyâlarında vardı bir efsûnlu hâtıra Yahya Kemal idrâk-i maâlî Yüksek derin hikmetleri kavrama. İdrâk-i maâlî bu küçük akla gerekmez Zîrâ bu terâzû o kadar sıkleti çekmez Ziyâ Paşa idrâkât İdrak’ler, kavrayışlar. idrâkât-ı insânî İnsanî anlayışlar. Şükûh-ı kudreti a’lâ-yi idrâkât-i insânî Vücûh-ı hikmeti bîrûn-ı add-i fehm ü istîfâ Nâbî İdrîs Ar. İdris peygamber. Şit peygamberden sonra gelmiştir. Yazı, tıp, yıldız ilmi ve terziliği ilk o kullanmıştır. Onun için de yazı ve terziliğin piri sayılır. Diri iken Allah tarafından göğe çekilmiş ve meleklere hoca olmuştur. Kur’an’da Meryem 56-57 ve Enbiya 56-58’nci surelerde adı geçer. Tefsîr-i faziletin İdrîs Eyler saff-ı kudsiyâna tedrîs Nâbî İdrîs-i muhtefî Gizlenmiş İdris. Gâibde bir muhâvere geçmiş de pek hafî Gaybî ye söylemiş bunu İdrîs-i muhtf Yahya Kemal İdrîs-i sebak-hân Dersini okuyan İdris. İdrîs-i sebak-hânı henüz hâve-i aşkın İlyâs o debistânda bir tıfl-ı mürâhik Esrar Dede îfâ’ Ar. Vefâ’dan; 1. Eda etme, sözünü muhafaza ve yerine getirme. 2. Bir işi yapma, görme. Acizim şükrünü îfâda ki etti lûtfun Şem’-i maksûdumu âhir nefesimle iş’âl Ziya Paşa ifâkat Ar. Hastanın iyi olması, iyiliğe dönme hâli. Sittîn erişti ey dil inâbet zemânıdır Ser-germî-i hevâdan ifâkat zemânıdır Nâbî Mahfûzdur inâyet-ı Bârî’de kişveri Çeşm-i hasûd hâbda görmez ifâkati Nâbî Ruhunşem’i firâkında olup ser-geşte dîvâne İfâkat bulmağa gece çerâga geldi pervâne Behiştî ifâza Ar. Feyz’den; 1. Feyizlendirme, bereketlendirme. 2. Kabı taşacak derecede doldurma. Eyledi halka ifâza semerât-i râhat Mezra’-ı âlemi gark-ıgil eden ebr-i zalâm Nâbî ifâza-bahş Aydınlatan, feyizlendiren. ifâza-bahş-ı hayât Hayatın aydınlatanı. İfâza-bahş-ı hayât olmasaydı nâmiye Kururdu ırkı mevâlidi ümmehâtı çehâr Ziyâ Paşa ifdâl Ar. Fadl’dan; lütuf ve bağış. Bahr-i zehhâr-i mürüvvet kim kef-i dür-pâşânın Her benânı neyl-i ifdâl ü atâ mikyâsıdır Nedim iffet Ar. 1. Afiflik, kabahat ve haramdan kaçınma, ahlâk kurallarına bağlılık. 2. Temizlik. Bulamaz yemez der ekserî erbâb-ı iffetin Gördük zemânenin nice perhîz-kârını Kâzım Paşa Kızımın iffeti batmakta rezîlin gözüne Acırım tükürüğe billâhî tükürsem yüzüne Mehmet Akif ifhâm Ar. Fuhûm’dan; bir bahis ve konuda susturma, konuşturmama. Bahsetse eder cihânı ilzâm Bir sözle eder fihâmı ifhâm Şeyh Galip ifhâm Ar. Fehim’den; anlatma, tefhim etme. Sana ettim bu kadarca ifhâm Kıl tevârîhe nazar anla tamâm Sünbülzade Vehbi iflâh Ar. 1. Felah bulma, selamete çıkma. 2. Kutlu, başarılı olma. Bu mülk ü azm ü kiyâsetle siz k ılın ıslâh Bu halkı akl u ferâsetle siz edin iflâh abdülhak Hâmit iflâs Ar. Feles’ten ; müflis olma, mal ve parası kalmama. İhtikârın sonu iflâsa çıkar Yapar evvel bir evi sonra yıkar Nâbî Ne ola âlemde tehî kîse isen ey Gâlib Geldi ihvân ile hep tab’agınâ-yı iflâs Leskofçalı Galip Düşmüş kimi tecessür-i kibrît-i ahmere Olmuş kimine mûcib-i iflâs kîmyâ Lâ ifnâ’ Ar. Fenâ’dan; yok etme, idam etme, ortadan kaldırma. 2. Boşu boşuna harcama, tüketme. Tutar ağzında balık bir gevher-i yegâne Durdukça gevher anda balığı eyler ifnâ Muradî Sultan IV. Murat anda orada. Bir gün bizi mahvetmeyi isterdi felek Bir kasdı var ilhâk ile ifnâmıza dek Yahya Kemal Tasavvur hurdesin dilden gubâr-âsâ eder ifnâ Ne toz konduramaz oldu olperî kââ-yı nâz üzre Hanif Efendi ifnâ-yı adem Yokluğu yok etme. İki kâğıttan olur bu nüsah-ı kevn ü mekân Biri ibka -yı vücûd ü biri ifnâ-yı adem Akif Paşa ifnâ-yı vatan Vatanı yok etme. Düşmân geliyor maksadı ifnâ-yı vatandır Karşı duracak düşmâna ebnâ-yı vatandır Namık Kemâl ifnâ-yı vücûd Kendi varlığından çıkma. Evvel eser-i aşk ile ifnâ-yı vücûd et Sonra taleb-i ma’rifet-i feyz-işühûd et Hersekli Arif Hikmet Lâlede dâg gibi sâbit olup âteşte Hergiz ifnâ-yı vücûd eylemeye anber-i ham Cevrî İbrahim Çelebi ifrâd Ar. 1. Tek olarak söyleme. 2. Ayırma. ifrâd-ı tekrîm Saygıda ayırma. Peder ü mâdere ta’zîm eyle Ya’nî ifrM-ı tekrîm eyle Sünbülzade Vehbi ifrâğ Ar. Ferâğ’dan; 1. Kalıba dökme, akıtma, cari kılma. 2. Şekillendirme. Kangı yere etse lem’a ifrâğ Ol lem’a olurdu biryanardağ Ziya Paşa ifrât Ar. Fart’tan; sınırı ve haddi aşma. şûh-ı telh-gû ifrât eyler cevr ü nâzında Aceb bilmez mi ki lezzet olur her şeyin azında Hilmi Trabzonlu O ne ifrât ile rikkat! Hani etsen ta’mîr Bir kadın rûhu değildir o kadar belki rakîk Mehmet Akif ifrâz Ar. 1. Bir bütünden parça ayırma. 2. Vücuttaki bir yaradan çıkan salgı. c. ifrâzât. Sun’-ı Hak ya gül-şen-i cennetten ifrâz eylemiş Başka bir cây-ı tarab-engîz-i gam-fersâ mıdır Nef’î ifrît Ar. Korkunç mitolojik varlık; şeytanlar. c. efârît, afârît. ifrît-i Râfizî Rafizî ifriti. Saldırdı fart-ı gayz ile ifrît-ı Râfizî Tâligöründü bizlere sol kolda pek yaman Yahya Kemal efârît, afârît İfrit’ler, şeytanlar. afârît-i bî-emân-ı Arab Arab’ın emniyetsiz ifritleri. Ki çend sâle afârît-i bî-emân-ı Arab Irâk’ın etmiş iken arsasın harâb-âbâd Nâbî afârît-i fesâd ü fitne Fitne ve fesat şeytanları. Afârît-i fesâd ü fitne hep mahkûm-ı fermândır Ziya Paşa ifsâd Ar. Fesâd’tan; 1. Fesada uğratma. 2. Azdırma. 3. Bozma. Bu ribât-ı çerhte mümkün müdür hâb-ı ferâğ Birbirin eczâ-yı kevn âmâde-i ifsâd iken Nâbî Eyleye râh-ı sevâbı irşâd Etmeye ya’nî umûru işSdd Sünbülzade Vehbi Hazm eder cümlesin işkembe-i kübrâya sürer Sürüler mideni imkân bulamaz ifâda Hamamizâde İhsan ifsâd-ı âlem Âlemi fesada uğratma. Mûcib-i ifsâd-ı âlemdir, İlâh olmaz iki Bir serîr-i saltanattapâdişah olmaz iki Lâ ifsâd-ı ukûl Akılların fesada uğratması. Mey gibi çihre-fürûzende-i hûbân olmak Hoştur ifsâd-ı ukûl eylemeden bencgibi Nâbî ifşâ Ar. Açıklama, duyurma, fâş etme, şüyu buldurma. c. ifşâât. Ey kilk-igazel-perdâz âhir ederek nâle Derd-i dil-ı Esrâr’ı ettin mi yine ifşâ Esrar Dede Arif isen etme hakîkat sırrını ifşâ Kelâm-ı Hak çıkardı baştan Hallâc-ı Mansûr’u Vâlih-ı Kadim Kurtzade Edirneli Şeyh Gayret komuyor der de eder gıybete âgâz İfşâ-yı uyûb etme midir gayret-i ahbâb Enderunlu Vâsıf ifşâ-yı harf-i bâde Şarap harfini açıklama. İfşâ-yı harfi bâdeye dâ’ir cevâbı var Mürg-i varak Peren Peren eyvâh-hân olur Esrar Dede ifşâ-yı râz Sırrı açıklama. Râz-ı ışkın saklarım elden nihân ey serv-i nâz Gitse başım şem’ teg mümkin değil ifşâ-yı râz Fuzûlî ifşâ-yı uyûb Ayıpları açıklama. Gayret komuyor der de eder gıybete âgâz İfşâ-yı uyûb etme midir gayret-i ahbâb enderunlu Vâsıf iftâr Ar. Fıtr’dan; oruç bozma, yeme ve içmeye başlama. Gelir şevke kesel neyl-i visâl-i yârdan sonra Olur ârız girânlık sâime iftârdan sonra Nâbî Bâz etmeyelim hadîsten gayre dehen Hurma-ı Medîne’yle iftâr edelim Nâbî Vakt-i iftâr kühen sözlere karnım toktur Vehbiyâ aç elini hayr duâ eyle hemen Seyyit Vehbi iftihâr Ar. Fahr’den; kadir ve kıymeti çok artması yüzünden bir çeşit ululuk edinme, gururlanma, övünme. İftihâr eyler ise mahşere dek lâyıktır Handânındaki evlâd u abîd ü huddâm Nâbî Sanadır ilticâsı Gâlib’in yâ Hazret-ı Monlâ Başımda bir külâh-ı iftihârım varsa sendendir Şeyh Galip Kemâl erbâbı ârâyişle asla iftihâr etmez Değildir hürmeti mushaflara cild-i mutallMan Lebîb-ı Âmidî Abdülgafur Hüseyin iftihâr-ı ins ü cânn İnsan ve cin kavminin övünmesi. Yegâne şeyhü’l İslâm-ı melek-haslet ki evsâfı Olur ziynet-i zebân-ı iftihâr-ı ins ü cânn üzre Ziyâ Paşa iftihâr-ı mahdûm Oğul övünmesi. Bida’a kalmaz idi iftihâr-ı mahdûma Fürû-nihâde olunsa efendizâdeliği Koca Râgıp Paşa iftihâr-ı ma’nî Mana övünmesi. Nâmenledir iştihâr-ı irfân Lafhınladır iftihâr-ı ma’nî Ünsî iftihâr-ı rûzigâr Zamanın iftiharı. Bir gelir kevne senin gibi muhît-i her-kemâl Olsa zâtınla becâdır iftihâr-ı rûzigâr Akif Paşa iftihâr-ı şehriyârân Padişahların şanı. Zihî sâni ki eyler berg-i tût ü kirm-i bed-bûdan Libâs-ı iftihâr-ı şehriyârâna atlas ü dîbâ Nâbî iftihâr-ı şer’-i peygamber Peygamber yolunun iftiharı. Sütûde kehf-i ümmet iftihâr-ı şer’-ipeygamber Güzîde fahr-i millet mahz-ı lutf-ı hazret-ı Bârî Nef’î iftikâr Ar. Fakr’dan; 1. Fakirlik gösterme. 2. İhtiyacı olma. 3. Alçak gönüllülük. Sipâh-ı memlekete iftikârı sâbit iken Mülûk-ı âlem sûret-i gedâ değil de nedir Nâbî Hep hâk-ile yeksân olan erdi visâle aldı şân Elden bırakma iftikârı Adile yalvarı gör Âdile Sultan Yok şirke eğerçi idibârı Tevhîde de yoktur if’ika. n Muallim Naci iftirâ’ Ar. Birine aslı olmayan bir suçu yükleme. c. iftirâât. iftirâ-âmîz İftirayla karışık. tozlu çevrelerde, o iftirâ-âmîz Muhit içinde görünmekte, kirli şermende ziya Gökalp iftirâk Ar. Fark’tan; 1. Dağılma, ayrılma. 2. Ayrılık. Yâ Rab nedir bu nâr-ı ciger-sûz-ı iftirâk Ahımdan âsümâna düşer havf-ı ihtirâk Ziyâ Paşa İftirâkın faslını yazdıkça eyler dil enîn Kilk-i hüzn-engîz gönlüm sâzının mızrâbıdır Muallim Naci Hükmü gerdûnda merâm etseyidi sad-i ber-karâr Eylemezdi tâ-ebed Bercîs’e keyvân-ı iftirâk Üsküdarlı Hakkı Bey iftirâs Ar. 1. Avlayıp parçalama, zorla alıp yere yıkma. 2. Ferasetli, çabuk kavrayış. Nûr-ı Hak’tan bir kabes eylerse kullar iktibâs Onlara ilhâm olur elbette ilm-i iftirâs Nun iftirâz Ar. Farz’dan; farz gibi yapma. Hamdülillah eyledim bu fenn-i vahdette ikrâz Sünnet ü farzgibi kıldım ben nevâfil iftirâz Gaybî iğbirâr Ar. Gubâr’dan; 1. Toz alma, toz ile kirlenme, tozlanma. 2. Kırılma, gücenme. Hep servler vurur nazar-i iğbirârıma Taşlar soğuk soğuk dikilir reh-güzârıma Tevfik Fikret Münfail bir semâ-yı giryânın Zerdî-i iğbirârı altında Münkeşif bir hazân-ı nâlânın Gird-bâdî-i gam-nisârında Ahmet Hâşim iğbirâr-ı latîf Hoş kırılma. Bu iğbirâr-ı latîfin sirâyetiyle gönül Neler tahattur eder neşve-bahş ü girye-fezâ Tevfik Fikret iğfâl Ar. Gaflet’ten; 1. Gaflet ve dikkatsizlikten dolayı yanlış iş yapma. 2. Uyanık olamama. 3. Gaflet ettirip hata ettirme. c. iğfâlât Eslâfı ya etmek için ibcâl Lâyık mı muâsırîni iğfâl Namık Kemâl Beşer ki olmada birkaç harîs ü bed emelin Zebûnu, pençe-i iğfâl ü Ftisâfinda Doktor Abdullah Cevdet iğfâlât Gaflet’ler. Kapılma dehrin igfâlâtına ahlâk bahsinde Sana ol fende vicdânın yeter üstâd lâzımsa Namık Kemâl iğlâk Ar. 1. Kapama. 2. ed. Sözü anlaşılamayacak şekilde söylemek. c. iğlâkât. Ne lâzımdır düşürmek şiri Nâbî kayd-ı iğlâka Bu denlü bî-tekellüf sâde şi’r-i dil-güşâ derken Nâbî iğmâz Ar. Ayıplama, ayıp bulma. Hecr ile gözüm yaşlarını eyledi ummân İğmâz edip ol serv-i revân çıktı kenâre Figânî İğmâz ü tegâfül gerek âsâyişe, yoksa. Bî-gâyedir âmed-şüd-i emvâc-ı havâdis Tevfik Fikret Ve muzırr bir delisin; haddini aştın, artık Seni iğmâz edemez, hazm edemez insânlık Tevfik Fikret ignâ’ Ar. Gınâ’dan; 1. Zengin etme, edilme. 2. Bir şeye muhtaç bırakmama. Edip yerli yerince kârgâh-ı tertîb Kimin etmişgedâ-yı kâse derkef kimisin iğnâ Nâbî igrâk Ar. 1. Suya boğma. 2. Aklen mümkün fakat alışkanlık olarak mümkün olmayan abartma. c. igrâkat. Mukallidi bırakır şekke ihtilâf-ı zevât Eder sefîneyi igrâk kesret-i mellâh Basîrî Musullu Halil igrâs Ar. Yerleştirme, toprağa dikme. Hemen saâdet ile azîm-ı Sıfahân ol Kurup memâlik-ı Şark’a otağ-ı igrâsı Nâilî i’râz Ar. 1. Yüz çevirme, 2. Sakınma, çekinme. Bî-irtiyâb her neden i’râz ederse halk Bi’t-tabi’ refte refte tedennî-nümûn olur Muallim Naci igtirâk Ar. Gark’tan; suda boğulma, gark olma. Gâh havf-ı ihtirâk ü gâh hevl-i iğtirâk Mihnet-i vapur kalmaz renc-i rüst-â-hîzden Ethem Muhlis Paşa igtirâr Ar. Gurûr’dan; 1. Gururlanma. 2. Gaflette bulunma. Senin yerinde olsaydım bütün şümûs-ı garam Zebûn ü bî-ârâm Dönerdi pîş-i igtirârımda Tevfik Fikret igtisâl Ar. Gasl’dan; yıkanma, gusül etme. İki emre birden edip imtisâl Hemen ibtidâ eyledim igtisâl Keçecizade İzzet Molla igtinâm Ar. Ganimet’ten; 1. Yağma ve talan ile alma. 2. Zahmetsiz bir kazanç gözüyle bakma. Süzülmüş bâde hâtırlar güşâde meclis âmâde Nisâb-ı ayş u işretten ahibbâ igtinâm üzre Nâilî Oldum bu merâma çünkü âzim Fırsat demin iğtinâm lâzım Recaizade Ekrem igvâ Ar. Gavâye’den; azdırma, azdırılma, yoldan, baştan çıkarma. Küfr ü îmân neydügün fehm eylemez yoktur necât Fâsıkın kalbinde her dem İblîs’in igvâsı var Ümmî Sinan igzâb Ar. Gazab’tan; kızdırma, gazaba getirme. İgzâb oluyor fegândan ol mâh Çeşmi kararır ger eylesen âh Şeyh Galip ihâle Ar. Havl’den; bir işi en uygun görülen şartlarla kabul edene bırakma. Ettik sizi sa’y ile iâle Tenbelliğe etmedik ibâşe Muallim Naci îhâm Ar. Vehm’den; birkaç anlama gelen kelime kullanarak uzak manasını kullanmaktan meydana getirilen edebi sanatttır. Bu sanata Tevriye sanatı da denir. Miyân-ı güft ü gûda bed-meniş îhâm eder kubhun Şecâat arz ederken merd-ı Kıbtî sirkatin söyler Koca Râgıp Paşa Kûşe-i çeşm-i sühan-dâna olmaz hâil Tutuk tevriye vü perde-serâ-yı îhâm Nâbî Yazdığın ol hatt-ı ta’lîk-i hayât-efZdnın Şîve-i harfi eder rûh-ı imâda îhâm Cevrî İbrahim Çelebi ihan Ar. İhnet’ler; gazaplar, öfkeler. Mey-i ışkınla ser-mest olduğum ilden nihân kalmaz Muhâl-i akldır kim saklaya râzın ihan ser-hoş Fuzûlî ihânet Ar. Hevn’den; 1. Hâinlik etme, hâin olma. 2. Aşkta vefasızlık etme, aldatma. Vedîâ nesneye olmaz ihânet Lâ Emânete ihânet olmaz Atasözü Razî değilse ger buna nâmûs-ı dil-ber Uşşâka derse böyle ihânet yaman olur Nef’î Al-ı Resûl’e Hamdî ihânet edenleri Recm eyle seng-i la’netin ile Hudâ-y-için Hamdullah Hamdi Sâdık görünür kisvede erbâb-ı ihânet Mürşid sanılır vehlede erbâb-ı dalâlet Ziyâ Paşa ihâta Ar. İçine alma, bir şeyi kaplama, kuşatma, tam çevirme. 2. Kavrayış. Eflâk değil kat kat olup eden ihâta Zehr iledolu mâr-ı ham-ender-ham imiş bu Nef’î Yayıldı cümle cihân içre çün sadâ-yı edeb İhâta kıldı kamu kûşeyi nidâ-yı edeb Muradî Sultan III. Murat Eyler etrâfin ihâta mîve-çînân-ı zemân Bir diraht-ı bâğbân-perverde kim pür-bâr olur Andelib Mehmet Esad Faik ihbâr Ar. Haber’den; haber verme, bildirme. Nedir aceb sebeb-i hayretin nedir derdin Kemâl-i lûtf ile kıl kemînene ihbâr Nedim ihdâ3 Ar. 1. Hediyye’den; hediye etme, edilme, hediye gönderme, gönderilme. 2. Hidayet’ten; doğru yola götürme. Edip nerm ü dürüştü lâmise tafînine mevkûf Meşâmmı bûya vakfetmiş merâka lezzeti ihdâ Münif Sensin eden ıdlâl nice ehl-i tarîki Sensin eden ihdâ nice güm-geşte-i râhı Ziyâ Paşa ihdâ-yı nigâh Bakış hediyesi. Bârî kıl hâk-i ebed-hâneme ihdâ-yı nigâh Derd-i aşkınla ölürsem senin ey çeşm-i siyâh Cenap Şahabeddin ihdâs Ar. Hades’ten; meydana getirme, ortaya çıkarma. Siz, ey bu yangını ihdâs eden beş altı sefîl Ki ettiniz bizi Hırvatla Sırba karşı rezîl Mehmet Akif ihfâ’ Ar. Hafî’den; gizleme, saklama, ketmetme. Rûşen oldu gün gibi tezvîri müşgîn hattının Her nefes ânı dehânın gibi ihfâdan ne olur Lamiî Çelebi Ol ne âfettir vücûdu hâliyâ ihfâdedir Menzili esfelde ammâ meskeni bâlâdadır Âşık Ömer ihfâ-yı adem Yokluğu saklama. Şeyhe bak ketm-i ademden diye takrîr eyler Bilmez ammâ ki nedir maânî-i ihfâ-yı adem Akif Paşa ihfâ-yı aşk Aşkı gizleme. Aşk u misk olmaz nihân ânı bilir halk-ı cihân Aşık-ı bî-çâreye mümkün müdür ihfâ-yı aşk Hüdayi Üsküdarlı Şeyh Aziz Mahmut ihkâm Ar. Hakem ve tahkîm’den; sağlamlaştırma, muhkem kılma. Bir vezîr-i hıred-efrûz-ı umûr-endûzun Ettiler destine teslîm umûr-ı ihkâm Nâbî İhkâm eder kemâl-i hulûs-ı taviyyetim Her kârda Hudâ’ya olan istinâdımı recaizade Ekrem ihlâl Ar. Halel’den; halel verme, bozma, bozulma, sakatlama. Kanda kim cem’ ola câm u dil-ber ü aşk u şebâb Anda İblîsin ne hâcet mekrine ihlâline Nâbî anda orada. Hikmet, nizâm-ı âlem-i kevn ü fesâdı hep İhlâl eden müdâhenedir, irtikâbtır Hersekli Arif Hikmet Gül ü bülbül asamm u ebkem ü lâl Sulhu ben bâri etmeyeyim ihlâl Abdülhak Hamit ihlâl-i sükût Sessizliği bozma. Küre ihlâl-i sükût etmek için Hande-i derûnu bekler fecrin Cenap Şahabeddin ihlâl-i şân-ı feyz-i insân İnsanın feyizli şanını bozma. Nutkudur ser-mâye-i bahş-i eşrefiyyet âdeme Bâis-i ihlâl-i şân-ı feyz-i insândır sükût Hersekli Arif Hikmet ihlâs Ar. Hulûs’tan; 1. Çok hâlis ve pek temiz olma. 2. Gönülden gelen dostluk, samimiyet. Pûte-i ihlâsta beni görücek zerd-rû İllet-i tezvîr ile bîmâr sanmışşeh beni Necati Bey İhlâsın olmayınca Hudâvend-i âleme Ey zdhid-i gabî ne okursun namâzda Nâbî Tevekkül bâd-bânın kıl güşâde fülk-i ihlâsa Eser bahr-i emelde bir muvâfik rûzgâr elbet Fıtnat ihmâl Ar. 1. Boşlama, bırakma, terk etme, önem vermeme. 2. Bir harfi noktasız kılma. Tîz çekmezsin cefâ tîğin beni öldürmeğe Öldürür bir gün beni âhir bu ihmâlin senin Fuzûlî Şîve-i tedbîrdir esbâb-ı neyl-i her murâd Menzil-i maksûda varmaz kimse hîç ihmâl ile Leskofçalı Galip Heyecân yok, yalnız mes’elenin ihmâli Bence pek doğru değildir, evet, insân hâli Mehmet Akif ihmirâr Ar. Humret’ten; kırmızılık, ahmerlik. Reng-i şafak değildir her subh olan nümâyân Aks etmiş erguvânın âfâka ihmirârı Namık Kemâl Hep vecne vecne vecne-i dil-dârı andırır Vech-i şafakta dalgalanan nûr-ı ihmirâr Kemalzâde Ekrem Bey ihmirâr-ı ketûm Sır saklayan kırmızılık. Ufkun bir ihmirâr-ı ketûmunda kuşların Çığlıklarında, köyleri tekfin eden karın Levhinde bir fecîa duyar, inşerim Tevfik Fikret ihnâk Ar. Hunk’tan; Kızdırma, darıltma. Tavk-ı fermânı ile silsile-bend olmazsa Ademi habl-i verîdle ederler ihnâk Yenişehirli Avni İşte en zorlu hasmın ey Hallâk Seni arşında eyleyen ihnâk Tevfik Fikret ihrâc Ar. Hurûc’tan; 1. Çıkarma, dışarı atma. 2. Tahsîl etme. 3. Uzatma ve uzunluk verme. c. ihrâcât. Şükrü lillâh ki Fuzûlî’ni edip dâhil-i feyz Rağbetin dâire-i havftan etmiş ibrdr Fuzûlî Dendânlarını dest-i kazâ eyledi ihrâc Akvâm-ı cihân gördü nedir gâye-i târâc Abdülhak Hâmit Sa’y-i istikhâl ederken dîdesin ihrâc eder Lâ Kaş yapayım derken göz çıkarır atasözünün diğer bir söyleniş şekli ihrâm Ar. Harem’den; hacıların giydiği bir çeşit elbise. Ehl-i îmâna cihânda maksad-ı kâm oldu hac Bâis-i cem’iyyet eshâb-ı ihrâm oldu hac İlhamî, Selimî Sultan III. Selim Tecerrüdse murâdın kûy-ı cânânda fedâ kıl cân Çıkılmaz câme-i ihrâmdan, sa’y etme, kurbânsız Şeyh Galip Harem-ı Kâ’be, de de halkı soyarsın hâcı Söyle nebbâşa nedir fâidesi ihrâmın Sâbit ihrâz Ar. 1. Kazanma, elde etme. 2. Nail olma, erişme. Çok görmüşüz nigûnluğun endek zemânede Zu’munca câh ü rütbeler ihrâz edenlerin Nâbî Rütbe-i i’câzı ihrâz etse tab’ım çok mudur Rûzgârın nâsihi sihr-i helâldir sözün Yenişehirli Avni Hamlini vaz’ etti ihrâz şehâdet eyledi Reh-nümâ oldu ona şeh-râh-ı cinnetde cenîn Lâ ihrâz-ı şöhret Şöhret kazanma. İhrâz-ı şöhret eylemenin bin tarîki var Ammâ tarîk-ı ma’rifeti iltizâm edin Hamdî Nazımul-hikem Ahmet ihsâ Ar. Hasâ’dan; sayma, sayılma. Şümâr-ı nimetinde bî-vefâdır leşker-i a’dâd Senâ-yı kudretinde nâ-resâdır süllem-i ihsâ Nâbî Ger hamdine yoksa hadd ü ihsâ Şükr et ki zebân-ı acz gûyâ Şeyh Galip Yoktur şuarâsına husûsâ İmkân-ı hudûd add ü ihsâ Ziya Paşa ihsâ-yı senâ Övme sayması. İhsâ-yı senâya yetse kudret Fevt etmez idi şeh-i risâlet Vassâf ihsân Ar. Hasen’den; iyilik ve mürüvvetten çıkan davranış hoşluğu, iyi muamele etme. Doyulmaz hân-ı ihsâna kanâat gelmez insâna Kerem gördükçe ey Bâkî gedâlardan recâ artar Bâkî Bir vaz’-ı hasen etti koyup sîneye bir dâg Bir iki elif çekti yine eyledi ihsân Şeyhülislam Yahya Adl ü ihsânını ölçüp biçemez Newton’lar Akl u irfânını derk edemez Eflâtûn’lar Şinasi ihsân-ı bâb-ı Ahmed Hz. Muhammed s. a. s.’in kapısının ihsanı. Ay ile gün felekte aks-i rikâb-ı Ahmed Bunca şeref melekte ihsân-ı bâb-ı Ahmed Hamdullah Hamdi ihsân-ı enbiyâ Nebilerin ihsanı. Her kim olursapey-siper-i ittibâ’ olur Ser-menzilinde nâil-i ihsân-ı enbiyâ Nâbî ihsân-ı firâvân Bol ihsan. Cümle müstağrak-ı ihsân-ı firâvândır Ser-te-ser sınf-ı havâs ile avâm-ı devlet Münif ihsân-ı hâs Özel ihsan. Bende-i şöhret için yoktur halâs Olsa Mevlâ’dan meğer ihsân-ı hâs Nahîfî ihsân-ı Hudâ Allah’ın ihsanı. Ümmîdinipâ-beste-i ye’s eyleme Nâbî İhsân-ı Hudâ bir gün eder def’i mevâni’ Nâbî Kesmem ümmîdimi ihsân-ı Hudâ’dan zîrâ Kerem ü lutfu füzûndur benim ümîdimden Nâbî ihsân-ı Mevlânâ Mevlana’nın ihsanı. Durursun pây-mâçân-ı rızâda sıdk ile her dem Olunca müstaidd ihsân-ı Mevlânâ’ya ey dervîş Esrar Dede ihsân-ı şems-i aşk Aşk güneşinin iyiliği. İhsân-ı şems-i aşk ile Esrâr’a bî-dirîğ Meh-pâre-i cemâlini ol meh bağışladı Esrar Dede ihsân-ı vasl Kavuşma ihsanı. Olur ihsân-ı vaslım bûseye teklîf-i câm olmaz Demiş ol lutfa dahi kâni’iz bâri hemen ola Behiştî ihsân-dîde-gân İhsan görmüş, bağış almışlar. Var yeri dolduysa medhinle cihân Menkıbethândır ihsân-dîde-gân Muallim Naci ihsân-hîz İyilik dağıtan ihsân-hîz-i rahmet Rahmet iyiliği dağıtan. der-gâh-ı kerem kim hâki ihsân-hîz-i rahmettir Ne kâdirdir amel-i müstevcib olmağa hâşâ Nâbî ihsân-şekl İhsan şeklinde. Bu kasîde umaram komaya yerde yükümü Üştür ihsân edeşeh ol geçen ihsân-şekl Hayâlî Bey ihtâr Ar. Hutûr’dan; 1. Hatırlatma. 2. Tenbih, dikkatini çekme. c. ihtârât. Hakkı bir zâlime ihtâr, o ne şâhâne cihâd “En büyüktür” dedi Peygam-ber-ipâkîze-nihâd Mehmet Akif Gizli bir his bana, hâtif gibi, ihtâr ediyor Çokk yavaş, yalnız içinden duyulur bir sesle Yahya Kemal ihticâb Ar. Hicâb’tan; 1. Örtünme. 2. Saklanma, gizlenme. Dost yüzünün nikâbı cân gözünün hicâbı Verir mi ihticâbı ebsâr-ı âşık-âne Nmi Ses almayayım mı daha nağme-i rebâbından Tevahhuş eyliyorum hâl-i ihticâbından Recaizade Ekrem Ey me’men-i şebâb ü zekâ ben de bir zemân Ettim geniş kanatların altında ihticâb Tevfik Fikret ihticâc Ar. Hüccet’ten; delil, vesika, şahit. c. ihticâcât. Bâde bu bâde muğ-beçe bu muğ-beçe yine Tahkîk-i mey-fürûşa ne hâcettir ihticâc Esrar Dede ihtidâ Ar. Hidâyet’ten; doğru yola girme, başka bir dinden çıkıp İslâm dinini kabul etme. Eğerçi ihtidâ Tûr-ı tecellîden zuhûr eyler Velî nûr-ı nazar irfân-ı Mûsî’den zuhûr eyler Esrar Dede İstersen isti’dâd et istersen ihtidâ İmân ü küfre bağlı değil tâat-ı Hudâ Abdülhak Hâmit ihtifâ’ Ar. Hafî’den; saklanma, gizlenme. Tarz-ı bî-cây-ı riyâ sûfîyi eyler mashara Bezm-i irfânda nazardan ihtifâ’ mümkin değil Esrar Dede ihtikâr Ar. Hakâret’ten; 1. Hor, hakir görme. 2. Hakarete katlanma. Ne memâlikte olur hîç ihtimâl-i ihtikâr Ne adüvv bâc u harâcı vermeğe eyler inâd Nef’î ihtikâr Ar. Pahalılık, vakti bekleyip mahsulleri bir yerde toplayıp tutma. İhtikârın sonu iflâsa çıkar Yapar evvel bir evi sonra yıkar Nâbî Eyleyen ihtikâr kâr etmez Tâlib-i kâr ihtikâr etmez Muallim Nâci ihtilâc Ar. Hulûc’tan; 1. Çarpıntı, çarpınma. 2. Seğirme. c. ihtilâcât. Ya işâret katle eyler ya beşâret vasladır Her k ıya baktıkça ebrûsunda olan ihtilâc Lamiî Çelebi Ünnâb-ı leblerin var iken ey tabîb-i cân Etme ilâc hastelere acı sabr ile Hamdullah Hamdi Düşer de bir varak miyâne-i sükûnuna Hemen kalırdı çîn-i ihtilâc içinde sath-ı âb Tevfik Fikret ihtilâf Ar. Hilâfet’ten; uymama, muvafakat eylememe; farklılık. c. ihtilâfât. Subh-dem zülfün dağıt yâ şâm arz-ı ârız et Koyma subh u şâm arasında tarîk-ı ihtilâf FuzûH Kesret kemâl-i vahdetin âsâr-ı feyzidir Zâhir olur ziyâ ile elvânda ihtilâf Hersekli Arif Hikmet Tersâda ihtilâf Müslüman’da ihtilâf Ser-tâ-be-pd-yi âlem-i insânda ihtilâf Ziyâ Paşa ihtilâf-ı dûr Uzak uygunsuzluk. Hâdisât-ı ihtilâf-ı dûrdan görmez halel Kime kim ma’mûre-i hıfzın ola hısn-ı hasîn Fuzûlî ihtilâf-ı fi’l Hareket uygunsuzluğu. Nice ki âb ü âteş ü bâd u türâbda Gâh ihtildf-ı fi’l ügehî infidl ola Şeyhi ihtilâf-ı elsine Dillerin farklılığı. Hep ihtilâf-ı elsineden iktizâ eder Tahkîk olunsa ekser edyânda ihtilâf Ziyâ Paşa ihtilâf-ı emzice Mizaçlar farklılığı. Hele unutmayalım ihtilâf-ı emziceyi Umûr-ı dilde dahi başkadır kavî vü zebûn Abdülhak Hâmit ihtilâf-ı meşreb Huy farklılığı. Levh ü lu’b erbâbı da yek-dil değil bildim görüp Rind ü tıflın ihtildf-ı meşrebin âzineden Şerif ihtilâf-ı tab’ Huy farklılığı. İktizâ-yı hikmetin ızhâr-ı kudret kılmağa İhtilâf-ı tab’ ile ezdâdı etmiş hem-nişîn Fuzûlî ihtilâf-ı zevât Kişilerin aykırı düşünceleri. Mukallidi bırakır şekke ihtilâf-ı zevât Eder sefîneyi iğrâk kesret-i mellâh Basîrî Musullu Halil ihtilâfât Uygunsuzluklar, anlaşmazlıklar, kararsızlıklar. İhtilâfâtiyle uğraşmakda dehrin zevk yok Zevk onun mirsâd-ı ibretten temâşâsındadır Muallim Naci ihtilâfât-ı şü’ûn Olayların uygunsuzlukları. İhtilâfât-ı şü’ûnungayesi tevhîddir Gösteren ecsâmı ezdâd-ı anâsırdır bütün Hayrî Viranşehirli Reisülküttab Mehmet ihtilâl Ar. Halel’den; bozukluk, bozulma; karışıklık, düzensizlik. c. ihtilâlât. Avn-i insâfiyle mülk-i ma’delet M-ihtilâl Sadme-i kahriyle iklîm-i sitem pür-inkılâb Nef’î Tabîb-i müşfiki yok bu ribât-ı hayrette Mizâc-ı himmetine ihtilâl geldi mi Nâilî Fusûl-ı erba’a etse tecâvüz hadd-ipergârın Nizâm-ı mümkünâta ihtilâl eylerdi istîlâ Nâbî ihtilât Ar. Halt’tan; 1. Karışma, katışma. 2. Görüşme, konuşma. Tavrıma zâhid eğer sûrette eyler Ftirâz İhtilât etsem onu şermende eyler sîretim Fuzûlî Zihi vifâk-ı edîbân-ı âlem-i tecrîd Ki bî-edebiniz ile ihtilât bilmezler Nâilî Gel tebettül eyle Hakka ey gönül Alıkor yoldan seni bu ihtilât Nuri ihtilât-ı merdüm-i âlem Âlemdeki insanlarla görüşme. Fuzûlî ihtilât-ı merdüm-i âlemden ikrâhım Perî-veşler hayâlin mûnis-i cân ettiğimdendir Fuzûlî ihtilât-gâh İhtilât yeri. Leyl bir inbisât-gâh-ı sükûn Rûz bir ihtilât-gâh-ı şüûn Muallim Naci ihtimâl Ar. Haml’den; 1. Yüklenme. 2. Kabul eyleme, akla yakın olma, mümkünlük. olabilirlik. Bâr-ı belâ-yı ışka heves kılma Bâkî yâ Zîrâ tahammül etmeyesin ihtimâldir Bâkî Kesb-i yakîne âdem için yokdur ihtimâl Her i’tikâd akla göre gâib-ânedir Muallim Naci Lânesinden bulsa bir dem infisâl Yoktur ircâHnda kat’â ihtimâl Ziyâ Paşa ihtimâl-i hecr Ayrılık ihtimali. İhtimâl-i hecr teşvîşine değmez zevk-ı vasl Vasl kim var anda hicrân ihtimâli neylerim Fuzûlî anda orada. ihtimâl-i ihtikâr Hakir görme ihtimali. Ne memâlikte olur hîç ihtimâl-i ihtikâr Ne adüvv bâc u harâcı vermeğe eyler inâd Nef’î ihtimâl-i rehâ Kurtuluş ihtimalı. Ne ihtimâl-i rehâ ne ümîd-i âzâdî Ne hod metâlib-i vârestegî-i dâmı-ı kuyûd Sâbit ihtimâl-i vuzûh Açılma ihtimali. Fuzûlî oldu belin fikri ile mûy-misâl Henüz bulmadı ol sırra ihtimâl-i vuzûh Fuzûlî ihtimâl-i zevâl Yok olma ihtimali. câh kim ola hem-dûş-i ihtimâl-i zevâl Teveccüh etse bile ibtihâcımız yoktur Nâbî ihtimâm Ar. Hemm’den; işe dikkatle bakma, bir işe kendini verme. c. ihtimâmât. Cihân-ı köhneyi lutf u keremle eyledi ta’mîr Sipihri kıldı sa’y u ihtimâmıpîr iken bemâ Nedim Cihânda her kime tahsîl-i nîk-nâmgerek Hemîşe bezl-i mekârimde ihtimâm gerek Besim Kırımlı Cehli de tahsîl için elbet ederdik ihtimâm Mümkün olsaydı fedâ-yı fazl ile tağyîr-i baht Ziyâ Paşa ihtimâm-ı fikr-i kuûd Oturma fikrine kendini verme. Dü-rûze ömr ile pâ-der-rikâb-ı rıhlet iken Nedir bu dûr u dırâz ihtimâm-ı fikr-i kuûd Sâbit ihtimâm-ı ricâl İleri gelenlerin dikkati. Müsâadet ede ömrüne dîn-i hakk-ı Resûl Müsâraat ede emrine ihtimâm-ı ricâl Necati Bey ihtirâ’ Ar. İcat etme, benzersiz nesne yapma. c. ihtirâât Cemşîd görse bezm-i erâzilde bâdeyi Bî-şek teessüf eyler idi ihtirâ’ına Nâbî Ne görürdü dil ile dîde meğer kim Cemşîd İhtirâ’ etmese mey-hâne vü hammâmları Nâbî Görseydi Cem bezm-i erâzilde bâdeyi Bî-şek teessüf eyler idi ihtirâ’ına-“Lâ ihtirâ’-yı hâme-i sihr-azmâ Sihir sınamış kalemi icat etme. Nâilî inkâr edenler tab’-ı mu’ciz-gûyunu İhtirâ’-yı hâme-i sihr-azmâ bilmez nedir Nâilî ihtirâk Ar. Hark’tan; yanma, yangın olma. Sohbet-i cem’iyyet-i ahbâb kalmaz ber-siyâk Söylenir çün kim mesel” fi külli cem’in iftirâk” Fehim Hoca Süleyman Yâ Rab nedir bu nâr-ı ciger-sûz-ı iftirâk Ahımdan âsümâna düşer havf-ı ihtirâk Ziya Paşa ihtirâm Ar. Hürmet’ten; hürmet olunma, saygı gösterme. Derdini sînemde cânımdan azîz ister gönül İhtirâm etmek mürüvvettir kişi mihmânına Hayâlî Bey Münkad emr ü nehyine ashâb-ı i’tibâr Ednâ işâretine zevi’l-ihtirâm râm Bâkî Kizbi terk et bulmak istersen cihânda ihtirâm Subh-ı sâdık gibi ol kim halk ede sana kıyâm Rüşdi-ı Kadim Veliyyüddin Rüşdi Efendi ihtirâs Ar. Hırs’tan; 1. Şiddetli arzu, istek. 2. Aşırı heves. c. ihtirâsât. ihtirâs-ı aşk Aşk arzusu. Nefs-i emmâreden edince ihtirâz İhtirâs-ı aşka kalmadı ihtiyâc Fethi Atâ ihtirâsât İhtiraslar. ihtirâsât-ı husûsiyye Hususi ihtiraslar. İhtirâsât-ı husûsiyyeyi söyletmeyerek Nef’-i şahsîyi umûmunkine kurbân etmek Mehmet Akif ihtirâz Ar. Hırz’dan; 1. Sakınma, kendisini koruma. 2. Korkma. Fuzûlî’den melâmet ihtirâzın isteyen gûyâ Değil vâkıf dil-i sûzân ü çeşm-i eşk-bârından Fuzûlî Iztırârî dil nice cân vermesin ol gamzeye Çâre yok tîr-i kazâdan ihtirâza n’eylesin Nef’î Bin havf ile çeşm-i cânı bâz et Encâm-ı belâdan ihtirâz et Şeyh Galip ihtirâz-ı ta’ne Sövmeden çekinme. İhtirâz-ı ta’neden kalmaktadır âhım nihân Bir hakîkat kalmasın âlemde Allah’ım nihân Muallim Naci ihtisâb Ar. Hisâb’tan; 1. Hesap sorma. 2. Eskiden “muhtesip” denilen belediye memurlarının işleri. ihtisâb-ı adl Adaletten hesap sorma. Ger olsa ihtisâb-ı adli mâni seyr-i gül-zâra Sabâ zencîr-i emvâc ile bende eylerdi enhârı Nef’î ihtisâr Ar. Hasr’dan; kısaltma, sadeleştirme, özetleme, icmal etme. Evsâf-ı pâdişâhı çü hasra yok mecâl Nev’î yeter uzatma sözü eyle ihtisâr Nevi ihtisâs Ar. Hiss’ten; duyma, hissetme, hislenme. çünkü pek müellim Bir ihtisâs olacak; tahammül eyleyemem Tevfik Fikret ihtisâs Ar. Husûs’tan; bir konuda derinleşmiş olma. 2. Birine tamamen bağlı olma. Benlikten o bendeyi halâs et Şâyeste-i bezm-i ihtisâs et Ziyâ Paşa Olamaz âlemde onsuz bezm-i hâss Eylemiş her bezme kesb-i ihtisâs Ziyâ Paşa ihtişâm Ar. Haşmet’ten; tantana, debdebe, şanlı görünüş. Tekellüfât-ı rüsûmiyye yok nihâdımda Telâş-ı hâhiş-i esbâb-i ihtişâm edemem Nâbî Libâs-ı nev-be-nevle ey olan ârâyişe mâil Kemâlinden haber ver kimse senden ihtişâm almaz Koca Râgıp Paşa Bu ihtişâma, bu vâsî, bu müthiş isrâfa O, iktisâdı bırakmazdı, yoksa, bir tarafa Mehmet Akif ihtitâm Ar. Hatm’den; bitme, hitam bulma, sona erme. Bir vezîr-i kâr-fermâ ettiler Bağdâd’a kim Buldu zâtında onun resm-i vezâret ihtitâm Nâbî Müddet-i irdâ’ bulup ihtitâm Geldi hulûl eyledi vakt-ifitam Nahfî Çün ihtitâma erer i’tisâm-ı hablu’llah Ölünce rişte-i ümmîdi kesmezem kat’â Hamdullah Hamdi ihtiyâc Ar. Hâcet’ten; muhtaçlık. muhtaç olma; zaruret, yokluk. c. ihtiyâcât Bunların başlarına tâc neden Bize bir fakr ü ihtiyâc neden Şeyhî Bî-gâneler inâyetine düştü ihtiyâc Bir lûtfu olmadı bu kadar âşnâların Nevres-i Kadim Verir istiğnâ güneşten gündüzün fikr-i ruhun Geceler âhımşu’â’-işem’a komaz ihtiyâc İbni Kemâl ihtiyâc-ı akûr Kudurma ihtiyacı. Zillet, üstünde bir cild-yi gurûr Dâimâ aç bir ihtiyâc-ı akûr Tevfik Fikret ihtiyâc-ı ehl-i dünyâ Dünya ehlinin ihtiyacı. Olup âzdde-hâtır ihtiyâc-ı ehl-i dünyâdan Kanâat tekye-gâhın bekleyen rind-âne aşk olsun Arşî Dede ihtiyâc-ı garîb Garip ihtiyaç. Vicdânında bir güşâyiş-i ümmîd-i nev-zuhûr Hissetmek ihtiyâc-ıgarîbiyle bî-huzûr Faik Âli ihtiyâc-ı mübrim Zorlayıcı ihtiyaç. Donanma, ordu birer ihtiyâc-ı mübrimdir O ihtiyâcı, fakat, öğreten muallimdir Mehmet Âkif ihtiyâc-ı şedîd Şiddetli ihtiyaç. Uçup duran o havârık bir ihtiyâc-ı şedîd Piyâde harcı mı, hâşâ, bu imtidâd-ı medîd Mehmet Akif ihtiyâcât İhtiyaçlar. Büyür tıfl-ı terakkî ihtiydcâtın kucağında Eşref Paşa Bursalı Mustafa ihtiyâr Ar. Hıyâr’dan; 1. Seçme, intihap ve tensip etme. 2. İrade. 3. Yaşlı, pîr. 4. Zaruri, sevk-i tabii ile olan. c. ihtiyârât. Çoktur eğerçi belâsı derd ü mahabbetin Ammâ ne çâre elde değil ihtiyârımız Bağdatlı Ruhi Bu intihârı fakat nerden ihtiyâr edecek İlerleyip duruyor işte hîç kesilmeyerek Mehmet Âkif ihtiyâr-ı fakr Fakirliği seçen. İhtiyâr-ı fakr eden der-gâh u dîvân istemez Zâd-ıgamdan özge hergiz kendine nân istemez Hayâlî Bey ihtiyâr-ı ömr Ömrü seçme. Zülf-i nigârı vermese el ne ola iy gönül Kimin elinde olduğu var ihtiyâr-ı ömr İbni Kemâl ihtiyârî Mecburi olmayıp isteğe bağlı bulunan. Sen ey gâfil beşer, “Alemde bir te’mîn-i istikbâl Edeydim” der çekersin ihtiyârî bir yığın âlâm Mehmet Akif ihtiyât Ar. 1. Lüzumu olduğunda tedbir alma. 2. Sakınma. 3. Yedek. Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânın sözün İhtiyât ile içer her kimde olsa yâre su Fuzûlî Ey Fuzûlî zevk-ı derd-i ışka noksân hayftır İhtiyât et penbe-i dâgımda merhem olmasın Fuzûlî Her leîmi sırra mahrem sanma eyle ihtiyât Niyazi-ı Halveti Mısırlı Şeyh Mehmet ihtizâr Ar. Huzûr’dan; 1. Huzura çıkma, huzura girme. 2. Ölme derecesinde hasta olup can çekişme. Güller güler, figânla geçer ömr-i andelîb Bîmâr ihtizârda, ücret diler tabîb Ziyâ Paşa Koşarken Avrupa ta’cîle ihtizdrımızT İçerde bir sürü hâin kazar mezârımızı Mehmet Akif ihtizâr-ı cenâh Ölüme yönelme. Soğuk soğuk denizin lerze-dâr-ı girye sesi Eder yüreklerde târî bir ihtizâr-ı cenâh Tevfik Fikret ihtizâr-ı şebâb Gençliğin ölüme yönelmesi. Müteverrim bahâr-ı hande-nikâb Bütün eşyâda ihtizâr-ı şebâb Hüseyin Sîret ihtizâz Ar. 1. Sallanma, deprenme, hareket etme. 2. Ferah bulma. c. ihtizâzât. Kafeslerde, câmlarda pür ihtizâz Küçük, muttarid, muhteriz darbeler Tevfik Fikret Yeter hayâlimi tahdîşe ba’zı en nârin İhtizâz, ufacık bir teheyyüc-i ilhâm Tevfik Fikret İhtizdzından eder ta’lîm etvâr-ı hırâm Hüsn-i reftâr öğrenir âhû şitâbından senin Mahmut Nedim Paşa ihtizâz-ı cenâh Kuş kanadının hareketi. Şimdi her kûşe ebkem ü câmid Ne ağaçlarda zemzemât-ı riyâh Ne hadâyıkta ihtizâz-ı cenâh Cenap Şahabeddin ihtizâz-peymâ Hareket ölçücü. Ham-ı vücûd, henüz ihtizdz-peymâdır O gunneden ki gelir kâf u nûn hitâbından muallim Cûdî ihvân Ar. 1. Âh’lar, kardeşler, biraderler. 2. Dostlar, asdika. 3. Bir tarikata mensup, bir mesleğe mensup olanlar. Yûsuf dahi olsan düşürürler seni çâha Ebnâ-yı zemânın işi ihvâna cefâdır Hâşimî Mükedder biri yâd-ı ihvân eder Tahassürle imrâr-ı evân eder Abdülhak Hâmit Sabr et siteme ister isen hüsn-i mükâfat Fikr eyle ne zulm eylediler Yûsuf’a ihvân Ziyâ Paşa ihvân-ı bün-i çeh Kuyu dibi dostları. İzzet-i saltanat-ı Mısr’a taleb-kâr olmak Keyd-i ihvân-ı bün-i çeh kûşe-i zindân yoludur Nâbî ihvân-ı tarîk Yol dostu. Günehim bir sanemin zülfüne bağlandım odur Şimdi ihvân-ı tarîkim beni tekfir eyler Esrar Dede ihvân-ı nücûm Yıldız kardeşler. Pîr-i nûrânîye nâgeh gelip ihvân-ı nücûm Subh pîrâhenin irgürdü edip kan-şekl Hayâlî Bey irgürdü ulaştırdı. ihvân-ı zemân Zamanın dostları. İhvân-ı zemândan seni Yahyâ bir anar yok Nâz eyleyecek âdeme ahbâb mı kaldı Şeyhülislam Yahya ihyâ3 Ar. Hayât; dan 1. Diriltme, hayata getirme ve perişan olanı düzeltme. 2. Fakir olanı refah ve zenginliğe ulaştırma. İhyâ eden endîşeyi feyz-i nefesimdir Endîşe benim tıfl-ı dil-i nev-hevesimdir Nef’î Ömrün efzûn ede Allah Teâlâ dilerim İltifâtınla bu dil-mürdeyi ettin ihyâ Nef’î Ne hoş birşevk-i hüzn-engîzdir ihyâ eder leyli Bu vâdî-i sükût üstünde mehtâb-ı vefâ-perver Abdülhak Hâmit ihyâ-yı emvât Ölüleri diriltme. Urdu Sûr ihyâ-yı emvât etti bâd-ı nev-bahâr Yer yarıldı lâle baş kaldırdı çâk ayrı kefen İbni Kemâl ihyâ-yı emr-i mülk ü dîn Din ve ülke emrini ayakta tutma. Pâdişâhım sensin ol sâhib-zuhûr-ı muntazar Kim yed-i lutfun eder ihyâ-yı emr-i mülk ü dîn Ziyâ Paşa ihyâ-yı hâk-i huşk Kuru toprağı diriltme. Sînemde bu pey-â-pey peykân mübârek olsun İhyâ-yı hâk-i huşke bârân mübârek olsun Behiştî ihyâ-yı memât Ölüleri diriltme. İhyâ-yı memât olduğunu bilse deminde Cân vere idi ermek için bu deme Jsâ Necati Bey ihyâ-yı Mesîh-vâr Mesih gibi diriltme. Gül-zâra gel ki kevser-i bâğ u nesîm-i subh Emvât-ı hâki ettiler ihyâ-yı mesîh-vâr Necati Bey ihyâ-yı sühan Sözü diriltme. Dem-ı İsî gibi enfâs-ı hayât-eMsı Ede bir nutk-ı revân-bahşile ihyâ-yı sühan Sünbülzâde Vehbi ihzâr 1. Huzura getirme, derpiş etme. 2. Hazır etme, hazırlama. Âşiyân-ı bülbülü kıldı mahaffe âline Benzer etti kârbân-ı hicretin ihzdrgül Hayâlî Bey Başka yerde eylemiş ihzâr Ona mahsus tâze bir gül-şen Cenap Şahabeddin Evet, geçer o günüm pür-sükûn-ı itminân Yarınki şiirime ihzdr için biraz halecân Tevfik Fikret ihzâr-ı rızk Rızkı hazırlama. Bir kışrdır ki cümle hayvâna rûz u şeb İhzâr-ı rızk u tûşe için eyler inhimâk Ziya Paşa ihzâr-ı şem’ Mumu hazırlama. Sürûr eser levha-i evsâfını tezhîb için Eyledi destinde bir altın varak ihzdr-ı şem’ Riyazî îka ’ Ar. Vukû’dan; yapma, yaptırma; olma, oldurma; düşürme. Hudâ tevhîdin esrârın gönülde eylese îka ’ Sadâ-yı Hû’yu eylerdi kamu eşyâ sana ismâ’ Nuri ikâb Ar. Ceza, azap, eziyet. kişi çekmeye bRl-cümle azâb Ne bu dünyâda ne ukbâda ikâb Hakanî ikâb-ı dâr-ı ukbâ Ahiretin cezası. Belâ-yı ışk ile ol kim ukûbetler geçirmiştir Ne korku ona ey Hamdî ikâb-ı dâr-ı ukbâdan Hamdullah Hamdi îkâd Ar. Yakma, yakılma. Ey melekler! Nûrdan bir âlem îcâd eyleyin Medfenimde bir sirâc-ı rahmet îk ad eyleyin Lâ ikâl Ar. Akl’dan; 1. Bağ. 2. Ayak bağı, köstek. Kümeyt-i ma’nî eyler sâha-i ıtlâkda cilve Sevâd-ı lafzdan isterse pâyına ikâl olsun Nâbî Ukûl ü akla ikâl oldu bu acîb pâ-bend Dü-çeşm-i âlemi bendetti bu garîb efsûn Yenişehirli Avni ikamet, ikâmet Ar. Kıyâm’dan; 1. Durma, kalma. 2. İskân etme. 3. Ayakta kalma, kıyam etme. 4. Vücuda getirme, meydana getirme. Ruhunda dil nice gündür ikameti vardır Füsûn-ı gamzelerinden sakâmeti vardır Sarıca Kemâl Yâr eşiğinde ikamet mümkin olursa eğer Meskenimiz Avniyâ san evc-i eflâk eyleriz Avnî Fuzûlî geç selâmet kûşesinden sabr kûyundan Ferâğat olmayan yerde sefer yeğdir ikâmetten Fuzûlî îkân Ar. Yakîn’den; araştırmak üzere üzerine eğilmek, yakın hâsıl etmek. Sırr-ı aşk etmez tekevvün her dil ü her sînede Sen onu ister isen telkîn-i îkânda ara Necip Sultan III. Ahmet Mülke vaz’ ettiği kânûnugöreydi ondan Bû Alî eyler idi kesb-i şifâyı îkân Şinasi Nazar-gâh-ı Hudâdır menba’-ı îmân u îkândır Metâf-ı âşıkândır sâha-i meydân-ı Mevlânâ m. Esad Erbilî îkâz Ar. Yakaza’dan; uyandırmak, uyandırılmak. îkaz-ı nâ’im uyuyanı uyandırma. Ölüm kılar bizi îkâz hâb-ı gafletten Ayırmayan da o lâkin zalâm-ı hayretten Abdülhak Hâmit Gafletle etme ömr-i azîzi hevâya sarf Îkâz eyle kendini hâb u hayâlden Aü Ruhi Gûyâ kırılır elinde elfâz Mazmûnları rûhu eyler îkâz Ziya Paşa îkâz-ı fiten Fitneleri uyandırma. Ebnâ-yı zemân mâil-i îkâz-ı fitendir Gehvâredeki gûdegînin şerrine ninni Lâ ikbâl Ar. Kabûl’den; 1. Baht, talih, saadet. 2. Bir şeyi dert etmeyip kabul etme. 3. Arzu, istek. 4. Saadetli, mutlu olma. Gejdüm-nihâd olanlara ikbâl eder bu çarh Ahkâm-ı vakti, bak sâate, akrebindedir Salim Trabzonlu İkbâle geçen hayli taraftan öğülür İdbâre düşen de her taraftan söğülür Yahya Kemal Çünkü milletlerin ikbâli için, evlâdım Maâifet, bir de fazîlet. İki kudret lâzım Mehmet Akif ikbâl-i azm ü devlet ü câh İkbal ve mevkiye giden talihi. Teshîr edip cihânı kul ettin kapında hep İkbâl-i azm ü devlet ü câhı yegân yegân Nedim ikbâl-i bülend Yüce talih. Bu adâletle bu ikbâl-i bülend ile sana İdika-. dım bu ki hîç olmaya bir feth-i asîr Nef’î ikbâl-i cihân-gîr Cihanı tutan talih. Vakf-ı ser-pençe-i ikbâl-i cihân-gîrîndir Gûy-ı Hurşîd-i zer-endûd ile çevgân-ı felek Nef’î ikbâl-i çarh Feleğin talihi. Se rûze devlet ü ikbâl-i çarha olma dil-beste Bu bir vefk-ı müsellestir nice bâzûya bağlanmış Nâilî ikbâl-i çemen-zâr-ı fenâ Yokluğun yeşillik talihi. Çend rûze gül-i ikbâl-i çemen-zâr-ı fenâ Eder elbette dimâğ-ı dile îrâs-ı zükâm Nâbî ikbâl-i dehr Dünya talihi. La’net o merd-i muhteşem-i bî-fazîlete İkbâl-i dehri vâsıta-i imtiyâz eder Recaizade Ekrem ikbâl-i devrân Feleğin talihlisi. Zemân-ı Lât ü şâdîdir dem-i ikbâl-i devrândır Felek hep ettiği evzâ’a şimdi pek peşîmândır Riyazî ikbâl-i dünyâ Dünya talihi. Neş’e-i ikbâl-i dünyâya mürâdifdir humâr Her akib-i câhda idbâr kendin gösterir Leskofçalı Galip ikbâl-i ekâbir Büyüklerin talihi. Hâk-i harem-i menşe’-i ikbâl-i ekâbir Ceyb-i kerem-i kîse-i erbâb-ı recâdır Nef’î ikbâl-i fahîm-âne Ululuğa yakışacak şekilde olan talih Bin yaşa devlet ü ikbâl-i fahîm-ânen ile Mülkü tedvîr ederek akl-ı hakîm-ânen ile Şinasi ikbâl-i felek Feleğin talihi. İkbâl-i felek teveccüh ederse her kime Beyz-i kebûter durur veted üzre İdbâr da ikbâli gibi ger ederse neş’et Kelb-i habâset bevl eder esed üzre Lâ ikbâl-i hüner Hüner talihi. Beni nâ-kâm eden ikbâl-i hünerdir yoksa Eser kevkeb-i bahtımda şeâmet yoktur İzzet Ali Paşa ikbâl-i nigûn ters dönen talih. Fuzûlî hâli olmak câm-ı ayşım sâf sahbâdan Nişân-ı baht-ı nâ-fermân ü ikbâl-i nigûnumdur Fuzûlî ikbâl-i Pervîz-i Acem Acem Perviz’inin talihi. Hakan-ı Osmânî neseb kim münderic zâtında hep İslâm-ı fârûk-ı Arab ikbâl-ı Pervîz-ı Acem Nef’î ikbâl-i rûzigâr Zamanın talihi. Biz tâlib-i teveccüh ü ikbâl-i rûzgâr Gülberk-i bâğ-ı ömr ise berbâd olupgider Bâkî ikbâl ü sa’adet Talih ve mutluluk. Alemde Ziyâ eski hevâ vü hevesim yok İkbâl ü saâdet gibi bir mültemisimyok Ziya Paşa ikbâl ü şevk Arzu ve istek. Gamzeler ikbâl ü şevka günde bin efsûn okur Nekbet-i endûha hattın Tebbet-i vârûn okur Nedim ikdâm Ar. Kadem’den; devam üzre meşgul olup boş kalmış olmama. c. ikdâmât. İntisâb etmeğe her gün biri âmâde iken Şimdi her şeb biri etmekte firâra ikdâm Nâbî Feyz-i isti’dâd-ı mâder-zâd ikdâm istemez Kâbiliyyet başka bir cevherdir ibrâm istemez Dâniş Dâniş-ı Atîk; Dâniş-i Kadîm Demek İnsân değilsin eylemezsen durmayıp ikdâm Neden geçsin sefâletlerle, heybetlerle, ezmânın Mehmet Akif ikdâr Ar. Kudret’ten; güç, kuvvet verme, güçlendirme, kuvvetlendirme. Müşkil ammâ ki beşerde bu hisâl Meğer ikdâr ede Rabb-i mülteâl Sünbülzade Vehbi iklîl Ar. Taç, efser. Ne güher tükme-i iklîl nigîn-i azamet Ki olur lâmiası âlem-i kudse meş’al Kâzım Paşa Tek bir bakışım sanki inâyetti, keremdi İklîli hediyyemdi, arâzisi hibemdi Midhat Cemal Kuntay iklîl-i âsümân u nücûm Yıldızlar ve göğün tacı. Ve böyle kaç gece iklîl-i âsümân ü nücûm Başımda, samt-ı muhîtâta bir ilâh oldum Ahmet Hâşim iklîl-i münîr Parlak taç. Gök olur bir büyük iklîl-i münîr Yer olur bir bağçe-i ezhâr-ı beşer Cenap Şahabeddin iklîm, ıklım Ar. 1. Bir bölgenin ortalama hava sıcaklığı. 2. Yeryüzünün yedi veya otuza taksimiyle meydana gelen yerleri, kıta, ülke. Eskiden dünyanın bilinen kısmının ek- vator çizgisinden kuzey kutbuna kadar ayrılan yedi bölgesinden her birine iklim denilirmiş. c. ekâlîm. bk. ıklîm. Aslı ıklîmdir. Fars ıklîmine düşmüş Şirâz Ona mensûb o zebân-ı mümtâz Sünbülzade Vehbi Ne zabt-ı hâkim-i şer’î, ne hükm-i zdbitî aklî Cünûn iklîmini seyr eyleyenler râhatın söyler Koca Râgıp Paşa Zaf ile üftân ü hîzân ömür ser-haddingeçip Bir garîb iklîme düştüm âlem gurbet gibi Ebussuud Efendi iklîm-i adem Yokluk ülkesi. Bir giden bir dahi gelmez ne aceb hikmettir Alem-i râhata benzer gibi ıklîm-i adem Koca Râgıp Paşa iklîm-i cân Can bölgesi. Bir şehriyâre gönlünü bağladı Ahî kim Atıp kemend-i zülfünü ıklîm-i cân tutar Âhî iklîm-i çemen-i gül Gülün yeşillik iklimi. Pâ-mâl-i şitâ olmadan iklîm-i çemen-i gül Ver hükmünü ey serv-i revân köhne-bahârın Nedim ikîm-i düşmen Düşman ülkesi. Hakan ki at sürünce bir iklîm-i düşmene Pîş ü pesinde mahşer-i tîğ ü teber gelir Yahya Kemal iklîm-i fakr Fakirlik ülkesi. Şeh-i iklîm-i fakr ol kim bu devlet-hâne-i dünyâ Ne dervîş-i abâ-pûşa ne şâhen-şâha kalmıştır Yenişehirli Avni iklîm-i hüsn Güzellik ülkesi. Baş eğmez oldu bize ol turra-i müca’ad Iklîm-i hüsn içinde olalı şâh-ı sermed İbni Kemâl Hâl kâfir zülf kâfir çeşm kâfir el-amân Ser-beser ıklîm-i hüsnün Kâfir-istân oldu hep Nedim iklîm-i ışk Aşk iklimi. Şeh-i iklîm-i ışkam dûd-ı âhımdır alem elde Kıbâb-ı âsmân üstümde çetr-i nîl-gûn olsun Cinânî iklîm-i İlâhî İlahî ülke. İklîm-ı İlâhîye rücû’ etmek için Ervâh açılır göklere yelken yelken Yahya Kemal iklîm-i İrân İran ülkesi. Lerze düşmüş savlet-i kâh-ı vekârından tamâm Arz-ı Nişâbûr-veş iklîm-ı İrân üstüne Nedim iklîm-i reşâd Hak yolunda yürüme yeri. Fâtih-i dahme-i der-beste-i gayb-ı mutlak Hâtem-i şâh-ı risâlet şeh-i iklîm-i reşâd Nâbî iklîm-i Rûm Rum ülkesi. İklîm-ı Rûm’a etse de bir demde râkibi Ahbâr-ı Çîn ü ziynet-ı Hindistân verir Nedim iklîm-i saltanat Saltanat ülkesi. Sâhib-kırân-ı arsa-i iklîm-i saltanat Ol dem ki kıldı mülk-i bekaya azîmeti Bâkî iklîm-i sitem Sitem iklimi. Avn-i insâfiyle mülk-i ma’delet bî-ihtilâl Sadme-i kahriyle iklîm-i sitem pür-inkılâb Nef’î iklîm-i Şâm Şam ülkesi. Değil mihr ü şafak galtân olunca fark pür-nûru Taşıp iklîm-ı Şâm’ı tuttu hûn-ı Hazret-ı Yahyâ Nâdirî Ganizade iklîm-i şân Şah, şöhret iklimi. Şendedir kufl-i tılsımât-ı künûz-ı maâifet Şendedir yarlığı fermân-revd-yi iklîm-i şân Ziyâ Paşa iklîm-küşâ Ülke açan. Ehl-i kân-ı kerem-i şehsüvâr-ı âlem Hüsrev-ı Cemşiyem İskender-i iklîm-küşâ Nef’î ekâlîm Iklîm’ler, memleketler, diyarlar, kıtalar. ekâlîm-i hakâyık Hakikat iklimleri. Yaratmazdan kamu halkı ekâlîm-i hakâyıkta Habîbim Mustafâ nûrun getirdim önce bürhânım Ümmî Sinan ekâlîm-i leyâl Gece ülkeleri. Dönsek mi bu aşkın şafağından Gitsek mi ekâlîm-i leyâle Ahmet Hâşim ekâlîm-i şühûd Görülen diyarlar. Fikr edersen o hurûb-ı memdûd Oldu serhad-i ekâlîm-i şühûd Hakanî ikmâl Ar. Kemâl’den; 1. Tamamlama, itmam etme, bitirme. 2. Eksiğini tamamlama, kusursuz kılma. sâf kalbine şirimle arz-ı mâ-fi’l-bâl Bu şi’ri eyleyemem ben ilelebed ikmâl Kemalzâde Ekrem Bey Müceddid havzlar anbarlar âlât yaptırdı Bütün tersânenin ikmâl olundu neyse noksânı Ziyâ Paşa ikmâl-i ömr Ömrü tamamlama. Değmez Kemâl uyanmağa ikmâl-i ömr için Varsın bu uykudan dil-i bî-tâb uyanmasın Yahya Kemal iknâ’ Ar. Kanâat’ten; razı etme, inandırma. Bir sözle iknâ ettim anîdi Gitti başımdan el-hamdüli, llâh-“Lâ ikrâh Ar. Kerh’ten; kötü ve çirkin bulma, iğrenme, tiksinme. Aşık isen rind ü rusvâlıktan ikrâh etme kim Işk sırrın iktizâ-yı devrpinhân istemez Fuzûlî Olur meyl-i dil efzûn âstânın taşına her dem Eğerçi resmdir yastıktan ikrâh eylemek sayu Fuzûlî İnsâna sadâkat yakışır görse de ikrâh Yardımcısıdır doğruların Hazret-ı Allah Ziya Paşa ikrâm Ar. Kerem’den; 1. Hürmet ve saygı gösterme. 2. Ağırlama. 3. Bir şeyi hediye olarak verme. Bir nâ-halefi cübbe vü destâr ile görsen Eylersin onun cübbe vü destârına ikrâm Bağdatlı Ruhi Bekliyor mihmânların i’zâzlar, ikrâmlar Sâkiyâ etsin derim ilhâhlar, ibrâmlar Abdülhak Hâmit Hamrı sâkî bâkî kılsa rûha her ne dem ikrâm Erişir zevka ol dem dil bulur vasl ü huzûr-ı cân Âdile Sultan ikrâr Ar. Karâr’dan; 1. Saklamayıp söyleme, itiraf etme. 2. Tasdik, kabul. 3. Dil ile söyleme, bildirme. Yâre aşk inkârı müşkil gayrıya ikrâr güç Bir belâkeş neylesin ikrâr güç inkâr güç Bağdatlı Ruhi İkrâr ederdi dün gece mest-âne gelmeni Söylettim ol sanemim bugün inkârdan gelir Hakanî Ben sabr edeyim derd ü gam-ı hecrine ammâ Sen de güzelim ettiğin ikrâr unutma Esrar Dede ikrâr-ı feyz Feyiz bildirme. Mazhar-ı esrâr-ı kerrârım değil haytü’ş-şu’â’ El verip gökten bana hûrşîd eder ikrâr-ı feyz Leskofçalı Galip ikrâr-ı uşşâk Âşıkları kabul. Dervîş ol ikrâr-ı uşşâk ile sultânlık bulur Tekye-i uzlette bul sen şevk u zevk-ı vahdetin Âdile Sultan ikrâz Ar. Karz’dan; 1. Ödünç verme, borç verme. 2. Kesip ayırma. c. ikrâzât. Karz mıkrâs-ı muhabbet idügin kat’î bil Etme ahbâbına bir habbe kadar şey ikrâz Sünbülzade Vehbi idügin olduğun. Hamdülillah eyledim bu fenn-i vahdette ikrâz Sünnet ü farzgibi kıldım ben nevâfil iftirâz Gaybî iksâ’ Ar. Kisvet’ten; giydirme, giydirilme. Vücûd-ı pâkine Nâbî budur Hak’tan recâmız kim Ede hayyât-i kudret câme-i dil-hâhını iksâ Nâbî iksîr Ar. 1. Şekerli ve kokulu içki. 2. Eskiden halk arasında herhangi bir madeni altın yapacak kadar kuvvetli ve her hangi bir hastalığı iyi edecek kadar kuvvetli bir ilaç olarak kabul edilen karışım. Bilesin ancak eder Rabb-ı Kadîr Haceri cevher ü hâki iksîr Sünbülzade Vehbi Olma zinhâr bu sevdâya esîr Olacak hâl değildir iksîr Nâbî Rîzesinin âsitânıgevher-i tâc-ı mülûk Cevher-i iksîr ile hâk-i harîmi hem ayân Nazîm Yahya iksîr-i aşk Aşk iksiri. Zer et nuhâsını iksîr-i ışk ile Hamdî Ki lâyık ola ona vaz’-ı sikke-işâhî Hamdullah Hamdi iksîr-i beka Ölümsüzlük iksiri. Mâdem ki didinmez, edemez uğraşamazsın İksîr-i beka içsen, emîn ol, yaşamazsın Mehmet Âkif iksîr-i hâk-i pây Ayak toprağının iksiri. İksîr-i hâk-ipâyılayüzüm zer eyledim Kimdir cihânda bencileyin kîmiyâ bilir Hamdullah Hamdi iksîr-i ışk Aşk iksiri. Zahm-ı iksîr-i ışkım rûy-ı zerdim var benim İşim altın eyledim kimden ne derdim var benim Âhî iksîr-i medh Övünme iksiri. Cevher-i iksîr-i medhin tarh edince reşkten Eylerim her lâhza endîşemle ceng-i zergerî Nef’î iksîr-i recâ Ümit iksiri. Arafâtın sürelim hâkine yüzler gözler Sürh-rûy olmağa iksîr-i recâ eyleyelim Nâbî iktâb Ar. 1. Güzel yazı öğretme. 2. Söyleyip yazdırma, dikte ettirme. iktâb-ı hayât Hayatı öğretme. Artık sahâifinde iktâb-ı hayâtımın Bir nükte-i sürûra tesMüfmuhâl olur Tevfik Fikret iktibâs Ar. 1. Kendi elinde olmayan keyfiyeti başkasından alma ve faydalanma. 2. ed. Bir kelime veya bir cümleyi olduğu gibi alma, aktarma. c. iktibâsât. Bu zulmet içre yakmaz idi dîn çerâgını Ger iktibâs kılmasa nûrundan enbiyâ Lamiî Çelebi Olsa eltâfinla ger nefs-i nebâtî şehd-kâm İktibâs eylerdi hanzal lezzet-i gül-şekkeri Nedim Nûr-ı Hak’tan bir kabes eylerse kullar iktibâs Onlara ilhâm olur elbette ilm-i iftirâs Nuri iktibâs-ı edeb Edep alma. Edebsize edeb öğretmeğe edîb gerek Edebsiz etmez edebsizden iktibâs-ı edeb Basîrî Halil iktibâs-ı nûr Işığı alma. Ben sönük bir zerreyim sen âfitâbımsın benim İktibâs-ı nûr eder gönlüm cemâlinden senin Lâ Aşağıdaki ikinci mısra bir ayetten iktibastır. Edebiyattaki sanata örnektir. Karı talki için bak ne diyor Peygamber “Bir talak oldu mu dünyâda semâlar titrer” Mehmet Akif iktidâ’ Ar. Uyma, tâbi olma. “Kad enâre’l ışku li’l uşşâki minhâce’l-hüdâ” Sâliki râh-ı hakîkat ışka eyler iktidâ Fuzûlî Fuzûlî ilk gazelinin ilk mısraını Arapça yazmıştır. Tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme Iktida kılmış tarîk-ı Ahmed-i muhtâre su Fuzûlî Fehm etmedinse vahdet ü kesret meâlini Seyr eyle iktidâsın imâma cemâatin Nâbî Matlûb arak olur ona kim sana uymaya Mahbûb-ı Hak olur sana kim kıla iktidâ Nizamî İktidâ et ehl-i aşka bakma sağ u soluna Bu mesel olmaz erenlerde Selâmî sol u sağ Selami iktidâ-yı hükm Hükme uyma. Makasid-i fukahâ iktidâ-yı hükm ala Nâbî iktidâr Ar. Kudret’ten; 1. Bir işi yapabilme gücü, kudret, kuvvet, tâkat 2. Kabiliyet, yetenek. Ehl-i istPdâddapinhân kalır mı iktidâr Müsmir eşcâr üzre berk ü bâr kendin gösterir Leskofçalı Galip Derler ki geçince rüzigârım Kalmaz onu yâda iktidârım Ahmet Hâşim Hani o dem ki bezmde vakârımız var idi Biz âdemiz demeğe iktidârımız var idi Ziyâ Paşa Helvacıya tabla-kâr lâzım Ol kâra da iktidâr lâzım Ziya Paşa iktifâ Ar. Kifâyet’ten; yetinme, aza kanaat etme, yeter bulma. Her tavrına iktifâ ne lâzım Câizse de ictirâ ne lâzım Şeyh Galip İktifâ eylerim şarâb ile ben Cümleten ni’met-i behişte bedel Muallim Naci iktihâl Ar. Göze sürme çekinme. Hâk-i der-i refîin ile etse iktihâl Çeşmân-ı mûra şa’şaa-ı Ferkadân verir Nedim iktihâm Ar. 1. Göğüs germe, karşı durma. 2. Saldırma, hücum etme. 3. Küçük görme, hakir görme. c. iktihâmât. Pür-zûr saldıran Kölemen fârisânını Saf saf guzât kıldı dilîrâne iktihâm Yahya Kemal Vâdî-ı Nîl’i tuttu anûd-âne ser-te-ser Ordu-yı fethe karşı sürülmüş nefîr-i âm Yahya Kemal iktinâ’ Ar. 1. Çalışarak kazanma; biriktirme, elde etme. 2. Meslek tutma. 3. Tuzak kurup avlanma. iktinâ’-i makasıd Maksatları elde etme. Lûtfundur iktinâ’-ı makâsıd vesîlesi “Mâ şâe men erâde bihPl-fevzi ve’n-necât” Fuzûlî “Arzuları, maksatları elde etmek ancak senin lütfunla olur “ iktinâh Ar. Künh’ten; kökünü, aslını anlama. VazHnla seyr-i hilkat edersinpür-iştibâh ettin mi bâri sen o büyük sırrı iktinâh Tevfik Fikret Safha-i târîhe medd ettim nigâh Fıtrat-ı ensâli kıldım iktinâh Kemalzâde Ekrem Bey iktirâb Ar. Korkulu, gamlı, kederli, kuşkulu bulunma hâli. Emvâc-ı iktirâbımın üstünde sebh ile Oldum resîde sâhil-i hicr ü tevekküle Cenap Şahabeddin Dinle şekvâ-yı rûh-ı mecrûhu Fakat incinme iktirâbımdan Tevfik Fikret iktirân Ar. Karn’dan; 1. Yakın gelme, yaklaşma. 2. İki gezegenin birbirine yakın bir yerde, yani aynı burçta bulunması. Hükm-i gerdûnda murâd etseydi sa’d-i ber-karâr Eylemezdi tâ ebed Bercis’e Keyvân iktirân Üsküdarlı Hakkı Bey Pâyân olur mu aşk ile hüsn ü letâfetine Elbette iktirân ederim ben bu âfete! Abdülhak Hâmit iktirân-ı şîşe vü seng Taş ve şişenin yakınlaşması. Iyân iken zarar-ı iktirân-ı şîşe vü seng Hilâf-ı cins ile ülfet belâ değil de nedir Râşid Molla Feyzizâde Müverrih Mehmet iktirâz Ar. Karz’dan; borç alma. Kim tevekkül mâyesidir dahı teslîm-i rızâ Oldu her hâlde muvâfik farzla hem iktirâz Gaybî iktisâ’ Ar. Kisvet’ten; giyme, giydirilme. iktisâ-yı sevb-i vuslat Kavuşma elbisesini giydirme. İktisâ-yı sevb-i vuslattır tecerrüdden merâm Sanma kim bîhûde kıldı Kays-ı nâlân insilâh Memduh Paşa iktisâb Ar. Kesb’ten; kesp etme, tahsîl etme, kazanma. Mâlın ile iyi ad et iktisab Yol budur vallâhü a’lem büs-savâb Ahmedî Ecrâm-ı âliyâtşeref iktisâb eder Câm-ı meyinde zâhir olan her habâbdan Hayâlî Bey iktisâb-ı feyz-i gûnâ-gûn Türlü türlü feyiz elde etme. Bendegân toplandılar, tebrîk ile sâl-i nev’i İktisâb-ı feyz-i gûnâ-gûn sûrî, ma’nevî Abdülhak Hâmit iktisâb-ı hayâ Utanma kazanma. Ne dest-mâye-i tâat ne iktisâb-ı hayâ Tamâm eyledi eyyâm-ı ömrü tatl Sâbit iktisâb-ı ilm ü hüner İlim ve hüner kazanma. Farîzadır beşere iktisâb-ı ilm ü hüner Onunla hâsıl olur dilde zevk-ı rûhânî Muallim Naci iktisâb-ı kemâl Tam olgunluk elde etme. Biz iktisâb-ı kemâl edelim de ey Nâbî Ko söylesin bir alay jâj-hâ fesânemizi Nâbî iktisâb-ı sevb-i vuslat Kavuşma elbisesini giyme. İktisâb-ı sevb-i vuslattır tecerrüdden murâd Sanma kim bîhûde kıldı Kays-ı nâlân insilâh Fâik Memduh Paşa Esbak Dahiliye Nâzırı iktisâb-ı suûd Yükselmeyi elde etme. Emânî-i dili ol bâr-gehden eyle taleb Ki arş-ı a’zam eder ondan iktisâb-ı suûd Sâbit iktisâd Ar. Kasd’tan; 1. İtidal üzere hareket. 2. İdare, tasarruf, ekonomi. c. iktisâdât. İktisâd üzre gerek ya’nî sehâ Olmayan vâsıl-ı tavr-ı süfhâ Sünbülzade Vehbi iktitâf Ar. 1. Meyve toplama, devşirme; devşirilme, toplanma. iktitâfî Devşirme ile ilgili. İktitâfî semer-i sa’yin olur sabra menût Dâimâ hâsıl-ı maksûda zemân lâzımdır Emîrîzâde Emîrî Ali Emîrî Efendi iktizâ’ Ar. Kazâ’dan; 1. Lazım gelme, lazım olma. 2. İşe yarama. 3. İhtiyaç, gerekli. Sühan-ı nerm eder elbet dil-i sengîne eser İktizâ eylese kurşunla olur hâk elmâs Beliğ Bir dahi hânene azm eylemez andan açılır İktizâ eyler ise birisine istihmâm Nâbî iktizâ-yı âmâl Emellerin gerektirdiği. Yâ Rab benim iktizâ-yı âmâlim ile Olmak görünür râh-rev-i ka’r-ı cahîm Nâbî iktizâ-yı çerh Feleğin gerektirdiği. Bir fâilin meâsiridir cümle hâdisât Ne iktizâ-yı çerh ü ne hükm-i zemânedir Ziyâ Paşa iktizâ-yı devr Devrin gereği. Âşık isen rind ü rusvâlıktan ikrâh etme kim Işk sırrın iktizâ-yı devrpinhân istemez Fuzûlî iktizâ-yı hikmet Hikmetin gereği. İktizâ-yı hikmet üzre selb-i akl eyler kazâ Yoksa kimpâ-beste-i dârü’ş-şifâ olmak diler Hersekli Arif Hikmet iktizâ-yı irfân Bilimin gerektirdiği. Tenzîh iken iktizâ-yı irfân Teşrîke sapar mı ehl-i iz’ân Alay Bekizâde Naci iktizâ-yı kazâ-yı “Kün Fe Yekûn” “Allah ol dedi ve her şey oldu, yani yaratıldı. ” şeklinde kabul ve iman edilen mukadderat gereğince. İktizâ-yı kazâ-yı Kün Fe Yekûn Kıldı her emri vaktine merhûn Lâ ilâ Ar. e. “. ye, ye kadar, e değin, dek”. ilâ-yevmü’l-hisâb Harap oluncaya kadar. Ben dahi şükrâna sarf etsem sezâ evsâfına Vâridât-ı tab’-ı nakka. dım ild-yevmü’l-hisâb Üsküdarlı Hakkı Bey ilâ-yevme’l-kıyâm Kıyamet vaktine kadar. Ol menba’-ı cûy-i merâm ol muksim-i rızk-ı enâm Olsun ilâ-yevme’l-kıyâm şâhân-ı dehre mültecâ Seyyit Vehbî ilâ-nihâye Sonuna kadar. Bir leyl-i inşirâha kavuşmaksızın Kemâl Yandın ilâ-nihâye remâd olmadın gönül Yahya Kemal i’lâ’ Ar. Ulüvv’den; yüce ve yüksek kılma, yükseltme, kaldırma Kürküne börküne bakma aslâ Örf ü zarf âdemi etmez i7â Sünbülzade Vehbi Görme câniler gibi lâyık bana udvânını Bir cinâyet etmedim, ettimse i’lâşânırn Muallim Naci Nâmını i’lâ edin ki şânlıdır sultânınız Şân-ı devletle berâber artar elbetşânınız Lâ i’lâ-yı dîn Dini yüceltme. Nice gelip olmaya küffâra ol şüc’ân kim Her birinin nuhbe-i efkârıdır i’ld-yi dîn Üsküdarlı Hakkı Bey ilâc Ar. 1. Maraz ve illeti gidermek için aklî tedbirlere girişme 2. Hastalığın giderilmesi için kullanılan tıbbî nesne. Gönlümün derdine bildim kim ilâc etmez tabîb Leblerinden dostum geldim ki dermân isterem Nizamî Işk derdiyle hoşem el çek ilâcımdan tabîb Kılma dermân kim helâkim zehri dermânımdadır Fuzûlî ilâc-ı nâ-pesend Beğenilmez ilaç. Gel ağlatma ilâc-ı nâ-pesendinle bu miskîni Tabîbâ hâk-i kûy-ı yârdendir eşk-i teskîni Fuzûlî ilâh Ar. 1. Ma’bûd, tapılan nesne. 2. Put. c. âlihe. Sen ne nûr-ı pâksin ey mazhar-ı sun’-ı İlâh Kim alır nûru ruhundan âfitâb u mâhitâb Fuzûlî Ne yâr-i gârî-i tâli ne izz ü câh yapar Yaparsa hâne-i maksûdunu İlâh yapar Aziz Subhizade Ve böyle kaç gece iklîl-i âsümân ü nücûm Başımda, samt-ı muhîtâta bir ilâh oldum ahmet Hâşim İlâhî Ar. İlâh’tan; 1. “Ya Rabbi, ey benim Rabbim” manasında Arapça ünlem. 2. Allah’a mensup olan, onunla ilgili olan. 3. Dine dayalı bir çeşit makamlı söz Etti emr ehline teslîm emânâtı Hudâ Ne olur emr-ı İlâhî dahi bundan ahkem Nâbî günlerde koyup yüz yerlere der-gâh-ı Bârî’de Der idik ki İlâhî hâlimizgâyet yaman oldu Nedim Rûhumun senden İlâhî, budur ancak emeli Değmesin ma’bedimingöğsüne nâ-mahrem eli Mehmet Akif i’lâm bk. ilm. i’lân Ar. Alen’den; yayınlayıp açık olarak bildirme. Hem ol kuşun gizli derûnunda sırr-ı şâh Yok kudreti kim eyleye Mân gönül kuşu Âdile Sultan İ’lân ediyor aşkını her nağme sesinde Tevfik Fikret Altın kulelerden yine kuşlar Tekrârını ömrün eder i’lân Ahmet Hâşim i’lân-ı mahabbet Sevgi ilanı. Dil hânesine tâb verir âteşi aşkın Cân terkin urur eyleyen i’lân-ı mahabbet Âdile Sultan ilbâs Ar. Libs’ten, giydirme, giydirilme; örtme örtünme. Meğer ki eyleye ilbâs çeşme câme-i gûş Eden tevakku’-ı takrîr bî-zebânlardan Nâbî ilel bk. illet. ile’l-arş Ar. zf. Arşa kadar. Aferîn ey sâni’-i ten-perver ü cân-âferîn Hâlıku, l-eşyâ, ile’l-arş Rabbü’l-âlemîn Fuzûlî ile’l-ebed Ar. zf. Sonsuza kadar. Mine’l-ezel seni sevmiş meğer benim rûhum İle’l-ebed seni ancak sever benim rûhum Kemalzâde Ekrem Bey İle’l-ebed onu sevmek, ile’l-ebed, müellim Fakat hayât-efM Bir ibtilâ ile sevmekti emelim Tevfik Fikret ile’l-mihrâb Ar. zf. Mihraba kadar. Husûsan bu ibâdet-geh mine’l-bâb-i ile’l-mihrâb Harâb olmuş iken tecdîde etti himmet-i mevfûr şinasi ile’l-kalbi Ar. zf. Kalbe kadar. ile’l-kalbi sebîlâ Kalbe kadar yol. Elbette bu hâlimden o yârin haberi var “Fil-kalbi mine’l-kalbi ile’l-kalbi sebîlâ” III. Murat Han “Kalpten kalbe yol vardır” ilgâ’ Ar. Lağv’dan; iptal etme, kaldırma, bozma, lağv etme. Bizim küfrânımız lağv olduğuna şüphe yok ancak Onu sen cünbiş-i aklâm-ıgufrânınla kıl ilgâ Nâbî ilhâd Ar. Doğru yoldan ayrılma, küfre meyletme; inançsızlık. Ateş-işu’le-işemşîr-i cihân-tâbından Küfr ü ilhâd kütüb-hânesin etti sûzân Bâkî Vâye-dâr olsa eğer âtıfet-i feyzinden Olur ârâyiş-i seccâde cebîn-i ilhâd Nâbî ilhâh Ar. Can sıkacak şekilde zorlama, ısrar etme, üzerine düşme. c. ilhâhât. Bekliyor mihmânların i’zâzlar, ikrâmlar Sâkiyâ etsin derim ühâhlar, zbrdmşar Abdülhak Hâmit Bir gün bizi mahvetmeyi isterdi felek Bir kasdı var ilhâk ile ifnâmıza dek Yahya Kemal ilhâm Ar. 1. İçe doğma. 2. Allah tarafından gönlüne bir şey doğdurulma. 3. Çıkan, söylenen. c. ilhâmât. Kalbi ol nükte-i pür-feyz-i hidâyettir kim Gökten âvîhte kandîlidir onun ilhâm Nâbî Şâir bütün bu şeylere atf-ı hayâl ile Eyler vürûd-ı refref-i ilhâma intizâr Tevfik Fikret Medhine şâir-âne İlhâmlar gerektir Ta’rîfiyerde bitmez Arşa çıkan kibârın Abdülhak Hâmit ilhâm-ı füyûzât-ı Hudâ Allah verdiği bereketler ilhamı. Tab’ım âyîne-i ilhâm-ı füyûzât-ı Hudâ Bana keşf olundu bu sûretle hafâyâ-yı sühan Sünbülzade Vehbi ilhâm-ı Hakk Hakk’ın ilhamı. Ol şâh-ı sâf-tıynet ü rûşen-zamîr kim İlhâm-ı Hakk’a âyîne olmuş ferâseti Râşit ilhâm-ı Hudâvend-i ezel Ezelin Rabbinin ilhamı. Kalbi âyîne-i ilhâm-ı Hudâvend-i ezel Zâtı mürsel gibi ma’sûm hatâyâ vü zelel Ziyâ Paşa ilhâm-ı İlâhî İlahî ilham. Sînem âyîne olup şâhid-i feyz-i aşka Eylesin tab’ımı ilhâm-ı İlâhî te’yîd Kâzım Paşa ilham-ı vârid İçe doğan ilham. İlhâm-ı vâridim yok hükm-ı Utâridim yok Kavlimde câhidim yok “dîvâne-râ kalem nîst” Esrar Dede dîvâne-râkalem nîst delinin kalemi yoktur. ilhâm-ı vâridât-ı nuût Naatlerin içe doğan ilhamı. AleUusûs ki ilhâm-ı vâridât-ı nuût Derûne aşk ile oldu şeref-pezîr-i vürûd Sâmi ilka’ Ar. 1. Bırakma, koma, atma, terk etme. 2. Söz yetiştirme. c. ilkâât. Delv olsa tehî çâha ederler ilka Bâlâya çekerler dolıcak rağbetle Nâbî Eylemez mehlekeye nefsini âk ıl ilka Ne ederse kişiyegayret-i akrân eyler Beliğ Terâzû-yı tekâbül vaz’ edip bâzdr-ı imkâna Nakîzına tevâfukla tehâlüf eylemiş ilka Nâbî ilka-yı fesâd Fesadı terketme. Ayıptır âkıle şeytân beni aldattı demek Kendi nefsimdir eden kendime ilka-yı fesâd Nâbî illâ Ar. e. “-den başka, olmadığı sûrette, ye kadar, dek, değin” 2. Aksi hâlde. 3. Mutlaka, ille de. Kılâde k ıldığı tesbîhi boynuna sûfî Muhakkıkam sanır illâ hemân mukalliddir Şeyhî “Senden ey cân münkatdkılmaz beni illâ ecel” Fuzûlî Kim bu nizâmı vermedi âlem-serâyına İllâ ki yümn-i devlet-i cihân-sitân Bâkî illa’l-lah Allah’tan başka. Herkes bana dîvâne diye ta’n eyler Ahvâlimi kimse bilmez illa’llah Esrar Dede illet Ar. 1. Hastalık, maraz, keyifsizlik. 2. Sebep, mucip. c. ilel. Kayd-ı gam-ı rûzgâr bir illettir Ol illete aşktır tabîb-i hâzık Fuzûlî Eğer izhârı zilletse olur ızmârı da zillet Kolay meksûf olur müstelzim hacletse bir illet Abdülhak Hâmit Mübteld-yi derd olur elbet olanlar ten-dürüst Gâh sıhhat, gâh illet. Böyledir de’b-i felek Naîm Tezkirecizade Müverrih illet-i âlem Dünya hastalığı. Tabîb-i illet-i âlemsin ey düstûr-i milk-ârâ Bulur her kanda varsan illet ü endûh pâyânı Nedim illet-i endûh Üzüntü sebebi. Münhariftir sâkiyâ endûh-ı dünyâdan mizâc Bâde tut kim illet-i endûha gaflettir ilâc Fuzûlî illet-i gâiyye Erekçilik sebebi. İllet-igâiyyemiz ma’nen takaddüm bizdedir Ademiz âlemden ey Nâbî muahhar gelmişiz Nâbî illet-i îcâd İcat sebebi. Bi-hakk-ı Ahmed-ı Muhtâr ü Müctebâ ki odur Vücûd-ı encüm ü eflâke illet-i îcâd Nef’î illet-i kulunc Kulunç illeti. Bende hamyâze-i âgûş ü rakîb-i bed-reg Sarılır gerdenine illet-i kulunc gibi Nâbî illet-i mecd ü şeref Şeref ve büyüklük sebebi. Ehl-i dâniş, rükn-i devlet, illet-i mecd ü şeref Mahz-ı bîş, avn-i millet, zühur-ı dîn, fahr-i kirâm Üsküdarlı Hakkı Bey illet-i merg Ölüm illeti. Her nefs mey-i mevti tadar illet-i merge Tıb-hâne-i âlemde devâ bulmadı Lokmân Muallim Naci illet-i reşk Kıskançlık hastalığı. Mihnet-i devleti andıkça tesellî buluruz İllet-i reşke hakîm-âne müdâvîyiz biz Nâbî illet-i sadr Göğüs hastalığı. Vükelâ hâin olunca ona güçtür çâre İllet-i sadra tedâviyle şifâ müşkildir Namık Kemal illet-i terkîb-i mâ ü tîn İncir ve suyun birleştirme sebebi. Bir katre suyu vermediler ölmüş iken âh Cedd-i güzîn-i illet-i terkîb-i mâ ü tîn Üsküdarlı Hakkı Bey illet-i tezvîr Ara bozuculuk hastalığı. Pûte-i ihlâsta beni görücek zerd-rû İllet-i tezvîr ile bîmâr sanmış şeh beni Necati Bey illet-i ûlâ İlk sebep. Verip teselsüle kuvvet tabîat-i kec-i âb Olurdu nâfî-i isbât-ı illet-i ûM Fuzûlî ilel 1. İllet’ler, marazlar, hastalıklar. 2. Sebepler. Cevher-i tîğ ile bî-vahîme ıslâh-ı mizâc Şerbet-i lûtf ile bî-çûn ü çerâ def’-i ilel Nâilî ilel-i âlem Âlemin hastalıkları. Devâ gelir ilel-i âleme dem-i keremin Meğer ki derd-i dile der-gehindedir merhem Ziyâ Paşa ilel-i kâinât Kâinatın hastalıkları. Bilinmedi yine hayfâ ledünniyât-ı umûr Hakâyık-ı ilel-i kâinât kaldı nihân Nâzım Paşa illiyyîn, illiyyûn Ar. 1. Yükseklik, yücelik. 2. Cennet’in en yüksek tabakasının adıdır. Gökte olmuştu o rûy-ı rengîn Şem-i cem’-i harem-i illiyyîn Hakanî Fahr ile seyreyliyor a’â-yı illiyyîn seni Muallim Naci ilm Ar. 1. Bilme, bilinme, bilgi. 2. Bir takım özel meselelerin toplu görüşünden meydana gelen bilgiler. İlim okumaktan garaz kendi özünü bilmektir Kendi özünü bilmezsen bir hayvândan betersin Yunus Emre Farîzadır beşere iktisâb-ı ilm ü hüner Onunla hâsıl olur dilde zevk-ı rûhânî Muallim Naci Alınız ilmini garbın, alınız san’atini Veriniz hem de mesâinize son sür’atini Mehmet Âkif ilm-i Alîm Allah ilmi. Cevher-i zâtınla kâim bir arazdır lâ-mekân Mümtenî’dir hayyiz-i ilm-ı Alîm olmak bana Fehîm Hoca Süleyman ilm-i cünûn Cinnet ilmi. Benim müderris-i ilm-i cünûn hani Mecnûn Ki bir murâd ala devrimde istifâde ile Fuzûlî ilm-i evvelin ü âhirin Evvelki ve sonraki ilimler. Fazl-ı Hak’tan her kim alırsa nasîb ü hissesin Keşf olur kendüye ilm-i evvelîn ü âhirîn Âdile Sultan ilm-i hikmet Bilgelik, felsefe ilmi. Bulmadı bu derde çâre ilm-i hikmet de bilen İbn-ı Sînâ kılmadı tedbîrini bu illetin Âdile Sultan İlm-i hikmet okuyanlar ışktan ferâğattır bunlar Mansûr oldum asın beni kon dillerde söyleneyim Yunus Emre ilm-i iftirâs ferasetli olma ilmi. Nûr-ı Hak’tan bir kabes eylerse kullar iktibâs Onlara ilhâm olur elbette ilm-i iftirâs Nuri ilm-i lâ-yezâlî Bitimi olmayan ilim. Allâm-ı avâlim-i maâlî Allâme-i ilm-i lâ-yezâlî Ziyâ Paşa ilm-i ledün Gaybdan haber veren ilim. İlm-i lednüyi bilen demez diyenler bilemez Kendini ahkar tutandır Adile sâhib-safâ Âdile Sultan ilm-i ma’âni Manalar ilmi. Evvelâ ilm-i ma’ânîde mehâret lâzım Bilmeye nükte-i ser-beste-i ma’nâ-yı sühan Sünbülzade Vehbi ilm-i nebevi Peygamberlik ilmi. Vâris-i vâhid-i ilm-i nebevî Bâis-i zendegî-i şer’-i kavî Atâyî Nev’izade Atâullah ilm-i nücûm Yıldız ilmi. Gerektir ki ilm-i nücûm okuya Kalan işlerin hep onunjçin koya Bâkî ilm-i resmi Resim ilmi. İlm-i resmîyi tenezzül mü eder tahsîle Kisbe mevkûf değildir şeref-i mâder-zâd Nâbî ilm-i ref’at Yücelik ilmi. Râyet-i izzetine zeyl-i zer-efşân hûrşîd İlm-i ref’atine cirm-i kamer mehçe-i sîm Nazîm Yahya ilm-i rumûz İşaret ilmi. Arifin ilm-i rumûzun bilmeyen ey bed-fiâl Seb’ayı seyrân edip gel gör nedir ondan zuhûr Ümmî Sinan ilm-i rüsûm Merasim ilmi. Hep cehle çıktı ilm-i rüsûmun netîcesi Ser-mâye-i hasâret imiş kâr saydığım Halim Giray Kırım Hanı ilm-i şefâat Şefaat ilmi. Fünûn-ı ilm-i şefâat yanında bir nükte Ulûm-ı afv-ı maâsî lebinde bir güftâr Ziya Paşa ilm-i şerif Şerefli ilim. Sa’y kıl ilm-i şerîfe şeb ü rûz Kalma hayvân-sıfat, ol ilm-âmûz Nâbî ilm-i tasavvuf Tasavvuf ilmi. Okusan ilm-i tasavvuf ne zarar Pâk bil tasfiye-i bâtın eder Sünbülzade Vehbi ilm-i tencim Yıldız ilmi. Çıkarırlar senede bir takvîm Olmasın tâlib-i ilm-i tencîm Sünbülzade Vehbi ilm-i vahdet Birlik ilmi. İlm-i vahdette sebak-daşı imâm-ı evliyâ Hikmet-i ma’nîde şâkirdi hakîm-ı Gaznevî Nef’î ilm-i vefâ Sadakat ilmi. Zülfüne hattın ilm-i vefâ bahsin eder hep Biri kara câhil birisi cehl-i mürekkeb Enven ilm-i zî-hayât Canlı ilmi. Sırr-ı muhît-i zâhire ki asl-ı bî-şühûd Ey ilm-i zî-hayât olan Vâcibü’l-vücûd Abdülhak Hâmit ilme’l-yakîn Öğrenme yolu ile bilme. Ben sana Hak’sın dedim ilme’l-yakîn ayne’l-yakîn Âdile Sultan ilm ü ma’rifet İlim ve beceri. Denî-tab’ olma, ilm ü ma’rifetleşâna sa’y eyle Sakın âlâyiş-i dünyâya meyl etme, cehâlettir Sâlih Bey ilm ü hüner İlim ve beceri. Allâmedir ol edîb-i mâhir Her ilm ü hünerde bahse kâdir Lâ ilm-âmûz İlim öğreten. Sa’y kıl ilm-işerîfe şeb ü rûz Kalma hayvân-sıfat, ol ilm-âmûz Nâbî ilm-efrâz İlim yükselten. Revnak-ı saltanat-ı memleket heft-iklîm Hâmî-i dîn, ilm-efrâz cihân-ârâyî Nefi i’lâm 1. Bildirme. 2. Mahkeme tarafından verilen hükmü içeren kâğıt. c. i’lâmât. Zûr-ı endîşe vü âsâr-ı hayâlimdir eden Ne eydügün nükte-şinâsân-ı zemâne i’lâm Nef’î Geh çıkar nakşın beyâza geh olur rûyun siyâh Etme râzın herkese i’lâm mânend-i nigîn Hâmî Hâmî-ı Âmidî Hem çıkar nakşın beyâza hem olur rûyun siyâh Etme râzın kimseye i’lâm mânend-i nigîn Sâmi Arpaemînizade Vak’anüvis Mustafa Bey i’lâm-ı hâl Durumu bildirme. Müddeî i’lâm-ı hâle etmeden şakk-ı şefe Fehmedip kasd-ı derûnun lutfunu der-kâr eder Enderunlu Vâsıf şakk-ı şefe dudak açmak. ilmâm Ar. 1. Küçük günah işleme. 2. İki şeyin birbirine yaklaşması. Selh ü ilmâm ü tevârüd diye sonra çalışır Aybını setre nice düzd-i tüvânâ-yı sühân Sünbülzade Vehbi ilticâ’ Ar. Sığınma, koruması altına girme, barınma. Ne dünyâdan safâ bulduk, ne ehlinden recâmız var Ne der-gâh-ı Hudâ’dan mâada bir ilticâmız var Nef’î Ceyş-i gamdan kanda etsin ilticâ ehl-i niyâz Kal’a-i himmette Nâbî burc u bârû kalmamış Nâbî Zühd ü salâha eylemeziz ilticâ hele Tuttu eğerçi âlem-i kevni fesâdımız Bâkî Sanadır ilticâsı Gâlib’in yâ Hazret-ı Monlâ Başımda bir külâh-ı iftihârım varsa sendendir şeyh Galip ilticâ-gâh Sığınma yeri. Topraktan başka ilticâ-gâh olamaz Gûş et bu uzun hikâye kûtâh olamaz Yahya Kemal iltifât Ar. 1. Söz ve yüzü başka tarafa çevirip yönelme. 2. Dikkat. 3. Dostluk, aşinalık. 4. Hatır sorma ve gönül alma. Kalb-i rakîbi ko dile bak iltifât ile Bir görme Kâbe’yi hazer et Sûmenât ile Hâşimî Yok aceb ger mâla rağbet mülke kılmam iltifât Ben ki ehl-i zevkim esbâb-ı melâli neyZerem Fuzûlî Ma’rifet iltifâta tâbüdir Müşterîsiz metâ’ zâyi’dir Muallim Naci iltifât-ı çerh Feleğin teveccühü. İltifât-ı çerhi görmem nâ-becâ bî-gâneye Düşmen-i irfân olur elbette nâ-dân-âşnâ Bağdatlı Rûhî ? ? Sâlik’Kasımpaşa Mevlevîhanesi Şeyhi Halil Efendi Mahdumu iltifât-perver İltifatı seven. Bak şu zevrakçe-i dil-ârâmın Cünbüş-i iltifât-perverine Tevfik Fikret iltihâb Ar. Leheb’ten; 1. Alevlendirme. 2. Vücüttaki bir yerin şişip kızarması. Nâgeh âsâr-ı Temmuz bağı âteş-gâh ede Nâgeh ede dûzah-âsâ âteş-i mihr iltihâb Fehim Hoca Süleyman iltika Ar. Lika’dan; rastlantı sonucu karşılaşma, buluşma. iltika -yı vücûd Vücutla buluşma. Olur idi dehenin sırrı rû-nümâ-yı vücûd Ademle mümkün olsaydı ger iltika -yı vücûd nevres iltikâm Ar. Lokma’dan; yutma, lokma edip yutma. Ejdehâ-yı kahr-ı Yezdân iltikâm eyler seni Ehl-i hak şânında ey dil söyleme bâtıl cevâb Behişti Mânend-i dîv beççelerine iltikâm eder Köhne ribât-ı dehr aceb âşiyânedir Ziyâ Paşa Bu sofracık, efendiler, -ki iltikama muntazır Huzûrunuzda titriyorşu milletin hayâtıdır Tevfik Fikret iltimâ Ar. Lem’den; 1. Parıldama, ışıldama. 2. Kapıp alma. Melamet bezmine burnu alınmış sem’ idi gûyâ Dem-i fevti karîb oldukta efzûn iltimâ’ etti Nâbî Nûr-ı sevdâ zulmet-i mâtemde eyler iltimâ’ Kûşe-gîr-i hecre şem’-i encümen bî-gânedir İsmet Müstecabizade iltimâ’-ı sâf-i kamer Ayın saf parıldayışı. Meşcerin sîne-i sükûnunda Müntesir iltimâ’-ı sâf-i kamer Tevfik Fikret iltimâs Ar. Lems’ten; isteme, rica etme. c. iltimâsât. İltimâs ettim sabâdan tûtiyâ çektirmeği Ağlama ey göz gubâr-ı der-gehi nem olmasın Fuzûlî HaşızA Bağdâd’a imdâd etmeğe er yok mudur Bizden istimdâd edersin sende asker yok mudur Muradî Sultan IV. Murat Vay ona kim eyleye lâ-şeyden istimdâd-ı feyz Yuf ona kim eyleye nâ-kesden ihsân iltimâs bağdatlı Ruhi iltivâ’ Ar. 1. Bozulup bükülme. 2. Sarılıp dolaşma. Derin bir iltivânın sîne-i zerd-i melâlinde Odur ancak hüveydâ ser-nûşt-i bî-meâlinde Mehmet Akif iltiyâm Ar. Onulmak, yaranın kapanması. Cebîre bend olacak bir tabîb görmüş mü Aceb bu yâreye hîç iltiyâm gelmez mi? Yenişehirli Avni Alemde senden istediğim budur ey şefî’ Hâk-i tazarru’a koyuban rûy-ı iltiyâm Behiştî Raşidâ etmez şikeste-dil kabûl-i iltiyâm Zahm-ı şemşîr-i zebânın var mı görmüş merhemin Râşid Molla Feyzizâde Müverrih Mehmet iltizâm Ar. Lüzûm’dan; 1. Kendisine lâzım kılma, yerine getirilmesine gayret etmeyi kendi üzerine vacip kılma. 2. Devletin gelirinden bır kısmını kefil verip sonra alınmasını kendi üzerine alma. İhrâz-ı şöhret eylemenin bin tarîki var Ammâ tarîk-ı ma’rifet iltizâm edin Hamdî Nâzımul-hikem Ahmet iltizâm-ı bâd Rüzgârın lüzumu. İltizâm-ı bâd u âh-ı âteş-i cân-sûzdan Südde-i der-gâh-ı Hak’tan ref’-i hâildir garaz Nâbî iltizâm-ı girye Ağlama lüzumu. İltizâm-ıgirye bâkîdir zemînde yoksa eşk Hıdmet-i maktû’-ı tâkin nukre-ipîşînidir Nâbî iltizâm-ı sitem Sitemin gereği. Bir iki mültezimi eyledi havâle bana Ki iştirâkle etmişler iltizam-ı sitem Nef’î iltizâm-ı sitem-i perde-bîrûn Açık saçık konuşma siteminin lüzumu. Lezzeti zayi’ olur nâz u niyâzın cânâ İltizâm-ı sitem-iperde-bîrûndan sonra Nâbî ilzâm Ar. Lüzûm’dan; 1. Susturma, cevap veremeyecek hâle getirme. 2. Kabahatli çıkarma. 3. Devletin gelirlerinden bazılarını kendi hesabına alarak tahsilini kefil kabul ederek birinin üzerine verme, verilme. Cedel-kârâna hâmûşî gibi rengîn cevâb olmaz Sükûtun merd-i dânâ hasmını ilzâm için saklar Râşid Molla Feyzizâde Müverrih Mehmet Hîn-i dacvâ-yı nübüvvet müddeî ilzamına Câhil iken el kemâl-i ilm bes bürhân sana Fuzûlî Mülzem olmaz her nice ilzâm edersen seg rakîb Haylî müşkildir belî dânâya nâ-dân ile bahs Cinânî İlyâs Ar. İlyas Peygamber. Hz. Hârun’un torunudur. İsrailoğullarına gönderilmiştir. Din ve edebiyatta Hızır ile beraber geçer. İkisinin bir araya gelip buluştukları güne”Hıdırellez” denmiş. Muhabbet kur’ası İlyâs’a düştü Gönül şâdiye vü el yasa düştü Ahmet Paşa Zihî meşhed zihî merkad zihî ma’bed zihî maksad Makâm-ı Hızr ü İlyâs u makarr-ı evliyâdır bu Taşlıcalı Yahya Bey ilzâm bk. iltizâm. îmâ’ Ar. İşaretle anlatma, işaret etme. Dendânları îmâlar eder sîn-i sücûda Ma’nâsını fehm eyleyene satr-ı cebînin Nâbî Dinmezde al-i teşne-firîb olmasa serâb îmâ eder bu nükte-i rengîn-meâle al Koca Râgıp Paşa Çeşm-i mahmûr-ı aşka ver ma’nâ En hafî hiss-i kalbi et îmâ Kemalzâde Ekrem Bey îmâ-yı ârzû Arzu işareti. Hazân da erse Kemâl el çeker mi cânândan Lebinden ol mehe îmâ-yı ârzû dökülür Yahya Kemal i’mâl Ar. Amel’den; 1. Yapma, işleyip meydana getirme. 2. Kullanma. 3. Ortaya koyma, meydana çıkarma. c. i’mâlât. İmâlde hîç kültef olmaz Teftîşte tab’a zahmet olmaz Ziyâ Paşa i’mâl-i câm ü bâde Kadeh ve şarabı imal eden. Kimdir şerâbı hürmet ile telh-kâm eden İmâl-i câm ü bâdeyi kim öğreten Cem’e Ziyâ Paşa imâd Ar. Direk, dikme, sütün. Fürûğ-ı devletidir tâk-ı âsmâna çerâg Ulüvv-i himmetidir bâr-gâh-ı çerhe imâd Nâbî Sühan-rû olduğundan mâ-adâ seyr eyleyen kimse Hatt-ı ta’lîkini tercîh eder hatt-ı imâd üzre Nef’î Yazdığın ol hatt-ı ta’lîk-i hayât-eşzânın Şîve-i harfi eder rûh-ı imâda îhâm Cevrî İbrahim Çelebi Hârik-ı âdet mi değil bî-imâd Ola kıyâm üzre bu seb’-işidâd Nahf imâle, imâlet Ar. Meyl’den; bir tarafa doğru yatırma, meylettirme. c. imâlât. Lâyık mıdır insân olana vakt-i kazâda Hak zâhir iken bâtıl için hükmü imâlet Ziyâ Paşa Lisân-ı şîve-ı Şîrâz’dan numûne idi Acem-perestî-ı Rûm’un imâle devrinde Yahya Kemal imâm Ar. 1. Namazda cemaatin reisi olan kimse, kendisine uyulan kimse. 2. Halife olan kimse. 3. Bir mezhebi kuran kimse. 4. Hz. Ali neslinden gelen kimse. c. eimme. Ben deyrde mukîm-i makâm olduğum yeter Mansıb bana hem anda imâm olduğum yeter behiştî anda orada. Bağteten sâbit olup gurre, firâşında imâm Hâb için yatmış iken etti terâvîhe kıyâm Nedim Pes geçip mihrâba ol hayrü’l-enâm Enbiya ervâhına oldu imâm Yazıcızâde Süleyman İmâm-ı A’zam En büyük imam 699769. Din ve şeriat nizamlarında kendisine uyulan en büyük dört dinî mezhepten biri olan Sünniler’in imamı. Ebu Hanife bin Nu’man bin Sâbit i Kûfî r. a.. Künyesi Ebu Hanife’dir. Müstefîd olmaz İmâm-ı A’zam olsa hâcesi Bir kişi mahrûm olursa feyz-i istFdâddan Fuad Alâiyeli Mehmet Bey imâm-ı ehl-i irfân İrfan sahibi imam. Bu yolda imâm-ı ehl-i irfân Mevlid eserin yazan Süleymân Ziyâ Paşa imâm-ı evliyâ Velilerin imamı. İlm-i vahdette sebak-daşı imâm-ı evliyâ Hikmet-i ma’nîde şâkirdi hakîm-ı Gaznevî Nef’î imâm-ı saff-ı efâdıl Faziletliler safının imamı. İmâm-ı saff-ı efâdıl emîr-i hayl-i kirâm Emîn-i dîn ü düvel hâce-i huceste-hısâl Bâk imâmet İmamlık. Ya’nî olup enbiyâ-yı cemâat Fahr-i resûl eyledi imâmet Nâbî imâme Ar. 1. İmamlık, imamın hizmet ve rütbesi. 2. Tesbihin ucuna takılan başlık. 3. Çubuğun ağızlığı olarak ilâve olunan kehribar parçası. İmâme ağzın öper ateşine lûle yanar Bu kâr-gâh-ı cezâda garîbtir lûle Nâbî Cemâli vaz’ını bulmaz o mihr-i zer-pûşun Düzüp bozarsa ne denlü kamer imâmesini Hamdullah Hamdi im’ân Ar. Ma’an’dan; 1. Bir işte mübalağa üzere gayret etme, çok dikkatli olma. 2. İnceden inceye tedkik etme. İm’ân ile bir kez nazar et bunca vukûât Ayât-ı kitâbı-ı kaderi etmede teşîr Ali Ruhi Çeşm-i im’ân ile baktıkça vücûd-ı ademe Sahn-ı cennet görünür âdeme sahrâ-yı adem Akif Paşa Oku üslûb-ı hakîm üzre hemân Fenn-i teşrîhada eyle imân Sünbülzade Vehbi im’ân-ı zât Kendini inceleme. Halk esîr-ı şöhret oldu eylemez im’ân-ı zât Nâme-i hoş-harfe bakmaz zeylde nâm olmasa Râşid Molla Feyzizâde Müverrih Mehmet îmân Ar. Emn’den; dinin ortaya koyduğu dogmalara inanma, kalben itikat ve lisanen ikrar etme. Bize mülhid diyenin kendüde îmân olsa Dahl eden dînimize bâri Müselmân olsa Bahâyî Küfrî İstanbullu Hasan Çelebi Îmân ile dîn akçedir erbâb-ı gınâda Nâmûs ü hamiyyet sözü kaldı fukarâda Ziyâ Paşa Dili bir, dîni bir, gönlü bir, îmânı bir insân yığını Görüyor varlığının bir yere toplandığını Yahya Kemal îmân-ı kudret Güç imanı. Bu, lücce lücce tekâsüf, bu sa’y-i dehşet-nâk Belîğ sa’yidir îmân-ı kudretin, ezelî Mehmet Âkif îmân-ı mahz Saf iman. Terk edip uysa zülfüne îmân-ı mahzdır Tesbîhi kendüzüne ki sâfî salîb eder Nizami îmân-ı metîn Sağlam iman. Önce, dört kıt’ayı alt üst eden îmân-ı metîn Sonra, dört yüz bu kadar milyon adam hepsi cebîn Mehmet Akif îmân-ı rızâ Kabul olunan iman. Hükm-i îmân-ı rızâda ictihâd-ı pîr-i aşk Târ-ı medd-i lâyı zünnâr-ı Berehmen eyledi Esrar Dede i’mâr Ar. Umrân’dan; şenlendirme, âbâd etme, mamur etme, temelsizlikten veyahut haraplıktan kurtarma. Feyz-iHâlık’dır bu dehşet-zarı imâr eyleyen Dest-gâh-ı sun’-ı Mevlâ’dan neler geçmiş neler Hayrî Harputlu imâret Ar. 1. Mamurluk, âbadânlık. 2. Talebe ve fakirlere yemek verilen yer, aşevi. c. imârât. Hayâlin tahtıdır vîrâne gönlüm İmâret kıl ki sultân menzilidir Şeyhi Kas’a-i şeyh-i imâretten içip çorbayı Zanneder kâbil-i te’vîl ola zırva-i sühan Sünbülzade Vehbi Bunca evler yıktın ey seyl-i cünûn gördün mü hîç Nâ-pezîrâ-yı imâret kalb-i vîrânım gibi Şeyhülislam Arif Hikmet imâret-yâb Mamurluk bulan. imâret-yâb-ı istiğnâ Zenginliğin rahatlığını bulan. Hakâyık-âşnâ-yı âleme bî-gânedir dünyâ İmâret-yâb-ı istiğnâya bir vîrânedir dünyâ Haşmet imdâd Ar. Meded’ten; tehlike veya güç durumda yardım etme, iane etme. HâfizA Bağdâd’a imdâd etmeğe er yok mudur Bizden istimdâd edersin sende asker yok mudur Murâdî Sultan IV. Murat Bağdat seferi sırasında Sadrazam Hafız Paşa’nın gönderdiği “yok mudur” redifli imdadiyesine verdiği cevaptan bir beyit Ten-be-hâk-i acz olan şeb-nem gibi üftâdenin Cümleden evvel yeten hurşîd olur imdâdına Nâbî Altı da bir üstü de birdir yerin Arş yiğitler vatan imdadına Namık Kemâl imdâd-ı gayb Bilinmeyen yardım. Vusûl-i menzil-i imdâd-ı gayb lâzımdır Ki bî-hevâna gelir dest bâd-bânlardan Nâbî imdâd-ı İlâhî İlahî yardım. Lâkin imdâd-ı İlâhî yetişip ordumuza Oldu her bir neferi kal’a-ipûlâd-beden Reşad Sultan V. Mehmet imdâd-ı nigâh Bakış yardımı. İmdâd-ı nigâh ile cihân-gîrî-i fitne Aşûb-ı hırâmiyla mübâhât-ı kıyâmet Nefi imdâd-ı Resûlü’llah Hz. Peygamber s. a. s.’in yardımı. Tecelliyat-ı Hak’tır akl ile idrâk müşkildir Bi-hamdi’llah imdâd-ı Resûlu’llah hâsıldır Âdile Sultan imdâd-ı rusül Resullerin yardımı. Kâidü’l-ceyşindir imdâd-ı rusül Feyz-i te’yîd-i semâvîyâverin Hamdullah Hamdî imhâ’ Ar. Mahv ve yok etme. Kısmen idâre ettin onun sen cünûdunu İmhâda eyledimdi adüvv-i anûdunu Abdülhak Hâmit imhâ-yı hürriyet Hürriyeti ortadan kaldırma. Ne mümkün zulm ile bî-dâd ile imhâ-yı hürriyet Çalış, idrâki kaldır, muktedirsen, âdemiyyetten Namık Kemâl imhâ-yı ma’siyet Günahı ortadan kaldırma. Envâr-ı mağfiret eder imhâ-yı ma’siyet Ehl-i kemâl zulmet-i gayzı kezîmdir Nevşehirli Hikmet imh. il Ar. Mehl’den; 1. Mühlet verme. 2. Tehir etme, bir zaman sonraya bırakma. Bir ârzû olıcak nakş levh-i hâtırda Hemân o lâhzada fırsat bulup bilâ-imhâl Nedim olıcak olunca. Asafâ ömrümü evsâfına hasr eyleyeyim Bir zemân kâbız-ı ervâh ederse imhâl Ziya Paşa imkân Ar. Mekânet’ten; mümkün olma, gücünün yettiği kadar dahil olma, mümkünlük, olabilirlik. Tahsîl-i merâm etmeğe lâ-büdd taleb ister Elbette her imkân husûle sebeb ister Câzim Zeyrekzade İşte bu sebepledir ki el-ân Türkîdeyok irticâle imkân Ziyâ Paşa Nûrun ki etti âlemi rahşân efendimiz Yoktur cihânda zulmete imkân efendimiz Faruk K. Timurtaş imkân-ı hudûd Sınır imkânı. Yoktur şuarâsına husûsâ İmkân-ı hudûd add ü ihsâ Ziyâ Paşa imkân-ı sâlis Üçüncü imkân göz İki dîdesiz âleme Yûsuf ü sen Size yok cihân içre imkân-ı sâlis Fuzûlî imkân-ı visâl Kavuşma imkânı. İmkân-ı visâl olsa da yok râhat-ı vicdân Hicrin sonu vuslatsa da vaslın sonu hicrân Kemalzâde Ekrem Bey imkân-ı zuhûr Ortaya çıkma imkânı. Her ne fitne kim zuhûra hayyiz-i imkân bulur Vech-i imkân-ı zuhûrun ol hatt-ı fettân bulur Nef’î imlâ’ Ar. Melâ’dan; 1. Doldurma, memlu kılma, doldurulma. 2. Yazma, tahrir etme, yazdırma. 3. Mektup veya yazı sözlerinin yazılmasına gerekli olan harfleri gösteren işaretlerin ismi. Söz yok ol gonce-dehen vasfına imlâ sığmaz Teng olur cây-i sühan lafzına ma’nâ sığmaz Nâilî Olıcak habt u hatâ imlâda Hüsn-i hattan ne çıkar ma’nâda Sünbülzade Vehbi Her vezinde kıt’a etmiş imlâ Birçok da rübâî-i dil-ârâ Ziyâ Paşa imlâ-yı sühan Söz imlası. Nice nâ-ehil vügedâ-tıynet ü sâil-meşreb Cerri ser-mâye eder eylese imlâ-yı sühan Sünbülzade Vehbi İmrân Ar. Hz. Meryem ve Hz. Musa’nın babalarının adıdır. Kur’anda 3’üncü surenin adıdır. Âl-i İmran İmran sülalesi. Buna göre İmran kelimesi önce Hz. MusaHz. Harun ve daha sonra da Hz. Meryem ve Hz. İsa için kullanılmıştır. Subh-veş destini zâhir kılsa sîm-efşân olup Ol Yed-i beyzaya benzer ki İbn-ı İmrân gösterir Fehim Hoca Süleyman imrâr Ar. Mürûr’dan; geçirme, geçirilme. Vâdî-i tahayyürde bırakma bizi yâ Rab İmrâr buyur emn ile bu râh-güzerden Muallim Naci imrâr-ı dîde Gözden geçirme; dikkat etme. Bu şi’re eylesin imrâr-ı dîde ey Nâbî Çıkan avâlîm-i ma’nâya nerdübânlardan Nâbî imrâr-ı evân Vakti geçirme. Mükedder biri yâd-ı ihvân eder Tahassürle imrâr-ı evân eder Abdülhak Hâmit imrâr-ı vakt Vakti geçirme. Güft ü gû efsâne ile eyleme imrâr-ı vakt Adile vakt-i seherde âh u efgân gözlerim Âdile Sultan imrûz Far. Bu gün, içinde bulunulan an. Olaydı Atıfeti şerh-sâz-ı nüsha-i cûd Verirdi va’de-i imrûz lutf-i ferdâya Fehim Hoca Süleyman Çünki vâ-bestedir evkâtına intâc-ı merâm Fikr-i imrûzda endîşe-i ferdâ ne belâ Sâlik Kasımpaşa Mevlevihanesi Şeyhi Halil Efendi Mahdumu Çün kâr-ı nihânî-i meşiyyet ola ma’lûm Çekme gam-ı imrûz eyle endîşe-i ferdâ Sâmi imsâk Ar. 1. Salı vermemek, tutmak, hapsetmek. 2. Kendi nesfsini zapt edip perhiz etmek, yeme içmede bulunmama. 3. Oruca başlama zamanı. 4. Cimrilik, pintilik, tutuculuk. Halka sirâyet eyledi âsâr-ı inbisât İmsâke hîç alâmet-i te’kîd kalmadı Nâbî Meslek-i sifle-nihâdândır âz ü imsâk Reh-i bâlâ nazaran himem ü ihsân yoludur Nâbî Ne sîm ü zer ne bîm ü havf ü ne endîşe-i imsâk Bakılsa dîde-i im’ân ile râhatta müflisler Tâlib Bursalı Mehmet imsâk-ı bâr Mal, mülkte tutuculuk. İmsâk-ı bârı ehline bir kat günâh olur Şöhret olursa maksadı ihsân edenlerin Nâbî imşeb Far. Bu gece. Felek imşeb hilâl-i hâle-pirâyı edip der-dest Hemânâ ol dervîşe tutmuş bir kemer keşkûl Kânî Ebubekir imtidâd Ar. Medd’ten; 1. Uzama, uzun sürme. 2. Uzun boy. 3. Uzunluk. Bu mücerrebdir ki bulmaz zulm bunda imtidâd Bu mukarrerdir ki zâlim bunda olmaz pay-dâr Fuzûlî Kim helâk olmak mukarrer zannederdim kendimi Bulsa birkaç gün dahi eyyâm-ı hicrân imtidâd Nef’î Uçup duran o havârık bir ihtiyâc-ı şedîd Piyâde harcı mı, hâşâ, bu imtidâd-ı medîd Mehmet Akif imtidâd-ı cevr Eziyetin uzaması. Bu imtidâd-ı cevre bahtın şitâbı var Mihnetmedâr olan feleğe intisâbı var Nedim imtidâd-ı medîd Çok uzun süren uzama. Uçup duran o havârık bir ihtiyâc-ı şedîd Piyâde harcı mı, hâşâ, bu imtidâd-ı medîd Mehmet Akif imtidâd-ı ömr Ömrün uzayışı. Sâyendedir imtidâd-ı ömrüm Binler yaşa ey nihâl-i ümîd Muallim Naci imtihân Ar. Mihnet ve mehn; den; sınama, deneme, sınıf geçme için sorulan sorular. Ne var bir kerre de et imtihân lutf-ı visâlinle Dilimde âzmâyiş etmedik hangi cefâ kaldı Nâbî Sanma hâlis dost olur her kem-ıyâr ü ebteri Ur mihekk-i imtihâna, fârik ol seng ü zeri Âgâh Osman Paşa Trabzonlu Olalı tekye-gâh-ı dilde mihmân Adile yârim Ne izz ü şân ile ne saltanatla imtihânım var Âdile Sultan imtihân-ı çeşmânî Gözlere ait imtihan. Bizde eyler imtihân-ı çeşmânî hep sihrin Nedîm Tahta-i meşk-füsûnuz şimdi biz câdûlara Nedim imtihân-ı hulûs Katkısız, saf imtihan. Gönül, murâdın ise etmek imtihân-ı hulûs Hamûşluk kadar olmaz sana nişân-ı hulûs Necati Bey imtihân-ı mîz-bân Ev sahibinin imtihanı. Mihmân olsan çekilmez imtihân-ı mîz-bân Mahv olurdu himl-i minnet çekse çarh çenberi Nazîm Yahya imtihânî İmtihana ait. Her ne söylersem kazâ mazmûnunu isbât eder Onu bilmez kim hitâb-ı imtihânîdir sözüm Nef’î imtilâ’ Ar. Melâ’dan; dolma, doldurulma, dolgunluk. Gerçi ni’met çok, kifâyetten tecâvüz kılma kim İmtilâ bâr-ı bedendir bî-huzûr eyler seni Fuzûlî İçsin ko hûn-i mâl-i harâmı alekgibi Zâlim tasavvur etmez ise imtilâsını Nâbî imtilâ-yı kerem Cömertliği doldurma. Dize çîn-i neamı sofra-küşâ-yı himmet İmtilâ-yı keremi diye şikem-perver-i âz Nef’î imtinâ’ Ar. Men’den; çekinme, vaz geçip geri durma. Haklıdır cânân vedâlmdan ederse imtinâ Vehm eder eşk-i revânımdan belâ bârânıdır Nâbî Pertev-i ruhsârının her zerresi bir mâh olup Vâcib oldu etmemek aşk-ı bütândan imtinâ’ Esrar Dede imtinân Ar. Minnet’ten 1. Yapılan bir iyiliği başa kakma. 2. Memnun ve müteşekkir olmama. Ol mey ki neş’esinde ola bûy-i imtinân Seng-i kazA dokunması yeğdir sebûsuna Nâbî Bir mey ki ola neşvesinde bûy-i imtinân Seng-i kazA dokunması yeğdir sebûsuna Namık Kemâl Ahenden olsa da feleğin çek kemânını Çekme felekte siflelerin imtinânını Koca Râgıp Paşa Ey fakîrân! Kış geçer, geçmez azab-ı imtinân Bir eteksiz kürk için takbîl-i dâmendengeçin Muallim Naci İnsâf yok mu ettiğim bu âh u figân yeter Öldürdün artık eylediğin imtinân yeter Ziyâ Paşa imtinân-ı halk Halkın başa kakması. Gerekmez imtinân-ı halk ile şâh-ı cihân olmak Bana bestir kapında bende-i bî-imtinân olmak Cinânî imtinân-ı mîz-bân Ev sahibinin başa kakması. Mihmân olsan çekilmez imtinân-ı mîz-bân Mahvolurdu haml-i minnet çekse çarhı çenberi Nazîm Yahya imtisâl Ar. Misl’den; 1. Tam bağlılık. 2. Muvafakat etme, uyma. Tefvîz edip umûrunu âkıl meşiyyete Fermân-ı Hâlikü’l-beşere imtisâl eder Nâilî Akl ü mâlin cemine âlemde yoktur ihtimâl Sen işinde muktezA-yı asra eyle imtisâl Ziyâ Paşa İki emre birden edip imtisâl Hemen ibtidâ eyledim igtisâl Keçecizade İzzet Molla imtiyâz Ar. 1. Başkalarından farklı olan. 2. Ayrncalık. 3. Bir işi özel bir kişi veya müesseseye verme. c. imtiyâzât. Bâkî karîn-i firkatin olmak revâ mıdır Akrân içinde böyle iken imtiyâzda Bâkî La’net o merd-i muhteşem-i bî-fazîlete İkbâl-i dehri vâsıta-i imtiyâz eder Recaizade Ekrem imtiyâz-ı küfr ü dîn Din ve küfür imtiyazı. Ol amîmü’l-feyz-i mün’imsin ki feyz-i şâmilin Rızk taksîminde kılmaz imtiyâz-ı küfr ü dîn Fuzûlî imtiyâz-ı sâbit Sabit ayrıcalık. İmtiyâz-ı sâbit ü seyyârı müşkildür hayâl Zanneder keştî-nişînân sâhil-i deryâ yürür Koca Râgıp Paşa imtiyâz-ı vahşet Vahşet ayrıcalığı. Bir imtiyâz-ı vahşet iken sefk-i dem bize Hattâ cezâda olsa sezâdır âdem bize Abdülhak Hâmit imtiyâzât İmtiyazlar. imtiyâzât-ı makâmât ü usûl Usül ve makamlar ayrıcalığı. İ’tibârât-ı tekâsüm ü fusûl İmtiyâzat-ı makamât ü usûl Nâbî imtizâc Ar. Mezc’ten; uyma, yaratılış veya cismen uygun olma. Olmaz idi miyân-ı leîmânda imtizâc Mâbeynde alâka-i cinsiyyet olmasa Nâbî Nabz-âşinâ hekîmin o nesnâs-ı nâ-mizac Çirkinliğiyle ben onun etmiştim imtizâc Abdülhak Hâmit Bî-gam olmam hem-nişîn olsam da cânânımla ben Derd-nâkım imtizâc etsem de dermânımla ben Muallim Naci imtizâc-ı ehl-i irfân İrfan sahibi kişilere uyma. Hünerdir imtizac-ı ehl-i irfâna sebeb zîrâ Dü-mevzûn mısrâ’a ülfet veren her yerde mazmûndur Belîğ imzâ’ Ar. Bir belgeyi geçerli kılmak için kendi adını yazma. Dâd-ger-i pâdişeh-i âdil ü âlî-şân kim Her ne emr etse kazA hükmünü eyler imzâ Nef’î Söylenilmez söylenilse fehm olunmaz neyleyim Bes leb-i hâmûşumuz bu defterin imzasıdır Esrar Dede Vaktâ ki erdi gûşuma bu müjde eyledim İmzâ efendimin keremin hem kerâmetin Nedim imzâ-yı cevâz Müsaade edilen imza. Hüccet-i afv ü kerem etmez kabûl-i fesh ü nesh Kâdî-i endîşe imzâ-yı cevâz etmezse de Nâbî în, ıyn Ar. Aynâ’nın çokluğu. İri ve güzel gözlüler. Tîre çeşmim aydın etsin ruhların ey hûr-ı în Hâke pertev salsa gelmez zerrece Hurşîd’e şeyn Aşkî Tireli Hûr-i în olurdu mağz-ı âşüfte vü mest ü ebed Zerre gerdin rûzigâr etseydi Adn’e armagân Üsküdarlı Hakkı Bey în Far. Bu. Sâf-kalb ol kimseye tutma sakın kalbinde kîn Fahr-ı Alem dedi sığmaz kîn ile bir yerde în Muhibbî, Meftunî Kanunî Sultan Süleyman Hûr-i în olurdu mağz-ı âşüfte vü mest ü ebed Zerre gerdin rûzigâr etseydi Adn’e ermagân Üsküdarlı Hakkı Bey Ân u în Bu, şu. Kem cür’a ile Hamdî’ye bir keyf verdi ışk Kim ân u în görünmez ona keyf ü eyn Hamdullah Hamdi inâ’ Ar. Geciktirme, alıkoyma; zayıf düşürme. inâ-yı vücûd Vücudu zayıf düşürme. Lebinden aldığı bûy-ı elest neş’esidir Ki feyz-i rûh ile leb-rîzdir inâ-yı vücûd Nevres-ı Kadîm inâbe, inâbet Ar. 1. Günahlara tövbe edip Hak yoluna girme. 2. Bir mürşide baş vurup tarikata girme. Sittîn erişti ey dil inâbet zemânıdır Ser-germî-i hevâdan ifâkat zemânıdır Nâbî Eyle Mevlâ’ya inâbet terk edip bu benliği Câhil-ı Mâbsın çün kılma daâ-yı safâ Âdile Sultan Himmeti hâzır olan mürşid-i kâmil nâ-yâb Ben de bî-himmet olan şeyhe inâbet edemem Hâmî Hâmî-i Âmidî inâd Ar. Bir konuda muhalefette, zıt olmada ısrar, direnme, muannidlik. Fermân-ı aşka cân ile var inkıyâdımız Hükm-i kazaya zerre kadar yok inâdımız Bâkî Etmez sühanda kadrimi ikrâr müddeî Akl-ı selîmi yok değil ammâ inâdı var Seyyit Vehbî Pâyân ver elverir bu inâd ü lecâcete Celbeyledim, unutma, seni bâb-ı hâcete abdülhak Hâmit inâk Ar. Boynuna sarılma, sarmaşma. inâk-ı aşk Aşk sarılması. Bezm-i inâk-ı aşkta cân mey-perest iken Öğrenmiş idi câm adını Cem dedikleri Nizami in’âm Ar. Ni’met’ten; ihsan etme, bahş etme. c. in’âmât. Zulm ile akçeler alup zâlim Eyler in’âm halka minnet iZe Fuzûlî Cânâ safâ hengâmıdır îş ü tarab eyyâmıdır Sultân-ı gül in’âmıdır seyr eyle ihsânın yine Râmî Yok farkı bahîl ile o ehl-i keremin kim İn’Amı ola kavm-i ahibbâsına mahsûs Sünbülzade Vehbi in’âm-ı âm-ı Ahmed Hz. Muhammed halkının ihsanı. Hırz-ı emân enâma iz’ân-ı nam-ı Ahmed Ümmîd-i hâs ü Ama inâm-ı âm-ı Ahmed Hamdullah Hamdi in’âm-ı Hak Hakk’ın ihsanı. imâret rüknidür âyendeye huld-ı naîm O saâdet dârı kim in’âm-ı Hak’tır bî-add Türk Firdevsisi inân Ar. Dizgin, yular. Nefsi riyâzet ile tutar çile-keş olan Nerm eyler esb-i serdi inânın sıkıntısı Arif Mütercim-ı Arabî Reisülküttab Mîr Zencîr ile olmaz imtinânım Tek sende bulunmasın inânım Abdülhak Hâmit Şehsüvâr-ı deşt-i ma’nâ kim semend-i hâmeye Ruhsat-ı cevelân verip ger etse irhâ’-yı inân Ziya Paşa inân-ı azm Azim dizgini. Nâ-gâh vehm-i vesvese-fermâ-yı kec-nazar Urdu inân-ı azmime dest-i cesâreti Nâbî inân-ı dil Dilek dizgini. Rahş-ı emelim aldı inân-ı dili elden Ahir sürerek vâdî-i hicrâna düşürdü Tıflî inân-ı ihtiyâr Seçme yuları. Sû-be-sû sevk eyleyen hep sâik-i takdîrden Kimsenin destinde yok Râgıb inân-ı ihtiyâr Koca Râgıp Paşa inân-ı iktidâr İktidar dizgini. İnân-ı iktidârım gitti elden bî-mecâl oldum Beni dûr eyleyelden ta’ne-i düşmen rikâbından Cinânî inân-ı rahş-ı kilk Kamış kalemin gösterişli dizgini. Çek inân-ı rahş-ı kilkigeçmesin i’câzı da Arsa-i ma’nâda Neylî hem-inân lâzım sana NeyH inân-ı sabr Sabır dizgini. Gördüm semend-i himmet sa’y ile menzil almaz Aşkî inân-ı sabrı dest-i rızâya verdim Aşkî inân-gîr Dizgin tutan. Zevkı var cilve-iyek-rân-ıgurûrun ammâ Olmasapençe-i idbâr-ı inân-gîr olmak Nâbî inân-gîr-i duâ Dua dizginini tutan. Olur elbette nişânek-zen-i meydân-ı kabûl Pençe-i ma’siyet olmazsa inân-gîr-i duâ Nâbî inâs Ar. Ünsâ’lar, kızlar, kadınlar. Mezarlığı düşün biraz defîn-i hâk olanların Zükûru var, inâsı var yetimi, pîri, şâbı var İsmail Safa inâyet Ar. Bir kimse bir zahmetli işe uğradığında ona iyilik edip o işten kurtarmak, ihsanda bulunma, yardım, ihsan, iyilik. c. inâyât. Lâzım değil inâyeti ehl-i tekebbürün Bahş eyledim atâsını vech-i abûsuna Nahîfî Süleyman İnâyet her kime yüz tutsa isyân-ı hicâb olmaz Güneş doğdukta zîrâperde-i zulmet nikâb olmaz Şeyh Galip Az eyleme inâyetini ehl-i derdten Ya’nî ki çok belâlara kıl mübtelâ beni Fuzûlî Tâli’de devlet olmasa hizmet ne fâide Hak’tan inâyet olmasa tâat ne fâide Nişanî Karamanlı Nişancı Mehmet Paşa inâyet-i ezelî Ezelî lütuf. İnâyet-i ezelî mürşid olmasa Şeyhî Hidâyet etmek için Mehdî-i zemân kim olur Şeyhi inâyet-i Hak Hakk’ın lütfu. Câsûs eden mekâmin-i gayba tahayyülün Tashîh eder inâyet-ı Hakk’a tevessülün Nâbî inâyet-i şâh Şahın inayeti. Ne özür edersem artık gelir günâhımdan Meğer inâyet-i şâh ola özr-hâh bana Ahmet Paşa inbât Ar. Nebât’tan, yerden ot bitirme. Kimdir beni tevlîd veyâhûd kılan inbât Ancak şu işâret onu eyler sana isbât abdülhak Hâmit inbîk Ar. Özel damıtma âleti. Ona ne kar’ ü ne inbîk gerek O nefestir ona tevfîk gerek Nâbî inbîk-i dikkat Dikkat inbiği. Mizâc-ı âlemi, hâzık isen, tahlîle sa’y eyle Geçir her şahsı bir unsur gibi inbîk-i dikkatten Lâ inbisât Ar. Bast’tan; 1. Yayılmak, açılmak. 2. Genişlemek. 3. Gönül açıklığı, ferahlık. Halka sirâyet eyledi âsâr-ı inbisât İmsâke hîç alâmet-i te’kîd kalmadı Nâbî Eyyâm-ı inbisât iledir lezzet-i hayât Tûfân-ı gamda âdeme lâzım mı ömr-ı Nûh Esad Musullu inbisât-gâh Ferahlık yeri. inbisât-gâh-ı sükûn Sakin ferahlık yeri. Leyl bir inbisât-gâh-ı sükûn Rûz bir ihtilât-gâh-ı şüûn Muallim Naci incâz Ar. 1. Vaadi yerine getirmek, sözünde durmak. 2. Birinin hacetini reva görmek. c. incâzât. Birden güsiste olmaz idi rişte-i ümîd İncâz olunsa va’de-i ferdâ kibârda Nâbî Va’d-i lûtf eyler isen az eyle Lîk mev’ûdunu incâz eyle Sünbülzade Vehbi Aftâb-ı himemin zâil ü âfil olmaz Nûr-ı incâz verir sahn-ı mevâîde hemân Şinasi İncîl Ar. Hz. İsa peygambere nazil olan semavî kitap. c. enâcîl. Zemîn-bûs-i kadrinçün İncîl ede Beşer sana ne dille tebcîl ede Ahmet Paşa Büt-hâne-i hüsnünde hat zülfü eder tefsîr İncîl yazar künc-i kamâmede Yohannâ Esrar Dede Gelmeden Furkân ile İncîl ü Tevrît ü Zebûr Safha-i suhuf-ı cemâlin âşıka mezbûr idi Hamdullah Hamdi incilâ’ Ar. Cilâ’dan; 1. Cilalanma, parlama. 2. Belli, meydanda, aşikâr. 3. Görünme. Ref’ edince mâsivâyı nûr-ı Hak eyler zuhûr Maksad ancak kalbe böyle incilâ vermektedir Selimî Yavuz Sultan Selim Bakın hevâ ne güzel açtı incilâ buldu Deminki velvele, şiddet sükûn-pezîr oldu Tevfik Fikret Düştün bu leyl-i gurbete mehcûru incilâ İndin bugavr-ı zulmete me’yûsu i’tilâ Kemalzâde Ekrem Bey ircilâ-yı bahâr Baharın ortaya çıkışı. Günün birinde ki bir tûde ebr-i nâmiye-bâr Verip havâlî-ı Ken’âna incilâ-yı bahâr Tevfik Fikret incilâ-yı ruh Yanağın parlaması. İncilâ-yı ruhu yaktıkta fetîl Söndü kandîl-ı Zebûr ü İncîl Hakanî incilâ-bahşa Parlaklık sunan. incilâ-bahşa-i vicdân Vicdana parlaklık veren. Sen ey ebr-i münevver, incilâ-bahşa-i vicdânsın Tevfik Fikret incimâd Ar. Donma, salâbet kesb etme, katılaşma. Cihânı incimâd etti ihâta havfim ondandır Ki ide zımn-ı cevâhirde olan âba sirâyetler Nâbî Tasavvur-hâne-i fikrette kesb-i incimâd eyler Heyülâ-yı maânî bulmadan sûret beyân üzre Ziyâ Paşa Kalbimde incimâd eder âmâl-i neşve-bâr Mecrûh nâlelerle dolar ömr-i intizâr Kemalzâde Ekrem Bey incizâb Ar. Cezb’den; cezb olunma, bir nesnenin cazibesi kuvvetiyle o nesneye doğru gitme. c. incizâbât. Eşyâda bir incizâb var birbirine Pervâne yanar mı boş yere, yanmasa mum Âsaf Mahmud Celaleddin Paşa İncizâbın görülür nerde bir âfet görsen Görmedim sen gibi âlemde belâ-hâh gönül Muallim Naci incizâb-ı dil Gönül cezbedişi. Tâze kenîzegâne ise incizab-ı dil Bî-tablıkta fevt olur onun da lezzeti Nâbî ind Ar. 1. Yan, nezd, kat, huzur. 2. e. Yanında, göre. 3. e. Olunca, olduğu hâlde. Bin safsata bir mısrâ’-ı bercesteye değmez İndimde esâtir-ı Felâtûn hezeyândır YenişehMi Avni Görsem de görmesem de bu indimde bir benim Mâdem ki şimdi her biri kalbimdedir benim Yahya Kemal ind-i Bârî Allah’ın yanında. Nizam-ı halk-ı âlem mültezimdir ind-ı Bârî’de Hudâ kâdirdir ammâ sîmi zer leyli nehâr etmez Ziya Paşa ind-i Hak Hak katı. Her meşakkat kim görürsün ind-ı Hak’tandır nüzûl Kahr u lutfun illetidir tutma sen dilde melâl Ümmî Sinan ind-i İlâhî Hak yanı. Bir olur ind-ı İlâhî’de Süleymân ile mûr Der-geh-ı Hak’ta hemân şâh ile sâil birdir Keçecizade İzzet Molla inde’l-kirâm Büyüklerin arasında. Olmasa şâyi’ onu tahrîre vermezdim rızâ Özrüm ümmîdim budur makbûl ola inde’l-kirâm Nâbî inde’t-taleb İstek katında. Verdi beşere karz ile Hak nakd-ı hayâtı İnde’t-taleb elbette müheyyâ-yı edâdır Emrî Edirneli Emrullah indifâ’ Ar. Deften; 1. Ortadan kalkma. 2. Yer yer başgösterme. Nîm-şeb ol meh çıkıp halvet-geh-i ibdâ’dan Tîregî-i kesret-i mevhûmu eyler indifâ’ Esrar Dede ineb Ar. Üzüm. c. a’nâb. bintü’l-ineb Şarap üzüm kızı. Döşeyip sofra-i ayş u tarabı Çekse İncirli’de bintü’l-inebi Yenişehirli Avni Kevser-i hûra murâdı zahidin Fikr-i âşık şâhid ü âb-ı ineb Muhibbî, Meftunî Kanunî Sultan Süleyman Hem-vâre humla hoş başı câm ile leb-be-leb Ümmü’l-habâis olsa ne ola duhter-i ineb Nedim a’nâb İneb’ler, üzümler. a’nâb u nahîl Hurma ve üzümler. Pürdür ol bostânda a’nâb u nahîl Var budaklarında cömerd ü bahîl Ubeydî infâz Ar. Nüfûz’dan; 1. Öte tarafa geçirme, geçirilme. 2. Hükmünü verme, hükmü verilme; icra, yerine getirme. c. infâzât. Senindir devr-i devlet hükmünü dünyâya infâz et Hudâ ikbâlini hıfz eylesin her türlü âfetten Namık Kemâl Hükm-i kader ne ise infâz eder merâmın Olmaz rehîn-i tağyîr, bulmaz fenâ bu kânûn Hakkı Paşa İsmail infiâl Ar. Fi’l’den; 1. Müteesir olma. 2. Gücenme, kırılma. c. infiâlât. İnfial etmeğe âmâde gürûh-ı ittibâ Aşk sevdâsına ser-beste civârî vügulâm Nâbî Gitmez kulûb-ı kâsiyeden nakş-i infial Seng üzre mürtesim olan âsâr saht olur Râşid Molla Feyzizâde Müverrih Mehmet Sesler durur, hayâl uyuşur dilde, beste-leb Yüksekte nefha nefha eser bâd-ı infial ahmet Hâşim infikâk Ar. Fekk’ten; Bir şeyin yerinden ayrılması, çözülme. Her âyîne benden değildi cüdâ Baîd eylesin infikâkın Hudâ Keçecizade İzzet Molla Bir zerredir ki zerre-i nd-müntehd-yı hâk Bir zerre hârice edemez ondan infikâk Ziya Paşa infirâd Ar. Ferd’ten; Topluluktan ayrı durma, yalnız olma, tek olma. Vücûdu herbirinin başka âlemdir hakîkatte Olur anunçün ehl-i dil cihânda infirad üzre Nef’î Cihân artık değişmiş infirâdın yoktur imkânı Göçüp ma’mûrelerden boylasan hattâ beyâbânı Mehmet Akif infisâl Ar. Fasl’dan; ayrılma, yerinden kesilme, münfasıl olma. Neydi cürmün bilmem ki âyîne-i ümmîdimi Etti bu sûretle muğberr infisâlin sûreti Nevres-ı Cedîd Osman Sipihrin bahtını ikbâlini hep pây-mâl ettim Hayâtımdan muazzezken vatandan infisâl ettim Namık Kemâl Lânesinden bulsa bir dem infisâl Yoktur ircâHnda kat’â ihtimâl Ziya Paşa inhâ’ Ar. Nehy’den; 1. Yetiştirme, ulaştırma. 2. Vazifeye başlama veya terfi etme yazısı. Münhî-i ma’rifeti hâl diliyle dâim Kılar ehl-ı Hakk’a esrâr-ı hakîkat inhâ Fuzûlî Hilâf inhâ rakîb ol âfeti tenfîr edip benden O sengîn-dil müzevver mühr kazmış nâme uydurmuş Nâbî inhâ-yı muhlis-âne İyi niyetle ulaştırma. Ümîd-i nâme-i rahm etme ol cefâ-cûdan Ki ma’nî-i sitem inhâ-yı muhlis-ânesidir Nâbî inhidâm Ar. Hedm’den; çökme, yıkılma. Canlılar için kullanılır. Ta bula âsâr-ı gerdûn inhidâm Ta ola eş’âr-ı mevzûn ber-devâm Ziyâ Paşa İşit On dört asırlık bir cihânın inhidâmından Kopan ra’din, ufuklar inliyor, hâlâ devâmından Mehmet Akif inhilâl Ar. Hall’den; 1. Açılma, çözülüp açılma. 2. Dağılma. 3. Erime. Ezvâk-ı gayz u kîn ile mestîdedir serim Hûnumda zehr-i nûr-ı gurûb etmiş inhilâl Ahmet Hâşim Nâle kılmaktan tenim oldu karîn-i inhilâl Öyle zafa uğradım ki herkes beni zannetti nâl Lâ inhimâk Ar. Bir şeyin üzerine ziyadesiyle düşme. c. inhimâkât. Bir kışrdır ki cümle hayvâna rûz u şeb İhzar-ı rızk u tûşe için eyler inhimâk Ziya Paşa inhinâ’ Ar. 1. Eğilme, eğrilme, bir tarafa çarpılma. 2. Bükülüp iki kat olma. İnhinâ tavk-ı esârettengirândır boynuma Fikri hür, irfânı hür, vicdânı hür bir şâirim Tevfik Fikret inhirâf Ar. Bir tarafa doğru meyletmek, çarpılmak. inhirâf-mizâc keyifsizlik, kırıklık, kırgınlık. c. inhirâfât. Reşk-i ruhsârın dil-i horşîde salmış ıztırâb Gayret-i kaddin mizac-ı şem’a vermiş inhirâf Fuzûlî Güçsüzüm yâ Fahr-ı Alem derde dermân eylesen Mahrefenden inhirâf eyler isem affeyle Sen Şeref Yılmaz Kasvet-i kalbden gelir ekser mizâca inhirâf Meşhuri Selânikli inhisâr Ar. Hasr’dan; 1. Bir işi, başkası yapmamak üzere bir kişi veya kuruluşa verme. 2. Tekel. Bu âlem-i fânîde sen de inhisârcısın Attığın zâr düşeştir ne yaman kumârcısın Badi Nedim Ofdağ inhitât Ar. Hatt’tan; 1. Düşme, aşağı inme, gerileme, tedenni. 2. Aşağılama. 3. Yaşlanma. 4. Kuvvetten düşme. 5. Şişliğin azalması. Bir ufk-ı i’tilâ açılır, yükselir hayât Yükselmeyen düşer; ya terakkî, ya inhitât! Tevfik Fikret inhizâm Ar. Hezîmet’ten; 1. Hezm olunma, el ile basılıp ezilme. 2. Savaşta bozguna uğrama, sınma. Budur ümîdimiz kim düşmenin bünyân sâmânı Bu günden sonra bî-şek rahne-yâb-ı inhizâm oldu Nedim Şeb mahv olur hemîşe ki necm-i seher doğar Encâm-ı inhizamda mihr-i zafer doğar Rahmi in’ikâs Ar. Aks’ten; 1. Aksetme, yansıma. 2. Ters çevrilme, geri çevrilme. c. in’ikâsât. Olsa ger mirât-ı dil sâfî sakal-ı zikrile Eyler ol âyînede nûr-ı tecellî in’ikâs Nuri Nasıl berk-ı dehâettir ki lemh-i in’ikâsıyla Hayât-engîz olur bir kütle-i câmidde? Hayretler Tevfik Fikret Eğer birşem’a bin âyîne tutsan in’ikâs eyler Bu vech-i vahdeti, a’mâ olan, kesret kıyâs eyler Lâ in’ikâs-ı peyker-i cân-perver Gönül açan güzelliğin aksetmesi. Etse tasvîrim teveccüh âlem-i ervâh olur İn’ikâs-ı peyker-i cân-perverimden müstenîr Muallim Naci in’ikâsât Yansımalar, yankılanmalar. in’ikâsât-ı nûr-ı zerd Sarı ışığın yansımaları. Şimdi rûhum bu şems-i muhtazırın İn’ikâsât-ı nûr-ı zerdiyle Ağlıyor derbeder, hazîn, hâsir Ahmet Hâşim in’ikâs-âver Tersine döndürme. İn’ikâs-âver olur âyîne-i idbâra Akıbet nakş-ı nigûnsâr-ı umûr-ı ikbâl Hersekli Arif Hikmet in’itâf Ar. Atf’tan; bir tarafa dönme, yönelme, meyletme. 2. Eğilme, iki kat olma, bükülme. Feminin rengi aksedip tenine Yeni açmış güle misâl olmuş İn’itâfiyle bak ne âl olmuş Namık Kemâl inkâr Ar. Nekr’den. “öyle değildir” diye iddia etme. İnkâr etme sûfîşarâbın menâfi’in Üstâd-ı hikmet öyle buyurmuş kitâbda Bâkî inkâr-ı hatâ Yanlışı inkâr etme. Cürmüm bilirim muherif-i mahiyetim ben İnkâr-ı hatâ etme de bir gûne hatâdır Keçecizade İzzet Molla inkâr-ı ışk Aşkı inkâr etme. Fakîh-i medrese ma’zûrdur inkâr-ı ışk etse Yok özge ilmine inkârımız bu ilme câhildir Fuzûlî inkıbâz Ar. Kabz’dan; 1. Kabız olma. 2. Sıkıntı çekme. Gonca-veşgönlümden aslâ zâyil olmaz inkıbâz Bana niçe dil-güşâ olsun temâşâ-yı riyâz Behiştî Eğer verse rencûra râvend-ı Çîn Olur inkıbâz mizâca muîn Keçecizade İzzet Molla Zulmetin nûru, küsûfun keşfi, hecrin vaslı var İnkıbâzın bastı, usrün yüsrü, akdin faslı var Lâ inkılâb Ar. Kalb’ten; 1. Dönme, değişme, başka türlü, başka şekilde olma. 2. Hâl, yapı ve usûl değişme. c. inkılâbât. Dâr-ı cihân ki dâire-i inkılâbdır Elbette hâli ehl-i gurûrun harâbdır Hersekli Arif Hikmet Çarh-ı gerdûndan bilirsin eksik olmaz inkılâb Bekle yârin eşiğin kim bir gün ola feth bâb İbni Kemâl Beni karârım ile koymaz oldun ey gerdûn Yeridir âhım ile versem inkılâb sana Fuzûlî Rûzigârım buldu devrân-ı felekten inkılâb Kan içer oldum ayağın çekti bezmimden şarâb Fuzûlî inkılâb-ı celâl ü cemâl-i dil Gönül güzelliğinin büyüklük değişikliği. Hayret-nişîn etti beni fikretim gibi Emvâc-ı inkılâb-ı celâl ü cemâl-i dil Esrar Dede inkılâbât İnkılâplar. “Ailî bir inkılâb olsun” diyen me’yûs olur Çünkü “çıplak” inkılabâtın rezalettir sonu Mehmet Akif inkırâz Ar. Tek bir kişi kalmamak üzere tükenip yok olma. Bana ömrün sübhasının inkıtâH yeg gelir Devr-i hüsn-i yâre gelmekten Behiştî inkırâz behiştî yeg daha iyi inkırâz-ı bahârân Baharların tükenişi. Ne inkırâz-ı bahârân ki hân-ı yağmâda Şarâb mahzeni Cem’den sebû sebû dökülür Yahya Kemal inkıtâ’ Ar. Kat’dan; kesilme, kat’ olunma. Bana ömrün sübhasının inkıtâH yeg gelir Devr-i hüsn-i yâre gelmekten Behiştî inkırâz behiştî yeg daha iyi inkıyâd Ar. Kayd ve kıyâdet’ten; yumuşak başlı olma, boyun eğme, ram olma, itaat. etme. Fermân-ı ışka cân ile var inkıyâdımız Hükm-i kazaya zerre kadar yok inâdımız Bâk Vezaret eyleye devletle dîvân-ı hümâyûnda Ola fermânına şâhân-ı âlem inkıyâd üzer Nef’î Beş ongün oldu ki, mu’tâda inkıyâd ile ben Sabâhleyin çıkıvermiştim evden erkenden Mehmet Akif inkisâf Ar. Küsûf’tan; 1. Güneş tutulması. 2. Parlaklığı sönme. Baktım o cebhe-i seherin inkisâfına Bir levha seyreder gibi lâ-kayd ü hande-zen Tevfik Fikret inkisâr Ar. Kesr’den; 1. Kırılma, gücenme, şikeste olmak. 2. Beddua etme. Sohbet-i nâ-cins olur elbet medâr-ı inkisâr İttihâd-ı seng ü âhenden görünmez mi şerâr İshak Şeyhülislam Efendi Gönül âyînedir sevmez gubârı Götürmez câm-ı Cemşîd inkisârı Âhî Düşünmeden geçemem, yâr bî-hemâldir Odur beni arayan hîn-i inkisârda Recaizade Ekrem inkisâr-ı derûn Kalbi kırılma. Sâf eyleyenler âyîne-i kalb-i âşıkı Vermişler inkisâr-ı derûndan safâ bana Fasih Ahmet Dede inkisâr-ı hâtır Gönlü kırılma. Hûn-ı ciğerle dolmuş câm-ı zer olmadansa Bî-inkisâr-ı hâtır işkeste sâgar olyun Nâilî inkişâf Ar. Keşf’ten; 1. Açığa çıkma, zâhir ve âşikâr olma. 2. Açılma. c. inkişâfât. Sıfat ü zât yek-diğerden olmaz bir zemân münfek Ziyânın inkişâfı şemsden, şemsin ziyâdandır Nevres-i Kadim Ne havf eylersin ey dil sırr-ı ışkın inkişâfından Benim ol gamze gibi mu’temed bir râz-daşım var Nedim Bir lâhza önce aldanarak inkişâf eden Ezhâra dehşet-âver oldu Tevfik Fikret inkişâf-ı gül Gülün açılması. Pür-haşrdır gözünde onun inkişâf-ı gül Mahzûz olur ne yolda ise keşfi râzdan Abdülhak Hâmit inkişâfât İnkişaflar, gelişmeler. İnkişâfâtını bir milletin erbâb-ı nazar Kocaman bir ağacın tıpk ı çiçeklenmesine Benzetirler ki. Mehmet Âkif ins Ar. İnsan takımı, nev-i beşer. Nefse câna olan kuvâ vahdet bulursa hoş revâ Budur sülûk-ı müntehâ ins ile cînden al haber Ümmî Sinan ins-i musâhib Sohbet eden insan. Zevâyâ-yı uzlette tenhâ vü bî-kes Ne ins-i musâhib ne hazz-ı maâşir Cinânî ins-i Üveys Üveys’e benzer insanları. Bulmak istersen eğer ins-i Üveys Her nefes Hakk ile eyle intiaş Nuri ins ü cânn İnsan ve cin kavmi. İns ü cânndan kimseler görmüş değil Kimse ol elden haber vermiş değil Aşk Paşa Der-gehe devlet-penâhî mültecâ-yı hâs u âm Hâk-i pâk-i âsitânı bûse-cây-ı ins ü cânn Nef’î ins ü cin İnsan ve cin. Yer ü gök arş ü ferş ü levh ü kalem İns ü cin iç ü taş vücûd u adem Şeyhi ins ü melek Melek ve insan. Taât-ı ins ü melekten ya’nî Şân-ı a’lâsı iken müstağnî Hakanî ins ü perî Peri ve insan. Ey dil var ise mühr-ı Süleymân dehânıdır Ki ona musahhar ins ü perî mürg ü mûr u mâr Taşlıcalı Yahya Bey insâf Ar. Âdil olma, insaflı davranma. Gelin insâf edelim fark edelim mikdârı Şâiriz biz diyerek lâf ü güzâfı koyalım Muradî Sultan IV. Murat Çeşm-i insâf kadar kâmile mîzan olmaz Kişi nokânını bilmek gibi irfân olmaz Tâlib-ı Kadim Bosnalı Kocup her şeb miyânın cânına can katmada ağyâr Behey zâlim sen insâf et bizim de cânımız vardır Nedim koç- kucaklamak. insâf-şiâr İnsaf gösteren, insaflı. Bir velâ-perver-i insâf-şiâr olsa dahi Nazm-ı eş’ârda hem-kevkebe-ı Hakanî Muallim Naci insân Ar. 1. Âdem, benî âdem. 2. İyi adam, vicdanlı adam. İnsân oldur ki âyîne-veş kalbi sâf ola Sînende neyler âdem isen kîne-i peleng Bâkî Lâyık mıdır insân olana vakt-i kazâda Hak zahir iken bâtıl için hükmü imâlet Ziyâ Paşa Bilmedik zevk-ı visâlin, çekmeyince firkatin Olmayınca hasta, kadrin bilmez insân sıhhatin Fıtnat insân-ı beyâbân Çöl insanı İnsân-ı beyâbân ona nisbetle melektir Cin çarpmışa benziyor insân-ı sadâkat Kânî insân-ı bî-vicdân Vicdansız insan. Denir dünyâya ancak sulh için halkeylemiş Yezdân Fakat meydân-ı cenk etmiş onu insân-ı bî-vicdân Abdülhak Hâmit insân-ı kâmil Olgun insan. Mazhar-i sırr-ı hakâyıktır kulûb-ı ârifân Eylemez şugl-i abes insân-ı kâmilden zuhûr Hersekli Arif Hikmet insân-ı nâ-dân Pişman kimse. Maârif arz edenler bî-şuûr insân-ı nâ-dâna Gül-âb-efşâna benzer cîfe-i bed-bûy-ı hayvâna Lebîb-ı Amidî Abdülgafur Hüseyin insâniyyet İnsanlık. Dest-i gavvâsân insâfa gelir bir gün çıkar Bu meseldir ki sen insâniyyet et ummâna at Lebîb-ı Amidî Abdülgafur Hüseyin insicâm Ar. 1. Su gibi akma. 2. Düzgün, irtibatlı olma. Ma’nâsı latîf lafzı bî-gışş Mazmûn-ı nev insicâmı dil-keş Ziya Paşa insidâd Ar. Sedd’ten; 1. Kapanma. 2. tıkanma. Kusûr ettimse ger ma’zûr ola vasf-ı cemîlinde Reh-i mecrâ-yı feyz olmuştugâyet insidâd üzre Nef’î insilâb Ar. Selb’ten; soyulma, soyulmuş olma, giderilme, kalmama. insilâb-ı ihtiyâr Seçme hakkının kalmaması. Bî-mehâba halka söylenmez hakâyık söyledim Oldu âlem insilâb-ı ihtiyârımdan habîr Muallim Naci insilâh Ar. Selh’ten; 1. Sıyrılıp çıkma, soyunma. 2. Ayın son görünüşü olma. Berk-ı rûz-efrûz-ı âhımdan cihân yek-renk olup Ferve-i ârâmı şebten kıldı dünyâ insilâh Leskofçalı Galip İktisâb-ı sevb-i vuslattır tecerrüdden murâd Sanma kim bîhûde kıldı Kays-ı nâlân insilâh Fâik Memduh Paşa Esbak Dahiliye Nâzırı Bir aceb feyz-i mücerred var ki tîğ-ı gamzede Sıklet-i tekfînden etmiş şehîdân insilâh Memduh Paşa insilâk Ar. Silk’ten; sülûk etme, yol tutma, yola girme. Bir noktadır yemîn ü şimâli beyân eden Eyler cihâta akl bu merkezden insilâk Ziya Paşa inşâ’ Ar. 1. Yapma, imâl etme. 2. Mektup yazmanın ilmi, hüsn-i kitâbet. 3. Lüzumsuz şeyleri olmayan söz. c. inşâât. Tenezzül eylemem inşâya eylesem yoksa Müsebbihân-ı felek vird ederdi inşâmı Nef’î Şi’r ü inşâ ikisi tev’emdir Lîk inşâ dahi pek elzemdir Sünbülzade Vehbi inşâ-yı hudûs Sonradan ortaya çıkan yapı. Aslına nisbetle terettüb eder isbât-ı kıdem Tavr-ı ferdyyet ü sûrettedir inşâ-yı hudûs Hersekli Arif Hikmet inşâ-yı kelâm Söz düzme. Fenn-i emsâle edersen himmet Gelir inşâ-yı kelâma kuvvet Sünbülzade Vehbi inşâ-yı kerem Cömertlik yapma. Nâşir-i şân u şeref münşî-i evsâf-ı selef Mâlik-i rûh-ı ahaff nâil-i inşâ-yı kerem Ahmet Hamdi inşâ-yı kevn Kâinatı yapma. Münşeât-ı dehrde her lafz bir ma’nâyadır Biz de bu inşâ-yı kevnin tâze bir mazmûnuyuz Nâbî inşâ-yı kurûn Değerli insanların sözü, yazısı. Ser behem dâde-i dest-i ahadiyyettir hep Yek-be-yek silsile-i nisbet-i inşâ-yı kurûn Münif inşâ Allah Ar. “eğer Allahü Teala dilerse” anlamında temenni sözü. Bâz-ı himmetle şikârın alıp inşâallah Diye mürg-ı zaferi beste-i fitrâk ettim Şeyhülislam Yahya Câm-ı ikbâli felek şimdi rakîbe sunsun Dil-i nâ-kâma da nevbet gelir inşâallah Ahmet Cevdet Paşa inşâd Ar. Neşd’ten; şiir okuma, şiir söyleme. okuyan kimsenin kendi şiiri olması gerekmez. c. inşâdât. Leylîyi seversen eyle inşâd Bir şi’r ile geçen zemânın yâd FuzûM Gerçi ederim haylice manzûmeler inşâd Ammâ bütün onlardaki ma’nâdan usandım Kemalzâde Ekrem Bey Nedir samîmî sükûnette böyle bir feryâd Neşîde Hâlık’ın ammâ kim eyliyor inşâd Mehmet Akif inşirâh Ar. Şerh’ten; 1. Ferah olma, keyfi gelme. 2. Açılma, gönlü açılma. Gösterir bir başka âlem şimdi her sahrâ bana İnşirâhım şerh olunmaz gayri dünyâlar benim Muallim Naci Bu bezm-i ehl-i keder sürsün inşirâha kadar Piyâle ortada devreylesin sabâha kadar Yahya Kemal intâc Ar. 1. Netice verme, neticelendirme. 2. Doğurma, meydana getirme. intac-ı merâm Meramını sonuçlandırma. Çünki vâ-bestedir evkâtına intâc-ı merâm Fikr-i imrûzda endîşe-i ferdâ ne belâ Sâlik Kasımpaşa Mevlevihanesi Şeyhi Halil Efendi Mahdumu intâk Ar. Nutk’dan. söyleme, nutka getirme. Feyz-i rûhu iltifâtındır beni intâk eden Yoksa deng ü lâl idim mânend-i tasvîr-i cimâd Yenişehirli Avni intıfâ’ Ar. Sönme. Hased bir âteş-i cân-sûzdur kim intıfâ bulmaz Recaizade Ekrem intıvâ Ar. Tayy’den “infiâl” vezninde, dürülme, bükülme. intıvâ-yâb Dürülen, bükülen. intıvâ-yâb-ı kıyâmet Kıyametin toplanması. Sen ki dest-i kereminden onu bîrûn edesin İntıvâ-yâb-ı kıyâmet ola tumâr-ı felek Yenişehirli Avni intiâş Ar. 1. Hastalıktan kurtulup kalkma. 2. Doğrulup kalkma. Bulmak istersen eğer ins-i Üveys Her nefes Hakk ile eyle intiaş Nuri intibâh Ar. Nebeh’ten; uyanma, gözü açık olma. Ey Nâilî terâne-i kilkinden oldular Rûhâniyân-ı mastaba-i intibâh mest Nâilî Eyâ şehriyâr-ı maâlî-penâh Bize mesleğindir veren intibâh Muallim Naci Doğru mudur ye’s ile olmak tebâh Yok mu gelip gayrete bir intibâh Mehmet Akif intifâ’ Ar. Ortadan yok olma, aradan çıkma. Bir lerziş-i alîl ile meyyâl-i intifâ’ Enzârı ağlıyordu bakıp kendi kendine Tevfik Fikret intifâ’ Ar. Nef’den; faydalanma, menfaatlenme, sebeplenme. İntifâ’ından olurlar hergelenler hisse-yâb Zümre-i erbâb-ı tâat firka-i ehl-i hevâ Nâbî Olmasın rüsvâylıkta intifâH kimsenin Gelmesin eksik terâzûda metâı kimsenin Nâilî intihâ’ Ar. Nihâyet’ten; nihayet bulma, nihayet. 2. Sona varıp sınıra dayanma. Ey Fuzûlî intihâsız zevk buldun ışktan Böyledir her iş ki Hakk adıyla kılsan ibtidâ Fuzûlî Işka ne intihâ bulabildik ne ibtidâ Cân vermek ile kimdir ona bula intihâ İbni Kemâl Açıp karşımda bir âgûş-ı mükrim Okur bî-intihâ eş’âr-ı dacvet Tevfik Fikret intihâ-yı her-asfâr Her değersiz şeylerin son buluşu. Olur bidâyet-i sefer intihâ-yı her-asfâr İ’dM-ı fazl u kemâlâtın edemez madûd Sâmi intihâb Ar. Nehb’ten; seçme, seçilme, ihtiyar etme. Kilk-i kudret levh-i sînemde seni kılmış rakam Eyleyip mahbûblar mecmûasından intihâb Fuzûlî İntihâb ettin kamu mürseller içre Ahmed’i Adına kâfir, Müselmânlar onun derler Emîn Muhibbî, Meftunî Kanunî Sultan Süleyman Nice kasîde bir kitâb-ı mecmûa-i intihâb Her nüktesi faslü’l-hitâb her beyti bir genc-i hikem Nef’î intihâb-ı cây-ı bûse Buse yerini seçme. Hatâdır intihâb-ı cây-i bûse rûy-ı dil-berden Gönül, sahn-ı harîm-ı KA’be, de mihrâbı neylersin Rahmî Tersane Kâtibi Vak’anüvis Kırımlı Mustafa intihâz Ar. Hareket etme, yola çıkma, fırsat gözleme. Ehl-i bezm gül-şenin en sivrisidir serv evet Kadd-i dil-cûyun kıyâmın görse eyler intihâz Behiştî intikâd Ar. Edebî, fennî ve sanayiye ait eserleri tedkik ile iyi ve fena taraflarını tenkit etme. c. intikâdât Ric’at ederdi ye’s ile emvâc-ı intika. d Seng-i rasîn-i ömrüne oldukça cebhe-zen Cenap Şahabeddin intikâl Ar. Nakl’den; 1. Tebdîl-i mekân etmek, bir yerden diğer bir yere gitmek. 2. Dünyadan ahirete göçmek. 3. Bir şeyden diğer bir şeye geçmek. 4. Bir şeyden diğer bir şeyi anlamak. c. intikâlât Mesmûmen etti zât-ı Hasan Adn’e intikâl Mazlûmen oldu şâh-ı şehîdân bürîde-ser Ziyâ Paşa Hayât-ı câvidânı şeyh-i kâmilden suâl ettim Ölümden evvel ölmektir deyince intikâl ettim Şeyh Sadık Aklın eyler nakl-i esrâr-ı maânî gaybdan Akılân hayrân-ı hüsn-i intikâlindir senin Muallim Naci intika Ar. Nukm’dan; öc alma, yapılan bir kötülüğn acısını çıkarma. Rıza yok intikama mezheb-i uşşâkda yoksa Bir âh ile cihânı eylemek berbâd kâbildir Vecdî İntikâm almaz isem hicv ile ben de ondan Şâiriyyet bana her vech ile bühtân olsun Nef’î Muzaffer ordusu hakkıyle intikâm alıyor Çoluk, çocuk, kadın, erkek, ne bulsa parçalıyor Mehmet Akif intikâm-ı zemân Zamanın intikamı. Zemâne içre mücerrebdir intikâm-ı zemân Hemîşe yahşiye yahşi verir, yamana yaman Fuzûlî intikâş Ar. Nakş’tan; nakşolunma, kazınma. Semme vechullahi hâl et şöyle kim Vech-ı Hak her şeye etsin intikâş Nun intimâ’ Ar. 1. Nisbet. 2. Alaka. 3. İntisap etme. intimâ-yı tab’ Yaratılış uygunluğu. Kimin âyîne-i feyz-i intimâ-yı tab’ısın bilsem Aceb şimdi kim oldu râz-dâr-ı sohbetin cânâ Nahfî intisâb Ar. Nisbet’ten; 1. Nisbet, alaka peyda etme. 2. Kapılanma, bağlanma. İntisâb etmeğe her gün biri âmâde iken Şimdi her şeb biri etmekte firâra ikdâm Nâbî Bu imtidâd-ı cevre ki bahtın şitâbı var Mihnet-medâr olan feleğe intisâbı var Nedim Habîb’in sev takarrübse murâdın Hakk’a ey Alî Rakîb olmak gibi Allah’a rengîn intisâb olmaz Âlî Bey Gelibolulu Müverrih Ne bir ehl-i dünyâya ettim taabbüd Ne bir ehl-i takvâya var intisâbım Muallim Naci intisâb-ı ehl-i devlet Devlet ehlinin kapılanması. İntisâb-ı ehl-i devlet hâki de eyler azîz Zâil olmaz sît-ı izzet kâse-i fağfûrdan Koca Râgıp Paşa intisâb-ı hum Şarap küpüne nispet. Neşât-bahşî-i mey intisâb-ı humdandır Kerem güvâh-ı nesebtir kibâr-zadeliğe Seyyit Vehbi intişâ’ Ar. Gelişme, yetişme, neşv ü nema bulma. Adem-i ma’nâ-durur rûh-ı menâfi’ âleme Cümle zerrât-ı cihân ondan buluptur intişâ Gaybî intişâr Ar. Neşr’den; 1. Yayılma, dağılma. 2. Kitap, gazete, dergi vb. için Çıkma, yayımlanma. Farkı oldur şânının mahşerle cem’ ü intişâr Anda bir kez, bunda on defa olur günde ayân lâ anda orada. intizâm Ar. Nizâm’dan düzenli, tertipli olma, sıra ve dizi hâlinde olma. Olup âmâde-i islâh-ı kâr-ı derhem-i âlem Umûr-ı dîn ü devlet müstaidd-i intizâm oldu Nedim Her gûşesinde durmada bir heykel-i izâm Yok başka bir nişâne-i umrân ü intizâm Abdülhak Hâmit intizâm-ı âlem Âlemin düzeni. İntizam-ı âlemin kânûnudur mevt ü hayât Mürtebittir hestî vü nistîye cümle kâinât Lâ intizâm-ı dîn ü dünyâ Din ve dünya düzeni. Binâ-yı intizâm-ı dîn ü dünyâya edip âlet Zebâna nutk vermişgûşa vermiş kuvvet-i ısgâ’ Nâbî intizâm-ı kâr İş düzgünlüğü. İntizam-ı kâr için düşmenden istifsâr-ı re’y Râh-ı firdevs-ı Berîn’i sormadır İblîs’ten Yenişehirli Avni intizâm-ı meşiyyet İrade düzeni. Fakat unutma ki yol intizâm-ı meşiyyetle Yakınlaşır, kısalır Tevfik Fikret intizâr Ar. Nazar’dan; bekleme, beklenilme, gözleme, gözlenilmek. Nesîm-i lûtfunadır intizârı fülk-i dilin Çok oldu sâhil-i mihnette rüzgâre bakar Şeyhülislam Yahya Allah verdi aldı yine kurb-ı hazrete Biz kaldık intizâr ile rûz-ı kıyâmete Sürûrî Esrar Dede ’nin ölümü üzerine söylemiştir. Kadem kadem gece teşrifi Nâilî o mehin Cihân-cihân elem-i intizâra değmez mi Nâilî Süzülüp o çeşm-i âhû dedi zevk-ı vasla Yâ Hû Bu değildi neyleyim bu yolum intizare düştü Şeyh Galip intizâr-ı makdem Gelişini bekleme. Yolunda intizar-ı makdeminle hâk olan çoktur Hırâm et bir kadem bin hâkisârı ser-ferâz eyle Fuzûlî intizâr-ı mey-i gül-reng Gül renkli şarabı bekleme. İntizâr-ı mey-i gül-reng ile bayrâm ayına Baka baka inecektir gözüme kara su Fuzûlî intizâr-ı siyâh-renk Siyah rengi bekleme. Bir intizâr-ı siyâh-renk içinde lerzende Serin havalı, mükevkeb, o nâzenîngeceler hüseyin Sîret inzâl Ar. Nezl ve nüzûl’den; 1. İndirme, indirilme. 3. Peygamberlere Allah buyruklarının gökten inmesi. Himmet ü meşrebi de kaddi gibi âlîdir Çünkü esmâ olunur nâsa semâdan inzâl Ziyâ Paşa Resmeder cevher-i rûhu nerede kaldı hayâl Kim ona kuvve-i kudsiyye eder vahy inzâl Şinasi inzivâ’ Ar. Zâviye’den; dünya işlerinden elini ve eteğini çekip köşeye çekilme, köşede oturma. Hüner halvet-nişîn-i encümen olmakdadır yoksa Kemîn-gâh-ı riyâdır kûşe-gîr-i inzivâ olmak İzzet Ali Paşa inzivâ-hâh-ı zîr-i hâk Toprak altında inziva isteyen. Hâne ber-dûş sîne çâk benim İnzivâ-hâh-ı zîr-i hâk benim Muallim Naci i’râb Ar. 1. Arapça gramere göre kelime sonundaki harf ve harekenin değişmesi. 2. Düzgün konuşma. 3. İrab öğretme bilgisi. Zîr ü bâlâdan eder nüsha-i kevni tasvîr Mevkâin sanma abes nokta vü i’râbların Nâbî Hattına dolaşsa dil-i hüsnün kitâbında ne ola Ekseriyya bahs-i tefsîr olur i’râb üstüne İbni Kemâl Söz değil âb-ı revândır yazılan eş’ârım Hâr-ı hasedtir onun üstünde hurûf u i’râb Nef’î Arızı üzre ser-i zülfü düşer mikrâzdan Gûyiyâ dil-ber kitâb-ı hüsnünü iââblar Şeyhülislam Yahya i’râb u nukat Nokta ve harekeler. Safha-i hüsnüne sûret verdi yârin hâl ü hat Hatt-ı mushaf hûb olur kondukta irâb u nukat İbni Kemâl îrâd Ar. Vürûd’tan; 1. Getirme, getirilme, vârid kılma, kılınma. 2. Gelir, akar. Nâbîyâ kâilinin zilletine hüccettir Devlet-i sâbıkını fahr ile îrâd etmek Nâbî Mihnetin anlamayan masraf ile îrâdın Sofradan lezzet alır zümre-i huddâm Nâbî îrâd-ı makâlât Makaleler meydana getirme. Dikmiş nazar-ı gayzını, bî-havf ü mübâlât Eylerdi bu boş âleme îrâd-ı makâlât Tevfik Fikret irâdet Ar. 1. Dileme, isteme, murad etme. 2. Ruhta olan gönül isteği. 3. Hâkimin emir ve buyruğu. c. irâdât Nefâz-ı hükmü o gâyette kim murâd etse Kemâl-i hüsn-i irâdetle ülfet-ı ezdâd Nef’î İrâde etse bir emrin taalluk fethine Nâbî Ona etrâf-ı nâ-me’mûlden esbâb olur peydâ Nâbî Külâh u hırka ile bir alay har-meşrebân gördüm Helâk-ı hayf hayf oldum elimden irâdetim gitti Esrar Dede Gelmek irâdet, gitmek icâzet Lâ irâdât İradeler. Mürîd-i aşk isen incinme sergerdânlık el verme Sipihri döndürür cûy-i irâdât âsiyâb-âsâ Şeyhülislam Yahya irâka Ar. Akıtma, dökme. irâka-i dem-i hasret Hasret zamanı dökme. Eder irâka-i dem-i hasretinle çeşmânım Terahhum et nice demdir esîr-i hicrânım Muallim Naci îrâs Ar. Veres’ten; verme, verilme, husûle getirme, getirilme. Kendinin zarfına bir ârıza eyler îrâs Mütekâmil olıcak sînede icrâ-yı garaz beliğ olıcak olunca. Nâmındaki ulüvve mümkün mü şübhe îrâs Midhat gibi var iken meddâh-ı bî-hayâsı Namık Kemâl îrâs-ı hüsn Güzellik verme. Eylemez îrâs-ı hüsn ârâyişi bed-tıynetin Ziynet olmaz mâra endâmındaki nakş u nigâr Koca Râgıp Paşa îrâs-ı muhâk Hilal ortaya çıkarma. Pertev-i cevheri-i cûdun eser etse mâha Edemez mihr-i kıyâmet dahi îrâs-ı muhâk Yenişehirli Avni îrâs-ı tanîn İnleme verme. Mesned-i fetvâya zîver-bahş olup ikbâl ile Bâng-ı el-hamd ettigûş-ı çarha îrâs-ı tanîn Nedim îrâs-ı zükâm Nezle verme. Çend rûze gül-i ikbâl-i çemen-zâr-ı fenâ Eder elbette dimâğ-ı dile îrâs-ı zükâm Nâbî ircâ’ Ar. Rücû’dan; 1. Geri dönüş, geri gelme. 2. Eski hâline geliş. Lânesinden bulsa bir dem infisâl Yoktur ircâHnda kat’â ihtimâl Ziyâ Paşa ircâ’î-gûş Kulaktan duyulup geri dönen. Zehî bî-kayd-ı dervîş-i hıred-sûz-ı mücerred kim Nidâ-yı ircâ’î-gûş eyleyip rûhu semâ’ etti Nâbî irdâ’, irzâ’, ırzâ’ Ar. Emzirme, emzirilme. Müddet-i irdâ’ bulup ihtitâm Geldi hulûl eyledi vakt-i fitam Nahfi İrem Ar. Şeddâd’ın cennete benzetmek üzere tanzîm ettiği meşhur bağ. Bu bağın Suriye tarafında olduğu rivayet edilir. Rüsûm-ı ilm ile gitmez denâet tab’-ı nâ-kesden İrem, ârâyiş-i elvân ile Huld-ı Berîn olmaz Belîğ Bir kân-ı niamdır ki onun gevheri ikbâl Bir bâğ-ı İrem’dir ki gülü izz ü ulâdır Nedim Mesâbe-i dürr bâb-ı hazîre-i firdevs Nümûne-i haremi sahn-ı gül-istân-ı İrem Veysî Alaşehirli Üveys Kadı İrem-i vasl Kavuşma bağı. İrem-i vasla Nizamî dedim âsân ere mi Dedi cân vermeden ermez kişi bâğ-ı İrem’e Nizami irfân Ar. 1. Bilme, biliş. 2. Bilgiç, dâniş, ma’ruf. Nâmenledir iştihâr-ı irfân Lafzınladır iftihâr-ı ma’nî Ünsî İnhinâ tavk-ı esârettengirândır boynuma Fikri hür, irfânı hür, vicdânı hür bir şâirim Tevfik Fikret Sonra irfânı için söyleyecek söz bulamam Oğlanın bildiği, öğrendiği herşey sağlam Mehmet Akif irfân-ı Mûsî Hz. Musa’nın bilişi. Eğerçi ihtidâ Tûr-ı tecellîden zuhûr eyler Velî nûr-ı nazar irfân-ı Mûsî’den zuhûr eyler Esrar Dede irfân-ı sûrî Sûra ait bilgi. Ehl-i hakkın nutkunu irfân-ı sûrî nutk eder Zâhid-i nâ-dân ne denlü remz-i bisyâr eylese Gaybî irfân-âşinâ Kâinatın bilgilerine yabancı değil. Riyâzetsiz cihânda kimse irfân-âşinâ olmaz emin Bursalı irhâ’ Ar. Rehâvet’ten; gevşetme, gevşetilme, koyuverme, salıverme. Düşmeden sâyesi hâk üzre eder âlemi tayy Sehv ile râkibi gösterse inâne irhâ’ Nef’î Bırak izzet ü câhı edip pâ-beste-i tahsîs Semend-i rahmet-i âmmın inânın eylemiş irhâ’ Nâbî irhâ’-yı inân Dizginlerini koyuverme; işine devam etme. Şehsüvâr-ı deşt-i ma’nâ kim semend-i hâmeye Ruhsat-ı cevelân verip ger etse irhâ’-yı inân Ziyâ Paşa Bırak izzet ü câhı edip pâ-beste-i tahsîs Semend-i rahmet-i âmmın inânın eylemiş irhâ’ Nâbî irs Ar. Miras, vârise kalan para veya mal. Hep hakîkatlerinin cilvesidir ermiştir Halkıgavgâda komak irs ile cânânelere Esrar Dede Behiştî cennete biz müstahakkız irs ile kim Adâvetin komaz İslâm’a nitekim kefere Behiştî irsâ’ Ar. Resâ’dan; 1. Sağlamlaştırma, kuvvetlendirme. 2. Demir atma gemi. Vücûdun hânesinde beslenir kâmil olunca ol Mürebbî-i akl-ı küll olup eder hem-nefs-i küll irsâ’ Nuri irsâl Ar. Resel’den; 1. Gönderme, gönderilme, yollama. 2. Elçi gönderme. c. irsâlât. Bâyir olmuş mülke ta’yîn etti mimâr-ı hıred Susamışgül-zara irsâl ebr-i nev-bahâr Fuzûlî Olsa isti’dâd-ı ârif kâbil-i idrâk-i vahy Emr-ı Hak irsâline her zerredir bir Cebre’îl Fuzûlî Hicr ile bî-karâr ederken yâre arz için Yahyâ sirişk-i çeşmini irsâl eden yürür Şeyhülislam Yahya irsâl-i melâik Meleklerin gönderilmesi. Kâmil oldur ki ola mahrem-i esrâr-ı kelâm Gele irsâl-i melâikle ona her ilhâm Ziyâ Paşa irsâl-i niyâz Niyaz gönderme. Aşk irsâl-i niyâz eyledi mey-hânelere Arz-ı gül-bâng-ı vefâ etmeğe mest-ânelere Esrar Dede irsâl-i peyâm Haber gönderme. Ederdim mürg-ı dillle yâre irsâl-i peyâm ammâ Bu yollardan kuş uçmaz neyleyim semt-i dil-ârâya Râtib Ahmet Paşa irşâd Ar. Rüşd’ten; doğru yolu gösterme, gösterilme. c. irşâdât. Gör zahidi kim sâhib-i irşâd olayım der Dün mektebe vardı bugün üstâd olayım der Bağdatlı Ruhi Vâreste-i irşâd olur erbâb-ı hakîkat Sükkân-ı Harem neyler imiş kıble-nümâyı Sünbülzade Vehbi İsterim ki beni irşâd edesin Ya’nî bu şübheden âzâd edesin Enderunlu Fazıl Halkı irşâd edecek var mı ya sizden başka Onu insân bile saymaz, mütefekkir tabaka Mehmet Akif irtiâş U>l Pj] Ar. Ra’ş’den; titreme, sarsılma, ra’şeye tutulma. c. irtiâşât. Âşık gül-i mükerrer ile eylesin devâ Gördükçe la’lini maraz-ı irtiaşına Nâbî Nîm-muzlim kalan cidârında İnce bir gölge irtiâş ediyor Tevfik Fikret irtibât Ar. Rabt’tan; 1. Bağlantı, bağlı olma. 2. Bir işle ilgili olma. Bizim o mâh ile peyvend-i irtibâtımızın Misâl-i mâh-ı felek kâhiş ü fezayişi yok Nâbî irtibât-ı istikrâr Kararlı bağlantı. Bakılsa çeşm-i basîretle nakş-ı hestiye Verir birbirine irtibât-ı istikrâr Ziya Paşa irticâc Ar. Çalkanma, sallanma; kabarma. irticâc-ı ürcûhe Salıncak sallanması. Çocuk artık uyanmak istese de Uyutur irticâc-ı ürcûhe Muallim Naci irticâl Ar. Ricâl’den; şiir veya güzel sözü önceden hazırlayıp düşünmeden birdenbire içinden geldiği gibi söyleme. c. irticâlât. İşte bu sebepledir ki el-ân Türkîdeyok irticâle imkân Ziyâ Paşa irtifâ Ar. Reften; 1. Yükselme, artma. 2. Güneş’in yüksekliği. 3. Ortadan kalkma. Âfitâb-ı tal’atin tuttukça evc-i irtifâ Katl-i ehl-i ışka tîğ-ıgamzedir ondan şuâ Fuzûlî Gözüm üsturlâbdır hüsn-i irtifâ’ın almağa Ankebûdî perde müjgân ol suturlâb üstüne İbni Kemâl Rûh-ı pâ-der-gil füyûzunla edip pervâz-ı kuds Cezbe-işevkinle bulsun cism-i hâki irtifâ’ Esrar Dede irtifâ-yı kadr Kıymeti yükseltme. Sâkin-i hâk-i der-i mey-hâneyiz şâm ü seher İrtifâ-ı kadr için bâb-ı saâdet bekleriz Fuzûlî İrtifâ-ı kadr için lâzım tevâzu’âdeme Şemsi gör kim sâyesin salmış ayaklar altına Atıf Kuyucaklızade Mehmet irtifâ-yı kevkeb Yıldızın yükselişi. Râsıdân fark edemezler irtifâ-yı kevkebin Kılsalar birkaç rasad bünyâd-ı Uluğ MîrzA gibi Nedim irtifâ-yı neyyir-i ikbâl Talihin nurlu yükselişi. Kim kaçardı irtifâ-yı neyyir-i ikbâlden Kevkeb-i baht-ı erâzil vahşet-engîz olmasa Nâilî irtihâl Ar. Rıhlet’ten; mekân değiştirme, göçme, vefat etme. Âhir çalındı kûs-ı rahîl ettin irtihâl Evvel konağın oldu cinân bûstânları Bâkî Gam değil Bâkî beka semtine k ılsa irtihâl Nice şâhlar bu fenâ mülkünde bâkî kalmadı Bâkî Te’sîr-i sem’le eyledi Sıddîk irtihâl Oldu şehîd-i tîğ-ı kazA âkıbet Ömer Ziya Paşa irtika Ar. Rakî’den; 1. Terakkî etme, artma, yukarı çıkma. 2. Yüksek dereceye ulaşma. İ’tilâ etsem semâ’-i mümkinâtın üstüne İrtika etmek diler, durmaz, dil-i âlî-cenâb Tahirü’l Mevlevi İrtika eyleyemez küngür-i iclâline akl Kılsa da nüh-tabak-ı çerh-i bülendi mirkât Yenişehirli Avni “Cihân lisânla döner” derler, öyledir sevinin Ne irtika ediyor milletin lisânıgörün Muallim Naci Mâdâm eseri durur hayâtın Ma’mûldür irtikâsı zâtın Ziyâ Paşa irtika -yı câh Mevkiyi yukarı çıkarma. İrtika -yı câha ikbâl eylemem Hikmet yine Nerdübân etse kazA nüh tâk-ıgerdûnu bana Hersekli Arif Hikmet irtika -yı güşâd Fetih yükselmesi. Göründü tâli’-i âlemde idilA-yı suûd Bulundu baht-ı memâlikte irtika-yı güşâd Nâbî irtikâb Ar. Rükûb’tan; 1. Allah’dan korkmayıp günah işleme. 2. Bir işe başlama. 3. Yiyicilik, rüşvet yeme. İz’âc-ı halk olsa da zî-kıymet âkıbet Pâ-mâl olur misâl-i rikâb, irtikâb eden Koca Râgıp Paşa Hikmet, nizam-ı âlem-i kevn ü fesâdı hep İhlâl eden müdâhenedir, irtikâbtır Hersekli Arif Hikmet Çünkü etmezsin umûrunda hıyânet irtikâb Uğradıkça derde baht u tâli’e etme itâb Ziya Paşa irtisâm Ar. Resm’den; resm edilme, resim çıkarma. Bir mevci hisse vermek için şekl-i irtisâm Seyreylerim bu levhayı artık ale’d-devâm Tevfik Fikret Birden havâya savt-ı kıyâm oldu râşe-res Karşında ufk-ı hûn-ı cidâl etti irtisâm ahmet Hâşim irtişâ Ar. Rüşvet’ten; rüşvet kabul etme, rüşvet yeme. Makbûl-i halk kılmış iken ilm ü ma’rifet Merdûd-ı Hâlık eylemeye irtişâsını Fuzûlî Dükkânçe-i irtişâ güşâde Hep dâd u sited hılâf-ı âde Sâmi Arpaeminizade Vak’anüvis Mustafa Bey irtiyâb Ar. Reyb’ten; şüphelenme, şek ve şüphe etme, kesinlikle emin olmama. Söyledi te’sîr-i zühd ü tâati âlemde kim Etse bir bezm ehline hürmet olur bî-irtiyâb Nef’î Doğruluktan hâsılı sorsa bir ehl-i irtiyâb Tecrübem üzre budur benden sana doğru cevâb Ziya Paşa irtiyâz Ar. Riyâzet’ten; nefsini kırma, dünya lezzetlerinden el çekme. Kûşe-i gamda yemek içmek harâm oldu bana Var mıdır âlemde zâhid bundan özge irtiyâz behiştî irvâ’ Ar. Rivâ’dan; suya kandırma, bolca sulama. Edip dolâb-ı istiğnâyıgerdân-cû-yi cûd üzre Riyâz-ı ihtiyâc-ı mümkinâtı eylemiş irvâ Nâbî Hep hâzır olan teşneleri eyledi irvâ Destinden olup âb-ı firâvân müteka •hir Rızayi Felektir ol felek-i bî-emân ki çeşmine Gelen ıtâşı eder hûn-ı dil-i ebed irvâ Ziya Paşa irzâ’ Ar. Rızâ’dan; razı, hoşnut etme, gönlünü etme, kandırma. Verip hakk-ı sarîhin kabz ü bast ü mahv ü isbâtın Adâlet-hâne-i hikmette etmiş cümlesin irzA’ Nâbî İrzA’ edeler babalarını Böyle edeler duâlarını Şeyh Galip Îsâ, İsî Hz. İsa. La’l-i cân-bahşiyle uşşâka hitâb etse nigâr Mürdeler üzre sanasın Hazret-i Îsâ gelir Avnî İhyâ-yı memât olduğunu bilse deminde Cân vere idi ermek için bu deme Îsâ Necâtî Bey Sahbâ-yı lebin çeşm-i füsûn-kâra mı mahsûs Feyz-i dem-i Îsâ iki bîmâra mı mahsûs Şeyh Galip İsî-i bî-peder Babasız İsa. Başı kesildi gadr ile Yahyâ-yı mürselin Düştü hezâr mihnete İsî-i bî-peder Ziya Paşa İsî-i Meryem Meryem’in İsası. Kârûn gibi yere geçe lûtfundan utanıp Gökten inerse İsî-ı Meryem dedikleri Nizamî Îsâ-nefes İsa nefesli. Ölme gönül firâk ile Îsâ-nefes gelir Yanma ciğer figan ile feryâd-res gelir Şeyhi Îsî-perest İsa’ya tapan. Yerde buldum gökte ararken seni Îsâ gibi Taşlıcalı Yahya Îsî-şekker-leb İsa’nın şeker hayat sunan dudağı. Söz ile ben hasteye bin kez müdâvâ eyledin Etmedin ey Îsî-şekker-leb ammâ bir yana Necati Bey Îsî-veş İsa gibi. Yine bâd-ı sabâ üftân ü hîzân erdi gül-zare Dem-i Îsî-veş ihyâ eyledi ezhâr u eşcârı Nef’î isâbet Ar. Savâb’tan; 1. Değme, ulaşma. 2. Yerini bulma, tam üstüne düşme. Umûr-ı saltanattan ol harı tard ettiği yetmez Olur kat kat isâbet fikr olunca ıttırâd üzre Nef’î Dü-dest-i lutf ile kurtar isâbet eylemeden Rivâk-ı kâlbüd-i cisme nâr-ı neft-endûd Sâbit Terk ile isâbet iddiâsın Islâh ede der-akab hatâsın Ziya Paşa is’âd Ar. Sa’d’ten; Saadetli kılma, bahtiyar etme. Hazret-i şâh-ı rusül hâdî-i esrâr-ı sübül Şârık-ı çarh-ı Hudâ hazen-i genc-i isâd Nâbî Hem etti Ebussuûd’u is’âd Ol ikişehen-şeh-i melek-zad Ziyâ Paşa isâet Ar. Sû’dan; kemlik etme, kötülük etme, zararlı davranışlarda bulunma. Eylerim ihsân isâet edene Ser fedâHakk’a itâat edene Nahifi isâet-i fi’l Kötü davranışta bulunma. Vicdânıdır isâet-i filinde âdemin Da’vâcısı, şühûdu, kavânîni, hâkimi recaizade Ekrem is’âf Ar. 1. İşini bitirme, yardım etme. 2. İsteneni yerine getirme, verme. Bir böyle cihân-ı zer ü sîm olsa yetişmez Mümkün mü ki isâf oluna matlab-ı âlem Ziyâ Paşa Gölge etmezse yeter ehl-i zemân ehl-i dile Bu temennîde gönül kâbil-i is’âf değil halil Nihat Bey îsâl Ar. Vüsûl’den; bir şeyi ulaştırma, bir yere götürme. Çekildi seyl ile deryâ-yı Kulzüm’e hâs u hâr Beni hakîkatte îsâl eder bu aşk-ı mecâz Beliğ Sen nâme yaz eyleyim ben îsâl Bir dem dahi böyle hoş geçer hâl Şeyh Galip Dalgalar ben sizi döndürmeden âteş-zare Siz kılın na’şımı îsâl kenâr-ı yâre Abdülhak Hâmit îsâr Ar. Esr’den; 1. Kendi muhtaç iken bahş ü atâ etmek. 2. Seçmek ve uygun bulmak. 3. Döküp saçmak. Bir mâh-ı dil-ârâ-yı cihân oldu bedîdâr Gökten mi nüzûl etti aceb lâmi’a îsâr Nâilî Tercemân-ı Hak durur zevk et zebân-ı ârifân Hak’tan alır halka verir her ne îsâr eylese Gaybî Siper eyler gelen mermiye âşık, bulsa, cânânın Reh-i cânânda cân îsârına âmâdedir sözde Muallim Naci îsâr-ı cevâhir Cevherler dağıtma. Ahkâm-ı İlâhiyye’yi ettin bize ta’lîm Ey hâce-i kevneyn edip îsâr-ı cevâhir Rızâyî îsâr-ı merâm Niyetini dağıtma. Tutsa dünyâyı ne ola şöhret-i lûtf u keremin Etmede mekremetin âleme îsâr-ı merâm Nef’î îsâr-ı şem’ Işığını saçma. Pertevinden ayağın altına ak dîbâ düşer Bezmine eylerşerârından güher îsâr-ı şem’ Riyazî isbât Ar. Sübût’tan; 1. Sabit ve muhkem kılma. 2. Kalıcı ve devamlı kılma. 3. İtiraf etme, şahit ve delil göstererek bir sözün doğruluğunu ortaya çıkarma. Işk kilk çekti hat harf-i vücûd-ı âşıka Kim ola sâbit Hak isbâtında nefy-i mâ-adâ Fuzûlî Mâhiyyeti isbât eden âsâr-ı ameldir Mıkdârına nisbetle kişi hayr ü şer eyler Şinasi İbrahim Terk-i da’vâ ile dacvâmızı isbât ederiz Leb-i hâmûş ile biz hasmımız iskât ederiz Hezârî Antakyalı Mustafa Münif isbât-ı fazîlet Fazileti isbat etme. Dili dürr-i maârifte gehî bezl-i avârifte Dem-â-dem evler isbât-ı fazîlet bahr ü kân üzre Bâkî isbât-ı fazl u ehliyet Değerli ve ehil kişi olduğunu gösterme. Ederdi anda da isbât-ı fazl ü ehliyet Açılsa bahs birinden ulûm-ı şettânın recaizade Ekrem anda orada. isbât-ı fenâ Yokluğu gösterme. İsbât-ı fenâ kılmada, ey Hâlık-ı zî-cûd Bin nâire, bin mazlime, bin hâile mevcûd Abdülhak Hâmit isbât-ı huşûnet Sertliği ispat. Harf-i nermîden ibârettir bizim terkîbimiz Eyler isbât-ı huşûnet mûma seng-i hâremiz Nâbî isbât-ı hüner Hüner gösterme. Dili dürr-i maârifte gehî bezl-i avârifte Dem-â-dem evler isbât-ı fazîlet bahr ü kân üzre Bâkî isbât-ı illet-i ûlâ İlk hastalık sebebinin isbatı. Verip teselsüle kuvvet tabîat-i kec-i âb Olurdu nâfî-i isbât-ı illet-i ûM Fuzûlî isbât-ı kemâl-i âdemiyyet İnsanlığın tam isbatı. Kılmaz mı verip de bir meziyyet İsbât-ı kemâl-i âdemiyyet Abdülhak Hâmit isbât-ı kıdem Tecrübeli oluşunun isbatı. Aslına nisbetle terettüb eder isbât-ı kıdem Tavr-ı fer’iyyet ü sûrettedir inşâ-yı hudûs Hersekli Arif Hikmet isbât-ı kusûr Kusurunu gösterme. Sana isbât-ı taksîr eylemek bî-vechdir ey dil Bu taksîr-i eser senden değildir çeşm-i terdendir Nâbî isbât-ı taksîr Kusurlu görme. Sana isbât-ı taksîr eylemek bî-vechdir ey dil Bu taksîr-i eser senden değildir çeşm-i terdendir Nâbî isbât-ı vücûd Kendini gösterme. Pîşânî-i hurşîde düşer sâyemiz ancak İsbât-ı vücûd eylemiş erbâb-ı fenâyız Nef’î isfîd Far. 1. Ak, beyaz. 2. Beyaz renkli şey. Süm, kâse-i mağz-ı dîv-i isfîd Düm, târ-ışu’â’-i hûrşîd Şeyh Galip İshâk Ar. Hz. İbrahim’in yaşlı hanımı Sârâ’dan doğan oğlunun adı. Hz. İbrahim’den sonra yerine geçen peygamber. Cümle rûh-ı enbiyâ “Nasrun min’allah” okuyup Bu gazâ içre dutar İshâk Peygam-ber livâ Taşlıcalı Yahya Bey iska Ar. Saky’den; içirme, sulama, suvarma, su verme. Hatt ü nakş ü kumâş-ı kârı etmiş cû-yi sungundan Ser-i enbûbe-i mîzâb-ı engüştân ile iska Nâbî Gül-istân-ı hüsn-i feyz-âbâdı âşûb etmeği Sû-be-sû hûn-ı dil-i âşıkla iska eyledin Yenişehirli Avni iskât Ar. Sükût’tan; susturma, susmasını sağlama, sükût ettirme. Terk-i da’vâ ile dacvâmızı isbât ederiz Leb-i hâmûş ile biz hasmımız iskât ederiz Hezârî Antakyalı Mustafa Münif İskender 1. Büyük İskender, İskender-ı Rumi m. ö. 356-323. Yunanistan, İran, Suriye, Mısır, Hindistan ve bütün Anadolu’yu istila eden meşhur kumandan. 2. İskender-ı Zülkarneyn iki boynuzlu İskender. M. Ö. 3000 yıllarında yaşamış olan peygamber. Sedd-ı İskender denilen seddi yapan; Yec’üc Mec’üc kavmini engelleyen ve Kur’an’da peygamber olduğu söylenen ulu kişi. Hızır ve İlyas’la yola çıkıp Ab-ı Hayatı arayan kimse. Hızır ve İlyas bu suyu bulup içmişler, fakat İskender yolunu kaybedip ülkesine dönmüştür. Bil kıl üzredir esâs-ı hüsnün etme i’timâd Rûzigâr âyîne-ı İskender’e verdi halel Necati Bey İskender’e zehr-âb-ı fenâdan veririz câm Hızr’ız velî râh-ı ademe râh-beriz biz Şeyh Galip Etme ümmîd-i vefâ dehr-i denî-perverden Bir içim suyu dirîğ eyledi İskenderden Lâ İskender-i dil Gönül İskender’i İskender’in aynasına benzeyen gönül. Câma bu İskender-i dil nice mâil olmasın Sûfiyâ âyîne-i gîtî-nümâdır gördüğün Zâtî İskender-i devr ü zemân Zamanın İskender’i. Hüsrev-i dünyâ vü dîn-işâhen-şeh-i rûy-ı zemîn Zıll-ı Rabbü’l-âlemîn İskender-i devr ü zemân Üsküdarlı Hakkı Bey İskender-i devrân Devirlerin İskender’i. Yaşım denizin kesse ol İskender-i devrân Bir hûb gazel derdim ona bahr-i mukatta’ Bâkî İskender-i iklîm-küşâ Ülke fetheden İskender. Ehl-i kân-ı kerem-i şehsüvâr-ı âlem Hüsrev-ı Cemşiyem İskender-i iklîm-küşâ Nef’î İskender-i Yûsuf-şiyem Yusuf mizaçlı İskender. Şâhenşeh-i ferhunde-baht ârâyiş-i dîhim ü taht Bahtı kavî ikbâli İskender-ı Yûsuf-şiyem Nef’î İskender-siyer İskender siyerli. Şehriyâr-ı nâm-ver Sultân-ı İskender-siyer Pâdişâh-ı bahr ü ber dâd-âver ü dâniş karîn Ziya Paşa İslâm Ar. Selem’den; 1. İtaat ve bağlılık. 2. Müslümanlığı seçmiş olma. Şöhreti mâl iledir ma’bed-ı İslâm’ın da Câmi’-i köhne-i bî-vakfa cemâatgelmez Nâbî Behiştî cennete biz müstahakkız irs ile kim Adâvetin komaz İslâm’a nitekim kefere Behiştî Kuvve-i kudsiyyesi kâfiri İslâm edip Himmet-i âliyesi münkiri eyler ilzâm Âdile Sultan İslâm-ı fârûk-ı Arab Arab’ın ayırıcı İslâmı. Hâkan-ı Osmânî neseb kim münderic zâtında hep İslâm-ı fârûk-ı Arab ikbâl-ı Pervîz-ı Acem Nef’î İslâmiyân İslâm dinine mensup olanlar. Gönül sâf olsa sevdâ-yı cihândan pâk olur zîrâ İbâdet-hâne-ı İslâmiyân’da büt-perest olmaz Beliğ Bursalı İsmail ism Ar. İsim, varlıklara ad olan kelime. c. esmâ. Aks-i rûyun suya salmış sâye zülfün toprağa Anber etmiş toprağın adın suyun ismin gül-âb Fuzûlî Bir zafer müjdesi burda her isim Yek-pâre bir anda gün, saat, mevsim Ahmet Hamdi Tanpınar Defter-i nisyânda kayd et ism ü resmim nâ-bedîd Pençe-i dest-i ecel sayyâd-bâzda bul beni Âşık Ömer İsm-i A’zam en büyük ad Allah’ın Kur’an’da geçen yüz isminden doksan dokuzu, bilinen esma-i hüsnasının üstündeki adı. Allah veya Hüve isminin olduğunu rivayet ederler. Kef-i ihsân lâkabı mazhar-ı İsm-ı A’zam Dest-berd-i gadabı hançer zü’l-batş-ı şedîd Kâzım Paşa ism-i bî-müsemmâ İşitilmemiş isim. Gördü yoktur merdüm-i âlemde âsâr-ı vefâ Girdi ism-i bî-müsemmâ şekline Anka gibi Nâbî İsm-i Celâl Allah’ın Celal ismi. Şol müstaîn-i ism-ı Celâlim ki defaten Feth-i kelâma kudretimi Müsteân verir Sürûrî ism-i garrâ Parlak isim. Lâzımsa buna bir ism-i garrâ Bağrâ demeli bu şahsa bağrâ Muallim Naci ism-i ma’şûk Âşık olunanın ismi. Saklar âşık sînede cân gibi nâm-ı dil-beri İsm-i ma’şûk yâd olursa mahv olur cân ü tenim Âdile Sultan ism-i pâk Temiz isim. İsm-i pâkin pâk olur zikreyleyen Her murâda erişir Allah diyen Süleyman Çelebi ism-i Vedûd Vedud ismi. Bedîd gerdiş-i germinde halka-i tevhîd Çeker sabâha dek ism-ı Vedûdpervâne Şeyh Galip ism-i zât Kendi ismi. İsm-i zât oldu ona lafz-ı cemîl Hüsne tâkat mı eder kalb-i alîl Enderunlu Fazıl esmâ İsimler. Hak yolu aşktır dediler kümmelîn-i vâsılîn Berzahîler dediler kim Hakka yol esmâdadır gaybî ismâ’ Ar. Sem’den; dinletme, işittirme. Hudâ tevhîdin esrârın gönülde eylese îka ’ Sadâ-yı Hû’yu eylerdi kamu eşyâ sana ismâ’ Nuri İsmâ’îl Ar. Hz. İbrahim’in oğlu olup babası tarafından Allah emri ile kurban edilmek istenen peygamber. Gerçi İsmâil’e kurbân gökten inmiş kadr için Hak bilir kadr için İsmâil ona kurbân olur Fuzûlî İsmâ’il-âsâ İsmail gibi. Ol İbrâhîm Hak’tan gayra muhtâc olma âlemde RızA’-iHak’da İsmâ’il-âsâ olselîm âşık Âdile Sultan İsmâ’il-veş İsmail gibi. Müje hançerler İbrâhîm’e dönmüş Göz İsmâ’îl-veş teslîme benzer Hayâlî Bey ismet Ar. 1. Masumluk, ayıp ve günahlardan çekinme, namuslu olma. 2. Kötü işlerden korunma. Kenâr-ı havz-ı rütbette bitiptir veche-i ismet Semer verdi nice türlü beyâz ü hazr ü alından Muradî Sultan III. Murat İffet ü ismet ile tab’-ı latîfi hem-zâd Himmet ü gayret ile kalb-işerîfi tev’em Nâbî Şart-ı ismet bu mudur kim ola benden sonra Sesini pehlevîye çeker pîrehenden gayri Nâilî isnâd Ar. Sünûd’dan; 1. Dayandırma, yükleme. 2. Bir söz ve haberi birinin üstüne atma, iftira. c. isnâdât, isnâdiyât. Hem kendi yapar cihânda her nîk ü bedi Hem care bulur herkese eyler isnâd Yahya Kemal isnâd-ı kusûr Kusur yükleme. Sun’a dahl etmek olur sânia isnâd-ı kusûr Dehre ta’n etme ki söz âlem-i bâlâya çıkar Nihalî İbrahim isnâd-ı ta’assub Taassup yükleme. İsnâd-ı ta’assub olunur merd-i gayûra Dînsizlere tevcîh-i reviyyetyeni çıktı Ziya Paşa isneyn Ar. Pazartesi. Ol Rebîü’-evvel ayı nicesi On ikinci gece isneyn gecesi Doğduğun bildirdi ol halka temâm Ne didügin işit imdi iy hümâm Süleyman Çelebi Mevlid ispîd Far. Beyaz, ak. İntizârım dûrî-i dil-dârdan zann etme kim Dîde-i ispîd beyâz-ı subh-ı vuslattır bana Esrar Dede isr Ar. 1. Ayak izi. 2. Meslek, yol. isr-i nebevi Peygamber yolu. Cânân da muhâcir oldu cân da İsr-i nebevîye muktedîyiz Muallim Naci isrâf Ar. Seref’ten; boş yere harcama. Sehâdan addolur izzet, ayb ise de isrâf Kibârın müsrifi yeğdir hele mümsik hisâbîden Nev’î Fuzûlî hâzin-i genc-i vefâyım ol sebebdendir Güherler dökdüğü isrâf ile çeşm-i güher-pâşım Fuzûlî Mecbûr eden mezâlime erkân-ı devleti İsrâf-ı bî-lüzûm sefâhat değil midir Şeyhülislam Yahya isrâf-ı âb-ı rû Yüz suyu dökme; minnet eyleme. İsrâf-ı âb-ı rû ona agreb değil midir Ermek eğerçi devlete câhilgarîbtir Muallim Naci isrâf-ı bî-lüzûm Lüzumsuz israf. Mecbûr eden mezâlime erkân-ı devleti İsrâf-ı bî-lüzûm sefâhat değil midir Şeyhülislam Yahya İsrâfil İbranice>Ar. Dört büyük meleklerden birinin adı. Kıyamete kadar Levh-ı Mahfuz’a bakan ve kıyamet günü de toplanma borusu Sur’u üfleyecek olan meleğin ismi. İsrâfîl sûrunu ura hep mahlûkâtyerden tura Derilüben haşre vara kadı anda Sübhân ola Yunus Emre tur- kalkmak, derilüben toplanarak, anda orada. İzzet bolay ki Sûr-ı İsrâfil uyandıra Geldi sabâh-ı haşre ne saht oldu hâb-ı çerh Keçecizade İzzet Molla Nev-bahârın rûhu tek etsin de bizlerden zuhûr Yoksa, artık Sûr-ı İsrâfîl’e kalmıştır nüşûr Mehmet Akif -istân Far. 1. Zaman edatı. 2. Yer eki. bahâr-istân İlkbahar mevsimi. bahâr-istân-ı iyd Bayram bahar manzarası yeri. Salınır şâh-ı gül-i nâzik nihâl-i erguvân Bâğ-ı cennetten nişân verdi bahâristân-ı îyd Bâkî bahâr-istân-ı tab’ Tabiatın hüküm sürdüğü bahar zamanı. Maânî câmını içmekte oldum Câmîi sânî Bahâristân-ı tabHmda açıldı bir gül-i sûrî Hayâlî Bey çemen-istân Çemenlik yer, bahçe. Nev-nihâl-i çemen-istân-ı cemâl Gonca-i tâze-res bâğ-ı visâl Sünbülzade Vehbi debîr-istân Kalem odası, büro. Debîr-istâna almak istiyor ol tıflı rûz u şeb Sâbit freng-istân Avrupa, batı. Fikr-i zülfün gönlüne geldi rakîbin ey sanem İki tersâ-beççedir seyr-ı Freng-istân eder Enverî gül-istân Gül yeri. Lâleler sahn-ıgül-istânda kadeh-nûş oldular Cüst ü cû-yı bülbüle güller kamu gûş oldular Hayâlî Bey hâr-istân Dikeni çok olan yer, dikenlik. Yok dikensiz bir gül ammâ var gülsüz çok diken Bâğ-bân bilmem neden vermez su hâr-istânın Halil Nihat Böztepe hâr-istân-ı ışk Aşkın dikenlik yolu. Kış erişti câme-hâb olmağ için derd ehline Pister-i sincâbtır her gece hâr-istân-ı ışk Enverî hâver-istân Doğu tarafı. Her firâz nahle giydirdi birer zerrîn külâh Subh-dem arz-ı şükûh edip şeh-i hâveristân Ziya Paşa hîç-istân Hiçlik yeri. hîç-istân-ı hestî Boş hiçlik yeri. Şunu bir ehl-i hikmetten işitmiştim, cihân dîde Yalan, gerçek birâderdir bu hîç-istân-ı hestîde Abdülhak Hamit hum-istân Meyhane. hum-istân-ı kadim Eski meyhane. Sıfatı cilve-i mehtâb-ı tecellî-i şuûn Cür’ası zübde-i sahbâ-yı hum-istân-ı kadîm Üsküdarlı Hakkı Bey kûh-istân Dağlık yer. Diyâr-ı Rûm’da bir karye vardır Onun etrâfı kûh-istâna benzer Hayâlî Bey kâfir-istân İslam dininde olmayanların ülkesi Hâl kâfir, zülf kâfir, çeşm kâfir el-amân Ser-be-ser iklîm-i hüsnün Kâfir-istân oldu hep Nedim mecâz-istân Mecaz yeri. Alırsa deste sâkî-i hakîkat câm-ı ihsânın Harâbât-ı mecâz-istânda bir hûş-yâre yer kalmaz Nâbî mezâr-istân Mezarlık. Yatır dehşetli âgûşunda bin evlâd-ı hürriyyet Sanırsın mâder-i şübbân-ı millettir mezar-istân Hersekli Arif Hikmet nahl-istân 1. Hurmalık. 2. Ağaçlık. nahl-istân-ı dûra-dûr-ı ma’nâ Mananın uzayıp giden ağaçlığı. Yine seyr eyle nahl-istân-ı dûrâ-dûr-ı ma’nâyı Gül-istân der-gül-istândır hıyâbân derhıyâbândır riyazi ney-istân Ney yapılan kamışın yetiştiği yer. ney-istân-ı gam Gam sazlığı. Nevâ-sâz olmadı bir dem havâsından mıdır bilmem Ney-istân-ı gamın mahsûlü şimdi hâmdır hamdır cevrî nigâr-istân 1. Resim ve heykellerle süslü yer. 2. Puthane. 3. Güzelleri çok olan yer. Mânî’nin meşhur resim mecmuasının ismi. bk. erjeng Musavver bir nigâr-istâna benzer safha-i rûyun Ruhunda hatt ü hâlin nakş-ı günâ-gûndur cânâ Halim Giray Kırım Hânı rîg-istân Toz, kum yeri; çöl. rîg-istâna batmış, çalkalanan seyyâh-ı âvâre Nasıl müştâk ise bir nûra, bir necm-i rehâ-kâre Mehmet Akif serâb-istân 1. Serap görülen yer. 2. Bu dünya. Yok mu ey bağrı yanık çöl! Ebedî pâyânın Nerdedir vâhası, yâ Rab bu serâb-istânın Mehmet Akif şeb-istân Gece vakti. Hâl-i haddin mi bu ya sûhte pervâne midir Kararıp düşmüş ola şem’-işeb-istân üzre Rahmi şeb-istân-ı sühan Sözün harem dairesi. Enverîi rüzgârım kim şeb-istân-ı sühan Şem’-i fikr ile ziyâ-yı neyyir-i rahşân bulur Nef’î şecer-istân Ağaçlık yer. şecer-istân-ı kalb Kalbin ağaçlık yeri. Şecer-istân-ı kalb içinde revân Olan hafî suların mûsikî-i nevmîdi Ahmet Hâşim şeker-istân Şeker kamışı tarlası. Hani bir şîrîn-sühan la’l-i şeker-bârıngibi Kanda gördü tûtî bir âyîne ruhsârın gibi Bâkî şikâr-istân Av yeri. şikâristân-ı hüsn Güzelliğin av yeri. Süzülmüş bir şikâra iki şeh-bâz ol iki ebrû Şikâr-istân-ı hüsnün gözleridir iki lâçini Hayâlî Bey istebrak Ar. Sırma ile işlenmiş bir çeşit kaba kumaş. Ayn-ıgül-zâr-ı cinân etti cihânı nev-rûz Câ-be-câ oldu diraht-ı çemenin istebrak Behiştî istiâb Ar. Va’b’tan; 1. Kaplama, tutma. 2. İçine alma. Hakîm-nişîn-i kürsî-ı Mesnevî edicek Kılar füyûz-ı nefes tarf-ı arşı istiab Esrar Dede edicek edince Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb Seni ancak ebediyyetler eder istiâb Mehmet Akif Bütün âfâkı istiab eden boşlukta nâliş-zen Hayâletler gezer, hep birbirinden hâr ü müsteskal Tevfik Fikret istiâre Ar. Âriyet’ten; 1. Ödünç isteme. 2. ed. Benzerleri bulunan bir duruma bağlı olarak iki isimden birini diğerine geçici olarak yükleme, yani mecaz yapma. c. istiârât İstiârât ü kinâyet ü hakîkatle mecâz Dâimâ olmalıdır cârî-i mecârî-i sühan Sünbülzade Vehbi istib’âd Ar. Bu’d’dan; uzaklaşma, uzak görme, uzaksama. Ye’s-i küfr olmasa ol denlügüneh-kârım kim Kendi âmirsizimi eyler idim istib’âd Nâbî Ferah bîgâne resmin gösterirse etmem istib’âd Gönül me’nûs-ı ahzan oldu derd-i tâ-be-keylerle Nedim Adile fırsat düşerse kinden istib’âd eder. Zâlim, idbâra düşerken dînden istimdâd eder Neyzen Tevfik istib’âd-ı deyr-i mihnet Sıkıntı kilisesinden uzaklaşma. Cây edinse etmen istib’M-ı deyr-i mihneti Aşıkım bir kâfir hüsne Muhammed ümmeti Fasih Ahmet Dede istibdâd Ar. Bedd’ten; 1. Müstakil ve başlı başına olma, keyfi idare sistemi. 2. Baskı, tazyik. Sadme-i idbâr ile berbâd olur hâtır-şiken Kasr-ı istibdadını mahsûd-ı Şeddâd etse de Yenişehirli Avni istibdâl Ar. Bedel’den; değiştirme, bedel alma. Vaslın ile cânım istibdâl edersen ne ola kim Kim kaçar âlemde ey meh assılı bâzârdan Hayâlî Bey isti’câl Ar. Acele’den; acele olunmasını isteme, tacil etme. Tevekkül ehliyiz hergiz bizim âmâlimiz yoktur Müheyyâdır bizimçün devlet istFcâlimiz yoktur Nef’î Tuttuğum râh-ı taleb ümmîd sahrâsındadır Çeşm-i istFcâlim ol sahrânın aksâsındadır Muallim Naci isticlâ Ar. Cilâ’dan; cilalama. Pûteye koyup edip isticlâ Bir sebîke-i zeri kıldı peydâ Nâbî isticlâb Ar. Celb’ten; celbetme, çekme, kendi yanına çekme. Dem-i visâldir ey dil o hazrete sen de Kasîde arz edip eltafn eyle isticlâb Esrar Dede Nice hikmetler eyler isticlâb İkisinden dahi ulü’l-elbâb Muallim Naci istid’â Ar. Duâ’dan; 1. Yalvararak isteme. 2. Dilekçe, istida. Kîse-i ümîd hâlî, dest-i istiğnâ tehî Menzil-i fırsat baîd ü pâ-yı istid’â şikest Derviş-ı Kadim istidâd Ar. 1. Doğrulama. 2. Alışma. Midâd-ı kilk-i vasfınla urur dil merhem-i teskîn Olunca derd-i zahmı rûzgârın istidâd üzre Nef’î isti’dâd Ar. Add’den; 1. Hazır ve âmâde olma. 2. Bir işe meyil, kabiliyet. 3. Zekâ ve feraset. Bende Mecnûndan füzûn âşıklık istFdâdı var Aşık-ı sâdık benim Mecnûn’un ancak adı var Fuzûlî Hüsn olur bî-nazar-ı rağbet-i uşşâk abes İltifât âyînedir sûret-i isti’dâda Nâbî Ey dil-i dîvâne fikr eyle hele bir kez aceb Kangı istFdâd ile erdi dem-i vuslat bana Esrar Dede isti’dâd-ı ârif Arifin kabiliyeti. Olsa isti’dâd-ı ârif kâbil-i idrâk-i vahy Emr-ı Hak irsâline her zerredir bir Cebre’îl Fuzûlî istidâne Ar. Deyn’den; borç etme ve edinme. Azâdelik edâsına vâ-bestedir yine Hîç farkı yok kitâbetle istidânenin Nâbî istidlâl Ar. Delâlet’ten; delil ve bürhanlar vasıtasıyla anlama, sonuç çıkarma. c. istidlâlât Ser-fürûdur herkese encâm-ı kâr-ı ser-keşân Eyle bu ma’nâyı istidlâl kadd-i pîrden Sâmî Arpaeminizade Vak’anüvis Mustafa Bey Söz tamâm oldu ko lâf u sühanı ey Nef’î Ehl-i dil tab’ını şiirinden eder istidlal Nef’î istîfâ’ Ar. Vefâ’dan; 1. Bütün bütün alma. 2. Ruhu kabz etme. 3. Borcunu tamamen ödeme, yerine getirme. Şükûh-ı kudreti a’lâ-yi idrâkât-i insânî Vücûh-ı hikmeti bîrûn-ı add-i fehm ü istîfâ Nâbî istifâde Ar. Fâide’den; 1. Kazanma, tahsil etme, kesbetme. 2. Fayda meydana getirmeye gayret etme. 3. Anlama. 4. Öğrenme. Benim müderris-i ilm-i cünûn hani Mecnûn Ki bir murâd ala devrimde istifâde ile Fuzûlî Ah ey pîş-i istifâdemden Bî-tevakkuf uzaklaşan mevecât Tevfik Fikret Bir istifâde. Yarın. Belki. Ben bu elfâzın Tazammun ettiği va’d-i baîde aldanarak Tevfik Fikret istifhâm Ar. Fehm’den; 1. Zihinde meydana gelen soru. 2. Anlamak için sorma. Pâs-bân verdi kudûmuyla cevâb eyle yine Ramazân geldi mi eyâ diyerek istifhâm Nedim Dudaklarındaki giryende bûseler, yâhûd O gözlerindeki nîlî sükût-ı istifhâm Ahmet Hâşim istifkâd Ar. Fakd’dan; arayıp soruşturma. Cürm ile nefsimin ol mertebedir ülfeti kim Ele girmezse hayâlin ederim istifkâd Nâbî istifrâğ Ar. Ferâğ’dan; mide içindeki yiyecekleri ağız yoluyla dışarı atma, kusma. Olan ser-geşte-i câm-ı mecâzî dîk-meşrebler Ne nûş eylerse istifrâğ da dûlâbtan kalmaz Nâbî istifrâş Ar. Firâş’tan; cariye ile cinsel ilişkide bulunma; odalık alma. Bütün şebekeleri her şeb ederken istifrâş O şâh için hele olamam ya ben esîr-i firâş Abdülhak Hâmit istifsâr Ar. Fesr’den; sorma, arama, ifâde isteme. c. istifsârât. Bezmine bir nahl-i rengîn bağladı kim yaraşır Andan etse lutf yollarını istifsârgül Necati Bey Etme ahvâl-i halkı istifsâr Nakl edersem keder verir zîrâ Osmanzâde Tâip Kimden istifsâr edem keyfiyyet-i aşkı aceb Arif-i âgâh ser-hoş, vâkıf-ı esrâr mest Lâ istifsâr-ı re’y Akıl danışmak. İntizam-ı kâr için düşmenden istifsâr-ı re’y Râh-ı firdevs-ı Berîn’i sormadır İblîs’ten Yenişehirli Avni istiftâ Ar. Fetvâ’dan; fetva alma, müftüye müracaat etme. Hükm-i “bif-nev” dersine destinde hâlâ mutribin Hallini Monlâ-yı Rûm’dan etti istiftâ semâ’ Esrar Dede istiftâh Ar. Feth’ten; 1. Açma, açılma, fetih. 2. Siftah. 3. Başlama, başlatılma. Böyle bâzârda da eylemeyen istiftâh Ne zemân açsa gerek sûk-ı maânîde dükkân Sâbit istiğâse Ar. Gavs’tan; imdat, yardım ve medet isteme. Etmeden istigâseyi tekmîl Belirir karşısında Azrâîl Muallim Naci istiğrâb Ar. Garâbet’ten, şaşma, garip bulma, taaccüp etme. c. istiğrâbât. Erdi bir rif’ate erbâb-ı hüner devrinde Ki eder çarh-ı denîn-perver-i dûn istiğrâb Nef’î Ve onların sesi eyler bütün sükûtu harâb Eder bu daveti, durgun sulardan istiğrâb ahmet Hâşim istigrâk Ar. Gark’tan; 1. Baştan ayağa kaplama. 2. Kendinden geçip bayılma derecesinde gülme. 3. Dalıp zihni tamamen meşgul olma. Pek müessirdi sadâ-yı hâtifi yâhûd ki ben Hâl-i istiğrâk ile olmuş idim pek nâ-tüvân Lâ istiğfâr Ar. Gufrân’dan; 1. Mağfiret ve bağışlama isteme. 2. “estağfurullah” sözünü tekrarlama. c. istiğfârât. Yatma hengâm-ı seher bîdâr ol Vakf-ı seccâde-i istiğfâr ol Nâbî Bülbülün kanın alıp sürmekten ey şeh yüzüne Adlin eyyâmında demdir kijde istiğfâr gül Hayâlî Bey istiğnâ’ Ar. Gınâ’dan; 1. İhtiyaç yokluğu. 2. Muhtaç olmama, eldekini yeterli bulma. 3. Zengin olma. 4. İhtiyaç gösterdiği hâlde kibirlilik etme, nazlanma, naz etme. Bir ednâ cüdasından mest olur erbâb-ı istiğnâ Muhabbet bezmidir bu, bunda çok mey-hâneler vardır Âli Bey Gelibolulu Müverrih Verir istiğnâ güneşten gündüzün fikr-i ruhun Geceler âhım şua’-işem’a komaz ihtiyâc İbni Kemâl Kîse-i ümîd hâlî, dest-i istiğnâ tehî Menzil-i fırsat baîd ü pâ-yı istid’â şikest Derviş-ı Kadim istihâle Ar. Havl ve hâl’den; imkânsız olma, mümkün olamama. 2. Bir hâlden diğer bir hâle geçme. c. istihâlât. Kadîfe hâline geçmiş patiskadan yastık Ne istihâle geçirmiş hesâb edin artık Mehmet Akif istihâle-i her-dem Her zamanın imkânsızlığı. Tebeddülât ile bulmuş kemâl uzviyât Bu istihâle-i her-dem vukûa yokgâyet Nâzım Paşa istihâre Ar. Hayr’dan; 1. Hayırı isteme. 2. Bir işin sonunun hayır veya şerre bağlı olacağını bilme için rüyaya yatma. Dedim ne vech ile öldürdün Ahmed’i dedi kim Bu kâr-ı hayra ne lâzım ki istihâre kılam Ahmet Paşa perîyi âh-ı şeb-gîr ede câme-haba teshîr Olunur mu lûtfu ta’bîr ne hoş istihâredir bu Nâilî istihdâm Ar. Hıdmet’ten; bir kimseyi bir işte çalıştırma. Ederim kuvve-i kudsiyye-i efkârımla Cünd-i ervâh-ı ricâl-i sahnı istihdâm Nef’î Eylese takviyet-i hükmü eğer bir kâhı Sarsar-ı sedd-i sedîd olmak için istihdâm Cevrî İbrahim Çelebi istihfâf Ar. Hiffet’ten; bayağı ve aşağı bulma, küçümseme, aşağı görme. Felâket görmemişsin derdimi eylersin istihfâf Felâket olsa lâyıktır bu halka sendeki evsâf Abdülhak Hâmit Etme bir kimseyi sakın istihfâf Mehmet Tevfik istihkâk Ar. Hakk’tan; 1. Hak etme, hak kazanma, hakkını isteme. 2. Hak kazanılan şey, liyakat. Herkese gelmez belâ erbâb-ı istihkâk arar Eşref Paşa Bursalı Mustafa istihkâk u isti’dâd Liyakat ve kabiliyet. Hande eylerler uzaktan cümlesi feryâdına Dikkat etmez kimse istihkâk u isti’dâdına Ziya Paşa istihkâm Ar. Hükm’den; 1. Kuvvet, metanet, metin olma. 2. Siper. c. istihkâmât. Vermek istersen cihânda nâm mânend-i nigîn Merkezinde göster istihkâm mânend-i nigîn Hâmî Hâmî-ı Âmidî Ne âlî vü bülend olmuş binâ-yı dil-keşi el-hakk Ne istihkâm ile vaz’ eylemiş bünyâdını üstâd Nedim istihlâf Ar. Half’ten; birinin yerine geçme. Hasbet-en-lillah olur zannetme şeyhin himmeti Kasdî istihlâftır İblîs’i irşâd etse de Namık Kemal istihkâr Ar. Hakaret’ten; aşağılama ve hakir görme. Tutalım arayarak bulmuşum onu ammâ Kabûl kılmayıp eylerse nezrim istihkâr Nedim Dil-penâh ü melce’in sensin senin ey nûr-ı dil İşbu sırrı bilmeyen şâyân-ı istihkâr olur Abdülaziz Mecdi Efendi istihmâm Ar. Hamâm’dan; sıcak su ile yıkanma, hamamda yıkanma. Arak-rîz olur istihmâm eden kes Lâ Hamama giren terler Atasözü Bir daha hâneye azm eylemez andan açılır İktizâ eyler ise birisine istihmâm Nâbî istihrâc Ar. Hurûc’tan; Her hangi bir şeyden sonuç ve anlam çıkarma. 2. Bir şeyin içinden başka bir şeyi çekip çıkarma. c. istihrâcât. Bu âlem bir kitâb-ı hikmet-endûz-ı hakâyıktır Meâlin her kim istihrâc ederse âferîn bâdâ Nâbî istihsân Ar. Hüsn’den; beğenme, makbul ve pesend sayma. Görürdüm her kasîde söyledikçe her birisinden Hem istihsân ü hem ihsân ü hem lûtf-ı firâvânı Nef’î Medenî bittabigeçen insân Elbet eyler o zevki istihsân Abdülhak Hâmit Bir şehîd-i dem-hurûşânım ki gûş-i cânıma Rûh-ı Yahyâdan gelir âvâz-ı istihsân henüz Muallim Naci istihyâ Ar. Hayâ’dan; haya etme, utanma. Mehd-i cünbânlığına Zühre iner eylemezse Dâyenin rif’at-i şânından eğer istihyâ Nâbî Ey kamer-tal’at meh rûyundan istihyâsı-çün Perde-i eflâk olur kat kat hicâb-ı âfitâb Hasırcızâde Hafız istihzâ’ Ar. Biriyle alay edip eğlenme, zevklenme. Eyleyip hâline bir kahkaha-i istihzA Nâvek-i tâne-i düşnâma edip onu siper Nâbî Hâlık’a râcidir istihzA, sakın, mezmûmdur Râşid Molla Feyzizâde Müverrih Mehmet Güneş de şimdi açılmış ufukta hande-nümâ Eder gibiydi uzaktan benimle istihzA Tevfik Fikret istihzâr Ar. Huzûr’dan; 1. Devamlı tekrarlama, hatırlatma. 2. Hazırlama, hazır edilme. Dâimâ mecmûası düşmez elinden rûz u şeb Benzer eder ruhların vasfını istihzar gül Necati Bey istîkâd Ar. îkâd’tan; 1. Tutuşup yanma. 2. Tutuşturup yakma. Rütbeni bilmek ile tab’-ı cehennemde bile Ümmet-i müznib için yok heves-i istîkâd Nâbî istikamet, istikâmet Ar. Kıyâm’dan; doğruluk, müstakimlik, dürüstlük. İlaç et düşmeden sâkî mizâcım istikametten Fuzûlî İstikamet vermek istersen mizac-ı âleme Gâh zahm ur gâh merhem fikrin et reg-zen gibi Kadrî Çelebi Hamidî Abdülkadir istikbâl Ar. Kabl’den; 1. Gidip karşılama. 2. Gelecek zaman, gelecek vakit. Ne istikbâle ne cem’iyyet-i ârâya tâbidir Ale’l-ıtlâk ahâli devlet-i dünyâya tâbidir Yenişehirli Avni Öyle nâzik ki eğer şapkalı bir kunduracı Evine gelse eder tâ kapıdan istikbâl Ziyâ Paşa Koca bir kevkebe vü debdebe-i istikbâl Şâh-râh-ı ebediyyette ziyâ-pâş-ı kemâl Kemalzâde Ekrem Bey Seni istikbâl için önce gelmek cihâna Ve başkasından almak sonra geliş müjdeni Faruk Nafiz Çamlıbel istikhâl Ar. Kehl’den; göze sürme çekme. Sa’y-i istikhâl ederken dîdesin ihrâc eder Lâ “Kaş yapayım derken göz çıkarır” atasözünün diğer bir söyleniş şekli istiklâl Ar. Kıllet’ten; tâbi olmayıp başlı başına olma. Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl Mehmet Akif Harâb olan azamet, târ-mâr olan ikbâl Sükût-ı rûh-ı umûmî, sukût-ı istiklâl Mehmet Akif çelik parçası bir gün bir ehemmiyet alır Koca bir kavmin olur hâris-i istiklâli Tevfik Fikret istikmâl Ar. Kemâl’den; tam ve tamam etme, tamamlama, kemale erdirme. c. istikmâlât. Ale’l-husûs Cenâb-ı bülend-ı Sıddîkî Ki buldu onun ile dîn-ı Ahmed istikmâl Necati Bey Bizim noksanımız hep kâbil-i ikmâldir ammâ Bulunmaz neyleyim ashâb-ı istikmâl bir yerde Yenişehirli Avni istiknâh Ar. Künh’ten; bir şeyin aslını araştırma. c. istiknâhât. Kader nedir, sana düşmez o sırrı istiknâh Senin vazîfen itâat ne emrederse İâh Mehmet Âkif istikrâh Ar. Kerh’ten; İğrenme, tiksinme, iğrenç bulma, nefret etme. Mizâc-ı âlemi tashîhe sa’y eden her-gâh Görür devâ gibi çîn-i cebîn-i istikrâh Said Sırrı Gerçi gûş eyledi hâh u nâ-hâh Tab’ı ammâ ki edip istikrâh Sünbülzade Vehbi istikrâr Ar. Karâr’dan; 1. Karar ve sebat üzre olma. 2. Sağlam ve sabit etme. Bakılsa çeşm-i basîretle nakş-ı hestiye Verir birbirine irtibât-ı istikrâr Ziyâ Paşa istikrâz Ar. Karz’dan; 1. Ödünç para alma, borçlanma. 2. Faizle para alma. c. istikrâzât. Cân u baştan geçmeyince dost elini tutmadım Pes urup yettikçe ol dem ettim onu istikrâz Gaybî istiksâr Ar. Kesret’ten; çok görme, çok görülme. Etmez istiksâr kâlâ-yı visâlin kıymetin Ol metâ’-ı sîne-zîbin anlayan az olduğun Nâbî Bu temennîyi etme istiksâr O da azdır bizim medârise az Muallim Naci istiktâb Ar. Kitâbet’ten; 1. Yazdırma, yazdırılma. 2. Söyleyip yazdırma, dikte etme. Ediyor katre katre istiktâb Banagûyâ birşi’r-i mahzûnu Cenab Şahabeddin istiktâr Ar. Katre’den; damla damla, katre karte su akıtma. Gâh teklîs ü gehî istiktâr Azmâyişlegeçer leyl ü nehâr Nâbî istîlâ’ Ar. Vely’den; 1. Bir yeri kuvvetle ele geçirme. 2. Yayılma, kaplama. Küfr müstevlî olup kılmıştı İslâm’ı hep Cehl istîlâ bulup etmişti ilm ehlini hâr Fuzûlî Fusûl-ı erba’a etse tecâvüz hadd-ipergârın Nizam-ı mümkünâta ihtilâl eylerdi istîlâ Nâbî Bak nasıl, bir memleket, şâyân olur a’dâsına Bak nasıl uğrar vatanlar düşmân istîlâ Midhat Cemal Kuntay isti’lâ’ Ar. Ulüvv’den; 1. Yükselme. 2. Üstün gelme, üste çıkma. Eğer leyl ü nehâr âmed ü şüdünde geçse mikdârın Hayât-ı kâinâta fasîdât eylerdi isti’lâ’ Nâbî Sen ona bir de gerekse deme ol birdir hemân Vahdet-ı Hak sanma tevhîdinle isti’lâ, dadır Gaybî istîlâd Ar. 1. Çocuk isteme. 2. Cariyeden doğan çocuğunu nüfusuna kaydetme. Cimrinin kesrete hırsı o kadar var ki eder Daha nâ-bâliğ iken dâiye-i istîlâd Nâbî istilzâz Ar. Lezzet’ten; hoş bulma, leziz sayma. c. istilzâmât. Okuyan gûdek-i nev-sâle eder istilzâz Sünbülzade Vehbi istimâ’ Ar. Sem’den; dinleme, işitme, kulak verme. c. isti’mâât. Kelâm-ı Hakk’ı her kimden işitsen istimâ’ et kim Bozulmaz ma’nî-ı Kur’ân olursa bed-sadâ hâfız Sünbülzade Vehbi istimâlet Ar. Meyl’den; 1. Saptırıp eğip meylettirme. 2. Kendine, kendi gönlüne çekme. c. istimâlât. İstimâletle gülüp yüzlerine İ’timâd eyleme çok sözlerine Sünbülzade Vehbi istîmân Ar. Emân’dan; 1. Aman dileme, sığınma. 2. İyilik bekleme. Tîğ-ı dehşet-güsterim destimde parlar parlamaz Karşıdan âvâz-ı istîmân olur yer yer bülend Muallim Naci Şakî çarıkların altında hurdahaş îmân Hurdayı titretiyor eyledikçe istîmân Mehmet Akif Olmaz istîmân eden mağlûba tîğ Lâ istimdâd Ar. Meded’ten; imdad ve yardım isteme. HafızA Bağdâd’a imdâd etmeğe er yok mudur Bizden istimdâd edersin sende asker yok mudur Murâdî Sultan IV. Murat Bağdat seferi sırasında Sadrazam Hafız Paşa’nın gönderdiği “yok mudur” redifli imdadiyesine verdiği cevaptan bir beyit Adile fırsat düşerse kinden istib’âd eder. Zâlim, idbâra düşerken dinden istimdâd eder Neyzen Tevfik Felek benim gibi âcizdir etmem istimdâd Kim Ftimâd ede müflislerin tekellüfüne Seyyit Vehbî istimdâd-ı dermân Dermana yetişme. Derd ile cân verdim istimdâd-ı dermân etmedim Derd-nâk-ı imtinâımdır dil-i dermân henüz istimdâd-ı feyz Feyiz yardımı. Vay ona kim eyleye lâ-şeyden istimdâd-ı feyz Yuf ona kim eyleye nâ-kesden ihsân iltimâs Bağdatlı Ruhi istimhâl Ar. Mehl’den; müddet, vade, zaman isteme. Çekip visâdemi kıldım külâh-ı kûşemi ham Garîm-i gamdan edip nîm-lâhza istimhâl Nedim istimrâr Ar. Mürûr’dan; sürme, devam etme. Cihânı lutf-ı mürüvvetle kâmrân ettin Cihânda kâm alasın ber-sebîl-i istimrâr Nedim Sahb-âsâ yürürler yerde câmid gördüğün dağlar Bütün zerrât bir kânûn-ı istimrâra tâbidir Ziya Paşa istimzâc Ar. Mezc’den; birinin mizacını, huyunu anlayıp onunla uyuşmaya gayret etme. Çâre-sâz olma değil, derdine dermân arıyor Yoklayup nabzını ettimse kimi istimzâc Sünbülzade Vehbi istinâd Ar. Sened’ten; 1. Yaslanıp dayanma. 2. Güvenme, kuvvet alma. Leşker-i mâle ittikâ etmem Asker-i gaybe istinâdım var Muradî Sultan IV. Murat Hukuk sâhibi mûr olsa da Süleymân’dır Kişi mukaddes olur hakka istinâdı kadar Âsaf Nâfia Nâzırı Mahmut Celaleddin Paşa Biz müttekâ-yı zer-keş-i câha dayanmazız Hakkın kemâl-i lûtfunadır istinddımız Bâkî istinâd-ı devlet Devlete dayanma. Baht-ı yâver padişâh-ı âsumân-mesned ki dîn İstinâd-ı devletiyle kuvvet-i erkân bulur Nef’î istinâd-gâh, istinâd-geh Maddi, manevi istinat edilecek yer. Hudâsı var olanın istinâd-gâhı mı yok Muallim Naci Muallim Naci istinbât Ar. Nübût’tan; akıl ile gizli mana ve hüküm çıkarma. Dîdeden katre-i eşkim dökülüyor dil-i mecrûh İsmimi hûn-ı dilden edesin istinbât Sünbülzade Vehbi istirâhat Ar. Râhat’tan; rahat, ârâm, âsûdegî, ârâmiş. Yâ Rab ne derd olur bu ki cân tenden ayrılır Cânın ten içre kalmayıcak istirâhati Ahmed-ı Dâî Bir istirâhatin ki ola mercii beden Yoktur o râhatın dil ile câna nisbeti Nâbî Cihânın zîr ü bâlâsın tefahhus eyledim Nâbî Tevekkül kişverinden gayrı yerde istirâhat yok Nâbî istirâk Ar. Sirkat’ten; çalma, sirkat etme. istirâk-ı sem’ Kulaktan söz kapma. İstirâk-ı sem’a kıldıkça hücûm Onları def’ eyledi gökten rücûm Nâbî istirdâd Ar. Redd’ten; geri alma, geri alınnmasını isteme. c. istirdâdât. İki elmas değildir harem-i hâsında Cibril’in gözü kalmış edemez istirdâd Nâbî Arif ol dest-güşâ olma atâ-yı çarha Ne atâ eyler ise âhir eder istirdâd Nâbî istirhâm Ar. Rahm’dan; yalvarma, merhamet dileme. c. istirhâmât. Ümmetinden âcizan-ı uşşâk istirhâm eder Fevz-i vasla Adile’yi eyle mazhar bu gece Âdile Sultan istirkâk Ar. Rıkk’tan; 1. Birini kendine köle etme. 2. Savaşta birini esir alma. Azabın ile tahvîfe efendi kalmadı hâcet Çün ettin kesret ihsân ile âfâkı istirkâk Nuri istisgâr Ar. Sagîr’den; 1. Küçük görme, görülme. 2. Azımsama. Uzaktan seyr edüp de ehl-i sa’yi etme istisgâr Küçüktür sanma zîrâ necm-i gîsû-dâr âlîdir Muallim Naci istishâb Ar. Sohbet’den; 1. Beraber olma, kendine arkadaş kılma. peyda etme, tedarik etme. 2. Mülk edinme. Bu denlü devri karâr etmez idi eylemese Sipihr heykel-i nâm-ı şerîfin istishâb Nâbî Melek-hisâl olur bir nigâh ile Mirrîh Ederse bezmine ol tünd ü tîzi istishâb Esrar Dede Devletin üss-i esâsın dîn ederken müstakırr Kimseler İslâm’ı istishâba olmaz muktedir Ziya Paşa istiska’ Ar. Saky’den; 1. Karında veya diğer uzuvlardan birinde su birikmesi. 2. İçecek su isteme. 3. Kuraklıkta yağmur için dua etme. Olurdu halk-ı âlem kâse-gird-i dest-i istiska Nâbî istiskâl Ar. Sıklet’ten; 1. Ağır sayma, ağır görme. 2. Huzurda bulunmasından hoşlanmama, yüz vermeme. Kâse-lisân biribirini eder istiskâl Cümleden olsa da memnûn veliyyü, n-ni’met Hâzık Erzurumlu Mehmet istişâre Ar. Şûrâ’dan; danışma, bir işin ilgili kimselerin fikrini sorma. c. istişârât. Densin mişi’r ü inşâ öyle muakkad-âne Kim ola hall ü akdi muhtâc-ı istişâre Nâbî istişfâ’ Ar. Şifâ’dan; şifa isteme, derdine derman arama. Bunu ey cümle-i mahlûka mutâ’ Eylerim vâsıta-i istişfâ’ Hakanî istişhâd Ar. Şehâdet’ten; 1. Birinin şâhidi olup şehadet etmesini isteme. 2. Şehit olma. c. istişhâdât Noktadan dâirenin gerdişin et istişhâd Tohmunun za’finıgör cirm-i kedûyı seyr et Nâbî Tevâzu’ ayn-ı rif’at, hizmet-i millet siyâdettir Olunsun hulk-ı Peygam-ber’le istişhâd lâzımsa Namık Kemâl istişmâm Ar. Şemm’den; koku alma, koklama. Nükhet-i nâfe-güşâ-yı çemen hulkunuger Etseler gâliye-sayân-ı bahâr istişmâm Nef’î Havzdan kevser-i pâkizeyi nûş eyleyeyim Kasrdan bûy-ı cinânı edeyim istişmâm Nedim Hıfzı bir micmer-i tefsîdeye olsa sâri Ne kadar râyihasın etse meşâm istişmâm Cevrî İbrahim Çelebi istitâat Ar. Tav’dan; takat, güç, kudret yetme, yeterlik. Cism-i zaîfimin yok iken kendi kendiye İmdâdsız kıyâm edecek istitâati Nâbî Vücûdunda onun sırrına sabra istitâat yok Tutalım Hızr’ı vaktiyle buluştun neyleyim gönlüm Nuri Fikr et ne kadar bidâat ister Bu nazm ne istitâat ister Ziya Paşa istitâl Ar. Göz yaşının inci gibi dökülmesi. c. istitâlât. istitâlât Dökülmeler. istitâlât-ı nefes Nefesin birbiri ardınca çıkması. Berk-ı hâtif gibi var mebde’ine eyle sefer İstitâlât-ı nefestir yola müste’hir har Esrar Dede istitâr Ar. Setr’den; gizlenme, örtünme. Geh tecellî-sâz olursun gâh edersin istitâr Ey perî dîvâne-igayb u şühûd ettin beni Yenişehirli Avni Niçin bu nûr ile meyyâl-i istitâr olalım Çıkıp güneş gibi âfâka feyz-bâr olalım Muallim Naci Ne de durgun denizde bir muğberr Lerze-i istitâr ü istiğnâ Ahmet Hâşim istivâ’ Ar. Sevâ’dan; 1. Müsâvât, eşitlik, ölçülülük. 2. Temaslar. 3. İstikamet. 4. Karar. Sabitlik. 6. Olgunluk. hatt-ı istivâ Yeryüzünde farzolunan bir yuvarlak çizgi olup, kutupları da yeryüzünün kutupları olarak zikredilen iki kutuba uzaklığı eşit olduğundan, yeryüzünü kutuplar arasında ayıran büyük bir dairedir. İstivânın hattı KA’be üzredir demiş hakî Râstîdir yâr üzre hatt-ı istivâdır perçemi Hamdullah Hamdi istivâ-yı zât Kişinin olgunluğu. Nüsha-i vahdet benim maksûdu benden iste gel İstivâ-yı zât olan arş-ı muallâ bendedir Gaybî isyân Ar. 1. Emre uymayıp itaatsizlik etme. 2. Ayaklanma. Olmasa isyâna çerî kuvvet ile fîl gibi Düşmen-iHakka hücûm eyleEbâbîl gibi Hersekli Arif Hikmet Ta’dîl-i hissiyyât için elzem hayâlât Onsuz kalırsa mûcib-i isyân olur hayât Abdülhak Hâmit Gâh Mecnûn gibi dağlar aşarım Adile ben Yok karârım ne ideyim gamla perîşân gezerim Âdile Sultan isyân-ı âşinâ Dost isyanı. Lûtf-ı Hak’dan zahidâ rindânı nev-mîd eyleme Mazhar-ıgufrân olur elbette isyân-ı âşinâ Fıtnat . isyân-ı firâvân Taşkın isyan. Bekliyordum ki senin müşfik ü nâzende elin Benim isyân-ı firâvânıma zencîr ursun Bekliyordum ki senin belsem-i eltâfinla Mütemâdî halecânım, hafakânım dursun Doktor Abdullah Cevdet isyân-ı hicâb Utanma isyanı. İnâyet her kime yüz tutsa isyân-ı hicâb olmaz Güneş doğdukta zîrâperde-i zulmet nikâb olmaz Şeyh Galip isyân-ı mevc-i zâhir Görünen dalgaların isyanı. İsyân-ı mevc-i zahire ettinse vakf-ıgûş Çarparken ufk-ı zulmete bir bahr-i pür-hurûş Ahmet Hâşim îş> ıyş> ayş Ar. eğlence. Ber-kâide îş eyleyelim vakt-i safâdır Kânûna hemen uyduralım nağme-i nâyi Rızayi Lâle-veş kalkıp ayak tolularını içelim Gül gibi îş edelim bezm-i bahâr eyleyelim revani tolu içi dolu kadeh Cânâ safâ hengâmıdır îş ü tarab eyyâmıdır Sultân-ıgül in’âmıdır seyr eyle ihsânın yine Râmî îş-i cihân Dünya eğlencesi. El çekip îş-i cihândan nûş edenler zehr-i gam Ser-firâz-ı dehr olup demler kademler sürdüler Lamiî Çelebi îş-i nev-bahâr İlkbahar eğlencesi. Gel ey perî ki bu gün azm-i sebze-zar edelim Şarâb-ı köhne ile îş-i nev-bahâr edelim Hamdullah Hamdi îş-i müdâm Devamlı eğlence. Muhtesib sâkî mey içmeğe yasak eylemeden Bir yere cem’ oluban îş-i müdâm eyleyelim Enven îş ü işret Eğlence ve zevk u safa. Ko bu îş ü işreti çünkim fenâdır âkıbet Yâr-i bâkî ister isen olmaya tâat gibi Muhibbî, Meftunî Kanunî Sultan Süleyman iş’âl Ar. Şa’al’den; şulelendirme, ışıklandırma. Şem’i itfâ’ kolay ammâ ki ne güçtür iş’âl Şinasi İbrahim Acizim şükrünü îfâda ki etti lûtfun Şem’-i maksûdumu âhir nefesimle işâl Ziya Paşa iş’âr Ar. Şi’r’den; 1. Anlatma. 2. Yazı ile bildirme. c. iş’ârât. Hüsn-i ma’şûka olur sînedeki dâg delil Şemse-i cild eder işâr kitâbın şerefin Nâbî Halka mürşidlik satıp dacvâ-yı irfân eyleyen Vâridâtın bâri Gaybî gâhi işâr eylese Gaybî Aşktır fehm ile iş’âr eyleyen derd-i dili Aşktır bak Adile çarhı eden keşf ü beyân Âdile Sultan işâret Ar. 1. Belirleme ve ayırma için kullanılan alâmet. 2. Emr etme. 3. Anlayış anında edilen uzuv hareketi veya kullanılan işaret. c. işârât Ya işâret katle eyler ya beşâret vasladır Her kıla baktıkça ebrûsunda olan ihtilâc Lamiî Çelebi Sâdât-ı kabîle-i mahabbet Birbirine ettiler işâret Şeyh Galip Kimdir beni tevlîd veyâhûd kılan inbât Ancak şu işâret onu eyler sana isbât Abdülhak Hâmit Bir söz dedi cânân ki kerâmet var içinde Dün geceye dâir bir işâret var içinde Nedim işâret-hâne İşaret edilen ev. mec. dünya. işâret-hâne-i fâni Fani dünya. Bu işâret-hâne-i fânîde hamr-ı bî-humâr olmaz Muallim Naci işârât İşaretler. Hep işârât sudûr-ı hükmü nâtıktır Vaz’-ı mîzan tekâbülde bu sırr-ı meknûn Münîf İşârâtı bedeldirgüft ügûya merdüm-i lâlin Sâmî Arpaemînizâde Vak’anüvis Mustafa Bey işârât-ı rumûz-ı aşk Aşk rumuzunun işaretleri. Öğren Esrâr işârât-ı rumûz-ı aşkı Matlabin eyler edâ dest-i temennâ hâmûş Esrar Dede işgâl Ar. Şugl’den; 1. Bir yeri ele geçirme. 2. Birinin iş yapmasını engelleme. 3. Uğraştırma. Bi’t-terâzî idicek bast-ı makâl Belki ol eyleye hall-i işgâl Sünbülzade Vehbi idicek edince. işhâd Ar. Şehâdet’ten; 1. Şahit tutma, şehâdet ettirme. 2. Örnek olarak gösterme. Müddeî münkir olursa çekerim işhâda Hak-şinâs ehl-i nazar anladığım yârânı Nef’î Beşer unf ile girmez zabta mümkündür bu da’vâda Bütün târîh-i insâniyyeti işhâd lâzımsa Namık Kemâl işkâl Ar. Şekl’den; 1. Benzer ve ayırdedilmeyen şekilde olma. 2. Çözüm ve cevabı güç olma. 3. Harflere nokta ve hareke düzenleme. Tertîbte olmak ile işkâl Tanzîmde ben de ettim ihmâl Ziyâ Paşa işkâl-i tılsımât-ı umûr-ı mülk Ülke işlerinin tılsımlı şekillerini çözme. Hall-i işkâl-i tılsımât-ı umûr-ı mülke Etmiş üstâd-ı ezel lûtfunu miftah-ı merâm Nâbî işkembe, işkenbe Far. > şikem. Geviş getiren hayvanların ilk mide bölümü. işkembe-i kübrâ En büyük işkembe. Hazm eder cümlesin işkembe-i kübrâya sürer Sürüler mi’deni imkân bulamaz ifâda Hamamizâde İhsan işkence Far. > şikenc, işkenc. Bir kimseye yapılan maddi veya manevi eziyet. Bir çelik parçası bir tîğ-ı mehîb olmak için Sonra yatmakla geçer ömr-i niyâmında bütün Ne hazîn işkence Tevfik Fikret işkeste Far. > şikest. Kırık, kırılmış bk. şikest, şikeste. Hûn-ı ciğerle dolmuş câm-ı zer olmadansa Bî-inkisâr-ı hâtır işkeste sâgar olsun Nâilî işrâb Ar. Şürb’den; 1. İçirme. 2. Suvarma, sulama, içecek verme. 3. Beyan ve yazma, ifade etme. Düştü bir târîh işrâb et ataş-i âleme Nev sebîl-ı Mustafa Han’dan gel iç âb-ı züZâl Fıtnat Halka târîhini menkût ile ettim işrâb Şerbeti sundu Şekerzâde’ye sâkî-i ecel 1788 Sürûrî işrâb-ı şarâb Şarap içirme. Yâre işrâb-ı şarâb etmeğe ikdâm ettim O dem mest oldu fakat ben dahi elden gittim Muallim Naci işrâk Ar. Şark’tan; 1. Ruşen ve münevver kılma, aydınlatma. 2. Aydın ve güneşlik yere girme. c. işrâkıyân. Nûr-ı hikmet kalb-i nâ-kâbilde işrâk eylemez Çeşmin etmez merdüm-i hâbîdenin rûşen çerâg Ali Ruhi Bey İzârın mihrine olmuştu gönlüm cânile müştâk Vücûd envâr âfâk-ı ademden kılmadan işrâk Behiştî Dehâya nâsiye-i sâfi merkez-i işrâk Soluk dudakları pür-lerzîş-i sürûd-ı firâk Tevfik Fikret işrâkıyân Katılanlar, bir adada bulunanlar. işrâkıyân-ı âlem-i üns İnsanlık âlemine katılanlar. Budur merâsim-i işrâkıyân-ı âlem-i üns Sühanla sâmia leb-rîz ü encümen hâmûş Sâlik Kasımpaşa Mev. Şeyhi Halil Efendi Mahdumu işrâkıyân bk. işrâk. işret Ar. 1. Eğlence, güzel eğlenme, yiyip içme. 2. Eğlence meclisi. Süzülmüş bâde hâtırlar güşâde meclis âmâde Nisâb-ı ayş u işretten ahibbâ igtinâm üzre Nâilî Ey şûh Nedîmâ ile bir seyrin işittik Tenhâca varıp Göksu’ya işret var içinde Nedim Geh câm-ı bâde nûş ederiz gâh hûn-ı dil Biz ruhsat-ı zemâna göre işret eyleriz Sabri Mehmet Şerif Çelebi Bed-mâye olan anlaşılır meclis-i meyde İşret güher-i âdemi temyîze mihekkdir Ziyâ Paşa işret-i bezm-i visâl-i yâr Sevgiliye kavuşma meclisinin eğlencesi. İşret-i bezm-i visâl-i yâr geldi yâdıma Gussa-i dehr ü gam-ı devri ferâmûş eyledim Bâkî işret-i dûşîne Dün geceye ait eğlence. Fehm olunmazdı neşât-ı âlemin eksikliği Görmesen renc-i humârı işret-i dûşînede Nedim işret-i zânû-be-zânû Diz dize işret. Humâr-ı dehre dârû-yı müferrihtir müheyyâ ol Bu şeb olşûh-ı şenle işret-i zanû-be-zanû var Âsaf Ahmet İzzet Paşazade Süleyman işret-gâh İşret edilecek yer, içki içilen yer, meyhane. işret-gâh-ı hoş Hoş eğlence yeri. Saâdetle o işret-gâh-ı hoş tarh-ı dil-ârâda Safâlar kesb edeyim dâim pür-feyz-i mesrûru Nef’î işret-geh İşret edilecek yer, içki içilen yer, meyhane. Ziyâ, değmez humâr keyfine mey-hâne-i dehrin Bu işret-gehde ben çok durmadım ammâ neler gördüm Ziyâ Paşa işret-hâne İçki içilen yer, meyhane. Huzûr-ı kûşe-i meyhâneyi ben görmedim gitti Ne meclisler, ne sahbâlar, ne işret-hâneler gördüm Ziya Paşa işret-kede İşret yeri. Bir genc-i güher olsa pinhân ne ola sînemde İşret-kede-i tab’ım vîrâne değil miya Nef’î işret-sâz İçki içen. Olmuş iken bülbül-i mest ile işret-sâz gül Al tûtîler gibi etmek diler pervâzgül Hayâlî Bey işret-serây Yenip içilen yer. İşret-serây-ı dehre ki vaz’ ettiler esâs Cem gibi nice şehleri müzdur yazdılar Nâilî işrîn Ar. Yirmi sayısı. İşrîn sine esîr-firâş oldum inledim Bir beht içinde hep gile-i rûhu dinledim Recaizade Ekrem iştiâl Ar. Şu’le’den; 1. Şulelenme, alevlenme. 2. Korku ile birden uyanma. Ben büründüm bir abâya zemherinin rağmına Sen de ey aşk âteş-i sînemde eyle iştiâl Muallim Naci Akşam, ufukta beldeler eylerken iştiâl Örter cebîn-i neş’eyi bir hüzn-i bî-sebeb Ahmet Hâşim Ölürüz biz, fakat hayât ölmez; Şu’le fânîdir, iştiâl ezelî Abdullah Cevdet iştibâh Ar. Şübh’ten; 1. Şek, şüphe, reyb. 2. Şüphelenme, şüphe etme. 3. Kolay farkolunma derecesinde benzeşme. Yüzünü görüp sandım bedr ayı ettim iştibâh Bana gönlün kalmasın ol iştibâhımdan sak ın İbni Kemâl Zât-ı Hak, etmekle gâfil iştibâh, olmaz iki Aftâbıgörse de ahvel-nigâh olmaz iki Namık Kemâl Bir âfitâba bir ol meh-veşe nigâh ederiz Şebâhet öyle ki farkında iştibâh ederiz Ziya Paşa iştidâd Ar. Şiddet’ten; güçlenme, şiddetlenme. Böyle mi tavsîf ederdim zât-ı âlî-şânı Etmeseydi baht ile ceng ü cidâlim iştidâd Yenişehirli Avni iştigâl Ar. Şugl’den; Bir işle meşgul olma, bir şeyle ilgilenme. c. iştigâlât. Her ne emre iştigâl etsen saâdetle ola Avn-ı Rabbânî zahîr ü lûtf-ı Yezdânî muîn Nef’î iştigâlât Meşguliyetler, uğraşlar. Sayarsak görmeyiz bir iş bu korkunç ihtimâlâtı Hayâlin semt-i eslemdir cedîr-i iştigâlâtı Abdülhak Hamit Ve akl u mantıka hîç sığmayan hayâlâtım Muhâkemât ü sünûhât ü iştigâlâtım Fâik Âli Bey iştihâ’ Ar. Şehvet’ten; 1. İstek, meyil, haz, arzu. 2. Yemek yeme isteği. Bulmazdı kahrın açmasa hân-ı siyâsetin “Hel min mezîd” lokmasına dûzah iştihâ Fuzûlî “daha da verir misin“ Kur’an Kf Sûresi, 29-30. ayet?” Kestin külîçe-i mehi tennûr-ı çarhta Çün hân-ı mu’cizatına germ oldu iştihâ Şeyhi Bu sefîl iştihâ, bu kirli nazar Bulamaz sende bende bir ma’nâ Ahmet Hâşim iştihâ-yı hırs Hırs arzusu. Sunma nevâl-i dehre sakın dest-i ârzû Mâhîyigayre tu’me eder iştihâ-yı hırs Râşid Molla Feyzizâde Müverrih Mehmet iştihâr Ar. Şöhret’ten; şöhret bulma, meşhur olma. Vîrân-ı hâkte mahzûn olan cevher gibi irfân Olur hâsıl velîkin iştihâr olmaz bu yerlerde Nâbî Billâhî yuf bu şu’bede-i hîç-kâre yuf Yuf kadr-i câh u tantana-i iştihâre yuf Şeyh Galip Acz ile noksân ile bir zerre-i nâ-çîz iken Gül gibi vasf-ı kemâlâtında buldum iştihâr Nazîm Yahya Sen cism idin fenâ-yâb ol rûh-ı câvidânî Düştün cüdâ sen ammâ bâkîdir iştihârın Abdülhak Hâmit iştihâr-ı bülend Yüce şöhret. Mübârek ola saâdetle şâh-ı devrâna Bu iştihâr-ı bülend ü bu rütbe-i sâmî Nef’î iştihâr-ı irfân Bilimde şöhret bulma. Nâmenledir iştihâr-ı irfân Lafzınladır iftihâr-ı ma’nî Ünsî iştihâr-ı ziyâ Işık şöhreti. Neşr et kemâlin âleme ehl-i kemâl isen Rûşendir iştihâr-ı ziyâ âfitâbda Hersekli Arif Hikmet iştikâ’ Ar. Şekvâ’dan; 1. Şikâyet etme, yanıp yakılma. 2. Hüzünlü hâlini gösterme. Gülü bülbül yakar, şem’i dahi pervâne zâr eyler Kimi gördümse şâkî, iştikâsı âşnâdandır Nevres-i Kadim Her kim ile hasbihâl etsen acır gûyâ sana Hâlden senden ziyâde kendi eyler iştikâ Ziyâ Paşa İştikâ etme felek cevrinden ey dil dâimâ Şâd eder mahzûn dili bir gün gelir Allah kerîm Lâ iştikak, iştikâk Ar. Şakk’dan; 1. Bir kelimeden diğer kelimeyi meydana getirme. 2. Dal budak salma. Vardır Arabîde ba’zı külfet Etmek gerek işikaka dikkat Ziya Paşa iştimâl Ar. Şümûl’den; kuşatma, içine alma, kapsama. Enzârı karşısındaki zer-sîne tarlanın Deryâ-yı sünbülâtına eylerdi iştimâl Cenap Şahabeddin İnanmıyor musun buna niçin tebessüm eyledin Bayıldım âh o hande-i nezâketiştimâline İsmail Safa iştiyâk Ar. Şevk’ten; gönülden arzulu olma, göreceği olma, özleme. Bir nefes dîdâr için bin cân fedâ etsem ne ola Nice demlerdir esîr-i iştiyâkıdır gönül Nef’î Şerha şerha eylesin sînem firâk Eyleyim tâşerh-i derd-i iştiyâk Nahfi iştiyâk-ı ten Ten arzusu. Terk etse iştiyâk-ı teni mürg-i dil ne ola Akıl düşer mi düştüğü zindana bir dahi Nâilî işve Ar. Naz, eda, cilve, şive. Ey gül ne aceb silsile-i müşg-i terin var Ve ey serv ne hoş cân alıcı işvelerin var Fuzûlî Ey şehsüvâr-ı işve bu hâke tenezzül et Her pâdişâha gâyet-i menzil türâb olur Arif Mütercim Mîr Süleyman İşveler sezdiren bir üslûbta Bir güzel şarkı söylüyor rüzgâr Yahya Kemal işve-i mükerrer Tekrar edilen işve. Rahîklar sunulur cevherîn kadehlerle Ümîdler verilir işve-i mükerrerle Tevfik Fikret işve-i yegâne Tek eda. Ne bu tavr-ı nâzik-âne ne bu işve-i yegâne Bu zuhûr-ı nev-edâyı sana verdi anca Mevlâ Esrar Dede işve-bâz Naz eden. Tâ ezelden sevmişem ol dil-ber-i nâzik-teni Bir lebi şekker rûhu gül işve-bâzım var benim Farisi Sultan II. Osman işve-ger Nazlı ve edalı güzel. Taş mıdır bağrı o cevher kemerin Nice sıkmış belin ol işve-gerin Sünbülzade Vehbi işve-nigeh İşveli bakış. Acep mi mülk-i dile salsa gamzeler âşûb Harâb-ı işve-nigeh çeşm-i pür-fiten mahmûr neşati i’tâ’ Ar. Atâ’dan; verme, bahş etme, verilme. Ser-i mev’idlere tecvîz-i udûl etmez iken Yine hürmetlidir i’tâ tarafı mîzânın Nâbî Emr-i bî-ücrete ibrâz olunan hidmete yûf Şahs-ı bî-hidmete i’tâ kılınan ücrete yûf Yenişehirli Avni Felek bir öyle felektir ki cân alır yerine Ederse her kime nân-pâre-i hayât i’tâ Ziya Paşa itâat Ar. Tav’dan; emir ve tenbihe uyarak gereği gibi amel ve hareket etme. Asâr-ı tecellîdir sûrette nümû-dârı Bî-sâyelerin Esrâr isyânı itâattir Esrar Dede itâb Ar. Azarlama, tersleme, hatır ve gönül kıracak sert söz. Göz ucuyla âşıka geh lûtf eder gâhî itâb Bir suâle yer komaz ol gamze-i hâzır-cevâb Nef’î Dâd-ı mahmûr-ı çeşm-i nîm-hâbından senin El-amân şûhî-i ebrû-yı itâbından senin Mahmut Nedim Paşa Çünkü etmezsin umûrunda hıyânet irtikâb Uğradıkça derde baht u tâli’e etme itâb Ziya Paşa itâb-ı gayb Bilinmeyen ayıplama. Okudum ben de kitâb-ıgaybı Dinledim ben de itâb-ıgaybı Tevfik Fikret itâb-ı zehr-nâk Zehirli söz. Hem itâb-ı zehr-nâk eyler cihâna gamzesi Gösterir hem la’line zevk-ı tekellüm n’eydügin Nef’î itâre Ar. Tayerân’dan; 1. Uçurma. 2. Hemen gönderme. itâre-i rakîme Mektup uçurma. Yine ne hoştu dün gece civârına azîmetim İtâre-i rakîmeye tereddüt üzre cür’etim recaizade Ekrem itfâ Ar. Tufû’dan; ateş veya alevi söndürme, söndürülme. Nâr-ı hasedi âb-ı mürüvvetle et itfâ Kim nâr-ı hased yakar özge şererdir Rif’at Manastırlı Kimse ıslâh eylemek mümkün değil ol kâfiri Kâbil-i itfâ değil ol âteş-i dûzah-misâl Yenişehirli Avni Biter mi bitti denilmekle nûr-ı nâ-mütenâhî Nefesle kâbil-i itfâ mıdır çerâg-ı İlâhî Muallim Naci Ateş-i aşkımı itfâ edemez Bahr-ı Muhît Mâcerâmız bizim ey dil dahi çok su götürür Lâ ithâm Ar. Töhmet’ten; suçlama, suç yükleme. Değil mi lûtf-ı Hakk’a karşı ayb ayb-cûluklar Kemîne lokmayı bî-ithâm alır bulunur Nâbî Bunda galip geliyor aklıma bir çok evhâm İşte ben şimdi o töhmetle olundum ithâm Abdülhak Hâmit i’tibâr Ar. Ubûr’dan; 1. Sayma, addetme, nesneyi nesne yerine koyma. 2. İbret alıp uyanık olma. c. i’tibârât Bir gün olmaz tal’atingörmek müyesser âh kim Ol gün yanında Ptibârım kalmadı Fuzûlî Nâm ü nişâne kalmadı fasl-ı bahârdan Düştü çemende berg-i diraht i’tibârdan Bâkî Yaraşr eşk-i âşık olsa cârî Pınarın su iledir itibârı Taşlıcalı Yahya Reh-ı Mevlevîde Gâlib bu sıfatla kaldı hayrân Kimi terk-i nâm ü şâne kimi itibâre düştü Şeyh Galip i’tibâr-ı ulüvv-i şân Yüksek şan ve şerefe değer verme. İ’tibâr etme mülk-i dünyâya İ’tibâr-ı ulüvv-i şândangeç Fuzûlî i’tibârât İ’tibâr’lar, varsayımlar. i’tibârât-ı tekâsüm Bölünmelerin varsayımları. İ’tibârât-ı tekâsüm ü fusûl İmtiyâzat-ı makâmât ü usûl Nâbî i’tibârî Gerçek olmayan, varsayılan. Birdir elbet fenâda tahkîk ile tasavvur Varı yoğu cihânın hep emr-i i’tibân Ziya Paşa i’tidâl Ar. Adl’den, kemiyet ve keyfiyetin orta derecesi, ölçülülük. Gör Fuzûlî aşk tuğyânın âdem mülkün gözet Azm-i künc et kim hevânın Ptidâli kalmadı Fuzûlî Reh-ı Mevlevîde Gâlib bu sıfatla kaldı hayrân Kimi terk-i nâm ü şâne kimi itibâre düştü şeyh Galip i’tikâd Ar. Akd’den, 1. Gönül bağlayıp inanma. 2. Sohbet ve sadakatine kalpten inanma, mu’takid olma. Gökte uçarsa düşmenin etme Ptimâd Cennette olsa eyleme şeytâna itika. d Behiştî Kesb-i yakîne âdem için yokdur ihtimâl Her i’tikâd akla göre gâib-ânedir Muallim Naci Cesed çürür ve tahayyül kalırsa insânda Cihân vatandan ibârettir, i’tikâdımca Yahya Kemal i’tikâf Ar. Akf’ten; 1. Nefsini engelleyerek ibadetle meşgul olma. 2. Ramazan ayının son on gününde camide masûre denilen yerde kapanıp ibadetle vakit geçirme. Her menâr üzre kanâdildengeçirdin tavk-ı nûr İ’tikâf ashâbının kalbine bahş ettin sürûr Aşkî i’tilâ’ Ar. Ulüvv’den; 1. Yükselme, yukarı çıkma. 2. Yücelik, rütbe kazanma. İdilâ etsem semâ’-i mümkinâtın üstüne İrtika etmek diler, durmaz, dil-i âlîcenâb Tahirü’l Mevlevi Sen, ey mâh, ey muallâ menba’-i ulviyyet-i sevdâ Kılarsın kalb-i meftûrumda şevk-i istilâ peydâ Tevfik Fikret Cihân derler ki dâr-ı ibtilâdır Ölüm derler medâr-ı itladır İsmail Safa i’tilâf Ar. Ülfet’ten, 1. Alışma, ülfet etme. 2. Uyuşma, uygunluk. c. i’tilâfât. Beşeriyyet nerede, sulh-i umûmî nerede? İ’tilâf etmiyor âbâ vü evlâd henüz Muallim Naci i’timâd Ar. Amd ve imâd’tan; inanma, güvenerek inanma. Baş eğmeziz edânîye dünyâ-yı dûn için Allah’adır tevekkülümüz idimâdımız Bâk Bil kıl üzredir esâs-ı hüsnün etme idimâd Rûzigâr âyîne-ı İskender’e verdi başeş Necati Bey İdimâd etme kelâm-ı mülhid-i bî-mezhebe Sâbit olmaz münkirin ikrâr da inkârı da Âgâh Osman Paşa Trabzonlu Gökte uçarsa düşmenin etme idimâd Cennette olsa eyleme şeytâna i’tikâd Behiştî i’timâd-ı vüs’at-i hulk-ı azîm Büyük yaratılış genişliğine inanma. Cür’et etmek medhine bu ez’afü’n-nâsa sebeb İdimâd-ı vüs’at-i hulk-ı azîmindir senin Ubeydî i’tirâf Ar. İrfân’dan; inat etmeyip hakkı teslim etme, ikrar etme. c. i’tirâfât. Bildim ki sa’yimi hep inâyet esîridir Tâ hadd-i idirâfa varıp bitti gayretim Esrar Dede Noksanıma vardır idirâfim Beyhûde değil velîk lafm Şeyh Galip Şehriyâr-ı dâd-fermâ kim ulüvv-i tabdnı İdirâfetmektedir hayretle her akl-ı selîm Ziyâ Paşa i’tirâf-ı noksân Eksiği itiraf etme. Çekinme, âkıl isen, idirâf-ı noksândan Emîn olan delidir aklının kemalinden Muallim Naci i’tirâf-1 zât-ı vahdet Birlik sahibinin itirafı. Garaz bundan mücerred idirâf-ı zât-ı vahdettir Ne havf-i nâr-ı duzahtır ne şevk u zevk-ı cennettir şinasi i’tirâz Ar. Araz’dan; karşı gelme yoluyla engel ve sakınca ileri sürme. c. i’tizârât. Tavrıma zahid eğer sûrette eyler idirâz İhtilât etsem onu şermende eyler sîretim Fuzûlî Yalvardım idizar u tazarru’lar eyledim Aslâ tagayyür etmedi kîn u husûmeti Ziyâ Paşa i’tirâzât İtirazlar. Ettim nice türlü idirâzat Hem her birisin de ettim isbât Şeyh Galip i’tisâf Ar. Asf’tan; 1. Zulmetme. 2. Yoldan sapma. c. i’tisâfât. i’tisâf-ı teng-destî Cimrilikten dolayı zulmetme. Fikr-i hevl-i rûz-ı mahşer mihnet-i dünyâ-yı dûn İdisâf-ı teng-destî tâli’-i nâ-mihr-bân Kâzım Paşa Beşer ki olmada birkaç harîs ü bed-emelin Zebûnu, pençe-i iğfâl ü idisâfinda Doktor Abdullah Cevdet i’tisâm Ar. İsmet’ten; 1. Günah ve ayıptan sakınma. 2. Temiz olma. 3. Bir nesneye eliyle yapışıp tutma, kurutma. 4. Korunma, sığınma. 5. Bitkilerin damar damar olması. Mazhar-ı fevz ü felâh olmak dilersen ey Salâh Urve-i vuska-işer’a dâim eyle idisâm Salahî i’tisâm-ı Hablu’llah Kur’an-ı Kerîm’den sakınma. Çün ihtitâma erer idisâm-ı hablu’llah Ölünce rişte-i ümmîdi kesmezem kat’â Hamdullah Hamdi i’tiyâd Ar. Âdet’ten; 1. Âdet edinme, alışma. 2. Geri gelme, avdet etme. 3. Rahatsız olanın ziyaretine gitme. Memdûh olur mu kibr ü müzah i’tiyâd eden Râşid Molla Feyzizâde Müverrih Mehmet i’tizâl Ar. Azl’den; 1. Kendi takım ve topluluğundan ayrılma. 2. “mu’tezile” denen fırkanın hâli. Cebr-i sırf i’tizalden yeğdir Keçecizade İzzet Molla Emîn im, hem de hoşnûdum bugün ben i’tizâlimden Müreccahtır dedim olmak uzaktan bir temâşâ-ger Abdülhak Hâmit i’tizâm Ar. Azamet’ten; büyüklük taslama. Nâsût idi bir zemân makâmın Lâhuta mı şimdi idizâmın Muallim Naci i’tizâr Ar. Özr’den; özür, engel, bahane ileri sürüp kusurunun affolunmasını isteme. Demdir ki berg-i nâzük-i gül i’tizar ede Yeksâle hecr ü renciş âzar-ı hârdan Rızayi Kaçmış bugün baban, edecek i’tizâryok Zevcin Hasan, o şahs-ı halîü, l-izar yok! Abdülhak Hâmit Yalvardım i’tizâr ü tazarrular eyledim Aslâ tagayyür etmedi kîn ü husûmeti Ziya Paşa itkân Ar. 1. Muhkem kılma, kılınma. 2. Pürüzsüz yapma, yapılma. Nakş-ı sun’un ol ki itkân üzre tasnîf eylemiş Cüzü cüzün âlemi terkîb ü te’lîf eylemiş Nâbî Güzel sevmekte zahid müşkülün var bizden sor Bizim ol fende çok tahkîkimiz itkânımız vardır Nedim Safha-i âyîne içre hatt-ı rûşen-veş olur Sînenin esrârı zâhir dîde-i itkânına Nedim itlâf Ar. Teleften; telef ve kaybına sebep olma, ziyan etme. Girdi miftâh-ı der-i genc-i maânî elime Aleme bezl-i güher eylesem itlâf değil Nef’î Mâlını eyleme bî-vech itlâf Oldu mabgûz-ı İlâhî isrâf Nâbî itlâf-ı vakt Vaktini boşa harcama. İtlaf-ı vakt eyleme fasl-ı şebâbda Kesb-i maârif eyleyegör kâr vaktidir Vâsık İstanbullu Ahmet itmâm Ar. Tamâm’dan; tamamlama, ikmâl etme, tekmil etme. Ederken Mevlevînin çillesin itmâm bin bir gün Bizim, bak, çille-i aşk içre bir mîâdımız yoktur Tahirü’l Mevlevi Bahârın zevk u şevk esbâbını itmâm eder bülbül Nevâ-yı dil-keşiyle herkesi hoş-kâm eder bülbül Recaizade Ekrem itmâm-ı gâlibiyyet Galibiyetin tamamlanması. İtmâm-ıgâlibiyyet için şanlı pâdişâh Mısr içre kurmak istedi dârü’l-karârnı Yahya Kemal itmâm-ı merâm İsteğini, maksadını tamamlama. Her kim ki muvaffak değil itmâm-ı merâma Bî-câ dolaşır baht-ı sezA-vâra yapışmaz Nâbî itmâm-ı neam “Evet, hay hay, öyledir”i tamamlama. Dediler cümle-i âfâk-ı mübârek bâdâ Allahü’l-hamd Hudâ eyledi itmâm-ı neam Nâbî itmâm-ı zekât Zekâtı tamamlama. Sadâkat ile kıl itmâm-ı zekât Fer’idir aslı zekâtın sadakât Nâbî itmînân lLjö-kl Ar. 1. İnanma, emin olma, güvenme. 2. Rahat ve sükûnet bulma. Evet, geçer o günüm pür-sükûn-ı itminân Yarınki şiirime ihzâr için biraz halecân Tevfik Fikret Öyle bir cebhe kesilmiş ki Müselsel îmân Hangi îmâna dokunsan taşacak itmînân Mehmet Akif ittibâ’ Ar. Tâbi’ olma, ardı sıra gitme. Etsin vücûdu nüshasın evvel mütâla’a Esrâr-ı hikmete taleb-i ittibâ’ eden Nâbî Çarhta hüsn ü vefâ yoktur bilir cânân âh İttibâ’ eyler ona ol dil-sitân bilmezlenir Adlî, Âdil Sultan II. Mahmut İttibâ’ eylediler meslek-i âşık-ı ömre Aşk u şevkıle nice kâfiye-cûyâ-yı sühan Sünbülzade Vehbi Ziyâ efkâr-ı asra ittibâ’ et râhat istersen Has u hâşâk zîrâ cûşiş-i enhâra tâbi’dir Ziya Paşa ittifâk Ar. Vefk’ten; 1. Birleşme, uygun bulma. 2. Birlikte uyuşma ve sözleşme. Budur devr-i zemânın ittifâkı Ki olur her bir visâlin birfirâkı Ahdî Bağdatlı Bî-şek aleyhimize bugün var ittifâk Hatunlar ittifâk ı ki ondan çıkar nifâk Abdülhak Hâmit ittifakan Rastgele. Çıksa ber-hükm-i kazâ-yı kem ü kâst İttifakan sözünün birisi râst Nâbî ittifâkî Birleşme, bir konuda fikir birliğine varma. İttifâkî meğer ol şeyh-i be-nâm Bir değirmen yanını etti makâm Şeyhülislam Yahya ittihâd Ar. Vahdet’ten; birleşme, birlik üzere olma. İttihâd edip gam-ı aşkıyla bulursa huzûr Sâdî vü gam âşıkınyanında hep yek-sân olur Usuli İttihâdın göresin hüsn ile aşkın anda Gönlünü eyler isen ehl-i safâya me’nûs Esrar Dede anda orada. Oldu hezâr zât denip geh sıfata ayn Bir asldagehî nice asl etti ittihâd Ziyâ Paşa Sen yiyip ben bakmalı, öyle olur mu ittihâd Böyle doğru sözler oldu sizce isyânın adı Eşref ittihâd-ı seng ü âhen Demir ve taşın birleşmesi. Sohbet-i nâ-cins olur elbet medâr-ı inkisâr İttihâd-ı seng ü âhenden görünmez mi şerâr İshak Şeyhülislam Efendi ittihâz Ar. Ahz’den; 1. Edinme, edinilme. 2. Kabul etme. 3. İtibar etme, sayma. Kutlanma. 5. Tasarlama, kurma. Râh-ı Hak’ta tîh-i hayret gibi menzîlçok olur Yol bilen bir kâmili bul eyle mürşid ittihâz Nuri ittika Ar. Vikâye’den; 1. Allah’tan korkma. 2. Sakınıp çekinme. Arif ol kimsedir ki her hâle Şükr edip Hakk’a ittika eyler Câhil oldur ki gark-ı nimet iken Yine Rabb’inden iştikâ eyler Lamiî Çelebi Uzak olmak için belâyâdan İttika eyleyin berâyâdan Muallim Naci ittikâ Ar. Vekâ’dan; dayanma, söykünüp yaslanıp dayanma. Leşker-i mâle ittikâ etmem Asker-i gayba istinâdım var Muradî IV. Sultan Murat İttikâya müstaidd olmaz kibâr-ı devlete Bâliş-i zer-târ eğer huddâma pâ-mâl olmasa Nâbî Bâlin-i nâza hâce-i şehr eyler ittikâ Hâk-i mezellet üzre yatır aç bir garîb bağdatlı Ruhi ittisâf Ar. Vasf’tan ; 1. Saffet sahibi, temiz olma. 2. Nitelik verme, niteleme, vasıflandırma. Taşı etmiş elmasla ittisâf Yine olmamıştır tabîatçe sâf Keçecizade İzzet Molla ittisâl Ar. Vasl’dan; 1. Bitişme ve bitişik olma. 2. Kavuşma, yakınlık. 3. Birbirine dokunma. c. ittisâlât. Cânımın cismimle zevk-ı ittisâli kalmadı Ah kim sensiz dirilmek ihtimâli kalmadı Fuzûlî İttisâl üzre yemîninde yesârında ola Fatk u retki kalem ü tîği niyâm-ı devlet Münif ityân Ar. 1. Getirme, getirilme. 2. Ulaşma, vasıl olma ve irad etme. 3. Zikr ü ispat ve sağlamlaştırma. Esbâbını eyleyem de ityân Var ise eğer sözümde noksân Namık Kemâl îvâ’ Ar. Bir yere kondurup rahat ettirme, ettirilme. îvâ-yı misâfirîn misafirleri rahat ettirme. Dimâğı eyleyip halvet-serây-ı kût-ı tasvîr O âlî kasrda şâh-ı hayâlî eylemiş îvâ Nâbî ivaz Ar. Bir şeye bedel olan nesne, karşılık, tranpa. İstemem nâ-dân bana ger versegenc-i sîm ü zer Kim ivazsız mâla nâ-dândan tasarruftur vebâl Fuzûlî Yârı terk eyle halâs ol bu belâdan derler Nice bîmâr ola cânın vere dermâna ivâz Necati Bey Burc-ı hâverden ivazdır zülfün ey kâfir-nijâd Çâh-ı Bâbil’den beterdir çeşmin ey câdû-firîb nizami i’vicâc Ar. 1. Eğrilik, eğri olma, kejlik, hamlık. 2. Doğru hareket edememe. c. i’vicâcât. serv-kaddi koyup gayre olmayız mâil Gönülde sûfî bizim i’vicâcımız yoktur Nev’î i’vicâc-ı hâl ü etvâr Tavır ve hâlde eğrilik. Yakışmaz i’vicâc-ı hâl ü etvâr ehl-i irfâna Hersekli Arif Hikmet iyâb Ar. Geri dönme, avdet. iyâb ü zihâb Gidiş geliş. Yere nâzil olmuş o ayn-ı şihâb Ki eyler semâda iyâb u zihâb Abdülhak Hâmit iyâd, iyâdet Ar. 1. Kuvvetlendirme. 2. Takviye eden alet. Yahyâ’yı ne ola eylesen ey şâh iyâdet Bî-tâb yatar pister-i hicrânına düştü Şeyhülislam Yahya iyân, ıyân bk. ıyân, ayân. izâat Ar. Ziyâ’dan; zayi etme, telef etme, kaybetme. Evkâtını eyleme izâat Nâ-dân ile etme akd-i sohbet Abdullah Vassf Akhisarlı Şeyhülislam iz’âc Ar. İz’âc’tan; 1. Taciz etme, rahatsız etme, bunaltma, can sıkma. 2. Yerinden koparma. c. iz’âcât. iz’âc-ı halk Halkı rahatsız etme. İz’âc-ı halk olsa da zî-kıymet âkıbet Pâ-mâl olur misâl-i rikâb, irtikâb eden Koca Râgıp Paşa izâfet Ar. İki şey arasındaki bağlantı, bağ. c. izâfât. Amâl ü efkârını ona münhasır kılmış. Her bedîayı ona izâfetle takdîr eyler Recaizade Ekrem izâfât İzafetler. Evzanda tahürrüz-i zihâfât Teksîr-i tetâbu’-ı izâfât Ziya Paşa îzâh Ar. Vuzûh’tan; bir şeyi bütün açıklığıyla anlatma, açık anlatım. Keşşâf ile keşf olmadı esrâr-ı mahabbet Tavzîh ile îzâh edemez kimse bu râhı Hamdullah Hamdi izâka Ar. Zevk’ten; Tattırma, tattırılma; tat, lezzet. Pür-cûş kıldı gönlümü bir zevk-ı ma’nevî Kevser izâka eyledi gûyâ Ali bana Muallim Naci izâle, izâlet Ar. Zevâl’den; giderme, giderilme, yok etme. Aks-i hüsnün girye mahvetmez derûn-ı sîneden Şüst ü şû kılmaz izâle sûret-i âyîneden Nazîm Yahya Be-hakk-ı hazret-ı Mecnûn izâle eyler Hak Serimde derd-i hıredten biraz eser kaldı Keçecizade İzzet Molla Ol yüzden olundu hep izalet Alemdeki zulmet-i cehâlet Ziya Paşa izâm Ar. 1. Azîm’ler, büyük olanlar. 2. Azm’ler, kemikler, üstühânlar Mültecd-yı vüzerâ sadr-ı kibâr-ı ulemâ Kam-kâr-ı fuzalâ fahr-i mevâlî-i izâm Nef’î Vaktiyle hâke basmayan ashâb-ı devletin Şimdi izâm-ı dest ü seri hâk-i râhdır Yenişehirli Avni Her gûşesinde durmada bir heykel-i izâm Yok başka bir nişâne-i umrân ü intizâm Abdülhak Hâmit izâm-ı dest ü ser El ve baş büyüklüğü. Vaktiyle hâke basmayan ashâb-ı devletin Şimdi izâm-ı dest ü seri hâk-i râhdır Yenişehirli Avni izâm-ı dûdmân Soysop büyüklüğü. Handânı haşre dek ma’mûr olup ol hüsrevin Zât-ı pâki ile fahr ede izâm-ı dûdmân İsmail Hakkı Bey i’zâm Ar. Azm’den; olduğundan büyük gösterme, büyültme. Aciz-âne ola bu bendelerinden i’zâm Rûh-ı pâkine nice tuhfe-i takdîs ü selâm Âdile Sultan iz’ân Ar. 1. Anlama, kavrama, akıl, anlayış. 2. İtaat ve söz dinleme. 3. Bağlı olma. Cihânın izz ü câhın böyle iz’ân eyledim ben kim Eşiğinde kul olmak dehre sultân olmadan yeğdir Nevî Hüner lutf-ı kelam-ı Hakk’ı bilmektir mahallinde Hakîkatte budur ehl-i dilin mi’yâr-i iz’ânı Nef’î Murâdın anlarız ol gamzenin iz’ânumız vardır Belî söz bilmeyiz ammâ biraz irfânımız vardır Nedim izâr Ar. 1. Yanak. 2. Utanma. Meh-i nev bedr olur ammâ kelefgitmez izârından Olur bir vechili aybı nümâyân ehl-i noksânın Âsım Çelebizade Şeyhülislam İsmail Mûsâ giderip hatt-ı siyâhını yüzünden Gösterdi izârında nigârın Yed-i beyzâ İbni Kemâl Nigâr zülfü gibi Hamdî bî-karâr oldu Sebeb bu kim heves-i bûse-i izâr eyler Hamdullah Hamdi izâr-ı al Kırmızı yanak. Aldıgül-zar içre su aks-i izar-ı âlini Çekti güller sûretin manzûr edip timsâlini Fuzûlî izâr-ı dil-ber Sevgilinin yanağı. İzar-ı dil-bere hatt-ı siyâh geldi diye Kara haber getirir rûz u şeb nesîm-i sabâ Seyyit Vehbî izâr-ı dil-rübâ gönül kapan yanak. Nûn’dur kaşın cebîn altında çeşmimi fi’Lmesel Ayn’a benzer kim ızar-ı dil-rübâ üstündedir- Taşlıcalı Yahya Bey izâr-ı sâkî Sakinin yanağı. Bâkî şafakda mihr-i münevver sanır gören Aks-i izar-ı sâkîyi câm-ı şarâbda Bâkî izâr-ı hoş-bû Hoş kokulu yanak. Berg-i gül gibi olurdu nîgû Terledikçe o izar-ı hoş-bû Hakanî izâr-ı ma’nâ Mana yanağı. Her nokta-i hûb-ı anberînin Hâl-i siyeh izar-ı ma’nâ Ünsî izâr-ı şâhid-i maksûd Kastedilen güzelin yanağı. Seyr eder âhir izar-ı şâhid-i maksûdunu Azerî nakş-ı garazdan levh-i kalbi pâk olan Âzeri Çelebi İbrahim izâr-ı yâr Yârin yanağı. Hemîşe merdüm-i çeşmim izar-ı yâre bakar Gözüm o pencereden sahn-ı lâle-zâra bakar Şeyhülislam Yahya izâr ü leb Dudak ve yanak. İzar ü lebin vasfın eyler Fuzûlî Ona hem müfessir derem hem muhaddis Fuzûlî i’zâz Ar. İzz’den; azizletme, azizletilme, ikram etme. Bâğa ol nahl-i revân gelse kim etmez i’zaz Cümleden serv eder sâyesini pây-endâz Şeyhülislam Yahya Ayâ bu mudur kâide-i hüsn ü melâhat Ahbâba cefâ düşmâna i’zaz kılarsın Nahfi Bekliyor mihmânların i’zazlar, ikrâmlar Sâkiyâ etsin derim ilhâhlar, ibrâmlar Abdülhak Hâmit izdihâm Ar. Zahm ve zahmetden; aşırı kalabalıkta sıkışma, yığılma. Her yanda pür-hurûş u temevvüc bir izdihâm Her yüzde, her nazarda hüveydâ hulûs-ı tâm İsmail Safa izdivâc Ar. Zevc’den; eş, çift olma, evlenme. Zaaf-ı bâhım vardır ammâ izdivâc etsem gerek Koca karılar elinde bir ilâc etsem gerek Sürûrî Pîşinde ettiler beşiğin, gark-ı ibtihâc Bir bûse-i medîd ile tecdîd-i izdivâc Tevfik Fikret izdiyâd Ar. Ziyâde’den; ziyadelenme, artma, çoğalma. Mebhas-ı vahdette ettikçe yakînim izdiyâd Eyledişevk-i derûn-ı âteşînim izdiyâd Besîm Vecdimi tezyîd eden hem-derdler elhânıdır Nâle-senc oldukça ney eyler enînim izdiyâd Muallim Naci izdiyâd-ı rütbe-i fazl Fazilet rütbesini arttırma. Fuzûlî ister isen izdiyâd-ı rütbe-i fazl Diyâr-ı Rûm gözet terk-i hâk-ı Bağdâd et Fuzûlî izhâr Ar. Zuhûr’dan; 1. Gösterme, ortaya koydurma, gösterme. 2. Açık ve belirli kılma. Belâ zımnında râhat olduğun izhâr eder halka Felek bî-hûde hâr-ı huşktan gül-berg-i ter vermez Fuzûlî Yansa kül olsa da mazmûnunu izhâr eyler Sen hemân sözünü yaz dil-bere gönder kâğaz Şeyhülislam Yahya Ol re’yi ki etmiş idi ızmâr Hüddâm ü havassa etti izhâr Nâbî izhâr-ı berg Yaprağı gösterme. Diraht-ı ye’sden izhâr-ı berg ü bâr-ı ümîd Tasarrufât-ı İlâhiyyeden baîd midir Nâbî izhâr-ı figân Figan gösterme. İzhâr-ı figân etmez idim seng-i sitemden Pâ-mâl-i şikest eyleyecek sagarım olsa Nâbî izhâr-ı garâm Aşk gösterme. Üst perdeden izhâr-ı garâm eyleme zinhâr Kânûn-ı muhîtte çalışperde-şinâs ol Lâ izhâr-ı hâl Hâlini gösterme. Ta’n-ıgaflettirpen-tal’atlere izhâr-ı hâl Sanma kim ahbâb hâlinden olur gâfil habîb izhâr-ı hamd Şükür gösterme. Nisâr-ı şefkatindir kim olur izhâr-ı hamdin çün Fuzûlî tîre tab’ından kelâm-ı cân-fezA peydâ FuzM izhâr-ı hüner Hüner gösterme. Etme izhâr-ı hüner etmeğe mecliste heves Bülbüle dâm-ı belâ oldu lisâniyle kafes Râtib Ahmet Paşa Veliyüddin Oğlu. Bursalı izhâr-ı i’câz Can sıkıntısı gösterme. Her deminde bin Mesîhâ zinde-i câvid olur Senden izhâr-ı i’câzı Mesîhâ etmedi Fuzûlî izhâr-ı ilm İlmini gösterme. Tecâhül kıl bu eyyâm-ı hüner-düşmende, âkılsen, Sakın izhâr-ı ilm etme, Atâ, gâyet cehâlettir Atâullah Şeyhülislam Mehmet izhâr-ı kîn Kin gösterme. İzhâr-ı kînşi’âr-ı dil-i zârımız değil Ağyâr ile cidâl bizim kârımız değil Nâbî izhârı-ı kudret Gücünü gösterme. Kemâl-i hikmetin izhâr-ı kudret kılmağa etmiş Gubârş-ı tîreden âyîne-i gîtî-nümâpeydâ Fuzûlî izhâr-ı melâl Üzüntü gösterme. Ne sûd a’dâ-yı bed-hâhı ferah-nâk etmeden gayri Hilâf-ı gerdişinden çerhin izhâr-ı melâl etmek Nâbî izhâr-ı mihr Güneşi gösterme. Geldi şâdî gitti gam izhâr-ı mihr etsen ne ola Sohbeti gün yüzlüler gâyet ferah-nâk ettiler Enverî izhâr-ı muhabbet Sevgi gösterme. Derd-i hicrâna salıp eyler seni zâr ey gönül Kılma izhâr-ı muhabbet yâre zinhâr ey gönül Bağdatlı Ruhi izhâr-ı müdârât Yüze gülmeler gösterme. Zu’m-ıpindâr-i cibillîsini te’kîd ederiz Süfehâ kısmına izhâr-ı müdârât etsek Nâbî izhâr-ı niyâz Niyaz gösterme. Fuzûlî nâzenînler görsen izhâr-ı niyâz eyle Terahhüm umsa ayb olmazgedâlar pâdşâhlardan Fuzûlî izhâr-ı ruâf Kan akıtması gösterme. Bînî-gonce eder bağda izhâr-ı ruâf Bâd kim bûy-ı hat-ıgâliye-fâmıngetirir Rızayi Fuzûlî izhâr-ı şevket Büyüklük gösterme. Hüsrev-i gül gerçi kim derd-i şitâdan dağ idi Şimdi Keyhüsrev gibi izhâr-ı şevket eyledi Nadirî Ganizade izhâr-ı şem’ Mum gösterme. Her kimi rûşen-dil etse ağlatır âhir felek Bezm-i işrette eder bu hâleti izhâr-ı şem’ Riyazî izhâr-ı şevk Arzu gösterme. Çûb-ı zerrîn ile eyler her seher izhâr-ı şevk Olmağa der-bân-ı der-gâhı şeh-i hâveristân Nef’î izhâr-ı tahannün Şiddetli arzu gösterme. Ayrıldı kuzu olup mükedder İzhâr-ı tahannün etti mâder Muallim Naci izhâr-ı tecellî-i direng Bekleme görünüşünü gösterme. Kılsa ebrû-yı hilâl himemi dünyâya Berk-ı hâtıf kadar izhâr-ı tecellî-i direng Ziyâ Paşa izhâr-ı zarûret İhtiyaç gösterme. Kılsa temkînini keştî-i sipihre lenger Devre-i aşk eder izhâr-ı zarûretle direng Ziyâ Paşa izhâr-ı zillet Nefsini aşağı, hakir gören. Ey kılan izhâr-ı zillet müjde-i izzet sana Kim bu der-gehde mukarrerdir azîz olmak Fuzûlî Izîd Far. 1. Allah, Huda, Rab. 2. Zerdüştlerin hayır tanrısı. Îzîd serîr-i hüsne seni kıldı pâdişâh A’lâ kemâli zâtike fi ahseni’s-sıfât Fuzûiî Allah seni güzellik tahtına padişah etti. Zatının tamlığını sıfatların en güzelleri içinde yükseltti. Hâzin-i genc-i şefâat seni kılmış Îzîd Hîç kim yok ki sana olmaya âhir muhtâc Fuzûlî izmihlâl Ar. 1. Sıyrılıp açılma. 2. Buhar gibi yok olma. Ahibbâ şîve-i yağmâda mebhût eyler a’dâyı Hudâ göstermesin âsâr-ı izmihlâl bir yerde Yenişehirli Avni Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl Mehmet Akif Fakat ahlâkın izmihlâli en müdhiş bir izmihlâl Ne millet kurtulur, zîrâ, ne milliyet, ne istikbâl Mehmet Akif izz, izzet Ar. 1. Aziz, şerefli ve yüce değerli, izzet sahibi, muhterem olmak. 2. Kuvvetli ve şiddetli olmak. Her zilletin elbette bir izzet var içinde Seyr et çeh-ı Ken’ân ne devlet var içinde Şeyh Galip Koyduk vatanı gurbete bu fikir ile çıktık Kim renc-i sefer bâis ola izz ü aâya Bağdatlı Ruhi Yâ Rab bu ne izzet ü alâdır Yâ Rab ne kemâl ü kibriyâdır Ziya Paşa izz ü câh Rütbe ve değer. Cihânın izz ü câhın böyle iz’ân eyledim ben kim Eşiğinde kul olmak dehre sultân olmadan yeğdir Nev’î izz ü câh-ı saltanat Saltanatın derece ve rütbesi. Vaktine mâlik olan dervîştir sultan-ı vakt İzz ü câh-ı saltanat değmez cihân gavgâsına Bâk izz ü saâdet İzzet ve mutluluk. Rûy-ı dil-ber ile hep izz ü saâdet bularak Minnet ü kasr u sarây eylemeyen gönlümdür Âdile Sultan izz ü ulâ Şan ve değer. Bir kân-ı niamdır ki onun gevheri ikbâl Bir bâğ-ı İrem’dir ki gülü izz ü uZâdır Nedim izzet Aziz, şerefi yüce, değerli. Sehâdan addolur izzet, ayb ise de isrâf Kibârın müsrifi yeğdir hele mümsik hisâbîden Nev’î Görüp ahkâm-ı asrı münharif sıdk u selâmetten Çekildik izzet ü ikbâl ile bâb-ı hükûmetten Namık Kemâl izzet-i dâreyn İki dünyanın izzeti. Kula efendi rızâsı aliyyü’l-adır Bulanlar izzet-i dâreyni böyle buldu hemân Said Hızır Ağazade izzet-i dîn ü devlet-i dünyâ Dünya ve din onuru. Nesl-i pâkinden olmasın münfek İzzet-i dîn ü devlet-i dünyâ Şeyhülislam Yahya izzet-i dünyâ Dünya şerefi. İzzet-i dünyâ için memnûnu olmam kimsenin Çekmeğe bâr-ı belâ-yı minneti tâkat mı var Şeyhülislam Yahya izzet-i nefis Şeref, onur, haysiyet. Her ne yap yap becerip izzet-i nefsinle geçin Kimseden bekleme yardım iki el bir baş için Neyzen Tevfik izzet-i saltanat-ı Mısr Mısır saltanatının azizliği. İzzet-i saltanat-ı Mısr’a taleb-kâr olmak Keyd-i ihvân-ı bün-i çeh kûşe-i zindân yoludur Nâbî izzet ü ikbal ile Şerefle. Görüp ahkâm-ı asrı münharif sıdk u selâmetten Çekildik izzet ü ikbal ile bâb-ı hükûmetten Namık Kemâl izzet bk. izz. J jâj, jâje Far. 1. Anlamsız, baş söz. 2. Deve dikeni. jâj-hâ Saçmasapan söz. Biz iktisâb-ı kemâl edelim de ey Nâbî Ko söylesin bir alay jâj-hâ fesânemizi Nâbî jâj-hâyî Anlamsız söz söyleme. jâj-hâyî-i mest Sarhoşun anlamsız söz söyleyişi. Taarruz eyleyemem jâj-hâyî-i meste Dehân-ı şîşenin açtıkça gûş kulkuline Nâbî jâle Far. Havanın buğulu durumdayken akşam ve sabah serinliğiyle yerde ve bitkiler üzerinde toplanan küçük su damlaları, çiy, şebnem. Reşk-i dendânın ile hancere düşdi jâle Berg-i sûsendegören etdi sanır onu karâr Bâkî Cûylar kim dolanır dâmen-i sahrâlarda Jâleler kim görünür lâle-ı Nu’mân üzre Bâkî Bizim çemende jâle ile doldu lâleler İşret zemânı geldi pür olsun piyâleler Gazali jâle-i eşk Gözyaşı çiyi. Biz cism-i nizâr üzre döküp jâle-i eşki Çün rişte-i cângevher-i manâda nihânız Neşatî jâle-i hîzân-şekl Buharlaşıp kalkan çiy taneleri. Tâb-ı kahrından ola cümle adû nâ-peydâ Pertev-i mihr ericek jâle-i hîzan-şekil Hayâlî Bey ericek ulaşınca jâle-bâr Çiy yağdıran. Fasl-ı hazânda gül bitire şâh-ı huşkta Ebr-i bahâr-ı lûtfu eğer olsa jâle-bâr Veysî Alaşehirli Üveys Kadı jâle-dâr Çiy saçan. jâle-dâr-ı seher Seherin çiy saçanı. Dehen-güşâ bütün ezhâr-ı jâle-dâr-ı seher Nesîm-i fecr ile hep zî-hırâm-ı istiğnâ ahmet Hâşim jâle-rîz Çiğ saçan. Jâle-rîz oldu havâ sanma seher gül-zarda Pîr-i çarh etti bükâ kıldıkta dolabı enîn Hayâlî Bey jâle-sıfat Çiy tanesi gibi. Sahn-ı gül-zâra düşersen yeridir jâle-sıfat Nev-bahâr oldu gül açıldı güzellendi çemen Bâkî jâle-veş Çiy tanesi gibi. Düşelden jâle-veş bu hâk-dâne ey dil Dikip göz süfre-i gerdûne nân-hore sunmazsın Nâbî jend, jende Far. Yamalı, eski hırka. Rüsûm-ı himmeti ehl-i kerem sûzenden öğrensin Ten-i uryân ile her bî-nevâya giydirir jende Beliğ Çâk çâk etti kara zülfünle KA’be cübbesin Jendeler giymiştir İbrâhîm Edhem sandılar Necati Bey jeng Far. 1. Pas, kir, küf. 2. Yüzdeki buruşukluklar. 3. Göz kapağı. Açmaz mı dahi jengini rûşen-gîr-i takdîr Paslandı yer altında nice âyîne sine Beliğ jeng-i belâ Bela pası. Hemîşe saykal-ı âyînem oldu jeng-i belâ Henûzpertev-i rû-yı safâ nedir bilmem Fehim-ı Kadim Uncuzade jeng-i ebr-i tîre Karanlık bulutun pası. Erişti pertev-i feyz-i bahâr âyîne-i çarha Acep mi şimdi olsa jeng-i ebr-i tîreden âri Nef’î jeng-i gam Gam pası. Hatt-ı jengârın tutaldan ay yüzün devrin tama’ Jeng-i gam tutmuş-durur âyîne-i cânı dürüst İbni Kemâl jeng-i günâh Günah kiri. Safâ-yı sîneme zulmet veren jeng-i günâhımdır Amân ey kân-ı ihsân zulmet-i kalbim cilâ ister Esad Erbilî jeng-i hamûşî Suskunluk pası. Gelir jeng-i hamûşîden küdûret tîz-güftâre Niyâm şemşîr-i cevher-dâra çün tâbût olmuştur Esrar Dede jeng-i kalb Kalp pası. Bul riyâzâtın safâsında hayât-ı câvidân Jeng-i kalbi pâk ü nûr-efşân eder cânân-ı aşk Âdile Sultan jeng-i küdûret Gam pası. Eğer künhi ile bilmek dilersen nefs-i derrâkın Mücellâ eyle dil mirâtını jeng-i küdûretten Gaybî jeng-âlûde Pasa bulaşmış. Nigâh-ı ref’etinde şöyle feyz-i terbiyet var kim Olur mir’ât-ı jeng-âlûde baksa sebz-gûn dîbâ Nedim jeng-dâr Kir, pas tutan. Tekellüf ber-taraf der-sîne et sen bir gül-endâmı Yine mâni değil mirât-ı hâtır jeng-dâr olsa Esrar Dede jeng-yâb Kirlenme, paslanma. Benden o jeng-yâb ü ben andan safâ-pezîr Ayine gibi rû-be-rûdur benimle dil Nâbî jengâr Far. Pas, kir; jeng. Ey Fuzûlî hâtır-ı ehl-i safâ âyînedir Devr cevrinden eser âyînde jengâr teg Fuzûlî jengâr-ı gam Gam kiri. Jengâr-ı gamdan et dil ü cân gözgüsünü pâk Câm-ı mey ile ki âyîne-i gayb-bîn ola şeyhi gözgü ayna. jengâr-ı hat-ı yâr Yârin ayva tüyü pası. Bulsa jengâr-ı hat-ı yâr ile cevher hancer Tîğ-ı ebrûya sitem-kârlık eyler hancer Şeyh Galip jengâr-ı mû Kıl kiri. Ne ola jengâr-ı mûdan sâf ise âyîne-veş sînen Kimesne görmedi kıl bittiğini mermer üstünde cinânî kimesne kimse. jengâr-ı sivâ Başka pas, kir. Derûn-ı sîne-i âşıkda jengâr-ı sivâ yoktur Dil-i âyînede timsâlden gayri nukûş olmaz Râşid Molla Feyzizâde Müverrih Mehmet jiyân Far. Kızgın, kükremiş, hışımlı. Şîr-i jiyâna pençe salar gâh hışm u kîn Bebr-i yâbâna karşı varır vakt-i kâr-zar Bâkî Nefsinin verme murâdın yeter terbiyet et Ki sakın kendin için şîr-i jiyân beslersin Behiştî Ola hem-pervâz Anka niçe mümkindir zübâb Hirrenin şîr-i jiyân ile olur mu nisbeti K- Enderunlu Vâsıf ka’ka’a Ar. Mızrak ve kılıç şakırtısından çıkan ses. jûlîde Far. Karmakarışık, dağınık saç. Hayâlî gibi bir dîvâne-i julîde-mûdur kim Perîşân eylemiş kendin görüp Sultân-ı Süleymân’ı Duyulur ka’r-ı beyânında, sadâ-yı âhen Darb-ı şeş-perle çıkan ka’ka’a miğferlerden Hayâlî Bey Tevfik Fikret Nefî için söylemiş kâ’b Ar. 1. Topuk, aşık kemiği. 2. Tavla Sen selâmet kisvetin zîver kıl ey ehl-i salâh Kim bana bes mûy-ı jülîdem cünûnpîrâyesi Fuzûlî zarı. 3. Sekiz yüzlü cisim. 4. Küp. jûlîde-mû Keçe gibi olmuş saç. Ey sabâ jûlîde-mû başında Mecnûn’un sakın Bî-tekellüf gezme kim Leylî evidir olpâlâs Fuzûlî kâ’b-ı muhannâ Çarpık topuk. Biz topuk çalmada siz zevk u safâda her şeb Kaldırıp kâ’b-ı muhannâ gibi câm-ı bâde Nedim Girdiği mesâlike girilmez İgrâkta kâ’bına erilmez Ziyâ Paşa kabâ Ar. En üste giyilen geniş elbise, cübbe; önü açık kaftan. Terk edip tâc u kabâyı şevk-işem’-i hüsnüne Kendimipervâne-âsâ bir nemed-pûş eyledim Bâkî Bu riyâ-yı fakr ile bestir sifâl-i kûy-ı yâr Mahrem-i bezm-i fenâ tâc ü kabâyı neylesin Nev’î Zâhid o denlü sıklet-i tâc ü kabâ ile Uçmak ümîdin etmez idi ebleh olmasa Nergisî kabâ-yı al Kırmızı cübbe. Gûş edip gül seyre çıktığın kabâ-yı al ile Nev-arûs-ı lâle zeyn etmiş izare hâle ile Behiştî kabâ-yı ber-zede-dâmân Eteği toplanmış elbise. Olur taalluk-ı çirk ü riyâdan âzâde Kabâ-yı ber-zede-dâmân per-niyân-ı hulûs Nâbî kabâ-yı beyt-i Harâm Kâbe’nin elbisesi. Vakt-i vedâ’ âteş-i âhım şirârıdır Reng-i kabâ-yı Beyt-ı Harâm’ı siyâh eden kabâ-yı cism Cisim cübbesi. Gurûr etme libâs-ı fahr ile ömrüm cihândır bu Kabâ-yı cismini kor bunda herkes câme-kândır bu İbnü’n Neccar Şeyh Rıza Ulvî Bursalı Hüseyin kabâ-yı gerdûn Feleğin cübbesi. Kâmet-i nâzına kûtâh kabâ-yı gerdûn Cilve-i rif’atine teng kazâ-yı evhâm Nâbî kabâ-yı Nevrûz Nevruz’un cübbesi. Her kûşede bir sabâh-ı firûz Her goncada bir kabâ-yı Nevrûz Şeyh Galip kabâ-yı sebz Yeşil elbise. Olsa kabâ-yı sebz ile ol serv cilve-ger Gûyâ olur minâre-i sebzîn âşikâr Seyyit Vehbî kabâ-yı zer-nigâr Altın işlemeli elbise. Zemâne giydi nârenc-i kabâ-yı zer-nigâr üzre Cevâhir tüğmelerle bir çiçekli anberîn hârâ Sâbit kabâçe Far. Hafif giyecek, entari. kabâçe-i zer-bâft Sırmalı entari. Sultân kabâçesini palâsa verir velî Vermezgedâ kabâçe-i zer-bâfta şâlini Behiştî kabâhat bk. kubh. kabâle Ar. 1. Eskiden kadı’nın verdiği hüccet. 2. Toptan, götürü yapılan iş, kabala. 3. Yahudilerin kendi ceamaatleri için verdikleri vergi. Midâd-ı şevk ile pür eylesem ne ola gece gündüz Sahîfe-i dili üstâd-ı aşk verdi kabâle Şeyhülislam Yahya Kâ’be Ar. 1. Hicaz’da Mekke şehrinde bulunan kutsal yapı. 2. Müslümanların namaz kılarken yöneldikleri taraf, kıble ve hacı olmak için gidip ziyaret ettikleri yer. 3. Yönelme yeri. Kâ’be yüzünde benlerini kılmayınca yâd Vermez safâ şu Merve vü Zemzem dedikleri Ş eyhi Çün yüzün KA’be hâlin Hacerü’l Esved imiş Subh-ı vaslında yüzüm ona sürem gibi gelir İbni Kemâl Taş u toprak tavâfindan vefâ bulmadı âşıklar Âşıkın kalbidir KA’be hacc u umre edersen gel Ümmî Sinan kâ’be-i aşk Aşk Kâbesi. Nefs ile onlar cihâd-ı ekber eyler dâimâ KA’be-i aşkındır onlar hâciyân ü serveri Âdile Sultan Kâ’be-i dil Gönül Kâbesi. Olmadan Ebrehe-veş seng-zen-ı KA’be-i dil Düşmen-ı KA’be, ye vur seng-ı Ebâbîl gibi Nâbî Kâ’be-i dîdâr Yüzünün Kâbesi. Cennette anıp Kâ’be-i dîdârını Dâvûd Âheng-ı Hicâz ile dem-â-dem negam eyler Yenişehirli Avni kâ’be-i dünyâ Dünya Kâbesi. Merkez-i dâire-pîrâ-yı ulüvv ü azamet Kutb-ı dîn-ı Kâ’be-i dünyâ vü cihân tefrîd Kâzım Kâ’be-i ehl-i ferheng Edep sahiplerinin Kâbesi. Şem’-i mihrâb-ı Hudâ câm’i-i esrâr-ı Hudâ Secde-gâh-ı ürefâ Kâ’be-i ehl-i ferheng Kâzm Paşa Kâ’be-i hâcât-ı âlem Alemin dua Kâbesi. Eşiğin KA’be-i hâcât-ı âlem Hayâlî Kâ’be, de Hassan’a benzer Hayâlî Bey Kâ’be-i hüsn Güzellik Kâbesi. KA’be-i hüsnünde müşgîn perde olmuş tâb-dâr Hâl-i anber-bâr bir hindûdur olmuşperde-dâr İbni Kemâl kâ’be-i iclâl Büyüklük Kâbesi. Dokuz kat perde çekmiş KA’be-i iclâline devrân Zemîni gök bir altun pullu dîbâ-yı mutallâdan Yenişehirli Avni kâ’be-i İslâm İslâm’ın Kâbesi. KA’be-ı İslâm’dır dersem aceb mi sâhibin Şeyhülislâm eylemiş lutf-ı Hudâ-yı Müsteân Nef’î Kâ’be-i kerem Cömertlik Kâbesi. Haylî tazyîk eyledi ehl-i harem Nâgehân etti Rab Kâ’be-i kerem Muallim Naci Kâ’be-i kûy Köyün Kâbesi. Ol dem hani ki Kâ’be-i kûyun mekân idi Ârâm-gâhıgönlümün ol âstân idi Cem Sultan KA’be-i kûyunda kıldım gözlerim yaşın sebîl Teşne-diller çağrışıp derken meded birpâre su Hayâlî Bey kâ’be-i revân Ruhun Kabesi. Ol Kâ’be-i revânız ki harîm-i harem-i aşk Pür-şûr-ı figân-ı ceres mahmilimizdir Nâilî Kâ’be-i tahkîk Doğru olup olmadığını araştırma Kâbesi. Gönül ki KA’be-i tahkîka vâsıl olmuştur Cihân muhâceme ettikçe Sûmnât’a güler Muallim Naci kâ’be-i ulyâ Yüce Kâbe. Şeşcihetten rûz u şeb kerrûbiyân eyler tavâf Mescid-ı Aksâ mıdır ya KA’be-i ulyâ mıdır Yenişehirli Avni kâ’be-i vahdet Birlik Kâbesi. Dil-i feyz-âşnâ-yı ma’rifet ziynet-fürûş olmaz Harîm-ı Kâ’be-i vahdette âsâr-ı nukûş olmaz Namık Kemâl kâ’be-i vasl Kavuşma Kâbesi. Yollarda kalır râh-rev-ı Kâ’be-i vaslın Ömr âhir olur mevt erişir zad yetişmez Bâkî Kâ’be-cûyan Kâbe araştırıcıları. Kâ’be-cûyân-ı mahabbet Hızr’ı rehber eylemiş Secde-gâh-ı ehl-i dil hâk-i derinden bellidir Vecdî Kâbeteyn 1. İki Kâbe; yani Mekke’deki Kâbe ile önceden kıble olarak yönelinen Kudüs’teki Mescid-ı Aksa’ya verilen isim. 2. İki zar. Kâeteyn’indegelir nakş çü dâim iki şeş Ne sebebten ola pâ-beste-i şeşder nergis Nizamî Kabe Kavseyn, Kâbe Kavseyn Ar. İki kavis arasındaki mesafe” anlamında, Hz. Muhammed’in Miraç gecesinde Cenab-ı Hakk’a olan yakınlık derecesinden kinaye olarak kullanılır. Erdim kaşının mi’râcına kim kâbe kavseyndir adı Vuslat şebinde gör beni ser-tâ-kadem nûr olmuşam Nesimi Habîbin Kâbe Kavseyn’i rumûzun sûfî benden sor Muhammed âlinin mâhiyyetin Veys-ı Karenden sor Hayâlî Bey Makâm-ı “Kâbe Kavseyn” geçip namend-i tîr ol dem Müyesser oldu ona matlûb-ı a’lâ-yı “Ev-ednâ” Nadirî Ganizade kabes Ar. Parlak ateş közü. Alnın levâmYinden meh-pâre tâb-ı kem-ter Ruhsârın âteşinden hurşîd bir kabestir Behiştî Nûr-ı Hak’tan bir kabes eylerse kullar iktibâs Onlara ilhâm olur elbette ilm-i iftirâs Nuri kabız bk. kabz. kabîh, kabîha bk. kubh. kabil, kâbil bk. kabûl. Kabil, Kâbîl Ar. Âdem aleyhisselamın büyük oğlunun ismi olup küçük kardeşi Hâbil’i öldürmüştür. Ne ola kan dökmekte mâhir olsa çeşmin merdümü Nutfe-ı KaMl’dürür gamzen gibi üstâdı var Fuzûlî Hâbil ile Kâbîl iki kardeş Bize târîh Kardeşliği bir levha-i hûn-rîz ile telvîh Tevfik Fikret kabîle Ar. Bir soydan türemiş, bir başkanın emri altında yaşayan göçer topluluk. Kim vardı Arabta bir kabîle Müstecmi’-i haslet-i cemîle Şeyh Galip kabiliyyet, kâbiliyyet Ar. 1. Anlama, anlayış. 2. Beceriklilik, eli işe yatkınlık, beceri, kapasite, c. kâbiliyyât. Şahsın isti’dâdı lûtf-ı peykerinden bellidir KîmyA-yı kâbiliyyet cevherinden bellidir Nâilî Kâbiliyyettir husûl-i matlûbun ser-mâyesi Elde isti’dâd olunca kâr kendin gösterir Asım Çelebizade Şeyhülislâm İsmail kabîh bk. kubh. kâbin, kâbîn Far. Geline verilen ağırlık mehr-i müeccel. Eshâb-ı nikâh olup revâne Kâbîni kesildi nakd-i câne Fuzûlî kâbir bk. kebîr. kabl Ar. zf. Ön, once, öndeki. kable’l-fenâ Yokluktan once. Keşf-i râz etmez salâbet-kâr olan kable’l-fenâ Yanmadıkça anber etmez sırr-ı bûyun âşikâr Vâhit Paşa Mehmet kabr, kabir Ar. Mezar, insanın öldükten sonra gömüldüğü çukur. Gel ser-i kabrimde dur bir lâhza ey sîmîn beden Nûrdan bir serv dikmişler kıyâs etsin gören Yenişehirli Avni Anlardı nedir azâbı kabrin Görseydi bu hâli cennetinden Abdülhak Hâmit Bilmezler ki bu kabirle yoktur alâkam Ben o çiçeklerdeyim, ben bu çiçeklerim Cahit Sıtkı Tarancı kabr-i mâder Ana kabri. Üsküp’te kabr-i mâdere olsun bu nev-gazel Bir tuhfe-i bedî’ ü beyân-ı Muhammedî Yahya Kemal kabr-i Mecnûn Mecnun’un kabri. Düşte görmüş Leylî’yi bir gece bir sâhib-nazar Boynunu eğmiş dururdu kabr-ı Mecnûn üstüne Necati Bey kabr-i mübârek Mübarek kabir. Binâsı taş yüreğindendir ol cebâbirenin Budur şu kabr-i mübârekte gördüğüm dehşet Namık Kemâl kabr-i vahşet-âgîn Korku dolu kabir. Biraz çiçek şu hazîn kabr-i vahşet-âgîne Tevfik Fikret kabristân Mezarlık. Bakma kabristâna ancak sâha-i medhûşuna Dur da bir müddet kulak ver nâle-i hâmûşuna Mehmet Akif kabûl Ar. 1. İçeri alma. 2. Razı olma. 3. Alıp kullanma. Ne ola sabr ile şevkinden özge Avnî’nin Kabûl eyle budur varı ger kesîr ü kalîl Avnî Bîmâr-ı derd-i aşk kabûl eylemez ilâc Taşlıcalı Yahya Bey Tutalım arayarak bulmuşum onu ammâ Kabûl kılmayıp eylerse nezrim istihkâr Nedim kabûl-i fenâ Yokluğu kabul etme. Mükevvenât-ı hudûs ol Kadîm’dendir kim Kemâl-i zâtına mümkin değil kabûl-i fenâ Hayri Vîranşehirli Reisülküttab Mehmet kabûl-i fesh ü nesh Yıkma ve bozmayı kabul. Hüccet-i afv ü kerem etmez kabûl-i fesh ü nesh Kâdî-i endîşe imzA-yı cevâz etmezse de Nâbî kabûl-i feyz Bereket kabulü. Sadef-âsâ kabûl-i feyze isti’dâd lâzımdır Ki her mevzi’de nîsân katresi dürr-i semîn olmaz Hâmî Hâmî-ı Amidî kabûl-i hidmet Hizmet kabulü. Vasf-ı Cibrîl-ı Emîn etmiş kabûl-i hidmetin Sırr-ı Hak keşfine onunla yetip fermân sana Fuzûlî kabûl-i iltiyâm Onarılmayı kabul. Râşidâ etmez şikeste-dil kabûl-i iltiyâm Zahm-ı şemşîr-i zebânın var mı görmüş merhemin Râşid Molla Feyzizâde Müverrih Mehmet kabûl-i infiâl Gücenmeyi kabul. Etmez ekdâr-ı dil kabûl-i infial Cevherim vârestedir eczâ-yı âb ü hâkten Leskofçalı Galip kabûl-i merhem Merhemi kabul. Kabûl-i merhem eder zahm sâhibi değilim Hezâr-hamd etıbbâya ihtiyâcımyok Sâbit kabûl-i Mevlâ Mevlâ’yı kabul. Ola zî-bende-i âgûş ü kabûl-ı Mevlâ Dîn ü dünyâya mülûk-âne bu sa’yi meşkûr Enderunlu Fazıl kabûl-ı Rabb-ı Vedûd Çok şefkatli Allah’ı kabul. Sımâh-ı cânıma hâtiften erdi bu târîh Ola bu cisri karîn-i kabûl-ı Rabb-ı Vedûd Şeyhülislam Yahya 1043 = 1633 kabûl-i sıhhat Sıhhat bulma. Renc çekme sıhhat ümmîdin Fuzûlî’den götür Kim kabûl-i sıhhat etmez böyle bîmâr ey hekîm Fuzûlî kabûl-i sifâl Çanak, çömleğin kabulü. Fakîr isem ne olaşevkin içimde dopdoludur Aceb mi olsa reyâhîn ile kabûl-i sifâl Necati Bey kabûl-i şîve-i ülfet Dostluk tarzını kabul. Muhill-i tavr-ı uzlettir kabûl-i şîve-i ülfet Müreccahdır yanımda merhabâdan dest-i red şimdi Râşid Molla Feyzizâde Müverrih Mehmet kabûl-i tâat Taati kabul. Eser-i kabûl-i tâat ona vermiş öyle hâlet Ki kulûb-ı ehl-i hâle harekâtı câzib olmuş Fuzûlî kabûl-i terekküb-i icrâ Akarak meydana gelmeyi kabul. Besâite şerefi mahremiyyet-i vahdet Mürekkebâta kabûl-i terekküb-i icrâ Fuzûlî kabûl-gâh Kabul yeri. Çıksın bu duâ kabûl-gâha Kılsın her işinde Hak muvaffak Muallim Naci kâbil 1. Kabul eden, kabul edici; anlayışlı, zeki 2. Mümkün, olabilir, ihtimal. Kâbil mi arz-ı hâl ile derd-i dili beyân Sığmaz zebân-ı hâmemize mâcerâ-yı aşk Fıtnat Hanım Kuvvet-i tâli’e bak, istemez istüdâdı Mansıb-ı devlete nâ-kâbil ü kâbil birdir İzzet Ali Paşa Rağbet ü ikbâle minnet çekmez erbâb-ı ukûl Ka. bil olsun da kişi isterse makbûl olmasın Namık Kemâl kâbil-i feyz-i safâ Neşenin feyzini kabul eden. Bahâyî-veş değilsin kâbil-i feyz-i safâ sen de Tekellüf ber-taraf ey hâtır-ı nâ-şâd neylersin Şeyhülislam Bahayi Mehmet kâbil-i haşr Toplanma imkânı. Hande-i tıflâne bak girye-i pîrâna bak Cilve-i seyrâna bak kâbil-i haşr oldu îd Esrar Dede kâbil-i idrâk-i vahy Vahiy kavrama kabiliyeti. Olsa isti’dâd-ı ârif kâbil-i idrâk-i vahy Emr-ı Hak irsâline her zerredir bir Cebre’îl Fuzûlî kâbil-i ihmâl İhmâl imkânı. Hep doğru yolu tavsiyedir gâye-i âmâl Hoş-gûluğugörmekte isem kâbil-i ihmâl Abdülhak Hâmit kâbil-i itfâ Söndürme imkânı. Biter mi bitti denilmekle nûr-ı nâ-mütenâhî Nefesle kâbil-i itfâ mıdır çerâg-ı İlâhî Muallim Naci kâbil-i ikmâl Tam kabul edilirlik. Bizim noksânımız hep kâbil-i ikmâldir ammâ Bulunmaz neyleyim esbâb-ı istikbâl bir yerde Yenişehirli Avni kâbil-i is’âf Yardım etme imkânı. Gölge etmezse yeter ehl-i zemân ehl-i dile Bu temennîde gönül kâbil-i is’âf değil Halil Nihat Bey kâbil-i kuds-i melekût Melekler âleminin kutsal imkânı. Ola Cibrîl gibi kâbil-i kuds-i melekût Reh-güzârında sücûd eylese İblîs-i târid Yenişehirli Avni kâbil-i medh Övünme imkânı. Tab’-ı pâki âzmâyîşten Cinânî kim kaçar Kâbil-i medh olmağa ammâ ki bir memdûh yok Cinânî kâbil-i te’vîl Değiştirme imkânı. Kas’a-işeyh-i imâretten içip çorbayı Zanneder kâbil-i te’vîl ola zırva-i sühan Sünbülzade Vehbi kâbil-i vasf Övme imkânı. Tîğ-ı müjgânı değil kâbil-i vasf etmeyecek Hûn-ı endîşe tereşşuh ciğer-i ma’nâdan Lâ kâbil-i zevâl Yok olma imkânı. Saâdet-i ezelî kâbil-i zevâl olmaz Güneş yer üstüne düşmekle pâymâl olmaz Fuzûlî kâbûs Ar. Uykuda basan ağırlık, karabasan. Olunca ümmet-i merhûme büsbütün me’yûs Muhît-i fikrine çullandı kanlı bir kâbûs Mehmet Akif kâbûs-ı elem Sıkıntı ağırlığı. Çıkıp gûl-i beyâbân gibi geldi meclise zâhid Biz hengâm-ı bîdâride kâbûs-ı elem bastı Lâ kabz, kabız Ar. 1. El ile tutup almak; dürmek, devşirmek, tutmak. 2. Peklik, inkıbaz. Zârdır kabzla bastın dü-ser-i engüştünde Vaz’-ı hikmetle bu bâzîçe ki best ügüşâd Nâbî Verip hakk-ı sarîhin kabz ü bast ü mahv ü isbâtın Adâlet-hâne-i hikmette etmiş cümlesin irzA Nâbî kabz ü inbisât Keder ve ferahlık. Bu çemende goncalar güller gören ârif bilir Kim sebât üstünde kalmaz hîç kabz u inbisât Fuzûlî kâbız Tutup alıcı. Azrail Zehî Kâbız ki âlem kabza-i hükmünde muztarrdır Zehî bâsıt ki çekmiş kâinâta sofra-i yağmâ Nâbî kabza 1. Bir tutam, bir avuç şey. 2. Pençe. 3. Kılıcın elde tutulacak yeri. kabza-i gamze Gamze pençesi. Zahm-ı uşşâk için imâle ne hâcet âlet Kabza-i gamzede şemşîr-i tegâfül var iken Nâbî kabza-i hükm Hüküm pençesi. Zehî Kâbız ki âlem kabza-i hükmünde muztardır Zehî bâsıt ki çekmiş kâinâta sofra-i yağmâ Nâbî kabza-i kader-i Hâlık Yaratıcının kader eli. Buldum huzûr-ı kalb, Ziyâ, cümle kârımı Tafvîz-i kabza-i kader-ı Hâlık eyledim Ziyâ Paşa kabza-i kudret Kudret eli. Kabza-i kudretine kavs-i kuzah şekl-i kemân Destine nîze-ı Mirrîh felekte nâvek Cinânî kabza-i Rezzâk Rızık verici olan Allah’ın gücü. Kuvvet-i men’ü atâ kabza-ı Rezzakdadır Zıll-i nâ-çîz-i tehî-deste perestâr olamam Nâbî kabza-i sâtûr Satırın tutulduğu yer. Beni öldür beni kimşu’ledepervâne-sıfat Nice bir titreyeyim kabza-i sâtûr üzre Nedim kabza-i takdîr-ı Kird-gâr Allah’ın takdir gücü. Muhît-i dâire-i aşktan hurûc muhâl Ne çâre kabza-i takdîr-ı Kird-gârdayız Yenişehirli Avni kabza-i tîğ Kılıç kabzası. Kabza-i tîğa edip şemşîr-bâzan vaz’-ı yed Fart-ı reşkinden felek de derdi merrîhü’l-hased sürûrî kâc Far. bot. Bir çeşit küçük çam. Bekler, ne zemân kaldıracaklar diye mebhût Üç kıt’a musallâsı olan bir kâca tâbût Midhat Cemal Kuntay kadar Ar. e. Nicelik veya niteliği kıyaslama edatı. Hıfzı bir micmer-i tefsîdeye olsa sâri Ne kadar râyihasın etse meşâm istişmâm Cevrî İbrahim Çelebi Gehî hâtırımdan çıkardı kadr Atardım sipihre sabâha kadar Keçecizade İzzet Molla Görünce hakkı kabûl ahsen-i hasâildir Kabîh hulk olamaz âdemin inâdı kadar Âsaf Nâfıa Nâzırı Mahmut Celaleleddin Paşa kadd Ar. Boy, endam. Bezm-i gamda nâya hem-dem oluban Kaddümü çeng eylemek kânûndur Avnî oluban olarak. Terahhum kıl bükülmüş kaddime vehm eyle âhımdan Sakın çıkmaya nâ-geh yâydan ok ey kemân-ebrû Fuzûlî Serp ile gül çemende ki turup oturdular Bu kadd ü bu izârı yine sende gördüler Hayâlî Bey tur- ayağa kalkmak. kadd-i bâlâ Yüksek boy. Ey kadd-i bâlâ hüsnün dil-ârâ Kıldım temâşâgâyetgüzelsin Enderunlu Vâsıf kadd-i beka Kalıcılığın süresi. Nahl-i emel ne denlü dırâz olsa hûb idi Dest-i hayât u kadd-i beka kûteh olmasa Şeyhülislam Yahya kadd-i bergeşte Tersine dönmüş boy. Gel doğrulalım mey-gedeye rağmına onun Kim bâr-ı riyâdan kadd-i bergeştesi hamdır Bağdatlı Ruhi kadd-i bülend İnce, uzun boy. Çıkmadı bir nîm-ten kadd-i bülend himmete Atlas-ı gerdûnu birkaç kere tahmîn ettiler Nevres-i Kadim kadd-i bütân Güzellerin boyu. Derûn-ı kubbesi evc-i felek gibi rûşen Sütûn-ı soffası kadd-i bütân gibi mevzûn Nef’î kadd-i cân-fezâ Can arttıran boy. Ne hâlet var o şûhun nahl-i kadd-i cân-fezasında Ki reftârın görüp yoldan döner ömr-i şitâbânım Nedim kadd-i dil-cû Gönül alan boy. Câme-i gül-penbe açmış ey gül-i hod-rû seni Bir gümüşten seme döndürmüş kadd-i dil-cû seni İzzet Ali Paşa kadd-i dil-dâr Sevgilinin boyu. Kadd-i dil-dârı kimi ar’ar okur kimi elif Cümlenin maksûdu bir ammâ rivâyet muhtelif Muhibbî, Meftunî Kanunî Sultan Süleyman kadd-i dü-tâ İki büklüm olmuş boy. Kûyunagayrları çekme rakîb-i har-tab’ Seyl-i eşkimle döner kadd-i dü-tâ dolâba Bâkî kad-i güftâr Sözün boyu, endamı. Kad-i güftârıma evvel biçilip câme-i reng Sonra fersûdesi bâzâr-ı bahârâne gelir Nedim kadd-i ham-geşte Bükülmüş boy. Eyler kadd-i ham-geştemi gerdîde çü dolâb Küh-sâr-ı serimden dökülen cûy-i muhabbet Nedim kadd-i hamîde Bükülmüş boy. EvzA’-ı bâzgûneye mâil mizac-ı aşk Bunda kadd-i hamîde olur i’tidâle dâl Koca Râgıp Paşa kadd-i hoş-reftâr Güzel yürüyüşlünün boyu. Serv ü gül nezzâresin neyler sana hayrân olan Arızınlan kadd-i hoş-reftârın eyler ârzû Fuzûlî kadd-i kalem Kaleme benzeyen boy. Ham olur kadd-i kalem cevrini tahrîr etsem Süst olur pây-ı sühan nâzını takrîr etsem Nâbî kadd-i ma’nâ Anlam ifade eden boy. Zehî hayyât-ı hil’at-dûz-ı bâzar-ı hakâyık kim Kadd-i ma’nâyı etmiş câme-i terkîb ile berpâ Nâbî kadd-i muhterem Muhterem boy. Gelse reftâra kadd-i muhteremi Gûyiyâ arzı devirirdi kademi Hakanî kadd-i müstesnâ Benzersiz boy. Sandım olmuş ceste bir fevvâre-ı Ab-ı Hayât Böyle gösterdi bana ol kadd-i müstesnâ seni Nedim kadd-i nâzik-ter Yeni uzamış boy. âfetin kadd-i nâzik-terine sarf edelim Ne mertebe sühân-ı nâzikânemiz var ise Nâbî kadd-i nihâl Fidan dalına benzeyen boy. Çıkarır âdemi şeytân-sıfat cennetten Şâh-ıgendüm gibi ol kadd-i nihâli küçücük Neş’et Hoca Süleyman kadd-i pîr Pirin boyu. Ser-fürûdur herkese encâm-ı kâr-ı ser-keşân Eyle bu ma’nâyı istidlâl kadd-ipîrden Sâmi Arpaeminizade Vak’anüvis Mustafa Bey kadd-i râst Düzgün boy. Hep bilirsiniz kadd-i râstımı hâme gibi Etti engüşt gibi ham-zede bâr-ı tahrîr Nâbî kadd-i ser-frâz Benzerlerinden farklı boy. Ol esb-i bâd-pây ile ol kadd-i ser-firâz Bir cây-bâr idi kim ede servi der-kenâr NeVî kadd-i sürâhî Sürahiye benzeyen boy. Şevk-i teşrîfin ile kadd-i sürâhî hamdır Bûse-i la’lin için çeşm-i kadehpür-nemdir Nâbî kadd-i tahsîn Övünülecek boy. Yine ol şeh sezA-yı kadd-i tahsîn görmedi Nâbî Perend-i şir-i rengînim bu gûne hoş-kumâş ettim Nâbî kadd-i Tûbâ Cennet’teki Tûba ağacına benzeyen boy. Kadd-ı Tûbâ’sını arz etse o meh Hûrlar derler idi aTûbâ-leh” Hakanî kadd-i yâr Sevgilinin boyu. Şevk-i ten ile cûda olup pâre pâre mevc Agûş açtı hasret ile kadd-i yâre mevc Nâbî Kadd-i yâri kimi halkın serv okur kimi elif Cümlenin maksûdu bir ammâ rivâyet muhtelif Muhibbî, Meftunî Kanunî Sultan Süleyman kadd-i zîbâ Güzel boy. Bulmaz ol ruhsâr ile ol kadd-i zîbâ hâletin Bağlasan bir deste gül serv-i hırâmân üstüne Bâk kad-hamîde Boyu bükülmüş. Elbette kad-hamîde olur nahl-i mîve-dâr Eşcâr-ıgayr-ı müsmire eflâke ser çeker Adlî Sultan II. Bayezid kadd-keşîde Uzamış boy. Çok serv-i kadd-keşîdesi var bağ-ı devletin Şâhında mürg binse bir âşiyâne yok İzzet Ali Paşa kadd ü kâmet Boy bos. Şu serv ile şu kadd ü kamet Olmaz mı kıyâmete alâmet Ziya Paşa kadeh Ar. su ve içecek kabı, bardak, peymane, piyale. Ey Muhibbî yâr elinden bir kadeh nûş eyleyen Hızr elinden ger olursa Ab-ı Hayvân istemez Muhibbî, Meftunî Kanunî Sultan Süleyman Bir kadehle bizi sâkî gamdan âzad eyledi Şâd olsun gönlü onun gönlümüz şâd eyledi İbni Kemâl ? Hoca Dehhânî? kadeh-i âfitâb Güneş kadehi. Nûş etmeyen sunarsa inip Zühre-i felek Dünyâ şarâbını kadeh-i âfitâbtan Hayâlî Bey kadeh-i kâm Zevk kadehi. Teh-cür’adan olmaz yine ümmîd güsiste Birden kadeh-i kâmı nigûn eyleme yâ Rab Nâbî kadeh-i mînâ Billur kadeh. At şu, tesbîh-i riyâ-pâşı yed-i takvâdan Müddeâ safvet ise al kadeh-i mînâdan Esad Erbilî kadeh-i ser-nigûn Ters çevrilmiş kadeh. Olmadı bâzgûn kadeh-i ser-nigûnumuz Hun-âb-ı hasret oldu mey-i la’l-gûnumuz Nâbî kadeh-i sîm Gümüş kadeh. Sâkî vü meş’ale-dârın oluban elde tutar Kadeh-i sîm-semen meş’al-i zer nergis Nizami kadeh-i zer Altın kadeh. Cür’a-rîz olsa eger gül-şene câm-ı keremin Tuta nergis-sıfat elde kadeh-i zer sünbül Bâkî kadeh-be-kadeh Kadeh kadehe. La’lin ki rinde âlem-i meyden haber verir Nûş-ı meye kadeh-be-kadehgül-şeker verir Esrar Dede kadeh-kâr Sâki, içki dağıtan. Bâri sen ey nigeh-i hasret edip bir cür’et Şunu bir söylesen olmaz mı kadeh-kâra aceb Nedim Tâze şâh üzre açılmış gülü seyrettin ise Bir de gel câmı hele dest-i kadeh-kârda gör Nedim kadeh-keş Şarap içen. Geh nakîl-ipiyâle sad-ra’şe ile âşık Geh sâkî-i kadeh-keş bin nâz ile nigârî Ziyâ Paşa kadeh-nûş İçki içen. Sâkî erişip îd aceb Nâilî -i zâr Rindân-ı hûbânı kadeh-nûş görür mü Nâilî Lâleler sahn-ıgül-istânda kadeh-nûş oldular Güft ü gû-yı bülbüle güller kamu gûş oldular Hayâlî Bey kadem Ar. 1. Ayak. 2. Yarım arşın uzunluğunda bir ölçü. 3. Uğur. c. akdâm. Hâk ol ki Hudâ mertebeni eyleye âlî Tâc-ı ser-i âlemdir o kim hâk-i kademdir Bağdatlı Ruhi Kadem kadem gece teşrîfi Nâilî o mehin Cihân-cihân elem-i intizâra değmez mi Nâilî Basmak tarîk-ı aşka kadem eksiğin değil Sûfî bu yolda kat’î kehel bilirim seni Hayâlî Bey kadem-i i’tibâr İtibar ayağı. Bir yolda sâbit et kadem-i idibârımı Kim reh-ber-i şerî’at ola muktedâ bana Fuzûlî kadem-i mülk Mülkünün talihi. Harem-gâh-ı beka-bi’l-lâhta hükm-i fenâ yoktur Kadem-i mülkinde hadd-i ibtidâ vü intihâ yoktur Leskofçalı Galip kadem-i nâka Dişi devenin ayağı. Kays’a sordum kadem-i nâkaya yüz sürdün mü Şîve-i üştür edip der, deveyi gördün mü Sâbit kadem-i pâk Temiz ayak. Kadem-i pâkine yüz sürdü nesîm-i sohbet Yaraşır Sidre vü Tûbâgibi eylerse hırâm Cevrî İbrahim Çelebi kadem-i ricâl Erkeklerin ayağı. Etme zer ü sîm için müdârâ Olmaz kadem-i ricâle ruh-sâ Ziyâ Paşa akdâm Kadem’ler, ayaklar. akdâm-ı küşt-gîr-i kühen Eski güreş tutanların ayakları. Akdâm-ı küşt-gîr-i kühenden muhâldir Olmakgüşâde ukde-i zânû-yı mağfiret Nâbî kâdim, kâdime Ayak basan, varan, ulaşan. kâdime-i sâhire-i peymây-ı kalem Kalemin tartıcı büyücüsüne ulaşan. Bir siyeh mûzeli sûdâ-ger-i bahr ü berdir Sahttır kâdime-i sâhire-peymây-ı kalem Nâbî kader Ar. 1. İnanılması İslamî iman esaslarından olmak üzere insanların başına gelecek her türlü işlere dair, Allah’ın ezelî hüküm ve takdiri. 2. Talih, baht. Ne sendendir ne bendendir ne çarh-ı kîne-verdendir Bu derd-i ser humâr-ı neşve-i câm-ı kaderdendir Nâbî Kader nedir, sana düşmez o sırr istiknâh Senin vazîfen itâat ne emrederse İâh Mehmet Akif “Kadermiş!” Öyle mi? Hâşâ, bu söz değil doğru Belânı istedin, Allah da verdi. Doğrusu bu Mehmet Akif Hîç şaşmayın sâat gibi işler durur kader Birgün sâat çalar. Çok uzaktan gelir haber Yahya Kemal kader-i Hâlık Allah’ın kaderi. Buldum huzûr-ı kalb, Ziyâ, cümle kârımı Tafvîz-i kabza-i kader-ı Hâlık eyledim Ziya Paşa kadı, kâdî Ar. >Kâdi, hâkim, hüküm memuru. c. kuzât, kudât. Kadı ola dâvacı vü muhzır dahi şâhid Ol mahkemenin hükmüne derler mi adâlet Ziyâ Paşa kâdî-yı çarh Feleğin kadısı. Da’vî-i haşmet sana değdügine şâhid bu kim Kâdî-i çarh eşiğin toprağına içer kasem Nizamî kuzât, kudât Kadılar. Hâkim-i şer’ iken ammâ ki kuzât Etmez ettikleri zulmü haşerât Nâbî Kuzât ahvâlini dersen ne mümkündür beyân etmek Eğer hasmın ise kâdî efendi yarıcın Allah Veysî Alaşehirli Üveys Kadı kadîd, kadîde Ar. 1. İnce ince kesilip güneşte kurutulan et, pastırma. 2. İskelet. 3. İnce, zayıf kimse Yarın düşüp ebediyyen türâb solacak Ganî, fakîr müteşâbih, birer kadîd olacak İsmail Hikmet Düşünde görmeye bir ayağ bâde hâletin Sûfî riyâzet ile eğer kim ola kadîd Hayâlî Bey kadîd-i an’ane-hâh Anane isteyen zayıf kimse. Hele sen ey kadîd-i an’ane-hâh Yetişir çizdiğin hudûd-ı siyâh Tevfik Fikret kadîde Kurumuş, kuru. Nef’î ko bu tahkîki tamâm oldu kadîde Şimden girü âgâz-ı duâ etmek ehemmdir Nef’î Her kim ki verir âşık-ı bî-tâba tesellî Gûyâ nemek-feşânlık eder lahm-ı kadîde Nâbî Ey midelerin zehr-i tekâzası önünde Her zilleti bel eyleyen efvâh-ı kadîde Tevfik Fikret kadîm, kadîme Ar. Kadem’den; 1. Zaman cihetiyle eski olan şey. 2. Evvelini bilir kimse bulunmayan, evveli bilinmeyen şey. 3. Daim, baki. c. kudemâ. Düşe bir semt-i garîbe reh-i fikr-i nazmı Ne tarîk-ı rûşen-i tâze ne vâdî-i kadîm Nef’î Vücûd vücûd İlâhî hayât-bahş-ı kerîm Nefs-i atiyye-i rahmet kelâm-ı fazl-ı kadîm Nâbî Sıfatı cilve-i mehtâb-ı tecellî-i şuûn Cür’ası zübde-i sahbâ-yı hum-istân-ı kadîm Üsküdarlı Hakkı Bey kadîm-i gam Gam eskisi. Pür-bîm-i bî-vefâyî-i ahbâbım ol kadar Yâr-i kadîm-i gamla gönül ülfet istemez Koca Râgıp Paşa kadîm-i hâdisât Eski olaylar. Cihâna nâzır ol Rûhî fenâdır göz yumup el çek Kadîm-i hâdisât ile dolu efsânedir dünyâ Bağdatlı Ruhi kadîm-şâirân Eski şairler. Olursa afvın ammâ çarh-ı dûn-ı süfle perverden Biraz bahs eyleyeyim de’b-i kadîm-şâirân üzre Ziya Paşa kudemâ Eskiler, eski olan şeyler. Kudemânın görüp âsârını biz zevk ettik Kudemâ görmedi hayfâ bizim âsârımızı Nâbî Bir tâze reviştir bu ki tabr-i latîfi Revnak-şiken-i hüsn-i beyân-ı kudemâdır Nef’î Fikr et kudemâ ne hizmet etmiş Her nâmeyi ders-i hikmet etmiş Muallim Naci kudemâ-yı ehl-i irfân İrfan sahiplerinin eskileri. Bâkî’ye gelince nazm-gûyân Oldu kudemâ-yı ehl-i irfân Andan Nâbî’ye dek evâsıt Eşâr henüz değildi sâkıt Ziya Paşa andan oradan. kâdim, kâdime bk. kadem. kadir, kâdir 1. Allah’ın isimlerindendir. 2. Kudretli, güçlü, servet ve iktidar sahibi. Hem anâsır, hem tabâyi’ hem mürekkeb hem basit Cümlenin aslı vü fer’i Kâdir’in makdûrudur Nesimi Tâ sâlik-i reh olmayıcak hem-sirişt-i nûr Bu perdenin güzâre ne kâdir verâsına Nâbî Tutalım sende şefkat yoğ imiş kâdir misin men’e Gürûh-ı ehl-i dânişten zuhûr-ı lûtf-ı Mevlâ’yı Nedim kâdir-i kün fe-yekûn “Ol” diyen kudret sahibi Allah. Ol köy benim bu şâr benim bu bahça vü gül-zâr benim Şimdi seni yere koyar ol kâdir-i kün feyekûn Şeyyat Hamza kâdir-i mahv u isbât İspat ve mahvetmenin kudret sahibi. Değil tedbîr ile bir ferd kâdir-i mahv u isbâta Sütûr-ı nüsha-i takdîre kimdir hâme uydurmuş Koca Râgıp Paşa Kâdir-ı Mutlak Mutlak kudret sahibi Allah. Meydânda senin kudretin ey kâdir-ı Mutlak Durdursa da sîn-i sâbiteler gökte muallâk Behçet kadîr Allah’ın isimlerindendir. Kudret sahibi Allah. Kadîr ü muktedir ü kâdir ü mukadder dahi Alîm ü âlim ü allâm u a’lem ü alâ Fuzûlî kadîr bk. kâdir. kadr Ar. 1. Kıymet, değer, itibar. 2. Rütbe, derece, mikdar. Kadrini seng-i musallâda bilip ey Bâkî Durup el bağlayanlar karşına yârân saf saf Bâk Gehî hâtırımdan çıkardı kadr Atardım sipihre sabâha kadar Keçecizade İzzet Molla Taayyüşü mütenâsibti kadr ü şânı ile Hakîkaten şu demin a’zamı kibârı idi Recaizade Ekrem kadr-i âsâr Eserlerin kıymeti. Bilinmez ârifin fevtinden evvel kadr-i âsârı Mihekk-i hâk ile sencîdedir nakd-i hıred şimdi Abdullah Vassâf Akhisarlı Şeyhülislam kadr-i âşık Âşıkın kıymeti. Eylemez her kem-ayâr hüsne rağbet Nâilî Kadr-i âşık dil-ber-i sîmîn-berinden bellidir Nâilî kadr-i benî-âdem İnsanoğlunun kıymeti. Söz kâlbüd-i kadr-i benî-âdeme cândır Söz vâsıta-i râbıta-i âlemiyândır Yenişehirli Avnî kadr-i câh Mevki kıymeti. Billâhi yuf bu şu’bede-i hîç-kâre yuf Yuf kadr-i câh u tantana-i iştihâre yuf Şeyh Galip kadr-i çarh Feleğin kıymeti. Zemîn-i bisât-ı kadr-i çarh hayme-i azamet Nücûm-ı sâbit ü seyyâre meş’al-i kudret Nâbî kadr-i der Kapının kıymeti. Seg-i kem-kadr-i derinden dahi kem-ter kaderim Üstühân-pâre-i ihsânın ile et beni yâd Nâbî kadr-i dürr-i güftâr Söz incisinin değeri. Yine endîşe bilir kadr-i dür-i güftârım Rûzgâr ise denî dehr ise sarrâf değil Nef’î kadr-i erbâb-ı dil Gönül sahiplerinin kıymeti. Onun için kadr-i erbâb-ı dili farkeylemez devrân Kim onlar sâye salmaz âr eder seb’-işidad üzre Nef’î kadr-i güftâr Söz kıymeti. İ’tirâz eylerse bir nâ-dân Ziyâ hâmûş olur Çünkü bilmez kadr-i güftârın sühan-dân olmayan Ziyâ Paşa kadr-i güher İncinin kıymeti. Pâymâl olmak ile ehl-i dil olmaz nâkıs Hâke de düşse yine kadr-i güher dûn olmaz Nesib-ı Mevlevi İki Bayraklızade Yûsuf kadr-i hayât-ı azîz Aziz hayatın kıymeti. Bilinse kadr-i hayât-ı azîz râcihdir Hezar saltanata yek dem-i kemîne-i ömr Nâbî kadr-i hüsn Güzellik kıymeti. Bilmezse kadr-i hüsnünü hûbân aceb değil Mevrûstur misâl-i zenân mükteseb değil Nâbî kadr-i kufl-i âhen Demir kilidin kıymeti. Kim kadr-i kufl-i âhene muhtactır yine Memlû iken derûnugüherle hazânenin Nâbî kadr-i makderet Güç ve kuvvet kıymeti. Arş-ı temkîn ü kadr-i makderet ü dehr-i sebât Levh-i tarsîn ü kazA bezm-i efsânemizde her çeh bâd-âbâd Hilmî Trabzonlu kadr-i metâ-ı i’tibâr Değerli kaynak kıymeti. Girân-sâmân olan dellâl-veş kâlâ-be-dûş olmaz Bilen kadr-i metâ-ı itibâr hod-fürûş olmaz Râşid Molla Feyzizâde Müverrih Mehmet kadr-i ni’met Nimet kıymeti. Zevâl âkıle tefhîm-i kadr-i nimet eder Bilirse pîr bilir olduğun şebâb lezîz Râşid Molla Feyzizâde Müverrih Mehmet kadr-i ömr Ömür kıymeti. Adem hemîn bu bezm-i dil-ârâya bir gelir Bil kadr-i ömrünü kişi dünyâya bir gelir Sezayi Hasan kadr-i resûl Resül kıymeti. Hâsılı evsat iken kadr-i resûl Bir tavîl adam ile yürüse ol Hakanî kadr-i safâ-yı sıhhat Sağlık şenliğinin kıymeti. Derd-i firâk-ı hasreti mehcûr olan bilir Kadr-i safâ-yı sıhhati rencûr olan bilir Akif Paşa Mısır Valisi Mehmet kadr-i sipihr Göğün kıymeti. Kadr-i sipihrin anlayan anlar ham olduğun Bî-çâre çerh bâr-keş-i âlem olduğun Nâbî kadr-i şer’ Şeriatin değeri. Tahfîf-i kadr-i şer’den endîşe kılmadın Evlâd-ı Mustafâ’ya cefâ kıldın eyfeZek Fuzûlî kadr-i tâat İbadet kıymeti. Vakt-i sâat kadr-i tâat hep mezayâsı onun Lezzet-i şevk u şereften gayrı yazmadı nemat Gaybî kadr-i tamâm Tam kıymet. Da’vî deminde bedri şakk ettiği budur kim Kadr-i tamâma ere tâ kim güvâh-ı Ahmed Hamdullah Hamdi kadr-i tedbîr Tedbir kıymeti. Müsâid ol kadr-i tedbîrine devrân ki kasd etse Eğer bir emr-i zâhirde hilâf-ı re’y-i cumhûru Nef’î kadr-i zât Kendi kıymeti. Kadr-i zâtın çarhtan ber-ter der isem vechi var Müttefiktir bunda cümle râz-dâr-ı rûzigâr Akif Paşa kadr-i Zi’n-nûreyn Zi’n-nûreyn Hz. Osman’ın kıymeti. Ol celîlü’lkadr-ı Zi’n-nûreyn-i sâhib-i hilk kim Geldi dünyâya saîd ügitti ukbâya şehîd Bağdatlı Ruhi kadr-âşnâ Değerbilir. kadr-âşnâ-yı Hak-perest Hakk’a tapan değerbilir. Görmedim kadr-âşnâ-yı Hak-perest ü kâr-dân Vakfe-gîr-i hayret oldum istikamet nâmına Reşid Akif Paşa kadr-endâz Kıymet atan; kıymetli. kadr-endâz-ı kazâ Kazanın kıymet atanı. Darb-ı tîğ-ı kadr-endâz-ı kazapeygârı Etti her hamlede düşmenlerini rû-be-kafâ Nazîm Yahya kadr-şinâs Kıymet bilen. kadr-şinâs-ı sühan Sözün kıymetini bilen. Her tîre-meniş kadr-şinâs-ı sühan olmaz Her sifle hırîdâr-ı leâl-ı Aden olmaz Nâbî Kadr ü Berât Kadir ve Berat gecesi. Kim benzer ona kim tuta Kadr ü Berât’da Sahn-ı harîm-ı Kâ’be yüzin ser-be-ser çerağ Nizamî kaf, Kâf Ar. 1. Yeryüzünü kaplayan mitolojik dağ silsilesi ve Zümrüd-ı Anka kuşunun yaşadığı dağ. 2. Kur’an’da bir sure ismi. Hem cefâdır hem safâ, Hamza’yı attı Kâf’a Aşk iledir Mustafâ, devletlü nesnedir aşk Yunus Emre Alem-i uzletin yegânesiyem Kaftan Kâf’a yok bana hemtâ Fuzûlî Gördü mahsûs olduğun meydân-ı istiğnâ bana Şeh-perin gönderdi sorguç Kaftan Anka bana Hayâlî Bey kâf-ı dil Gönül Kafi. Kâdir-i mutlaktır ol kim sende kendin gösterir Kâf-ı dilde sâkin olan rûh-ı Anka sendedir Gaybî Kâf-ı fenâ Yok olma dağı. Bu kasîde kaleme Kâf-ı fenâdan geldi Olsa nâmı yakışır beyza-ı Anka -yı adem Akif Paşa Kâf-ı himmet Gayret dağı. Cîfe-i dünyâ değil kerkes gibi matlûbumuz Bir bölük Ankâlarız Kâf-ı himmeti besler hezârân Zâl-i zer Şeyhülislam Yahya Kâf-ı kanâat Kanaat dağı. Cîfe-i dünyâ değil kerkes gibi matlûbumuz Bir bölük Ankâlarız Kâf-ı kanâat bekleriz Fuzûlî Kâf-ı şöhret Şöhret dağı. Kanâat, eyledi Ankadyı Kâf-ı şöhrete vâsıl Kişi mümtâz olur âlemde elbet uzlet ettikçe Fehim-ı Kadim Uncuzade Kâf-ı vücûd Varlık dağı. Zîr-i bâlîne alır himmet ile dünyâyı Gözün aç Kâf-ı vücûd içre ne Ankâlar olur azmî Pir Mehmet kâf Ar. “kef” harfinin okunuşu. Gerçi kâf ile nûndan oldu âlem Ayâ neden oldu kâf u nûn hem Fuzûlî kafâ’ Ar. İnsan vücudunun üst kısmı; hayvan vücudunun ön kısmı; uç. Kiminde san’ata rağbet, kiminde nakde heves Hulâsa her kafadan başka başka çıkmış Mehmet Akif kafâ-yı gamze Gamzenin ucu. Hazer hazer saff-ı müjgân-i dil-siyehtir bu Kafâ-yı gamzede bir gürd-i bî-sipehtir bu Nâilî kafâ-dâr Kafaca birbirine denk olan kimse, arkadaş. Kafa-dâr oldular şîr ü pelenk âhûya sahrâda Ederler şol kadar şimdi riâyet hakk-ı cîrânı Bâkî kafâ-dâr bk. kafa. kafes Far. Kuş koymak için ince çubuk veya telden yapılmış örme sepet. Rûz-ı hicrândır sevin ey mürg-ı rûhum kim bugün Bu kafesten ben seni elbette âzâd eylerem Fuzûlî Hezâr-ı bağ-ı gamım âşiyân gözümde değil Değil bu köhne kafes gülsitân gözümde değil Keçecizade İzzet Molla Etme izhâr-ı hüner etmeğe mecliste heves Bülbüle dâm-ı belâ oldu lisâniyle kafes Râtib Ahmet Paşa kafes-i aşk Aşk kafesi. Dili söyletmeğe besdir sühan-ı şîrînin Tûtîyân-ı kafes-i aşk şeker bilmezler Nâbî kafes-i bülbül-i şûrîde-makâl Âşık ötüşlü bülbülün kafesi. Dağlar sînede dil nâlede gûyâ kodular Kafes-i bülbül-i şûrîde-makâl üstünegül Tıflî kafes-i hâk Toprak kafes; mezar. Pervâz-gehimdir dil-ı Kerrûbî-nişân Künc-i kafes-i hâkte rûhu’l Kuds’üm Esrar Dede kafes-i subh Sabah kafesi. Zâğ-ı şebi sayd etmek için perveriş eyler Bir tâir-i zerrîn-per ü bâli kafes-i subh Nâbî kafes-i ten Ten kafesi. Durmaz kafes-i tende şehâ mürg-i dil ü cân Kûyuna senin uçmak için bâl ü per ister Muhibbî, Meftunî Kanunî Sultan Süleyman kafes-i teng-i sîne Göğsün dar kafesi. Dil bu hevâ ile kafes-i teng-i sînede Mânend-i mürg-i bâl-şikeste tapan olur Nef’î kafes-gîr Kafese kapatılmış. Tâir-i lâne-i ıtlâk kafes-gîr olmaz Kayd-ı tahrîr olsun mu müselsel ma’nâ Nâbî kafes-nişîn Kafeste oturan. Düştümse niyâza nâzenînim Elden ne gelir kafes-nişînim Şeyh Galip Dil-teng-i cevre şehd-i mükâfât eder zuhûr Tûtî kafes-nişîn iken eyler şeker zuhûr Sâmi Arpaeminizade Vak’anüvis Mustafa Bey kâfî Ar. Kifâyet’ten; kifâyet eden, yetişen. Eğer maksûd eserse mısrâ’-ı ber-ceste kâfîdir Aceb hayretteyim ben sedd-ı İskender husûsunda Koca Râgıp Paşa Maîşetin sana kâfî gelir mükâfâta Vücûdun olsa da nizam-ı kişver ü cumhûr Yenişehirli Avni Zulm ü sitemin değil mi kâfî Elvermedi mi a şûh-ı câf Tâhirü’l Mevlevî kâfil bk. kefîl ka Ar. 1. Kervan, birlikte yolculuk edilen topluluk. 2. Sıra sıra, takım takım gönderilen şeylerin her bir parçası. c. kavâfil. Ne râh, ne râh-ber bulundu Ne kâfileden eser bulundu Fuzûlî Yine ferrâş-ı sabâ sahn-ı ribât-ı çemene Geldi bir kâfile kondurdu yükü cümle bahâr Bâkî Halletmediler bu lûgazın sırrını kimse Bin kâfile geçti hükemâdan fudalâdan Ziyâ Paşa kâfile-i dost Dost kafilesi. Bilmez kimesne kâfile-i dosttan haber Geh geh budur kulağıma bâng-ı ceres gelir Şeyhi kâfile-i ehl-i yakın Yakın kişiler kafilesi. Meş’al-i kâfile-i ehl-i yakîn Hazret-i şeyh-i cihân Sadreddîn Hakani ka file-i müjde-âver-i ihvân Dostların müjde taşıyan kafilesi. yanda kâfile-i müjde-âver-i ihvân Kamîs-ı Yûsuf’u hâmil, mübeşşir ü şâdân Tevfik Fikret kâfile-i müşg-bâr Koku yayan kafile. Gel ey nesîm-i sabâ kûy-ı yârden ne haber Gelir mi kâfile-i müşg-bârdan ne haber Nef’î kâfile-i nev-bahâr İlkbahar kafilesi. Bizimle ey hıred âmâdesin vedâ’ayine Kudûm-i kâfile-i nev-bahârı biz biliriz Nâbî kâfile-i ömr Ömür kafilesi. Çekilir kâfile-i ömr diyâr-ı ademe Nâle-i cân u dil ol kafleye bâng-ı ceres Şeyhülislam Yahya kâfile-salâr Kervan başı, reis. Ol kâfile-salâr-ı kirâmı hüner-endûz Erbâb-ı dil ü dâniş ona hayl ü haşemdir Nef’î kâfile-sâlâr-ı hurûf Harflerin reisi. İstikâmet olur elbet sebeb-i serdârî Oldu ol yüzden elif kâfile-sâlâr-ı hurûf Eşref Paşa Bursalı Mustafa kâfile-sâlâr-ı tarikat Tarikatın reisi. Himmet ey kâfile-sâlâr-ı tarîkat tâ çend Dûrdan gûşumu pür-şûr ede bâng-ı ceresin Nedim kavâfil Kafile’ler. FezA-yı ma’bedin encüm-nümâ meş’alini O lem’a lem’a dizilmiş ziyâ kavâfilini Mehmet Akif kavâfil-i beşeriyyet İnsan kafileleri. Kavâfil-i beşeriyyetşikeste-sâk-ı tüvân Yürür sükûn ile feyfâ-yı zindegânîde Cenap Şahabeddin kavâfil-i evrâk Evrak yığınları. Şimdi yalnız kavâfil-i evrâk Mütemâdi sürüklenir bir uzak Ufk-ı pür-ızdırâb ü nevmîde Ahmet Hâşim kavâfil-i feth Fetih kafileleri. Teveccüh eyledi her kûşeden kavâfil-i feth Dağıldı reh-zen-i idbâr kalmadı mahzûr Nâbî kâfir bk. küfr. kafiye, ka Ar. İki veya daha çok mısrada son hecelerin harf veya ses olarak uygunluğu. c. kavâfi. Bir niçe üştür-i ser-mest durur bu ebyât Ki oldu her birisine kâfiye kûhân-şekl Hayâlî Bey Evzanı, kâfiyesi bozuk, sözleri berbât Gerçi ederim haylice manzûmeler inşâd Kemalzâde Ekrem Bey Belâ-yı şâir-i bî-vâyedir zarûret-i vezn Daha belâsı onun ıstırâbı kâfiyedir Lâ kavâfi Kafiyeler. Evzânı kavâfîsi bozuk sözleri ber-bâd Gerçi ederim haylice manzûmeler inşâd Kemalzâde Ekrem Bey kâfûr Ç3il Far. Japonya, Osenya, Hindistan ve Çin’de yetişen bir çeşit kokusu kuvvetli defne. Kanlar akar aceb ki bu çeşm-i sefîdden Hûn-âbe-hîz o çeşme-i kâfûrdur bana Şeyh Galip Gerden-i sâfı beyaz öyle ki kâfûr gibi Çeşm ü ebrûsu siyâh öyle ki semmûrgibi Nedim Kimlerin yâresine merhem-i kâfûr oldu Kandadır kanda o zâlim o sitem-kâre aceb Nedim kâfûr-ı ârız Yanağının kâfuru. Her kim yüzünde benlerin görmüş değil bilmez nedir Kâfûr-ı ârız üzre ol hâl-i karanfül nicedir Şeyhi kâğaz Far. Kâğıt. Beyân etmeğe hâcet ne hâlini halka Ziyâ-yı şems gibi râzın ayân eder kâğaz Selimî, İlhamî, Selimî Sultan III. Selim Yârden geldi bize verdi haberler kâğaz Başlar üzre yer ederse yeridir her kâğaz Bağdatlı Ruhi Yansa kül olsa da mazmûnunu izhâr eyler Sen hemân sözünü yaz dil-bere gönder kâğaz Şeyhülislam Yahya kâğıd Far. Yazı yazmak için ve kitap basmak için kullanılan ağaçtan yapılmış malzeme. Sevâd-ı nazma bakıp rûy-ı bahr-i kâğıdta Aceb mi mâil olursa kenâra deryâ-dil Esrar Dede Demem ki kâğıd uçursun peyâm göndersin Kebûter-i dil ile bir selâmgöndersin Nihat Bey kâğıd-ı hûb Güzel kâğıt. Hüsn-i hatla görünür kâğıd-ı hûb Bir kalem başlı hat-âver mahbûb Seyyit Vehbî kâğıd-ı zer Altın kâğıt. Yanıp mihr âteşinde kâğıd-ı zer oldu hâkister Eser kaldı henüz âteşten anda câ-be-câ ammâ Nadirî Ganizade anda orada. kâğıd-âsâ Kâğıt gibi. Kağıd-âsâ olma züd-vecheyn olursunşühpesiz Simsiyâh eyler yüzün bir kilk-i hiddet âşinâ Râsih Enderunî İbrahim kâh bk. gâh. kâh Far. Saman, saman çöpü. Ko Necâtî kapına sürsün yüzün men’ etme kim Muhkem olmaz hangi dtvârın ki berg-i kâhı yok Necati Bey kâh Far. 1. Köşk, kasır. 2. Yüksek bina. 3. Bir göz oda. Hezârân safâ hezârân kâh Ne dîvân-hâne fezâ-yı ferah Keçecizade İzzet Molla kâh-ı kün fe-kân “Ol ” diyenin köşkü. Tuttu cihânı pertev-i hüsnün güneş gibi Doldu sadâ-yı aşkın ile kâh-ı kün fe-kân Bâkî kâh-ı tahayyül Hayal edilen köşk. Lâkin sorun şu penceresinden bakanlara IKah-ı tahayyülün Tevfik Fikret kâh-ı zer-nigâr Altın işlemeli köşk. Elim mahbere, endîşe-lîka, ye’s-i midâd Çekmede satr-ı ümîde hatt-ı butlân-ı kalem Akif Paşa kahbe Ar. 1. Orospu, kahpe, zâniye. 2. Sözünde durmaz, dönek, vefasız. Tükürün milleti alçakça uran darbelere Tükürün onlara alkış dağıtan kahpelere Mehmet Akif Gel behey kahpe felek gönlümü incitme benim Taş mı sandın yüreğim kal’a mı sandın bedenim Lâ kahhâr Ar. Allah’ın zelil ve kahredici sıfatı. Beyt-i ma’mûr-ı Hudâ feth olalı gelmedi hîç Dehre zâtın gibi bir fâtih-i kahhâr u kadîr Üsküdarlı İsmailpaşazâde Kahhâr atımın kanlı, kıvılcımla izinde Bir başka denizdim ebediyyet denizinde Midhat Cemal Kuntay kâhiş Far. Fazla, ziyade, çok fazla. Bizim o mâh ile peyvend-i irtibâtımızın Misâl-i mâh-ı felek kâhiş ü fezayişi yok Nâbî kahkaha Ar. Yüksek sesle gülme. Önümde kebg-veş durmaz surâhî kahkaha eyler Hevâ şeh-bâzıyam lâzım gelir bana şikâr almak Behiştî Mecnûn’um ki hâl-i bed-meâlim böyle gördükçe Adûlar kahkaha eyler gürûh-ı dostân ağlar Enderunlu Fazıl kahkaha-i hande-i gül Gülün gülüş kahkahası. Şöylegül-şenpür-tarab kimgûşlar fark eylemez Kahkaha-i hande-i gülden nevâ-yı bülbülü Nedim kahkaha-i istihzâ Alaycı gülüş. Eyleyip hâline bir kahkaha-i istihzA Nâvek-i tâne-i düşnâma edip onu siper Nâbî kahkaha-i ye’s Üzüntü kahkahası. Kudur, ey lücce-i zulmet, mütehevvir, çılgın Gülerim kahkaha-i ye’s ile çığlıklarına Tevfik Fikret kahkaha-zâ Kahkaha doğuran; kahkaha ortaya koyan. Tûfân-ı cünûn dense bu tuğyâna sezâdır Hem kahkaha-zA doğrusu hem girye-fezadır Muallim Naci kahkaha-zen Kahkaha ile gülen, kahkaha atan. Fâhişe nâmı alan her bir zen Nâle tarzında olur kahkaha-zen Abdülhak Hâmit kahkarî Ar. Birdenbire geri dönme. Görmedim hâsılı bir gün râhat Kahkarî eylemeyince ric’at Sünbülzade Vehbi kahr Ar. 1. Zorlama, zorla iş gördürme. 2. Mahvetme, helâk etme. 3. Çok üzüntü duyma, kederlenme. Bed-baht ona derler ki elinde cühelânın Kahr olmak için kesb-i kemâl-i hüner eyler Şinasi kahr-ı celâl Büyüklük kahrı. Lem’ager nûr-ı cemâlinden cihâna ermese Zulmet-i kahr-ı celâlin kimse bî-târ eylemez Muradî Sultan III. Murat kahr-ı cevr-i dil-rübâ Sevgilinin eziyet üzüntüsü. Devr-i adlinde mükedder yok meğer kim ağlaya Kahr-ı cevr-i dil-rübadan âşık-ı şûrîde-hâl Üsküdarlı Hakkı Bey kahr-ı cihân-sûz Cihanı yakan kızgınlık. Semûm-ı kahr-ı cihân-sûzu esse gül-zâra Olur usâre-i hanzal zamîr-i güldegül-âb Nâbî kahr-ı dehr Dünyanın sıkıntısı. Dil var mı ki kahr-i dehr ile vîrân edilmedik Beytül-hazen mi kaldı perîşân edilmedik Yahya Kemal kahr-ı düşmen Düşman sıkıntısı. Gönlümü geh kahr-ı düşmendir yıkan geh cevr-i dost MübtelA-yı ışka kanda ise belâ eksik değil İbni Kemâl kahr-ı felek Feleğin öfkesi. Sitem-keş-âne bu tûl-i emel nedir yâ Rab Sürünce kahr-ı felek dehrin imtidâdı kadar Namık Kemâl kahr-ı hasm Düşmanı helâk etme. Bî-muhâbâ reh-i nâ-refteye gitsem de ne var Kahr-ı hasm eylemeğe elde asâdır hâmem Koca Reşid Paşa kahr-ı hiddet Hiddeti yok etme. Yürür, fakat suların böyle kahr-ı hiddetine Nasıl tahammül eder eski, hasta bir tekne Tevfik Fikret kahr-ı Hudâ Allah’ın kahrı. Bir olur külbe-i dervîş ile kasr-ı şâhî Ateş-endâz olıcak sâika-i kahr-ı Hudâ Veysî Alaşehirli Üveys Kadı olıcak olunca. kahr-ı Kahramân Kahraman’ın öfkesi. Adlin katında cevr ü sitem dâd-ı Keykûbâd Hışmın yanında lûtf u kerem kahr-ı Kahramân Bâkî kahr-ı makâm Makam sıkıntısı. nemmâmın bize kahr-ı makamı lutf u menn oldu Dü-çeşmim garka-i eşk olmadan kurtuldu havf-ile Süleyman Paşa kahr-ı mülhak Sonradan katılan öfke. Gün gibi âşikâresin Ariflere ayne’l-yakîn Ehl-i tuğyânın özünde kahr-ı mülhak el-gıyâs Ümmî Sinan kahr-ı yâr Yârin öfkesi. Bir gelir zevk AşnA-yı ışka lutf u kahr-ı yâr Birini dost ârzû eyler birin ağyâr-ı hâr Hüsnî kahr-ı Yezdân Allah’ın gazabı. Ejdehâ-yı kahr-ı Yezdân iltikâm eyler seni Ehl-i hak şânında ey dil söyleme bâtıl cevâb Behiştî kahr u lûtfEziyet ve ihsan. Dem-â-dem aks alır mirât-ı âlem kahr ü lûtfundan Onun için geh küdûret zâhir eyler geh safâ peydâ Fuzûlî Her meşakkat kim görürsün ind-ı Hak ’tandır nüzûl Kahr u lutfun illetidir tutma sen dilde melâl Ümmî Sinan kahramân Far. 1. Fars mitolojisinde Rüstem’in yendiği kimse. 2. Yiğit, cesur. Çektikçe çeşmi hışm ile şimşîr-i gamzesin Uşşâka dehşet-i gazab-ı Kahramân verir Nef’î kâhrübâ, kehrübâ Far. Saman kapıcı, çerçöp kapıcı. Yerden çıkarılan bir çeşit reçinenin çekme özelliği. Türkçede kehribar olarak geçer ve tespih yapılır. Mûya benzer tenimiz ayrılmaz kabından Gösterir hâk-i terin hâsiyet-i kehrübâ Veysî Alaşehirli Üveys Kadı kaht Ar. Yağmursuzluk, kuraklık; kıtlık, azlık. kaht-ı cemâl Güzellik yokluğu. Şâm’da her ne kadar kaht-ı mekâsib var ise Bulunur şehr-ı Haleb’te o kadar kaht-ı cemâl Nâbî kaht-ı mekâsib Kazanç kıtlığı. Şâm’da her ne kadar kaht-ı mekâsib var ise Bulunur şehr-ı Haleb’te o kadar kaht-ı cemâl Nâbî kaht-ı ricâl Hükümet ve siyaset yokluğu. Adîm iken o ve mevcûd iken bu kaht-ı ricâl Sizinle istedim etmek makâmını ibcâl Abdülhak Hâmit kaht-ı sühan Söz kıtlığı. Göstermesin o kaht-ı sühan meclisin Hudâ Ki âlûde-i tenahnuh ola lafz ü nükteler Nâbî kaht-ı tahammül Tahammül yokluğu. Şöyledir kaht-ı tahammül sîne-i tengimde kim Yetmez olmuştur nefes bir âteşîn feryâda dek Nedim kaht-ı Yûsuf Yusuf’un pahalılığı. Bûs-ı la’l ü hat-ı ser-sebzini dilden sorman Kaht-ı Yûsuf da olan berg ü nevâyı ne bilir Rızayi kaht u galâ Kıtlık ve pahalılık. Yedi iklîmi gezip eylemişiz kaht ugalâ Şehrden şehre sürülsek ne ola vâfir oluruz Sürûrî kahve Ar. Kökboyasıgillerden bir ağacın meyve çekirdeğinden yapılan içecek. Aksetti bir dakîka uzaktan hayâlime Tenhâ Emirgân’ın Çınaraltı’nda kahvesi Yahya Kemal ka’de Ar. Bir kere oturma. ka’de-i ahîre İki veya daha fazla rekatlı namazların son oturuşları. Namâz-ı şâm gamın ka’de-i ahîresidir Gönül kapında tahiyyât-ı ye’se etti kuûd Sâbit kâid Ar. Kıyâdet’ten; 1. Yedici, yedeğine alan, yedekte çeken; yol gösteren. 2. Serasker, kumandan, komutan. c. kâidân. kâidü’l-ceyş Askerlerin komutanı. Kâidü’l-ceyşindir imdâd-ı rusül Feyz-i te’yîd-i semâvîyâverin Hamdullah Hamdi kaide, kâide Ar. 1. Kural, usül, nizam. 2. Taban, temel ayaklık. Bir kâidedir bu câvidâne Elbette gider gelen cihâne Ziya Paşa kâide-i aşk Aşk kaidesi. Kays’a Mecnûn diyenin aklına Nevres şaşarım Ne bilir kâide-i aşkıyâbânın delisi Nevres-i Kadim kâide-i cevr Eziyet kaidesi. Hele sen kâide-i cevrde eksik komadın Dostluk hakkı ise ancak ola var olasın Mihri Hatun kâide-i devr Dönme kaidesi. Âsyâb-ı kadehin kâide-i devri budur Sen de sabr eyle biraz da sana növbetgelsin Nâbî kâide-i hüsn ü melâhat Güzellik kaidesi. Ayâ bu mudur kâide-i hüsn ü melâhat Ahbâba cefâ düşmâna i’zaz kılarsın Nahfî kâide-i verd-i hezâr-âşüfte Bülbüle âşık gülün kuralı. Böyledir kâide-i verd-i hezar-âşüfte Bülbül-i dil-şüde-i zârı eder hâre fedâ Ziya Paşa kâide-i zer Altın kaide. Hep ser-â-pâ-yı cihân mezra’a-i ibrettir Cereyân etmededir kâide-i zer’ ü hasâd Nâbî kail, kâil bk. kavl. kaim, kâim Ar. Kıyâm’dan; 1. Ayakta durucu, duran. 2. Bir işe devam eden ve onda kalan kimse. 3. Birinin yerine geçen, birinin yerini tutan. 4. Vaktini namazda geçiren, namaz kılan. Her kim onun sünnetiyle farzını kâim tutar Ne diyem ki âk ıbet soru hisâbtan beridir Yunus Emre Kâim olmazdı nizâm ü nesak-ı asl-ı vücûd Vermeseydin eser-i adl ile dünyâya revâc Fuzûlî Kurursa bir gün o menba’ ne his kalır ne hayât Beka-yı dîn ile kâim hayât-ı cem’iyyet Mehmet Akif kâ’inât Ar. Kevn’den; 1. Var olan, mevcut olan, yaratılmış olan şeylerin hepsi; yaratıklar. 2. Evren. Gönül ki hande yüzünden yaşar hayâta güler Hayâta hande eden rind kâinâta güler Muallim Naci Kâ’inâtı yaratan Hazret-ı Hak azze ve cell Kim onun vahdetidir mebde-ı Feyyâz-ı ezel Şinasi Her rûh açılıp da kâinâta Keyfinle semâda bulsa mesken Yahya Kemal kâ’inât-ı gayb Bilinmeyen evren. Kâ’inât-ı gaybı tel tel yoklayan mızrâbdan Vehleten dervâze-i mâzî açılmış âbdan Yahya Kemal kâinât-ı hiss His evreni. yanda koskoca bir kâinât-ı hiss ü şühûd Kalıp, ümmîd be-leb katre-cû-yı ihsânın Tevfik Fikret kâinât-ı nefâis Nefisliklerle dolu evren. Bu kâinât-ı nefâisde bir ketîbe-i nâz Birer bedîa-i hulyâ-nüvâz u his-engîz. kadd ü kâmet-i nâzanla her zemân mümtâz Birer hayâl-i girizan-ışi’r ü handesiniz Fâk Âlî Bey kâinât-ı hazin Hüzünlü evren. Yazayım ben acıklı bir güfte Sen de elhân-ı kâinât-ı hazîn Toplayıp da yapar mısın beste Hüseyin Sîret kâinât-ı nâime Uyuyan kâinat. Dolaşır kâinât-ı nâimeyi Bir umûmîşekîk-i tenhâî Cenap Şahabeddin kakııııs Far. Doğu mitolojisinde çok büyük bir kuş ismi. Delikli gagasından rüzgâr estikçe birtakım sesler çıkardığına inanılan masal kuşu. Sözüm arz etse kebûter yâre sözümden benim Bir od çıkıp minkârdan kaknûsgibi biryân olur Usuli Âteş-i aşkı için söndüreyim dilde Per salıp cismini nâra kaknûs Beliğ Tiryâkî-i herze-hâr-ı menhûs Âteşler içinde pîr-i kaknûs Şeyh Galip kâkül Far. Başın tepesinden bırakılıp alna dökülen saç perçemi, yanaklara doğru sarkan saç, perçem, zülf. Şemîm-i kâkülün anmış nesîm gül-şende Demiş ki sünbüle sende emânet olsun bu Figânî Nerde mest olmuş yine ol şûh bilmem neşveden Dîdeler mahmûr, kâküller perîşândır bütün Üsküdarlı Hakkı Bey Dili bülbül kıluptur ârızın üstündeki güller Beni sevdâ ile baştan çıkarmıştır o kâküller Avnî kıluptur kılmıştır. kâkül-i anber-nisâr Anber kokusu saçan kâkül. Başında kâkül-i anber-nisârın tûğ-ı şâhîdir Alemsin hüsn ile serdârısın şimdi cüvânânın Cinânî kâkül-i anber-şiken Amberin kokusunu kıran perçem. Dolaşıp kâkül-i anber-şiken cânâne Ne kadar hâtır-ı mahzûna dokundu şâne Taşlıcalı Yahya Bey kâkül-i cânân Sevgilinin kâkülü. Derhem olursa kâkül-i cânân aceb değil Olur tekellüfât çü meslûb şeb-be-şeb Nâbî kâkül-i dil-ber Sevgilinin kâkülü. Kıssa-igussam uzundur kâkül-i dil-ber gibi Nâzenînler nâzı gibi çok-durur derdim benim İbni Kemâl kâkül-i hoş-bû Hoş kokulu kâkül. Râyete meyl ederiz kâmet-i dil-cû yerine Tûğa dil bağlamışız kâkül-i hoş-bû yerine Gazi Giray kâkül-ı Leylâ Leyla’nın kâkülü. Olsa ger hükm-i revân âlem-i hüsn-i aşka Dil-ı Mecnûnu komaz kâkül-ı Leylâ’da esir Üsküdarlı Hakkı Bey Târ-mâr etti nice kâkül-i leylâyı felek Kays ile bu dil-i güm-geşte o sevdâda dahi Keçecizade İzzet Molla kâkül-i müşgîn Mis kokulu kâkül. Ser-geşteliğim kâkül-i müşgînin uçından Âşüfteligim zülf-i perîşânın içindir Fuzûlî uçından sebebiyle Bûy-ı cân-perver gelir bâd-ı sabâdan her nefes Kâkül-i müşgînine cânâ meğer kim şânedir Hamdullah Hamdi kâkül-i pür-pîç-i müşgîn-târ Mis kokulu saç telinin büklüm büklüm olan şekli. Pây-bend-i aşktan bir dahi olur mu halâs Kâkül-i pür-pîç-i müşgîn-târa düştü gönlümüz Şeyhülislam Yahya kâkül-i zerrîn Altın renkli perçem. Ser-pûşun olan kâkül-i zerrin Döksen kılar endâmını tezyîn Abdülhak Hâmit kâl Ar. Söz, lakırdı, kelam. Çün cehldedir zevk kemâli ne edelim biz Kâl ehli safâ eyleye hâli n’edelim biz Bağdatlı Ruhi Bir bakışla ne nezâketler eder Kâlegelmez ne işâretler eder Sünbülzade Vehbi Gönül emrâzına kâlden bulunmaz akl-ıla dermân Bu sırra olmuşam Lokmân eğer merhem sararsan gel Ümmî Sinan kâl ü ef’âl İş ve sözler. Deme keşf olur ser-â-ser sana esrâr-ı hafî Kâl ü ef âlinde vardır çün senin yüz bin hatâ Âdile Sultan kal’ Ar. Koparma, koparılma, yerinden sökülme. Kal edip bîh ü esâsından usûl-i fitneyi Himmet-i şâh-ânesi vermekte devrâna nizâm Üsküdarlı Hakkı Bey kal’a Ar. Kale, hisar, tahkim edilmiş bina. c. kılâ. Kal’a dîvârınguzat ettikçe vîrân top ile Düşmen-i dînin olurdu cismi lerzan top ile Sururi Bir kala ki Sûmenât’a benzer Her seng-i siyâhı Lât’a benzer Şeyh Galip Gel behey kahpe felek gönlümü incitme benim Taş mı sandın yüreğim kala mı sandın bedenim Lâ kal’a-i hasm Düşman kalesi. Dayanmaz önünde yürürse eğer Eder kal’a-i hasmı zîr ü zeber Kemalzâde Ekrem Bey kal’a-i himmet Yardım kalesi. Ceyş-i gamdan kanda etsin ilticâ ehl-i niyâz Kal’a-i himmette Nâbî burc u bârû kalmamış Nâbî kal’a-i ikbâl Talih kalesi. Döşendi kasr-ı temennâya işret esbâbı Dikildi kal’a-i ikbâle nusret a’lâmı Nef’î kal’a-i pûlâd-beden Çelik bedenli kale. Lâkin imdâd-ı İlâhî yetişip ordumuza Oldu her bir neferi kal’a-ipûlM-beden Reşad Sultan V. Mehmet Reşad kılâ Kal’alar. Görüldü mü açılaldan berü bu bâb-ı sefer Bu gûne hedm-i kılâ ü hezîmet-i tabur Nâbî kâlâ Ar. Kumaş. Gûne gûne arayıp kâlâlar Eyleme câme için kavgâlar Nâbî kâlâ-yı ayş Eğlence kumaşı. Zîver-i kâlâ-yı ayş ü nakş-i tamgâ-yı kesâd Resm ü âyîni diğer-gûn başka âlemdir gönül Nâbî kâlâ-yı gam-ı devrân Zamanın gam kumaşı. Ne iktizâ eder elmas u la’l-i âteş-gûn Vuralım âteşe kâlâ-yı gam-ı devrânı Yine nûş eyleyelim bâde-i âteş-gûnu Nâbî kâlâ-yı maârif Bilgi kumaşı. Kâlâ-yı maârif satılır sûklarında Bâzar-ı hüner ma’den-i ilm ü ulemâdır Nedim kâlâ-yı nâ-derîde Delinmemiş elbise. Her nâ-kabûle etmez zahm-i sitem teveccüh Görmez cefâ-yı sûzen kâlâ-yi nâ-derîde Nâbî kâlâ-yı nâz Naz kumaşı. Tasavvur hurdesin dilden gubâr-âsâ eder ifnâ Ne toz konduramaz oldu ol perî kâlâ-yı nâz üzre Hanif Efendi kâlâ-yı sühan Söz kumaşı. Narhı altmışlığa indi hele târihlerin Pek ucuzlandı bu bâzârda kâlâ-yı sühan Sünbülzade Vehbi kâlâ-yı sürûr Sevinç kumaşı. Ey Bahâyîşeh-i gam râhınapây-endâz et Genc-i dilde ne kadar var ise kâlâ-yı sürûr Şeyhülislam Bahayi Mehmet kâlâ-yı şi’r Şiir kumaşı. Böyle metâ’-ı tâzeleri var mı Nâbîyâ Kdld-yı şi’ri zîver-i dükkân edenlerin Nâbî kâlâ-yı vasl Kavuşma kumaşı. Kılmış cihânı müşteri kâlâ-yı vaslına Ayâ o şûh kangı diyârın kumâşıdır Enderunlu Vâsıf kâlâ-yı visâl Kavuşma kumaşı Bize arzeyleme kâlâ-yı visâlin yetişir Bildik ey şûh senin biz ne kumâş olduğunu Sâbit kâlâ-yı vuslat Vuslat kumaşı. Hâce-i aşkız bu gün bâzâr-ı mihr-i yârda Nakd-i cânla almağa kâlâ-yı vuslat bekleriz Hayâlî Bey kâlâ-yı zemâne Zamanın kumaşı. Molla ne aceb bilmezse ammâ bu acebtir Hîç olmaya bir nâkıd-ı kâlâ-yı zemâne Nef’î kâlâ-yı zühd Takva kumaşı. Ayâ ne gûne câmegiyer subh-ı haşrde Kâlâ-yı zühdü sûk-ı riyâda mezad eden Nâbî kâlâ-be-dûş Kumaşı omuzunda. Girân-sâmân olan dellâl-veş kâlâ-be-dûş olmaz Bilen kadr-i metâ-ı Ptibârı hod-fürûş olmaz Râşid Molla Feyzizâde Müverrih Mehmet kalb Ar. 1. Yürek, et parçası. 2. Gönül. Her şeyin ortası, merkezi, önemli noktası. ed. Bir kelimenin tersinden okunarak anlamlı bir kelime meydana getirecek şekilde kullanma sanatı. 5. Değiştirme, çevirme, döndürme. c. kulûb. Günlerce ne gördüm, ne de bir kimseye sordum yâ Rab! Hele kalp ağrılarım durdu » diyordum Yahya Kemal Çünkü âlem bir kapandır, anda âdem fâredir Ya’nî cebri kalbedenşey hep o kâfirpâredir Fazıl Ahmet Aykaç anda orada. Fukarâ kalbine her kim dokuna Dokuna sînesi Allah okuna Lâ Mûr gibi emrine kılmış itâat halk-ı Rûm Râm oluptur nitekim Mûsâ’ya ey şeh sihr-i mâr Lamiî Çelebi mûr karınca, Rum Anadolu, râm boyun eğme, mâr yılan kelimeleri anlamlı bir şekilde birbirlerinin tersinden okunabilir. kalb-i akdes En kutsal kalp. Tasvîr-i gayre kılma mahal kalb-i akdesi Esnâma mesken eyleme Beytü’l Mukaddes’i Usûlî Yenice Vardarlı kalb-i âlem Âlemin kalbi. Seng-bâr-ı cevr olan tahrîb-i kalb-i âleme Haşr olur Haccâc ile, bin Kâ’be bünyâd etse de Namık Kemâl kalb-i alîl Hastalıklı kalp. İsm-i zât oldu ona lafz-ı cemîl Hüsne tâkat mı eder kalb-i alîl Enderunlu Fazıl kalb-i ârif Arifin kalbi. Bâd-ı seher mi yâ Rab ya nefha-ı Mesîhâ Ya feyz-i kalb-i ârif ya mevc-i âb-ı cârî Ziya Paşa kalb-i cihân Cihanın kalbi. Öyle yükseldi semâvâta ki âvâz-ı cenân Dinliyor nağme-i eşvâkımızı kalb-i cihân Kemalzâde Ekrem Bey kalb-i der-be-der Perişan, dağınık kalp. Sendin “Uyukluyor” diye gûyâ donuk, denî Bir kalb-i der-be-der gibi tel’în eden beni Tevfik Fikret kalb-i dilîrân-ı vegâ Savaş yiğitlerinin kalbi. Ol saf-şiken-i şîr-i salâbet ki hücûmu Dehşet-fügen-i kalb-i dilîrân-ı vegadır Nef’î kalb-i ehl-i hâl Hâl ehlinin kalbi. Devrden peymâne-i mihr ü vefâ eksilmede Kalb-i ehl-i hâlden zevk u safâ eksilmede Bağdatlı Ruhi kalb-i elem-zede Eleme uğramış kalp. Pek tîrelendi kâlıb u kalb-i elem-zede Hicrân ugam ikisini de dâg-dâr eder Esrar Dede kalb-i emrâz Hastalıklı kalp. Kalb-i emrâzın devâsı bâbının miftâhıyım Pîr ü üstâdım sorarsan bil ki Lokmân’dır benim Ümmî Sinan kalb-i esrâr-ı İlâhî İlâhî sırların kalbi. Tab’-ı efkâr-ı füyûzata müzeyyen hacle Kalb-i esrâr-ı İlâhîye muallâ micdel Kâzım Paşa kalb-i feyz-cû Feyiz arayan kalp. Ten-i hâkîde kalb-i feyz-cû pejmürde olmuştur O bir mâhî-i kudsîdir ki berde mürde olmuştur Esrar Dede kalb-i gâfil Gafil kalp. Hâne-i târîk-i kalb-i gâfil tenvîr eder Şu’le-i misbâh-ı îmândır Fütûhât ü Fusûs Nâbî kalb-i gam-nâk Gamlı kalp. Vaktâ ki durup şu kalb-i gam-nâk Toprakta nihân olur vücûdum Recaizade Ekrem kalb-i harâb Yıkık kalp. Ta’mîr-ı KA’be hidem-i sanem-hâne iş değil Aç dîde-i basîreti kalb-i harâba bak Naîm Tezkirecizade Müverrih Bu halka vakfedecek milk ü mâlımız yoktur Beş on gazelle şu kalb-i harâbdan başka Yahya Kemal kalb-i hayât Hayatın ortası. Acı bir nevha-i teşekkîsi Yolunda kalb-i hayâtın gelir enîn-i riyâh Tevfik Fikret kalb-i istiğnâ Maddiyattan arınmış kalp. Pehlivân-ı âlem olmuş kalb-i istiğnâ ile Top çerhi dehr elinde oynatır elma gibi Muhlis Sultan Mustafa kalb-i leyâl Gecelerin kalbi. kadar zaf ile tev’emdi bu şeb kalb-i leyâl Ne benim vardı gurûrum ne de bir vecd-i hayâl Mehmet Behçet Bey kalb-i mahzûn Hüzünlü kalp. Gayret-i gam kalb-i mahzûnum komaz şâd olmağa Bûm olur mu hîç râzı mülkü âbâd olmağa Şehrî Malatyalı Ali Çelebi kalb-i meftûr Kederli kalp. Sen, ey mâh, ey muallâ menba’-i ulviyyet-i sevdâ Ularsın kalb-i meftûrumda şevk-ı Ftilâpeydâ Tevfik Fikret kalb-i meksûr Kırılmış kalp. Niçin cebreylemezsin bir nazarla kalb-i meksûru Tavâf etsen ne olur bir kerre kâfir Beyt-ı Ma’mûr’u Nevres-i Kadim kalb-i menûn Zamanın kalbi. Na’ralar müşte-zen-i tabl-ı sımâh-ıgerdûn Sadmeler, zelzeleler hadşe-res-i kalb-i menûn Tevfik Fikret kalb-i metîn Sağlam kalp. Nüzûl-ı berk-ı firkat def’aten yaktı harâb etti Kül oldu hecr ilepûlâd iken kalb-i metînimgel Esrar Dede kalb-i millet Milletin kalbi. Musırrm, sâbitim ta cân verince halka hizmette Fedâ-kârın kalır ezkârı dâim kalb-i millette Namık Kemâl kalb-i mûr Karınca kalbi. Kimseyi dil-teng-i âzâr etme sultânlık budur Kalb-i mûru taht-gâh eyle Süleymânlık budur Nazîm Yahya kalb-i muztarib Üzüntülü kalp. Yaşar mıyız seni kaybetsek âh ben, kalbim Bu kalb-i muztaribim Tevfik Fikret kalb-i mü’min Müminin kalbi. Kalb-i mümin ki arş-ı Rahmân’dır Onu yıkmak ziyâde tuğyândır Sinan Paşa kalb-i müstmend Kederli kalp. Bendeyim bir zâlime kendi efendimdir benim Dâimâ cervâr-ı kalb-i müstmendimdir benim Esrar Dede kalb-i müteessir Üzüntülü kalp. Kalb-i müteessir ki dem-â-dem Eyler darabânında tecellî Ahzan-ı tarab neş’e-i mâtem Tevfik Fikret kalb-i nâ-kâbil Kabil olmayan kalp. Nûr-ı hikmet kalb-i nâ-kâbilde işrâk eylemez Çeşmin etmez merdüm-i hâbîdenin rûşen çerâg Ali Ruhi Bey kalb-i nâle-i meşhûn İnleme dolu kalp. Bütün şiirlerimin rûhu bir tekeddürdür Ki dem-be-dem duyarım kalb-i nâle-i meşhûnda Tevfik Fikret kalb-i nâ-şâd Mutsuz kalp. Firâka bir tesellî bulamam bu kalb-i nâ-şâda hâle sabr u tâkat gayret-i cânân imiş cânâ Âdile Sultan kalb-i nerm Yumuşak kalp. Gönül ne ârzû-yı câh eder ne tâc ü taht ister Reh-i himmette ancak kalb-i nerm ü pây-i saht ister Nâbî kalb-i pâk Temiz kalp. Diye sükkân-ı semâ işbu duâya âmin Kalb-i pâki ola âlâm u mihnetten emîn Sultanzade Mehmet Dâniş kalb-i perîşân Perişan kalp. Zülfün ile kâkülün el bir edip ayak dolar sebebten rişte-i kalb-i perîşân sarmaşır Necati Bey kalb-i rahim Merhametli kalp. Tasavvur eyleyemezdim ki ansızın dursun Felâh-ı ümmet için çırpınan o kalb-i rahîm Mehmet Akif kalb-i rakîb Rakibin kalbi. Kalb-i rakîbi ko dile bak iltifât ile Bir görme Kâbefi et Sûmenât ile Hâşimî kalb-i rakîk İnce kalbi. İnsân ona derler ki ede kalb-i rakîki Alâm-ı benî-nev’i ile kesb-i melâl et Ziyâ Paşa kalb-i rindân Rintlerin kalbi. Sûy-ı humdan kopan nârın kes ey zühd arasın yoksa Harâb olur misâl-i kalb-i rindân hânmân-ı gam Nâbî kalb-i rûhânî Ruhani kalp. Tabîb-i kalb-i rûhânî edip Nuri kulun Mevlâ Olur kalbindeki emrâzını âmâlini muslih Nuri kalb-i sanevber Çam fıstığı şeklindeki kalp. Benzetti serv kaddini nahl-i sanevbere Bağlandı târ-ı zülfüne kalb-i sanevberi Şeyhülislam Yahya kalb-i selîm Temiz gönül. allâm-ı hüsn-âferîn Hakîm Arar bendegânında kalb-i selîm Muallim Naci kalb-i sengîn Taştan kalp. Kalb-i sengîne kelâm-ı nerm eder lâ-büd eser Kıt’a-i elmâs dâim hâk olur kurşun ile Beliğ kalb-i şâd-mân Mutlu kalp. tıfl-ı bî-kederin kalb-i şâd-mânda Derîde oldu o dem bir sehâbe-i gülgûn Cenap Şahabeddin kalb-i şekûr Şükreden kalp. Sutûr-ı midhat-i zâtın sürûr-ı kalb-i şekûr Misâl-işeh-per-ı Rûhü’l Emîn oldu hemîn Taşlıcalı Yahya Bey kalb-i şerîf Şerefli kalp. İffet ü ismet ile tab’-ı latîfi hem-zâd Himmet ügayret ile kalb-i şerîfi tev’em Nâbî kalb-i şîrîn Tatlı kalp. Sığmamış sadr-ı peleng-ânene kalb-i şîrîn Yetmemiş kudretine şöhret-i âlem-gîrin Tevfik Fikret kalb-i tabîat Tabiatin kalbi. Allahü ekber. Allahü ekber. Bir samt-ı ulvî; kalb-i tabîat Tevfik Fikret kalb-i tabîb-i vuslat Vuslat tabibinin kalbi. Kalb-i tabîb-i vuslata gelmezse merhamet Allah rahmet eyleye bîmâr-ı hasrete Yenişehirli avni kalb-i ulemâ Âlimlerin kalbi. Nûr-ı çeşm-i vüzerâ kuvvet-i kalb-i ulemâ Tâc-ı fark-ı vükelâ kurre-i ayn-ı hükkâm Nâbî kalb-i uşşâk Âşıkların kalbi O Buhtunnasar hûnî gamzelerle tuttu âfâkı Yıkar Beytü’l Mukaddes gibi her dem kalb-i uşşâkı beliğ kalb-i ümîd-vâr Ümitli kalp. şûhtan nice kâbil tehâlüf-i teşrîf Meğer teveccüh-i kalb-i ümîd-vâr o mudur Nâbî kalb-i vîrân Yıkık kalp. Sîne çâk ü kalb-i vîrân bülbül-âsâ pür-figân Adile kuluna rahm ü mekremetle k ıl meded Âdile Sultan kalb-i zemân Zamanın kalbi. Sen o âlî darabân-ı kalb-i zemânsın ki şuûn Hûn-ı hürriyet cisminle olur hande-nümûn Kemalzâde Ekrem Bey kalb-i ziyâ-bâr Işık saçan kalp. Duyulan zemzemeler kalb-i ziyâ-bârından Saçılan relreleler cûşiş-i efkârından Kemalzâde Ekrem Bey kulûb Kalpler. Isınıp cümle kulûb âb-ı bürûdet gitti Cibe-rîz olsa acep mi dönerek arz u sewâf Nedim kulûb-ı ârifân Bilgelerin kalpleri. Mazhar-ı sırr-ı hakâyıkdır kulûb-ı ârifân Eylemez şugl-ı abes insân-ı kâmilden zuhûr Hersekli Arif Hikmet kulûb-ı âşıkân Âşıkların kalpleri. Dürr-i nutkundur kulûb-ı âşıkânaşeb-çerâg Tâcir-i kâlA-yı vaslın istemezgayrı metâ’ Esrar Dede kulûb-ı ehl-i hâl Hâl ehlinin kalpleri. Eser-i kabûl-i tâat ona vermiş öyle hâlet Ki kulûb-ı ehl-i hâle harekâtı câzib olmuş Fuzûlî kulûb-ı mü’minîn Mü’minlerin kalpleri. Eyledi kesb-i hayât-ı tâze halk-ı kâinât Doldu envâr-ı meserretle kulûb-ı mü’minîn Ziyâ Paşa kulûb-ı kâsiye Sert kalpler. Gitmez kulûb-ı kâsiyeden nakş-ı infiâl Seng üzre mürtesim olan âsâr saht olur Râşid Molla Feyzizâde Müverrih Mehmet kâlbüd Far. 1. Kalıp, şekil; kerpiççi kalıbı. 2. Beden, ceset; gövde, kafes. kâlbüd-i cism Cismin kalıbı. Dü-dest-i lutf ile kurtar isâbet eylemeden Rivâk-ı kâlbüd-i cisme nâr-ı neft-endûd Sâbit kâlbüd-i kadr-i benî-âdem İnsanoğlunun kıymetli bedeni. Söz kâlbüd-i kadr-i benî-âdeme cândır Söz vâsıta-i râbıta-i âlemiyândır Yenişehirli Avni kâle Far. 1. Kumaş. 2. Kelek, ham. kâle-i dükkân Dükkânın kumaşı. Oldu rindân-ı harâbât ile mest-i rüsvâ Hâce yağmâya verip kâle-i dükkânı bu şeb Esrar Dede kâle-i irfân İrfan kumaşı. Herze-sevdâ-yı metâ’-ı şöhret etmez bunda sûd Nakştemgâ-yı kabûlü kâle-i irfâna bas Koca Râgıp Paşa kâle-i kâm Emel kumaşı. zemân ki bezm-i cânda bölüşüldü kâle-i kâm Bize hisse-i mahabbet dil-i pâre pâre düştü şeyh Galip kâle-i râz Sır kumaşı. Bir müşterî-i kâle-i râz eyle tedârik Dükkânçe-i esrârını açmazdan evvel Râşid Malatyalı Müverrih Mehmet kâle-i vasl-ı dil-ârâ Gönlü süsleyen kavuşma kumaşı. Behâ-yı kâle-i vasl-ı dil-ârâ cevher-i cândır Nukûd-ı eşk-i âşık sûk-ıgamda nâ-revâdır hep Seyyit Mehmet Nesip kâle-i zer-târ-ı servet Servetin altın telli kumaşı. Cihân mahrûmdur hep kâle-i zer-târ-ı servetten Libâsı fâhir-i erbâb-ı devlettir nemed şimdi Namık Kemâl kaleb, kalıb Ar. Kalıp, şekil. kaleb-i fersûde Eskimiş kalıp. Döndüğü kaleb-i fersûdeye cism-i zârım Yine ey rûh-ı revân fikr-i visâlindedir Nedim kâleb-i mahbûb-ı melek-sîmâ Melek yüzlü sevgilinin bedeni. Var mı bir kâleb-i mahbûb-ı melek-sîmâ kim Pertev-i hüsn-i ezel ona hulûl eylemeye Hayâlî Bey kaleb-i salsâl Çamur kalıbı. Kıbletü’l-halk afâf-ı melekût olmuş idi Olmadan kaleb-i salsâl sezâ-vâr-ı sücûd Yenişehirli Avni kalem Ar. 1. Kamış, yazı aleti. 2. Dairelerde yazı işlerinin yürütüldüğü büro. c. aklâm. Gönül gamını niçe safha-i beyâna yazam Kalemden od çıkuban korkarım ki yanayazam Avnî Fatih Sultan Mehmet II çıkuban çıkarak. Sühan bir tûtî-i mu’ciz-beyândır hâmem üstâdı Kalem bir kahramân-ı tîğ-zendir dil silah-dârı Nef’î Kendi bâzen gelir ammâ sözü gelmez kaleme Muallim Naci Meşhur mısra kalem-i afv u atâ İhsan ve bağışlama kalemi. Bu cerîdemde hatâ olsa eğer Kalem-i afv u atâlar çekeler Hakanî kalem-i câdû-fen Cadı bilgili kalem. Safha bir lâhzada Hârût-sitân oldu yine Turfa efsûn okudu bu kalem-i câdû-fen Nedim kalem-i dakîka-dân Anlaşılması güç olan şeyi bilen kalem. Güftârıgüzîde, tab’ı nâdir Kimdir? Kalem-i dakîka-dânım Muallim Naci kalem-i mu’cize-fen Mucize bilgili kalem. Sâbit ü zâhir olunca eser-i bagy ü inâd Zü’l-fekâr-ı dü-zebâna kalem-i mu’cize-fen Nâbî kalem-i mûyî Kıldan kalem. Eylesin bâl-ı Hümâ’dan kalem-i mûyînin Sûret-i esbin eğer etse musavvir tasvîr Bâkî kalem-i müje Kirpiğin kalemi. Ruhum üzre hatt-ı sirişkimi defe’ât ile kalem-i müjem Rakam ettiğiyçin el okuyup bilir oldu râz-ı nihânımı Fuzûlî kalem-i sun’ Sanat kalemi. Çekti müsvedde-i tahvîl-i berât ademe Hatt-ı butlân kalem-i sun’ Hudâ-yı bîçûn Münif kalem-i zer-ger-i dükânçe-i sun’ Sanat dükkânının altın işlemeli kalemi. Sukâta-i kalem-i zer-ger-i dükânçe-i sun’ Tirâşe-i güher-i çâr-sûy-ı istiğnâ Nâbî kalem-i Yezdân Allah’ın kalemi. Mevc mevc kürre-i pîşânî Satır satır kalem-ı Yezdânî Nâbî kalem-dân Kalem konan kutu. Serîrinden ciğer-hûn oldu nâ-dân Bana kandîl yeter oldu kalem-dân Atâyî Nev’izade Ataullah kalem-ender-kalem Kalem içinde kalem. Vücûd-ender-vücûd âsâr-ı te’sîr-i irâdettir Kalem-ender-kalemdir dest-ı Mânî’den zuhûr Esrar Dede kalem-kâr Nakkaş, sanatkâr. Nesîm ol denlü nâzik tarh eder âb üzre emvâcı Ki levh-i sîme üstâd edemez öyle kalem-kârı Nef’î Zer-ger-i kâmilidir san’at-işi’rin Bâkî Nice olur gel beri seyr eyle kalem-kârlığı Bâkî kalem-rev Bir hükümdarın veya hükümetin hükmünü yürüttüğü yer, ülke. Azmetmiş idim kalem-revimde Terk etmemeğe harâb bir yer Namık Kemâl aklâm Kalem’ler. Re’yi bir mertebet rûşen ki yazarken vasfın Şem’a gâlib görünür şu’le-i nevk-i aklâm Nef’î Gerçi kim evsâfını tahrîre olmazdı mecâl Olsa eşcâr-ı behişt aklâm ü enhârı midâd Yenişehirli Avni kalender Far. Kayıtsız, dünyaya ilgi duymayan, dünyadan elini eteğini çekmiş kimse. Girip bin âleme her âlemi bir âlem-i zevk et Kalender ol, hakîm ol, âlemin her âleminden geç Celal Paşa Erenler der-gehinde bir kalender bende-i hâs ol Tıraş et çâr-darb ile gönülden fikr-i ağyârı Hayri Kalenderin zifir olmuş su görmedik yakası Bakıp da bir titiz insân demiş ki Kahrolası Mehmet Akif kalender-meşreb Kalender yaratılışlı. Arif ol, ehl-i dil ol, rind-i kalender-meşreb ol Ne Müslümân-ı kavî, ne mülhid-i bî-mezheb ol Nef’î kâlıb, kâleb Ar. 1. Kalıp, bir şeye biçim verilmek için kullanılan vasıta. 2. Nümune, örnek. 3. Gövde, beden, vücut. Rûhtur kâlıb-ı insâna Fehîmâ irfân Heykel-i bî-hünerân addolunur seng-i mezâr Fehim Hoca Süleyman Pek tîrelendi kâlıb u kalb-i elem-zede Hicrân u gam ikisini de dâg-dâr eder Esrar Dede kâlıb-ı bî-cân Cansız kalıp. Nisbet edecek olsak eğer ehl-i kemâle Bir kâlıb-ı bî-cân gibidir zümre-i cühhâl Hüseyin Hüsnü kâlıb-ı bî-rûh Ruhsuz kalıp. Kûşe-i hicrânda kalmış kâlıb-ı bî-rûh edip Eyledi cân mürdelerden cânına rağbetyine Behiştî kâlıb-ı bî-nûr Nursuz kalıp. Pür etdi kâlıb-ı bî-nûr mâhı pertev-ı Hûrşîd Cemâli oldu ya âyîne-i hayâle leb-â-leb Rızâyî kâlıb-ı fersûde Eskimiş vücut, yıpranmış beden. Let urup kâlıb-i fersûdemi geh habs kılar Geh serâsîme vü uryân bırakır sahrâya Fuzûlî Kâlıb-ı fersûdeme verdi hayâlin nev-hayât Hey kıyâmet bir musavver câna benzettim seni Behiştî kâlıb-ı huşk-ı hayâl Hayalin kuru kalıbı. Sonra gelse dehre hallâk-ı ma’nîden ne ola Kâlıb-ı huşk-ı hayâle rûh-ı sânîdir sözüm Nef’î kâlıb-ı insân İnsan kalıbı. Rûhdur kâlıb-ı insâna Fehîmâ irfân Heykel-i bî-hünerân addolunur seng-i mezâr Fehim-ı Kadim Uncuzade kâlıb-ı salsâl Çamurdan yapılmış kalıp. Kıbletü’l-halk afâf-ı melekût olmuş idi Olmadan kâlıb-i salsâl sezâ-vâr-ı sücûd Yenişehirli Avni kâlîçe Far. Küçük halı. Pest-fıtratlara ziynet ile rif’at gelmez Olsa her tarz ile kâlîçe münakkaş, basılır Koca Râgıp Paşa kâlîçe-i çemen Yeşilliğin küçük halısı. Yer yer serildi gül-şene kâlîçe-i çemen Meyyâl-i cû mukayyed-i bâd olmadın gönül Yahya Kemal kâlîçe-i zer Altın işlemeli küçük halı. Mâî kâlîçe-i zer bâfeti yaydı gerdûn Tâ ki pâ-bûs-ı şerîfiyle ola rif’at-yâb enderunlu Fazıl kalîl bk. kıllet. kallâb Ar. Kalb’ten; 1. Kalıptan kalıba giren, kalpazan, kalp ve sahte para basan. 2. Çok hileci. Nâbî o kadar kîse tehî dünyâ kim Kallâblığa başladı âlem yek-ser Nâbî kallâş Ar. Kalleş, kancık, dönek, hilebaz. Bâde-i aşka vücûdun câmesin rehin etti Aferînler ol melâmet bezminin kallâşına Bâkî Esîr-i dâne-i zerk oldu zahid-i kallâş Elinde dâm-ı riyâdır çevirdiği tesbîh Nef’î Dünyâ-yı denî varlığını bir çöpe saymaz Cân nakdini harc edici kallâşlarız biz Lamiî Çelebi kallâş-ı cihân Cihanın kalleşi. Sarı saman altında su yürütmede mâhir Hakka ki hazân faslı da kallâş-ı cihândır Şeyhülislam Yahya kaltabân Far. 1. Deyyus, pezevenk. 2. Tenbel, boş kimse. Sözüm yok haset eylese şâirân Neden hasmım oldu biraz kaltaban Keçecizade İzzet Molla Baba! En sevgili annen o senin öz vatanın Olacak mıydı fedâ hırsına üç kaltabânın Mehmet Akif kalyân Far. Nargile, çilim. Ah eylediğim neş’e-i kalyânın içindir Kan ağladığım kahve-i fincânın içindir Sâbir kâm Far. Arzu, istek; murat, maksat. Gerçi cânândan dil-i şeydâ için kâm isterem Sorsa cânân bilmezem kâm-ı dil-i şeydâ nedir Fuzûlî Cihânı lutf ü mürüvvetle kâm-rân ettin Cihânda kâm alasın ber-sebîl-i istimrâr Nedim Kâm almadık müsâferetinden bu âlemin Cânânla, meyle son günü ey mevt, sendeyiz Yahya Kemal Cevri gönlümdür çeken gözdür gören ruhsârını Allah Allah kâm alan kimdir çeken kimdir ta’ab Lâ kâm-ı dil-i şeydâ Âşık gönlün muradı. Gerçi cânândan dil-i şeydâ için kâm isterem Sorsa cânân bilmezem kâm-ı dil-i şeydâ nedir Fuzûlî kâm-ı cân Can isteme. Kâm-ı cân istediği lezzeti sordum bildim Hân-ı hüsnünde lebi şehdi müheyyâ olmuş Avnî kâm-ı dil Gönül arzusu. Yüz meşakkat çekse kâm-ı dil tapar encâm-ı kâr Her kimin Mevlâsı âlemde şeh-ı Merdân Fuzûlî kâm-ı dünyâ Dünyayı isteme. Geçti dil râh-ı talebten kâm-ı dünyâdan bile Fârig oldu Arzûlardan temennâdan bile Cevrî İbrahim Çelebi kâm-bahş İstek verici. kâm-bahş-ı mey-perestân İçki içenlerin istekçisi. Yine sâkî gül-efşân-ı girîbân-ı kadeh oldu Yine devr-i zemâne kâm-bahş-ı mey-perestândır riyazi kâm-bîn Arzusuna ulaşan; bahtiyar, mesut, talihli. Gelmedi zâtın gibi bir şâh-ı kâmil âleme Gerçi geldi âleme pek çok mülûk-ı kâm-bîn Ziya Paşa kâm-cûy Kâm ve ikbal arayan. Der-geh-i ta’zîm ü tekrîminde âlem kâm-cûy Harmen-i ihsân ü eltâfinda âdem hûşe-çîn Fuzûlî kâm-kâr Mutlu, isteğine ulaşmış. Eblak-süvâr-ı rûzigâr, aşıp Rûm ü Zengibâr Leşker-şikâr-ı kâm-kâr, Behrâm Efrîdûn-ı âlem Nef’î Görmedim Nef’î gibi bir rind-i âlî-meşrebi Hem gedâ hempâdişâh-ı kâm-kâra nâz eder Nef’î kâm-kâr-ı ma’nî Mana güzelliği. Feth ile cihân nazm u nesri Ol Hüsrev-i kâm-kâr-ı ma’nî Ünsî kâm-rân Mesut, bahtiyar, emel süren, isteğine kavuşmuş. Cihânı lûtf u mürüvvetle kâm-rân ettin Cihânda kâm alasın ber-sebîl-i istimrâr Nedim Muhtâc ola İlâhî dilenci kapısına Şol kâm-rân ki dâdın işitmez gedâların Nevres-i Kadim Bülbüle hutbe okutup her gün Oldu sultân-ı kâm-rângonce Hayâlî Bey kâm-rân-ı aşk Aşk bahtiyarı. Kam-rân-ı aşk olanlardır o bî-nâm ü nişân Dostunu bulan saâdetli hemân pinhân olur Âdile Sultan kâm-revâ Maksadına, arzusuna nail olan. Salâhı âlem-i kevn olsa ger fesâdı kadar Olurdu kâm-revâ her kişi murâdı kadar Nâilî Gam değil kâm-revâ olmaz isem âlemde Rûzgârın teg olaydım şerr ü şûrundan emîn Nef’î Olmadım zerre kadar kâm-revâ âlemde Devletinde pederim olmuş idi gerçi vezir Üsküdarlı Hakkı Bey kâm-ver Arzusuna nail olmuş, mesut, bahtiyar. Nâ-kâmlıkta ülfet eden kâm-rân olur Nâ-kâm odur ki kâm-ver ü kâm-yâbtır Yenişehirli Avni kâm-yâb Bahtiyar, mesut. Nâ-kâmlıkta ülfet eden kâm-rân olur Nâ-kâm odur ki kâm-ver ü kâm-yâbtır Yenişehirli Avni kamâme Ar. Süprüntülük. Büt-hâne-i hüsnünde hat zülfü eder tefsîr İncîl yazar künc-i kamâmede Yohannâ Esrar Dede kamâme-i veseniyyûn Putperest taifesinin süprüntülüğü. Harîm-i kalb-i bütân-ı hevâ yeter kıldı Kamâme-i veseniyyûn ü Sûmnât-ı Hünûd Sâbit kamer Ar. Ay, mâh. Mütehâlik, samût bir mahşer. Nâzil olmuş edîm-i arza kamer Tevfik Fikret Matla’-ı feyz-ı Hudâ’da hem kamer hem âfitâb Tûr-ı kurb-ı Hak’ta hem nûr-ı tecellî hem cemâl Yenişehirli Avni Ol sîm-ber yakasını açtıkça gül gibi Gören onu sanır ki buluttan kaçar kamer İbni Kemâl kamer-çehre Kamer yüzlü. Kamer-çehre perî-rûyum zarîfim şûhum ü şengim Semen-bûyumgül-endâmım zehî serv-i gül-istânım nesimi kamer-ruh Ay yanaklı. Ey kamer-ruh fil-mesel bir bende-i ferzane-veş Atı önüncepiyâde sen şehin ben kulyeter Zâti kamer-ruhsâr Ay yüzlü. Tâ ki arz etti cihâna subh-dem dîdârı îd Gün gibi pür-şevk kıldı her kamer-ruhsârı îd Zâti kamer-tâb Ayı aydınlatan. Şer’i ile kıldı ol kamer-tâb Ta’lîm-i hukûku fazl ü âdâb Ziyâ Paşa kamer-tal’at Ay yüzlü. Ey kamer-tal’at meh rûyundan istihyâsı-çün Perde-i eflâk olur kat kat hicâb-ı âfitâb Hasırcızâde Hafız kâmet Ar. 1. Boy, kad. 2. Camilerde farz namazına kalkmak için söylenen iç ezanı. Bana ol kameti Tûbâ lebi ünnâb gerek Ne ideyimgörmek ile serv-i çemenden ne biter Necati Bey Hilâl-i kametin kavs etmeyen âlî-makâm olmaz Mehi gör kim hMl olmazdan evvel bedr-i tâm olmaz Âsım Çelebizade Şeyhülislam İsmail Yerlerde sürünme vakti geçti Doğruldu semâya doğru kâmet Namık Kemâl kâmet-i ar’ar Selvi boylu. Kadd-i bülend ü kâmet-i ar’ar hırâm-ı yâr Gül-zâr-ı Ptidâlde bitmiş nihâldir Bâkî kâmet-i bâlâ Uzun boylu. Çok belâya saluban halka kıyâmet koparır Çok kıyâmet edip ol kâmet-i bâlâ salınır Zeynî kâmet-i ber-ceste Seçme, latif boy. Meğer fevvâreden âb-ı letâfet sıçramış çıkmış rütbe kâmet-i ber-cesten ey şûh-ı revân vardır Nedim kâmet-i bülend Yüce boy. Tâk-ı hakîrde bulunan mîve-i lezîz kâmet-i bülende bedeldir çenârda Nâbî kâmet-i dil-cû Gönül çeken boy. Akar cûy-i sirişkim kâmet-i dil-cûnu andıkça Dolar kan ile çeşmim la’lini yâdettiğim demler Üsküdarlı Sırrî kâmet-i ham Eğri boy. Kâmet-i ham birle bir ehl-i kerâmettir kaşın Taş oluptur görülen baş eğmemiş mihrâb ona Fuzûlî kâmet-i hamîde Övülmüş boy. Sipihre olmadan gayr çeşm-bâz-ı niyâz Ne nef’i var bize bu kâmet-i hamîdemizin Nâbî kâmet-i ikbâl Talih uzunluğu. Kâmet-i ikbâl gâyet mâil-i idbâr olur Ser-bülend vakt-ipîrîde iki kat bâr olur Benlekçi İzzet Bey kâmet-i ma’nâ Mana boyu. Aceb mi kâmet-i ma’nâya Nâbî olsa nâ-çesbân Gubâr-âlûde olmuş hâme-i hâtır kühenlenmiş Nâbî kâmet-i mevzun Ölçülü, düzgün boy. Bâğ-bânger meyl kılmam servine ma’zûr tut Serviden yiğrekgelir o kâmet-i mevzûn bana Fuzûlî kâmet-i mu’tedil Orta boy. Serverâ servi boyun hem-ser-ı Tûbî mi değil Kâmet-i mu’tedilin hasret-i tûtî mi değil Şeyhi kâmet-i nâz Nazlı boy. Kâmet-i nâzına kûtâh kabâ-yı gerdûn Cilve-i rif’atine teng kazâ-yı evhâm Nâbî kâmet-i nâzân Nazlı boy. kadd ü kâmet-i nâzanla her zemân mümtâz Birer hayâl-i girizan-ı şi’r ü handesiniz Fâk Âli Bey kâmet-i nâzende Nazlı boy. Gam-ı kalbim sürûd-ı şevkile tebdîl eden cümle Misâl-i yâsemen ol kâmet-i nâzendedir bil hep İlhamî, Selimî Sultan III. Selim kâmet-i nâzenîn Nazlı boy. Dest-i berhem-zen olursan ne kadar şiddet ile Kâmet-i nâzenîne etmez yine teklîf-i kıyâm Nâbî kâmet-i ömr Ömür uzunluğu. Yek-sân bilen bahâr u hazânın bu gül-şenin Mânend-i serv kâmet-i ömrü dirâz olur Koca Râgıp Paşa kâmet-i serv Servi boy. Bir dem sanemâ kâmet-i servinle kıyâm et Tâ kim bize zâhir ola ahvâl-ı Kıyâmet Figânî kâmet-i şimşâd Şimşir ağacına benzeyen boy. Ra’nâlık ile kâmet-i şimşâdı eden zikr Olmaz mı hacîl serv-i hırâmânınıgörgeç Fuzûlî Afet-i cân dediler gamze-i cellâdın için Nahl-i gül söylediler kâmet-i şimşâdın için Nedim kâmet-efrâz Boy yükselten. Sipihr-i rif’atin tâbende mâh-ı âlem-efrûzu Riyâz-ı devletin zîbende serv-i kâmet-efrâzı Nef’î kâmi’ Ar. Kam’dan; kahreden, yok eden, ortadan kaldıran; aşağılayan. kâmi’-ı bih ü sitem İyilik ve zulmu aşağılayan. Câmi’-i seyf ü kalem dâfi’-i şerr-i âlem Kâmi’-ı bih ü sitem kâtı’-ı ırk-ı nîreng Üsküdarlı Hakkı Bey kâmi’-ı küfr ü dalâl Sapıklık ve küfrü yok eden. Dürri-i çarh-ı celâl u dürr-i deryâ-yı kemâl Kâmi’-ı küfr ü dalâl u câmi’-i hulk-ışiyem Nizami kâmi’-ı şirk ü dalâlet Sapıklığı ve Allah’a ortak koşuculuğu aşağılayan. Aftâb-ı adl Sultân ibn-ı Sultân Bâyezîd Kâmı’-ı şirk ü dalâlet lâmi’-i nûr-ı yakîn Necati Bey kâmil bk. kemâl. kamîs Ar. Gömlek. kamîs-i beden Beden gömleği. Zehr-i hasedi düşmenin, ef’î gibi, çıkmaz Tâ çıkmayıcak rûhu kamîs-i bedeninden Sâbit kamîs-i Yûsuf Yusuf’un gömleği. yanda kâfile-i müjde-âver-i ihvân Kamîs-ı Yûsuf’u hâmil, mübeşşir ü şâdân Tevfik Fikret kâm-rân bk. kâm. kamtarîr Ar. Uğursuz ve şiddet ile adlandırılan gün. FezA-yı haşr tutar gulgul-i sıgâr ü kibâr Eder mehâbet ile yevm-i kamtarîr zuhûr Yenişehirli Avni kamus, kâmûs Ar. 1. Dış deniz, okyanus. 2. Açıklamalı sözlük kitabı. Ey şi’r meyânında satan lafz-ıgarîbi Dîvân-ı gazel nüsha-i kamûs değildir Nâbî Mahşer gibi âfâkımı sarmış zulemâtın Teşrîhine, kamûsu yetişmez kelimâtın Mehmet Âkif kân Far. Maden ocağı; menba, mastar. Ehl-i kân-ı kerem-i şehsüvâr-ı âlem Hüsrev-ı Cemşiyem İskender-i iklîm-küşâ Nef’î Muhabbet bahridir cismim elifler onun emvâcı Belânın kânıdır gönlüm o la’l-i cân-fezA Hayâlî Bey Zer ügevherden eder ma’den ü kânı hâlî Sâil-i lûtfuna bir kerre ki ihsân eyler Cevrî İbrahim Çelebi kân-ı Bedahşân Bedahşan kaynağı. İçelim la’l-i müzabı saçalım cür’aları Hâk-i gül-zârı bugün kân-ı Bedahşân edelim Bâkî kân-ı dâd Adalet kaynağı. Şâh-ı cihân Sultân Murâd şâhen-şeh-i âlî-nijâd Bahr-i adâlet kân-ı dâd zıll-ı Hudâ-yı zü’l-minen Nef’î kân-ı endîşe Endişe kaynağı. Kân-ı endîşe hazef-pâreleridir Ekrem Bugüherler ki sana her biriyek-dâne gelir Recaizade Ekrem kân-ı gevher Cevher kaynağı. Etse bir kûhagüzer bâd-ı semûm satvetin Ma’den-i kükürd eder te’sîri kân-ıgevheri Nedim kân-ı ihsân İhsan kaynağı. Safâ-yı sîneme zulmet veren jeng-i günâhımdır Amân ey kân-ı ihsân zulmet-i kalbim cilâ ister Esad Erbilî kân-ı imkân İmkân kaynağı. Nisâr-ı Şâh’a lâyık mümkin olsa bir güher bulmak Kazardım tîşe-i endîşe birle kân-ı imkânı Bâk kân-ı irfân İrfan kaynağı. Şeref vermez dürr ü gevher kemâl olmaz zer ü zîver Hüner kesbet hüner, bahr-i fazîlet, kân-ı irfân ol Bâkî kân-ı kerem Cömertlik kaynağı. Hâtem-sıfatâ tab’ u dil ü dest-i kerîmin Deryâ-yı himem kân-ı kerem ebr-i atâdır Nedim kân-ı kıdem Eskilik madeni. Kopmadı kân-ı kıdemden bir Hayâlî ey felek Destine sultân-ı Rûmun söz gibi gevher sunar Hayâlî Bey kân-ı maânî Manalar kaynağı. Lisânım olsa ne var nâşir-i cevâhir-i hikmet Selîka nâkıd-ı gevher, karha kân-ı maânî Muallim Naci kân-ı müşterî-i müflis İflas etmiş müşterinin hazinesi. Gevher-i güftârının kân-ı müşterî-i müflisi Kûçe-i esrârının hûrşîd-i düzd-i şeb-revi Nef’î kân-ı niam Nimetlerin kaynağı. Bir kân-ı niamdır ki onun gevheri ikbâl Bir bağ-ı İrem’dir ki gülü izz ü a’lâdır Nedim kanâat Ar. Az şeyle iktifa etme, kısmete ve nasibe razı olma. Doyulmaz hân-ı ihsâna kanâat gelmez insâna Kerem gördükçe ey Bâkî gedâlardan recâ artar Bâkî Ol bûse-i lebten ki ola renc ile hâsıl Şîrîn-ter imiş bûs-ı leb-i hân-ı kanâat Nâbî Kanâat, eyledi Anka ’yı Kâf-ı şöhrete vâsıl Kişi mümtâz olur âlemde elbet uzlet ettikçe Fehim-ı Kadim Uncuzade Rızkı ile eyleyip kanâat Sürmez yere cebhe-i darâat Lâ kâni’, kani Rızkına razı ve hâlinden memnun olan. Yüksel hünerinle kâni’ olma İhsân-ı Hudâ’ya mâni olma Namık Kemâl Fidlime ukbâda Mevlâ’dan mükâfât istemem Kâniim emniyet-i vicdân ü irfânımla ben Namık Kemâl Kâni olmazlar cihânda olsalar Kârûn-ı vakt Ağniyânın tîre kalbinden gınâ eksilmede bağdatlı Ruhi kanber C~i 1. Hz. Ali’nin sadık kölesi. 2. mec. Bir evin gediklisi, emektarı. Gelir şûrâne sîmâsın gören kâfirler îmâna Behiştî bir Alî sûretli şâhın Kanber’i oldum Behiştî kand Ar. Kamış şekeri, şeker. Câm üzre şekkerinden eğer tamsa kût-ı cân Kand ü nebât kıla şarâb-ıpiyâleyi Şeyhi Güftâregeldi nâ-geh açıp la’l-i nûş-hand Bir piste gördüm anda döker rîze rîze kand Fuzûlî anda orada. Telh-i şarâb-ı gussa-i devrânı def’ eder Şîrin lebin dehânıma alsam niteki kand Bâkî kand-i la’l Kırmızı şeker. Her hâme kanda vasf kılar kand-ı la’lini Alemde her kamış ki bite ney-şeker değil İbni Kemâl kand-i leb Dudak şekeri, dudaktaki tat. Ederse kand-ı lebin hâtır-ı mezâka hutûr Diyâr-ı Mısr’a değil Kandehâr’a dek gideriz Nâilî kand-i ma’nî Mana şekeri. Tab’ıma feyz-ı Hudâ zaika-bahş ilhâm Kand-i ma’nî leb-i endîşeme hâzır halvâ Nazîm Yahya kand-i mükerrer Saf şeker. Ağzına almaz eğer kand-i mükerrer olsa Lafz-ı hâyîde-i tûtî-i şeker-hâ-yı sühan Sünbülzade Vehbi kand-i nâb-ı mükerrer Saf şarap şekeri. Vasf-ı lebinle şi’rim olur ser-be-ser lezîz Kim âbı kand-i nâb-ı mükerrer eder Zezîz Resmî kandîl, kındîl Ar. İçinde fitil ile zeytin yağı yakılan kap, kandil. c. kanâdîl. Şem’-i ruhsârı dönerdi mâha Sanki kandîl idi arşu’l-lâha Hakmî Serîrinden ciğer-hûn oldu nâ-dân Bana kandîl yeter oldu kalem-dân Atâyî Nevizade Ataullah Ma’bed-i hayl-i nücûmun günbed-i eflâktir Mihr ü meh kandîl ona kavs-i kuzah mihrâb-ı çerh Beliğ kandîl-i bezm-i pîr-i mey İçki pirinin meclis kandili. Ma’nâ-yı âb-ı zindegîyi rûşen eyledim Kandîl-i bezm-i pîr-i meye revgan eyledim Nevres-i Kadim kandîl-i cân Can kandili. Bâd-ı ecel ki söndüre kandîl-i cânını Başı ucunda bî-hûde şem’î mezârayuf Şeyh Galip kandîl-i hidâyet Hidayet kandili. Ol Habîb’in hakkıçün kim nûr-ı hüsnünden onun Yandı kandîl-i hidâyet söyünüp nâr-ı dalâl Hayâlî Bey söyün- sönmek kandîl-i mâh Ay ışığı. Kubbe-i mînâda her şeb kim yana kandîl-i mâh Zühreşem’-i meh çerâgıgöstereşem’-i ucâb Nizami kandîl-i minâr Minarenin kandili. Subha dek olmazsa sûzan ne ola kandîl-i minâr Kimsenin subha çerâgını çıkarmaz rûzgâr Nâbî kandîl-i münîr Parlak kandil. Etti âvihte ol Hayy-ı Kadîr Tâk-ı çarha iki kandîl-i münîr Nâbî kandîl-i neş’e Neşe kandili. Esrâr feyz-i bâdeye zâhid demiş ki dün Kandîl-i neş’eyi eden etsin yine sirâc Esrar Dede kandîl-i rûh-ı müşrikîn Müşrikler ruhunun kandili. Söyünürdü ol nefes kandîl-i rûh-ı müşrikîn Her kamış günçeler tokunsa nitekim bâd-ı sabâYahya Bey Taşlıcalı söyün- parlaklığı gitmek; günçe güneşli yer kındîl-i sipihr Göğün kandili. Çıkalı göklere âhım şereri döne döne Yandı kındîl-i sipihrin ciğeri döne döne Necati Bey kandîl-ı Zebûr ü İncîl İncil ve Zebur’un ışığı. İncilâ-yı ruhu yaktıkta fetîl Söndü kandîl-ı Zebûr ü İncîl Hakanî kâne Ar. “Oldu, meydana geldi” anlamında bazı terkiplerde kullanılır. kâne-i nahvet Gurur meydana getirme. Ey olan kâne-i nahvette ser-mest-i gurûr Bir de fikret hâk-i zillette humâr-ı mihneti Ebubekir Sâmi Paşa kâni bk. kanaat. kannâd Ar. Şeker yapan, şekerci. Telh olur zaika-i nazm-ı umûr-ı âlem Olmasa sirke-fürûşa mütekâbil kannâd Nâbî Görünce lezzet ü keyf-i kelâmımı yaraşır Denilse tab’ıma hem mey-fürûş u hem kannâd Nef’î kantara Ar. Taştan yapılmış göz ve kemerleri olan büyük köprü, su köprüsü. c. kanâtır. kantara-i misk-i Hoten Hoten vadisinin misk gibi kokan köprüsü. Kaşları kantara-i misk-ı Hoten Gamzeye doğru güzer-gâh-ı fiten Sünbülzade Vehbi kantara-i mecâz Mecaz köprüsü. Seyl-i hevesle doldu Yahyâ yine vâdî-i hevâ Geçmeğe sa’y u himmet et kantara-i mecâzdan Şeyhülislam Yahya kanûn, kânûn Ar. 1. Nizam, kural, kaide. 2. Herhangi bir konu üzerindeki kanunu taşıyan kitap. 3. Çalgı aleti. Biri tuğra-i dil-ârâ, biri fermân-ı münîf Biri şer’ ü biri kânûn u nizâm-ı âlem Nâbî Bezm-i gamda nâya hem-dem oluban Kaddimi çeng eylemek kânûndur Avnî oluban olarak Hakk u insâf ile kan etmeden ettin kânûn Oldu bâtıl işi cellâd-ı leîmin battâl Şinasi Bir ıtık-nâmedir insâna senin kânûnun Bildirir haddini sultâna senin kânûnun Şinasi kânûn-ı belâgat Söz kanunu. Şîve-i nazmıma erbâb-ı fasâhat meftûn Nağme-i kilkime kânûn-ı belâgat dem-sâz Nef’î kânûn-ı cezâ Ceza kanunu. Afv ile mübeşşer midir eshâb-ı merâtib Kânûn-ı cezA âcize mi hâs demektir Ziyâ Paşa kânûn-ı cihân Dünya kanunu. Nesi var cünbiş-i kânûn-ı cihânın Nâbî Bî-nemek zemzeme-iperde-i bîrûndangayrı Nâbî kânûn-ı dâd Adalet kanunu. Her saltanat ki hükm-i nesak-sâz ola ona Kânûn-ı dâdı devlet-ı Nûşirevân verir Nef’î kânûn-ı felek Feleğin kanunu. Cüst ü cû eylese âdem küre-i arzı tamâm Hükm-ı kânûn-ı felekten bulamaz bir hoşnûd Yenişehirli Avni kânûn-ı fırsat Fırsat kuralı. Müsevvifler için dünyâda mahvolmak tabiîdir Bu bir kânûn-ı fırsattır ki yok te’vîli kat’îdir Mehmet Akif kânûn-ı istimrâr Devam eden kanun. Sehâb-âsâ yürürler yerde câmid gördüğün dağlar Bütün zerrât bir kânûn-ı istimrâra tâbi’dir Ziyâ Paşa kânûn-ı mahabbet Sevgi kanunu. Aşık gam-ı dehr ile kesel-nâk olur mu Çalınmadı mıgûşuna kânûn-ı mahabbet Behiştî kânûn-ı muhît Çevre kanunu. Üst perdeden izhâr-ı garâm eyleme zinhâr Kânûn-ı muhîtte çalış perde-şinâs ol Lâ kânûn-ı riyâ İki yüzlülük kanunu. Kangı bî-insâftan kaldı ki kânûn-ı riyâ Vaz’-ı âyîn eyleyen hep Cem olaydı kâşkî Şeyhülislam Yahya kânûn-ı selef Daha önceki kişinin kanunu. Her kim eylerse hilâf-ı emr-i kânûn-ı selef Nâ-halefdir nâ-halefdir nâ-halefdir nâ-halef Nahifi Süleyman kânûn-ı sühan Söz kanunu. Belki kânûn-ı sühanda hall ü akd-i nüktede Hikmet-i fikr ü hayâlin feylesof-i ekberi Nef’î kânûn-ı tabîat Tabiat kanunu. Kânûn-ı tabîat, âh o kânûn Olmuş tutalım hükümle meşhûn Tokadizâde Şekip Bey kânûn Ar. 1. Ateş yakılan yer, ocak. 2. Soba, mangal. 3. kânûn-ı evvel Aralık. Kânûn-ı sânî Ocak. kânûn-ı mahabbet Sevgi ocağı. Vâiz ola mı sert sözünden müteessir Bir dilde ki sûzân ola kânûn-ı mahabbet Şeyhülislam Yahya ka’r Ar. Dip, derinlik. Kahrımızgavvâs-ı efkâr ü tasavvur bulamaz Bizdedir dürr-i maânî ma’rifet deryâsıyız Zâti Garîk-i lücce-i hayret bu heft girdâbın Ne ka’rına nazar eyler ne dest-yâr ister Nâilî Düştüm zalâm-ı ka’rına bin şehr-i zulmetin Baktım zılâl-i kalbine bin merd-i mihnetin Kemalzâde Ekrem Bey ka’r-ı beyân Açıklanan derinlik. Duyulur ka’r-ı beyânında, sadâ-yı âhen Darb-ı şeş-perle çıkan ka’ka’a miğferlerden Tevfik Fikret Nefî için söylemiş ka’r-ı cahîm Cehennemin dibi. Yâ Rab benim iktizâ-yı âmâlim ile Olmak görünür râh-rev-i ka’r-ı cahîm Nâbî ka’r-ı çâh-ı Bâbil Bâbil kuyusunun dibi. Üftâde-i ka’r-ı çâh-ı Bâbil olsam Minnet-keş-i rîsmân-ı nâ-dân olmam Bülendî Çelebi ka’r-ı çâh-ı gussa Gam kuyusunun dibi. Dehr kahrından düşerdim ka’r-ı çâh-ıgussaya Zâhidâ rahm eyleyip ger tutmasa mâ’-i ineb Zâti ka’r-ı çeh-i dûzah Cehennem kuyusunun dibi. Isınırdı yerine ka’r-ı çeh-i dûzahta Etse Firaml Hudâ böyle havâda gark-âb Nef’î ka’r-ı deryâ Denizin dibi. Olan me’lûf-ı cevr-i rûzgâr erbâb-ı rif’attir Havânın şiddetinden ka’r-ı deryâda hurûş olmaz Namık Kemâl ka’r-ı havz Havuz dibi. Fevvâre ka’r-ı havza düşerşerm-sâr olup Baktıkça gül-istânda hırâmân olan sana Yahya Kemal ka’r-ı yemm-i hayret Hayret denizinin dibi. Nuri dem-i dehşette bahr-i gam-ı fürkatte Kadr-ı yemm-i hayrette dürdâne miyem bilmm Nuri ka’r-ı târ Karanlık çukur. Beşerin işte, pür-ümmîd ü heves, kıvranarak Ka’r-ı târında şinâh ettiğigirdâb-ı üfûl Tevfik Fikret kâr Far. İş, amel, fiil. Zevk-ı Bâkî bulayım dersen eğer âhir kâr Alemin zevk u safâsıngam u âlâma değiş Bâk Hep sen mi kâm-yâb olacaksın zemâneden Ey teng-çeşm kâr be-nevbet değil midir Nâbî Niçin saldın bürûdet ey hazân eczA-yı gül-zare? Niye kârın hezâr-ı bî-nevânın âh-ı serd ettin? Nâbî kâr-ı abes Boş iş. Hakîm-i kâmile kâr-ı abes nakîsa verir Hakîkat ehline terk-i mecâz Zâzımdır Nahîfî kâr-ı âkıl Akıllı işi. Herkese olmuş iken meşreb u tezvîr ü riyâ Kar-ı âkıl mı bu halka nefsini etmek fedâ Ziya Paşa kâr-ı aşk Aşk işi. Ah kim her dem kılar ben mübtelayı zar-ı aşk Bilmez idim müşkil imiş dostlar bu kâr-ı aşk Muradî Sultan III. Murat Leylînin Mecnûn’u Şîrînin dilâ Ferhâd! var Kâr-ı aşkı bana sor her san’atin üstâdı var Lâ kâr-ı cihân Cihanın işi. Sâkî mey-ı Bâkî’yi getir bezme safâ ver Çün kâr-ı cihân âkıbet emrü’l-fenâdır Bâkî kâr-ı derhem-i âlem Âlemin karışık işi. Olup âmâde-i islâh-ı kâr-ı derhem-i âlem Umûr-ı dîn ü devlet müstaidd-i intizâm oldu Nedim kâr-ı dîn Din işi. Kâr-ı dîn ısmarlanır dünyâyı bilmez gâfile Söze âgâz etse ammâ dîn ü dünyâdır gider Şeyhülislam Yahya kâr-ı düzd Hırsız işi. Pîr-âne tekellüf etmiş el-hakk Vermiş hele kâr-ı düzde revnak Şeyh Galip kâr-ı evvel İlk iş. İbtidâ-yı amelin âhırı der-pîşgerek Kâr-ı evvelde kişi âkıbet-endîşgerek Lâ kâr-ı fermâ İş buyuran, hükümdar. Kâr-ı fermâsını bil nakş-ı hayâl-i suverin Sen bu bâzîçeye aldanma, temâşâsına bak şeyh Galip kâr-ı hayr Hayır işi. Dedim ne vech ile öldürdün Ahmed’i dedi kim Bu kâr-ı hayra ne lâzım ki istihâre kılam Ahmet Paşa kâr-ı mahabbet Sevgi işi. Hîç yok mudur netîcesi kâr-ı mahabbetin Cânâ bir âh u nâlelerim hep hevâ mıdır Nahîfî kâr-ı Muhammed Muhammed’in işi. Me’yûs ola mı mü’min olan rahmet-ı Hak’tan Ol günde şefâat olacak kâr-ı Muhammed Nuri kâr-ı müşkil Zor iş. Ne kâr-ı müşkili düşse umûr-ı dîn ü devlette Düşe makbûlü şahinşâh-ı âlem sa’y-i meşkûru Nef’î kâr-ı növbet Nöbet işi. Çaldım niçe gün derdile tabl-ı gam u mihnet Al sen de vefâ sâzın ele kâr-ı növbet Zâti kâr-ı ömr Ömrün işi. Ahvâl-i cihânı seyredip görmedeyim İşrettir kâr-ı ömr bâkîsi yalan Yahya Kemal kâr-ı takdîr Takdirin işi. Mahlas olmaz dile teslîm-i kazâdan gayrı Kâr-ı takdîre nedir çâre rızâdan gayri Râşid Molla Feyzizâde Müverrih Mehmet kâr-ber-kâr Kâr üstüne kâr. Her kişi dünyâda meşgûl oldu bir kâr üstüne Sana meşgûl omuşuz biz kâr-ber-kâr üstüne Muradî Sultan II. Murat kâr-dân İş bilen, işten anlayan. Hüner iş bilmemek humk u cehâlet kâr-dânlıktır Dirâyet âciz aldatmak zarâfettir yalan şimdi Ziyâ Paşa kâr-dân-ı vükelâ Vekillerin iş bileni. Kâr-dân-ı vükelâ cevher-i silk-i eyyâm MenbaH izz ü a’lâ mastarı âsâr-ı himem Nâbî kâr-gâh İş yapılan yer. kâr-gâh-ı âlem-i bâlâ Yüce âlemin iş yeri. Fikripür-mazmûn mudur âyîne-i tabHmda ya Aksi nakş-ı kâr-gâh-ı âlem-i bâlâ mıdır Nef’î kâr-gâh-ı gam Gam işinin yapıldığı yer. Yâ Rab bu ne kâr-gâh-ı gamdır Yâ Rab bu ne vâdî-i elemdir Ziyâ Paşa kâr-dân İşinin ehli, işten anlayan. Hüner iş bilmemek humk u cehâlet kâr-dânlıktır Dirâyet âciz aldatmak zarâfettir yalan şimdi Ziya Paşa kâr-fermâ İş buyuran, iş buyurucu. Bir vezîr-i kâr-fermâ ettiler Bağdâd’a kim Buldu zâtında onun resm-i vezaret ihtitâm Nâbî kâr-ger İş yapan, hüner ve sanat ehli. Ne himmet kâr-gerdir ne taleb ne hüsn-i istâdâd SezA-yı vasl-ı ânân olmağa âlemde baht ister gazi Giray kâr-hâne 1. İş görülen yer, fabrika. 2. Fahişelerin bulunduğu ev. Kâr-hâne gezerek ol mekkâr Oldu bir hâne-be-dûş-ı bî-kâr Sünbülzade Vehbi Rağbetim yok sendeki âlâyişe Gönlümü kerhâne sanmafâhişe Abdülhak Hâmit kâr-hâne-i gaflet Gaflet iş yeri. Olursa zımn-ı tezelzüldedir yine râhat Bu kâr-hâne-i gaflette gâhvâre gibi Nâbî kâr-sâz Becerikli, iş işleyen. Dünyâ vü âhirette budur nakd-i kâr-sâz Mahlûk için müdâhane Hallâk için namâz Yenişehirli Avni kâr-zâr Cenk, kavga, savaş. Şîr-i jiyâna pençe salar gâh hışm u kîn Bebr-i yâbâna karşı varır vakt-i kâr-zar Bâkî kâr ü bâr İş güç; kazanç. Yap gönlümün harâbesin ey bânî-i cefâ Bir gün ola harâba vara kâr ü bâr-ı hüsn Avnî Sultan II. Mehmet Kılmazam kâr ü bâr-ı âleme meyl Çekmezem azl ü nasb için kavgA Fuzulî Değildir kâr ü bâr-ı câh mâni kurb-ı Yezdânfo Hasîrı âlet-i kurb etme zâhid bu riyâdan geç Nâbî Zevk u tarab idi kâr ü bârı İşretle geçerdi rûzgârı Nâbî kâr Far. “-lı, -li; -cı, -ci; eden, edici” eklerini alarak isimleri sıfat yapar. Âhir-kâr İşin sonunda. Sabânın kasdı zülf-i yâre dönmekten dolaşmaktan O ejderhâ-yı hâb-âlûdu âhir-kâr uyarmaktır Esrar Dede Âmirz-kâr Affedici, Allah, Tanrı. Tövbekâr ümîd-i gufrân-ı âmirz-kâr eder Lâ âşüfte-kâr Çılgınca iş yapan. Evc-i istiğnâda pervâz etmedikçe mürg-i dil Pây-bend-i aşk ile âşüfte-kâr olmak dagüç Neşati bed-kâr İşi kötü. Bir tîg urulup dü-pâre olmuş Bed-kâr idi bed-sitâre olmuş Şeyh Galip beste-kâr Beste yapan, besteci. beste-kâr-ı serserî Serseri besteci. yerlerde sabâ bir beste-kâr-ı serserîdir ki Perîşân nağmeler perrân olur gûyâ enîninden rıza Tevfik bezr-kâr Tohum ekici, tohumcu. Bezr-ger yerini tutmaz zer-ger Kefş-ger kârını bilmez dürger Nâbî bî-kâr İşsiz, aylak. Her kârı bırak maksadını kendine kâr et Matlûba eren merdüm-i bî-kâr değildir Esrar Dede cefâ-kâr Çileli. Dert ile beni sen eyledin zâr Ben handân ü Leylî-i cefâ-kâr Fuzulî cedel-kârî Savaş, çekişme edenle ilgili. cedel-kârî-i takdîr Takdirin çekişmesiyle Ugm. Ser-i teslimi edip hâk-i rızâya sûde Dânişâ terk-i cedel-kârî-i takdîr ettim Dâniş Dâniş-ı Atîk; Dâniş-ı Kadim der-kâr 1. İşin içinde bulunan. 2. Belli, meydanda. Kim görse bunu ederdi ikrâr Kim ola beka fenâda der-kâr Şeyh Galip desîse-kâr Hileci. Bir câm-ı vaj-gûn ile çarh-ı desîse-kâr Mest-i harâb-ı gaflet eder ehl-i devleti Nâbî dest-kâr El işi. dest-kâr-ı Ferhâd Ferhad’ın el işi. Her kubbesi dest-kâr-ı Ferhâd Her sengi velî mezâr-ı Ferhâd Şeyh Galip endîşe-kâr Endişeci. endîşe-kâr-ı lâ-halâ Boş olmayan endişeci. Kimi endîşe-kâr-ı ld-halâdır Kimi bürhan-şümâr-ı Zâ-meZâdır İsmail Safa füsûn-kâr Büyüleyici. Sahbâ-yı lebin çeşm-i füsûn-kâra mı mahsûs Feyz-i dem-i Îsâ iki bîmâra mı mahsûs Şeyh Galip galat-kâr Yanlış iş. Şekvemiz var feleğin vaz’-ı galat-kârından İstimâ’ et ki budur zabıta-i mülke ehemm Nâbî gamze-kâr Gamzeci, gamze işini yapan. Şu karşıdan gelen dil-ber be-gâyet gamze-kâr ancak O fitne-çeşm âşık-küş kemân ebrû ancak Hayâlî Bey gayret-kâr Gayretli. Cebra’îl olsa dahi hem-dem-i gayret-kârım Sıklet-i bâr-ı kasâvet yine gitmez benden Yenişehirli Avni güneh-kâr Günahkâr. Kûşiş etmekle zuhûrâtına hükm-i afvin Ücret-i hıdmetidir afv güneh-kârların Nâbî hâhiş-kâr İstekli. Teşne-gânın çâk çâk olmuş leb-i hâhiş-geri Çeşme-sâr-ı merhamette bir içim su kalmamış Nâbî heves-kâr Hevesli, istekli. Olma dil-dâde-i gül-handi sitem-kârların Zûd-ter zail olur şevki heves-kârların Nâbî hizmet-kâr Hizmetçi. Müselsel bir esârettir zarûret her hükûmette Ki sultân nâzıra, nâzır da hizmet-kâra tâbidir Ziya Paşa hud’a-kâr Hile yapan, aldatıcı. Şemşîr kuvvetinde hâmendi lerze-bahşa Mu’cizdi misl-i hâme, şemşîr-i hud’a-kârın Abdülhak Hâmit hurde-kâr Usta elinden çıkan ince, zarif iş. hurde-kâr-ı bî-reng Renksiz kırık dökük iş. Mermerleri hurde-kâr-ı bî-reng Dîvârı sûr-nümâ-yı erjeng Şeyh Galip hüner-kâr Hünerli. Hakka ki Nahîfî-i hüner-kâr Yazdı nice ber-güzîde âsâr Ziyâ Paşa kadeh-kâr Sâkî, içki dağıtıcı. Tâze şâh üzre açılmış gülü seyrettin ise Bir de gel câmı hele dest-i kadeh-kârdagör Nedim kâm-kâr İsteğine kavuşmuş. Görmedim Nef’î gibi bir rind-i âlî-meşrebi Hemgedâ hempâdişâh-ı kâm-kâra nâz eder Nef’î kerem-kâr Kerem eden, lütfeden. Sen ol vezîr-i kerem-kârsın ki âlemde Kemâl-i cûd ile zât-ı kerîmin oldu alem Nedim lutf-kârân Lütuf sahipleri. lutf-kârân-ı kirâm Büyük lütuf sahipleri. Mülk-dârân-ı izâmın a’zamı Lutf-kârân-ı kirâmın ekremi Ziyâ Paşa maâsî-kâr Günah işleyenler. Mebhas-ı cebr ü kederden o kadar bîzârım Şu kadar fehm ederim ben ki maâsî-kârım Keçecizade İzzet Molla meded-kâr Yardımcı. Beni bîrûn edemez dâire-i hayretten Cebrâ’il olsa meded-kâr dil-i mebhûtum Yenişehirli Avni müdâm-kâre Her zaman işleyici. Müdâm-kâre-i sehv ü hatâya zâtındır Kefîl-i lutf ü zâmin-i kerem dem-i mev’ûd Sâbit nâliş-kâr, nâliş-ker İnleyen, inildeyen. Mânend-i andelîb nâliş-ker eder İnsânı Nâimâ’da olan hüsn-i edâ Nâbî pereştiş-kâr Tapan, tapınan. Perestiş-kârlık teklîfi uşşâka güzel ammâ Hele o haste-gân-ı mihnetin tâb ü tüvânın bul Nâbî perhîz-kâr Sofu, mahrem olan şeylerden kaçınan. Bulmaz yemezdir ekserî erbâb-ı iffetin Gördük zemânenin nice perhîz-kârını Kâzım Paşa rehâ-kâr Kurtarıcı. Nâmûs u ümmîdin Masûn kaldıyısa bil, zair, rehâ-kârın bu hey’ettir Tevfik Fikret riyâ-kâr İki yüzlü. Çok riyâ-kâr var velî görünür İbn-ı Mülcem ile Alî görünür Osman Nuri Paşa Diyarıbekirli sâz-kâr 1. Uygun. 2. Saz çalan sanatçı. 3. müz. Bir çeşit mürekkep makam. Mevsim-i gülde Bâkî yâ gül-şene vardığım bu kim Nağme-i âhı bülbülün nâleme sâz-kârdır Bâkî sadef-kârî 1. Sedef işçiliği. 2. Sedef işi. Cenâb-ı şâha ey Bâkî nisâr et lü’lü’-i nazmın Bu sandûk-ı sadefkârîde dürr-işeh-vâr olsun salâbet-kâr Sağlam iş gören. Keşfi râz etmez salâbet-kâr olan kable’l-fenâ Yanmadıkça anber etmez sırr-ı bûyun âşikâr Vâhit Paşa Mehmet sefeh-kâr Akılsızlık işi. Günâh-kârım, sefeh-kârım, siyeh-kârım, siyeh-kârım Beni reddetme ferdâ-yı kıyâmet yâ Resûlallah Nef’î senâ-kâr Öven, metheden. Ne vücûd-ı bî-nazîrin gibi bir memdûh olur Ne benim gibi senâ-kâra felek efzan bulur Nef’î serzeniş-kâr Başa kakıcılık eden. Ah o dallardaki fütûr-ı derûn Onların tavr-ı serzeniş-kârı Onların mâder-âne ekdârı Cenap Şahabeddin sevdâ-kâr Sevda çeken. Semâ-yıgam-ı hayâtın, o ufk-ı hüznünde O, bir sitâre, o, bir mihr-i şûh u sevdâ-kâr ahmet Hâşim sitem-kâr Zulüm eden, gaddar. Baht-ı ser-geştesi üstüne döner bir dahı yok Ehl-i mihrin ne diyem çarh-ı sitem-kâr gibi Lamiî Çelebi sitîze-kâr Kavgacı. Serkeşlik etti tûsen-i baht-ı sitîze-kâr Düştü zemîne sâye-i eltâf-ı Kird-gâr Bâk siyeh-kâr Suçlu. Zebânımla ta’rîze mecbûr olup Bu kilk-i siyeh-kâra mağrûr olup Keçecizade İzzet Molla suhre-kâr Maskaralık ve soytarılık yapan. Fasîh gılzeti bir suhre-kâr üstâdın olur dehân-ı kadîdinde nükte-zA-yı zuhûr Tevfik Fikret şâh-kâr Baş eser, şaheser. Hazret-ı Akif’in en son edebî şeh-kârı İsmi “Asım”dır. evet, ismini öğren bâri Halil Nihat şefâat-kâr Şefaatli. Kerem-kâr u şefâat-kâr bir âlî peyam-berdir Güler yüzlü şeker sözlü azîmü’l-kadr serverdir Gülistan Tercümesi Bâkî şekve-kâr Şikâyet eden, sızıldayan. şekve-kâr-ı hayât Hayatın şikâyetçisi. İki âciz kadîd-i lerzende İki mat’ûn-ı şekve-kâr-ı hayât Tevfik Fikret şîve-kâr İşveli. Düşsün mizac-ı zühde muvâfik ya düşmesin Sâkî-i şîve-kâr içirir ister istemez Nâbî şîven-kâr Feryat eden. Sana kim gerdûn olur beyhûde her şeb ferve-pûş Dehr-i şîven-kâr kıldık hep melâl-i kalb ile Leskofçalı Galip table-kâr, tabla-kâr 1. Tabla üzerinde öteberi satan küçük esnaf, işportacı. 2. Yemek yenirken iş gören hizmetçi. Helvacıya table-kâr lâzım O kâra da iktidâr lâzım Ziyâ Paşa taleb-kâr İstekli. İzzet-i saltanat-ı Mısr’a taleb-kâr olmak Keyd-i ihvân-ı bün-i çeh kûşe-i zindân yoludur Nâbî ta’ne-kâr Ayıplayıcı. Bir kişinin verme, olup ta’ne-kâr. Ayîne-i hâtırına inkisâr Âzerî Çelebi İbrahim terâne-kâr Öten, ötücü. Birer ümîd-i mücennah letâfetiyle uçan Terâne-kâr iki nermîn kebûter-i mağrûr Tevfik Fikret tevbe-kâr, tövbe-kâr Tövbe etmiş, tövbeli. Fasl-ıgüldür câm sun sâkî ki şeyh-i tövbe-kâr Vâdî-i hayrettedir ser-geşte-i encâmdır Bağdatlı Ruhi tîşe-kâr Baltacı. Mâil-i âzâr olan bulmaz rehâ âzârdan Tîşe-kâr evvel urur seng-i fesâna tîşesin Nâbî yek-kâr Tek iş. Pâ-mâl olurdu gerd-i kesâda dükânları Yek-kârda cemâl ü nazar bâ-hemm olmasa Nâbî zer-kâr Sırma işlemeli. Tâk divârıyla reşk kubbe-i fîrûze-renk Nakş-ı zer-kârıyla âzerm-i behişt-i câvidân Üsküdarlı Hakkı Bey zinâ-kâr Zina yapan. Zihî haclet ki çün k ıyâmet ola Her zinâ-kâr olan melâmet ola Hamdullah Hamdi kar’ Ar. 1. Doktorun hastayı muayene ederken, bir uzva ses almak için parmakla vurması. 2. Su kabağı. 3. Kapı çalma. 4. Gül suyu kabı. c. karâ’. Ona ne kar’ ü ne inbîk gerek O nefestir ona tevfîk gerek Nâbî karâbe Ar. Büyük testi, sürahi, şişe gibi doldurulacak kap. Sâkî ne dem karâbesini mey-nisâr eder Bezmi ukûs-ı neş’esi nakş-ı nigâr eder Esrar Dede karâbet bk. kurb. karanfil, karanfül Ar. 1. Bilinen çiçek. 2. Mimarideki çiçek motifi. Bâğa gel kadd ü ruh u hâlin görüp olsun hacel Serv gülden gül karanfilden karanfil lâleden Nâbî Sînemde câ-be-câ açılıp pâre pâre dâg Nev nevyetişti lâle karanfil taraf taraf Esrar Dede Câ-be-câ yaktı karanfiller başında meş’ale Aşk-ıla lâgar-ı miyân olmuş ser-â-pâ üstühân Nuri karâr Ar. 1. Durma. 2. Rahat. 3. Devamlılık, süreklilik. 4. Tahmin. 5. Ölçülülük. 6. Neticeye bağlama. Cûy-veş yok yine bir yerde karârın ey dil Yoksa meylin yine bir serv-i ser-efrâza mıdır Neylî Eyvâh o üç çifte kayık aldı karârım Şarkı okuyup geçti bir âfet var içinde Nedim Kıllet-i idrâkten sanma Ziyâ’nıgayretin Neylesin kim yer gelir sabr u karâr elden gider Ziyâ Paşa karâr-ı bülbül-i zâr İnleyen bülbülün kararı. Dönüp girdâb-ı bahr-i hûna her gül lâle-zar içre Dolaştırmakta keştî-i karâr-ı bülbül-i zârı Nef’î kârbân Far. Kervan. bk. kârvân. Zât-ı Hakk’a doğru varan kârbân ehlinden ol Olmasın yanlış işinde yolun âsân eylegil Ümmî Sinan Hac yollarında meş’ale-i kârbân gibi Erbâb-ı aşk içinde nümâyânsın eygönül Nedim Elinde nâka-ı Leylâ, başında mürg var Kays’ın Benim deşt-i cünûnumdan kuş uçmaz, kârbân geçmez Faik Memduh Paşa Esbak Dahiliye Nazırı kârbân-ı akl u cân Can ve akıl kervanı. Kârbân-ı akl u cân bağladı mahmil gitmeğe Dil ceres-mânend eder feryâd u efgân elvedâ Lamiî Çelebi kârbân-ı aşk Aşk kervanı. Meyve-i memnû’dan tadmak günâhından beri Kârbân-ı aşk bitmez bir beyâbândan geçer Yahya Kemal kârbân-ı ecel Ecel kervanı. Kefen-be-dûş-ı beka bî-nihâye ecsâdın O, dehri hîçe sayan, kâr-bân-ı ecdâdın Mehmet Akif kârbân-ı gam Gam kervanı. Ribât-ı köhne dünyâ bu göçer çü kârbân-ı gam Buna dil bağlamaz dânâ gönül vermez buna âk ıl Muhibbî, Meftunî Kanunî Sultan Süleyman kârbân-ı hicret Hicret kervanı. Aşiyân-ı bülbülü kıldı mahaffe âline Benzer etti kârbân-ı hicretin ihzargül Hayâlî Bey kârbân-ı ışk Aşk kervanı. Kârbân-ı ışkıla seyr eyle mihnet deştini Kim nidâ-yı müjde-i vasl eyler anda her ceres İbni Kemâl kârbân-ı kûy-ı dost Dost köyünün kervanı. Ol aradan geçmemiştir kârbân-ı kûy-ı dost Kijde anda değme bir cân gûşuna bâng-ı ceres İbni Kemâl kârbân-ı nazm Nazım kervanı. Nutkumuzda ma’nî-i rûşengibi olduk ayân Kârbân-ı nazm içinde bûy-ı pîrâhen biziz Esrar Dede kârbân-ı râh-ı tecrîd Allah’a gönül verme yolunun kervanı. Kârbân-ı râh-ı tecrîdiz hatar havşın çekip Gâh Mecnûn gâh ben devr ile nevbet bekleriz Fuzûlî kârbân-ı vasl-ı dil-dâr Sevgiliye kavuşma kervanı. Kârbân-ı vasl-ı dil-dârı be-gâyet bekleriz Nice yıllardır ki der-bend-i mahabbet bekleriz enverî karha, kurha Ar. İçinde irin toplanmış olan çıban veya yara. Beşerin rûhunu tesmîm edecek karha budur Ne musîbettir o, tâûnlara rahmet okutur Mehmet Akif Sak ın frengiye benzetmeyin fecâatini Bu karha milletin emmekte rûh-ı gayretini Mehmet Akif karha-i hayât Hayat yarası. Ey karha-i hayâtı olan mel’anet, çekil Toprakta bâri inlemesin rûh-ı ismet Tevfik Fikret karîb, karîbe bk. kurb. kârid Far. Bıçak. kârid-i gam Gam bıçağı. Gamze-i cellâd-ı cânân deste kârid-i gam alıp Alemi etmek diler tehlîk tehlîk üstüne Zârî-i Kürîdî karîha Ar. 1. İnsanda kendiliğinden olan fikir ve niyet. 2. Tabiat. 3. Fikir kuvveti. Lisânım olsa ne var nâşir-i cevâhir-i hikmet Selîka nâkıd-ı gevher, karîha kân-ı maânî Muallim Naci kârie Ar. Kırâat’ten; okuyan kadın. Benim de ağlayarak yazdığım bu şi’r-i siyâh Lebinde kâriemin handelerle titreyecek Tevfik Fikret karın Ar. 1. Yakın. 2. Hısım, komşu gibi yakınlardan her biri. 3. Bir şeyi elde eden, nail olan. c. kurenâ. Tâli’-i kevkebi olmazdı mukârinşerefe Sana ism ile karîn olmasa Veyse’l Karanî N’izamî Bana hîç nefs-i emmâremgibi sû’-i karîn olmaz Bu düzd-i hâne-gînin kimse şerrinden emîn olmaz Hâmî Hâmî-ı Amidî Rüştünle karîn olup kemâle Tedbîr ile a’kalü’r-ricâl ol Abdülaziz Mecdi Efendi karîn-i afv Bağışlamaya yakınlık. Esîm-i mu’terife merhamet mürüvvettir Karîn-i afv olagelmiş hatâsı insânın Ziyâ Paşa karîn-i cünûn Delirme yakınlığı. Bütün karîn-i cünûndur ukûl-i maddiyûn Bu ihtild-yı acîbe misâldir „Bühner“ Nazım Paşa karîn-i eşkıyâ Eşkıyaya yakın olma. Selâmı nîze ucuyla verir bize şimdi gamze oldu karîn-i eşkıyâya hayf hayf Hâzık karîn-i firkat Ayrılık yakınlığı. Bâkî karîn-i firkatin olmak revâ mıdır Akrân içinde böyle iken imtiyâzda Bâkî karîn-i Hak Hakk’a yakın. Va’de-i bûs-i lebinle gözdeki cûlar durur Söz karîn-ı Hak olunca hep akan sular durur Ali Ruhi karîn-i hikmet Hikmet yakınlığı. âsaf-ı hikem-âmûz ü fazl-pîrâ kim Karîn-i hikmet idi cümle tarz u mişvârı Ziyâ Paşa karîn-i inhilâl Erimeye yakınlaşma. Nâle kılmaktan tenim oldu karîn-i inhilâl Öyle zafa uğradım ki herkes beni zannetti nâl Lâ karîn-i kabûl-ı Rabb-ı Vedûd Çok şefkatli olan Allah’a teslim olma yakınlığı. Sımâh-ı cânıma hâtiften erdi bu târîh Ola bu cisri karîn-i kabûl-ı Rabb-ı Vedûd Şeyhülislam Yahya 1043 = 1633 karîn-i şâm-ı vuslat Kavuşma akşamının yakınlığı. Var ümîdim kim karîn-i şâm-ı vuslat olıcak Adile açar hicâbı ol arûs-ı subhgül Âdile Sultan karîn-i şevk Arzu, istek yakınlığı. Olmaz karîn-i şevk gumûm-idiyM olan Bilmez safâ-yı bâl nedir, nâ-murâd olan Salim Trabzonlu karîne Ar. Delil, emare, ipucu. c. karâin. karîne-i rûh Ruh delili. Leylî dedi ey karîne-i rûh Kâm-ı dil-i mübteld-yi mecrûh Fuzûlî karîr Ar. Sevinmiş, memnun. karîr-i rûşenî-i tal’at Yüz parlaklığına sevinmiş. Karîr-i rûşenî-i takatinle çeşm-i şühûd Bülend mertebe-i kudretinle pây-ı vücûd nevres-i Kadim karn Ar. Boynuz. Olmuş idi mâ-sebakta rûbâh Bir teys-i dırâz karna hem-râh Recaizade Ekrem Karun, Kârûn Ar. 1. Benî İsrail’den zengin bir kimsenin ismi. Krezüs. 2. ed. Bu kişinin isminden dolayı, çok zengin kimse anlamına kullanılır. Sîr-çeşm oldular ol mertebe kim etmezler Bezl-i gencîne-ı Kârûn’a tenezzül fukarâ Nâbî Râyiz-i hükm-ı Celîl’in onu elbet yola kor Ne kadar tünd ü Kârûn olsa da rehar-ı felek Aynî Karz vermiş akçesin Kârûn’a gûyâ kâinât Sû-yı âlemde geçen yek-pâre arz-ı ihtiyâc Keçecizade İzzet Molla Kârûn-ı vakt Vaktin Kârûn’u. Kâni olmazlar cihânda olsalar Kârûn-ı vakt Ağniyânın tîre kalbinden gınâ eksilmede Bağdatlı Ruhi kârvân, kervân Far. Kervan. bk. kârbân. Kibriyânın kârvânından haber vermez ukûl Ermez ondan cân kulağına meğer bâng-ı ceres şeyhi kârvân-ı adem Yokluk kervanı. Sen ol haremdeki mahmil-nişîn-i izzet idin Ne kârvân-ı adem vardı ne derây-ı vücûd Nevres-i Kadim kârvân-ı encüm Yıldızlar kervanı. Tâ kârvân-ı encümü her subh almağa Çektikçe mihr-i çarh reh-i keh-keşâna tîğ Hayâlî Bey kârvân-ı gam-ı dil Gönül gamının kervanı. İstemez aşk ile vîrân olan ma’mûrluk Kârvân-ı gam-ı dil menzili vîrâne gerek Âdile Sultan kârvân-ı îş Eğlence kervanı. Bir kârvân-ı îş ü neşâtın gubârıdır Olmaz nişeste hâtrınagirdî-igam abes Nâbî kârvân-ı nâle İnleme kervanı. Olmaz resîde kimse sadâ-yı derâsına Sad kârvân-ı nâle şeb-i târdan geçer Nâbî kârvân-ı nazm Nazım kervanı. Bender-i çeşme olur azîm reh-i kırtâstan Kârvân-ı nazm çıksa hıtta-i enfâstan Nâbî kârvân-ı râh-ı tecrîd Masivadan sıyrılma yolunun kervanı. Kârvân-ı râh-ı tecrîdiz hatar havşın çekip Gâh Mecnûn gâh ben devr ile nevbet bekleriz Fuzûlî kârvân-sarây Kervansaray. Dünyâ bir köprü ya bir kârvân-sarây Muttasıl konar göçer yohsul u bây Ali karye Ar. Köy; kasaba. c. kurâ. Diyâr-ı Rûm’da bir karye vardır Onun etrâfı kûh-istâna benzer Hayâlî Bey Akşam oluyor da olmuyor gâh Bir karye müsâdif-i nigâhım Muallim Naci karz Ar. 1. Ödünç verme, ödünç alma. 2. Borç. Karz mıkrâs-ı muhabbet idügin kat’î bil Etme ahbâbına bir habbe kadar şey ikrâz Sünbülzade Vehbi Karz vermiş akçesin Kârûn’agûyâ kâinât Sû-yı âlemde geçen yek-pâre arz-ı ihtiyâc Keçecizade İzzet Molla Verdi beşere karz ile Hak nakd-ı hayâtı İnde’t-taleb elbette müheyyâ-yı edâdır Emrî Edirneli Emrullah karz-ı mıkrâs-ı mahabbet Sevgi ölçüsünün borcu. Karz mıkrâs-ı muhabbet idügin kat’î bil Etme ahbâbına bir habbe kadar şey ikrâz Sünbülzade Vehbi idügin olduğun. kas’a; Ar. On kişiye yetecek kadar yemek alan kap. c. kısâ’. kas’a-i şeyh-i imâret İmaret şeyhinin yemek kabı. Kas’a-işeyh-i imâretten içip çorbayı Zanneder kâbil-i te’vîl ola zırva-i sühan Sünbülzade Vehbi kasabü’s-sebak Ar. Emsaline. benzerlerine üstün gelen kimsenin kazandığı mükafat, ödül. kasabü’s-sebak-ı belâgat Sözün mükâfatı. Ne ola derlerse bana sâbık-ı meydân-ı sühan Kasabü’s-sebak-ı belâgat mı değil elde kalem Veysî Alaşehirli Üveys Kadı kasâid, kasâyid bk. kasîde. kasâvet Ar. 1. Kaygı, kasvet, keder. 2. Sertlik, katılık. Cebra’îl olsa dahi hem-dem-i gayret-kârım Sıklet-i bâr-ı kasâvet yine gitmez benden Yenişehirli Avni Cânımda sürûra var adâvet Şâd ol desen eylerim kasâvet Şeyh Galip Ey tehî-dest ü belâ-dîde kasâvet çekme Erişir gam yeme vakt-i kerem Allah kerîm enderunlu Fazıl kasd Ar. 1. Niyet, azim. 2. Bile bile yapma. 3. Bir işe bilerek, isteyerek girme. Dövme, yaralama gibi işlere kalkışma. Hâlin ki zülfüne dolaşıp alnına ağar Hindû-sıfat kemend ile eyvâna kasd eder Şeyhi Müsâid ol kadr-i tedbîrine devrân ki kasd etse Eğer bir emr-i zâhirde hilâf-ı re’y-i cumhûru Nef’î Beni göndermemiştin Rabbim, destân yazmağa Görmekti kasdın beni destânlar kahramânı Faruk Nafiz Çamlıbel Halef eyleme va’dinde beni üzme sezA mı Kasdın bunu yapmaktan aceb nâz u edâ mı Lâ kasd-ı âşık Âşıkın niyeti. Kasd-ı âşık tâ ki tende bulmasın noksânını Cân vedâ’ edince tenden çıkmaya hiçbir nefes Âdile Sultan kasd-ı cân Cana kıyma. Gamze-i tîğ-keş ü çeşm-i sihir-sâzına bak Kasd-i cân eyler iken şîvesine nâzına bak Nef’î kasd-i cenk Cenk niyeti. Ol dem ki kasd-i ceng eder sahrâları gül-reng eder Dünyâyı hasma teng eder olursa Sâm ü Güstehem Nef’î kasd-ı dâiye-i şöhret Şöhret iddiası niyetiyle. Etmez zuhûr asrı da bir kimseden kerem Zımnında kasd-ı dâiye-i şöhret olmasa Nâbî kasd-ı derûn Kalbi yaralama. Müddeî Flâmı hâle etmedenşakk-ı şefe Fehmedip kasd-ı derûnun lutfunu der-kâr eder Enderunlu Vâsıf kasd-ı firîb Aldatma niyeti. Meyl-i şekîb ederdi dil-i bî-şekîbimiz Kasd-ı firîb edeydi eğer dil-firîbimiz Nâbî kasd-ı gâret Yağma niyeti. Ne ola her dem nikâb ile çıkarsa yollara zenler Ki bağlar yüzlerini kasd-ı gâret etse reh-zenler bekaî kasd-ı garîb Garip niyet. Bel bağlayıp ki cânıma kasd ol habîb eder Nâzik hayâl bağlar u kasd-ı garîb eder Nizami kasd-ı gayret-keşî-i devlet ü dîn Din ve devletin gayretkeşlik niyeti. Zanneder onu nice zâhir-bîn Kasd-ı gayret-keşî-i devlet ü dîn Sünbülzade Vehbi kasd-ı ictinâb Çekinme niyeti. Kimseden havf etmeyip söylerdi hakkı bî-dirîğ Levm-i lâimden kaçıp kılmazdı kasd-ı ictinâb cinânî kasd-ı mazlûm Zulüm görmüş olma niyeti. Hemen kasd-ı mazlûm olan cânedir Hep efâl-i sâhib-hurûc-ânedir Abdülhak Hâmit kasd-ı nümâyiş-i şeref ü şevket Şeref ve saltanat gösterme niyeti. Kendi vücûduna bile kıymazdı mâlı halk Kasd-i nümâyiş-i şeref ü şevket olmasa Nâbî kasd-ı sitem Sitem niyeti. Kasd-ı sitemle kalbine reh-yâb olursa da Nâbî yi nâ-murâda saâdet değil midir Nâbî kasd-ı şeb-hûn-i dil Gönlün gece baskını niyeti. Hep siyeh-pûş oldular kasd-i şeb-hûn-i dile Girdiler müjgânların bir cenge câdûlargibi Nâilî kasd-ı takarrüb-i ma’bûd İbadet edilene yaklaşma niyeti. Çün etti hüsn-i kabûl ile hâtırın tatyîb Onunla eyledi kasd-ı takarrüb-i ma’bûd Şeyhülislam Yahya kasd-ı te’dîb Edeplendirme niyeti. Revâcın kasd-ı tedîb ile dârü’l-darb-ı âlemde Urulmuş sikkedir tamgâ-yı pistân sîm-tenlerde Nâbî kasd-ı tenezzül Gönül alçaklığı niyeti. zâtı ganî etmez idi kasdı tenezzül Bulsaydı tahakkuk biri sensiz bu sıfatın Nâbî kâsıd 1. Kasteden, niyetlenen. 2. Postacı, haberci, tatar. Sen kâsıd imişsin ey hamâme Benden hem ilet nigâre nâme Fuzûlî Biz kamu tâlibleriz matlûb-ı aslî zâtıdır Cümlemiz kâsıdlarız maksad cemâlidir ebed Âdile Sultan kâsıd-ı müşgîn Mis kokulu postacı. Ey nesîm-i subh sensin kâsıd-ı müşgîn nefes Hâlim ol meh-rûya arz et senden oldur mültemes Lamiî Çelebi kâse Far. Kulpsuz küçük kap, çanak. c. kâse-hâ. Bugün sâkî-i gam sunduğu kâse ışk bezminde Leb-i cânân hayâli ile döker bin câm-ı fağfûrî İbni Kemâl Düşnâm-ı yârdan dil şöyle safâ alır kim Pür-teşne buldu gûyâ bir kâse mâ-i bârid Behiştî Kazarâ bir sapan taşı bir altın kâseyi kırsa Ne artar kıymeti taşın ne kıymetten düşer kâse Lâ meşhur beyit kâse-i çarh Feleğin kâsesi. Kâse-i çarhı şikest eyledi tîr-i da’avât Cereyân eyledi hep âleme bahr-i mescûr Enderunlu Fazıl kâse-i çînî Çini kâsesi. Çünki mihmânına bir lokmada bin zehr verir Feleğin kâse-i çînîsine vü hânına yuf Usûlî Yenice Vardarlı kâse-i deryûze Dilenci çanağı. Kâse-i deryûzeye tebdîl olur câm-ı murâd Biz bu bezmin Nâbîyâ çok bâde-hârın görmüşüz Nâbî kâse-i dil Gönül kâsesi. Kâse-i dil hasret-i meyden ko olsun münkesir Nuri kesri iste mazmûm olasın cânâne sen Nuri kâse-i fağfûr Fağfur kâsesi. İntisâb-ı ehl-i devlet hâki de eyler azîz Zâil olmaz sît-ı izzet kâse-i fağfûrdan Koca Râgıp Paşa kâse-i gerdûn Dünyanın kâsesi. Hânımız kâse-i gerdûn gibi yek-kâse iken Nice doysun bir alay gürisne-çeşmân-ı avam NâM kâse-i hussâd Hasetçilerin kâsesi. Telh-kâm-ı sitemin gör ne çekermiş bilesin Sen de zehr-âbe-hor-i kâse-i hussâd olasın Nâbî kâse-i in’âm Nimetlenme kâsesi. Kâse-i inşâmın şâh ugedâ dil-teşnesi Mest-i aşkı Hızır ile İsî habîb-i kibriyâ Nazîm Yahya kâse-i leb-rîz Ağzına kadar dolmuş kâse. Kâse-i leb-rîz fağfûr olsa da vermez sadâ Servet-i efzayiş bulunca ağniyâ hissetlenir Koca Râgıp Paşa kâse-i metrûk-i mey Şarabın terkedilmiş kabı. Kâse-i metrûk-i mey reng-i lebinden bellidir Müflisin evvelki hâli meşrebinden bellidir Yüsrî kâse-i mînâ Billur kâse. Câ-be-câ sâf habâb-ılagelir bezm-i kadeh Benzer ol zevraka kim kâse-i mînâ getirir Rızayi kâse-i nergis Nergisin kâsesi. Kâse-i nergiste etti gözleri yaşın gül-âb Gördü bülbül goncanın başın ağırtır nâleler Hayâlî Bey kâse-i semm Zehirli kâse. Gâh eder bir neşter-i mesmûm merhemden zuhûr Gâh eyler nûş-ı dârû kâse-i semden zuhûr Ziya Paşa kâse-i ser Baş kâse. Kâse-i ser hecr ile peymâne-i hâk oldu gel Hey bizimle ahd ü peymânın ferâmûş eyleyen Usulî Yenice Vardarlı kâse-i sîr-âb Suya kanmış kâse. Mevc-i hattan cezb eder çeşmin şarâb-ı işveyi Kâse-i sîr-âb olup ol mey-fürûşa la’l-i leb Esrar Dede kâse-i tanbûr Tanbur kâsesi. Câm kıl bâde-i tevhîde Hayâlî serini Ya belâ bezmine bir kâse-i tanbûr eyle Hayâlî Bey kâse-ı Tesnîm Cennet’teki Tesnim suyunun kâsesi. Her biri kâse-ı Tesnîm’e olur turfe-nisâr Düşse pây-ı nazar rağbetine bâde vü benek Kâzım Paşa kâse-i yâkût Yakut kâsesi. Ol kadar kan döktü şimşîrin ki aksiyle onun Kâse-i yâkûta döndü kümbed-i nilûferi Nef’î kâse-i zehr-i melâmet Kınama zehrinin kâsesi. Kâse-i zehr-i melâmet başıma efser yeter Eğnime zillet libâsı câme-i zîver yeter Âhi kâse-i zerrîn Altın işlemeli kâse. Gül-şen-i hüsnünde bir havz-ı zeberceddir felek Kâse-i zerrindir ol havz içre devr eyler güneş İbni Kemâl kâse-hâ Kâseler. kâsehâ-yı ser Baş kâseler. Rezm-gâh içre Muhibbî merd olanlara müdâm Hûn-ı düşmen mi gerektir kâsehâ-yı ser kadeh Muhibbî, Meftunî Kanunî Sultan Süleyman kâse-lîs Kâse yalayıcı dalkavuk, tufeyli. c. kâse-lisân. Köfte-hor u kâse-lîsi sofradan kovmak muhâl Bitmeyince aş elinden ahz-ı kab etmek de güç Sürûrî Düşüp kûy-ı harâbât içre sûfî kâse-lîs olmak Serîr-i devlete Fağfûr-ı hakîm olmadan yeğdir NeVî kâse-lîsân Çanak yalayıcılar. Kâse-lîsân eder birbirini istiskâl Cümleden olsa da memnûn veliyyü’nimet Hâzık kasem Ar. Yemin, and. Ol şâhid-i halvet-geh-i kurb ü samedî kim Ve’l-leyl deyip zülfüne Allah kasem eyler Yenişehirli Avni Da’vî-i haşmet sana değdigine şâhid bu kim Kâdî-i çarh eşiğin toprağına içer kasem Nizamî Öptürmemeye ağzını ant içtin eğerçi Hîç yok yere Allah’a efendim kasem ettin İznikli Hilmi kâsıd bk. kasd. kâsır bk. kusûr. kâsî, kâsiye bk. kasvet. kâsid Ar. Kesâd’tan; geçmez, sürüm- süz, aranmaz. Senin bâzar-ı aşkında eder dellâl cân feryâd Metâ’-ı akl-ı kâsidtir hırîdâr olmasın kimse Ahmet Paşa Kâsid görünür gerçi ki dükkân-ı kanâat Der-kârdır ammâ yine mizan-ı kanâat Nâbî Eğer kim olmasaydı kalbi fâsid Cihânda olmaz idi kadri kâsid Sünbülzade Vehbi kasîd bk. kasîde. kasîde Ar. 15 beyitten fazla olan ve bütün beyitlerin ikinci mısraları en başta bulunan mısra ile kafiyeli bulunan ve daha çok büyükleri övmek maksadıyla yazılan uzun manzume. c. kasâ’id. Bu devr içinde benim pâdişâh-ı mülk-i sühan Bana sunuldu kasîde bana verildi gazel Bâkî Vehbî-i zarın efendim gayrı dest-âvîzi yok Ya gazeldir ya kasîde armağanı şâirin Sünbülzade Vehbi kasîde-i latîf Hoş kaside. Her tâze kasîde-i latîfin Bir şâhid-i ştve-kâr-ı ma’nî Ünsî kasîde-gû Kaside söyleyen. Kıbrıs şerâbı aktı zemânında sû-be-sû Yahyâgazel-serâ idi Bâkî kasîde-gû Yahya Kemal kasâ’id, kasâyid Kasîde’ler. Vassâf-ı muhteşem-sühanım kim kasâyidim Şâhân-ı Cem-şükûh-ı cihân-bâna şan verir Nef’î Nef’î vâdî-i kasâ’idde sühan-perdâzdır Olamaz ammâ gazelde Bâkî vü Yahyâ gibi Nedm Nedir bu sizdeki aşk-ı teceddüd ü îcâd Ne gördünüz gazeliyyâttan, kasâidden Tevfik Fikret kasîd Kaside. kasîd-perdâz Kaside düzenleyen. Nükte-senc ü sühan-ârâ vü maânî-perver Kıt’a-pîrâ-yı gazel-gû-yı kasîd-perdâz Nef’î kâsil bk. kesel. kasîr G bk. kasr. kasm Ar. 1. Kırıp ayırma. 2. Kırma. Sende zahir olunca kibr ü gurûr Kasm eder Allah-ı Gayûr Nâbî kasr Ar. Köşk, kâşâne. Nedir o kasr-ı muallâ kenâr-ı deryâda Ki aks-i kubbesi olmuş nazîre-i gerdûn Nef’î Ey Alem-ı Misâl’in seyyâh-ı hûş-yârı Hîç kasr sûretinde gördün mü nev-bahâr? Nedim Diyâr-ı küfrü gezdim beldeler kâşâneler gördüm Dolaştım mülk-ı İslâm’ı bütün vîraneler gördüm Ziyâ Paşa kasr-ı a’lâ-yı melâhat Güzelliğin yüce köşkü. Kasr-ı a’lâ-yı melâhattte Süleymânsın sen Ey perî-rû seni her nâ-kes ü ednâ ne bilir Makalî kasr-ı cefâ Cefa köşkü. Kasr-ı cefâyı yapmaya şâhân-ı mülk-i hüsn Ferhâd’ı taşlara beni toprağa saldılar Hayâlî Bey kasr-ı Cennet Cennet köşkü. Kasr-ı cennet mi bu ya bâğ-ı İrem ya gül-istân Ya harîm-ı Kuds ya Beytü’l-harem ya âsmân Nev’î kasr-ı cinân Cennetler köşkü. Geh varıp havz kenârında hırâmân olalım Geh gelip kasr-ı cinân seyrine hayrân olalım Nedim kasr-ı dehr Dünya köşkü. Dilâ bu menzil-i vîranı sanma cây-ı sürûr Ki kasr-ı dehrde bulunur hezâr türlü kusûr Hayâlî Bey kasr-ı emel Emel köşkü. Geçip gitmekte ömrüm derd ü mihnet gibi şeylerle Müşerref olmadı kasr-ı emel ferhunde-peylerle Nedim kasr-ı felek-rifat Felek yücelikli köşk. Ey kasr-ı felek-rif’at ü ey tâk-ı muallâ Her bâb ile benzer kapında cennet-ı Me’vâ Ahmet Paşa kasr-ı Havernak Havernak köşkü. Hezar kasr-ı Havernak’tan elbet a’lâdır Bu kârgâhta bir beyt-i kâmilü’l-mazmûn Yenişehirli Avni kasr-ı Kayser Kayser’in köşkü. Makâm-ı kurba eren hak budur ki dünyânın Ne kasr-ı Kayser’in ister ne kasr-ı Dârâ’sın Bağdatlı Ruhi kasr-ı muallâ Yüce köşk. Nedir o kasr-ı muallâ kenâr-ı deryâda Ki aks-i kubbesi olmuş nazîre-i gerdûn Nef’î kasr-ı muhabbet Sevgi köşkü. Başlandı çünkü kasr-ı muhabbet yapılmağa Ferhâd’ı taşa Hüsrev’i toprağa saldılar Taşlıcalı Yahya Bey kasr-ı Nu’mân Numan’ın köşkü. Kasr-ı Nu’mân’a Havernak denilir kim meşhûr Ziynet ü hüsne de revnak dahi köşkün adı kâh Sünbülzade Vehbi kasr-ı Sa’dâbâd Sa’dâbâd köşkü. Kasr-ı Sa’dâbMgül-zâr-ı hümâyûn-sâyına Eyledim mehtâbı hem daPet düğün âlayına Yahya Kemal kasr-ı sîm-endûd Gümüşle bezenmiş köşk. Habâb-ı eşk ü âh-ı pür-şerer kılmış beni fârig Cihânın kasr-ı sîm-endûd u kâh-ı zer-nigârndan Fuzûlî kasr-ı sürûr Zevk ü sefa köşkü. Kasr-ı sürûr künc-i kanâat değil midir Sahn-ı behişt kûy-ı ferâğat değil midir Nâbî kasr-ı tarab ü ayş ü safâ Yeme içme ve eğlence köşkü. Bu cihân kimine kasr-ı tarab ü ayş ü safâ Kiminin mihnet ile başına zindân ancak Bâkî kasr-ı tevâzu’ Alçak gönüllülük köşkü. denlü mürtefi’bünyâddır kasr-ı tevâzu’kim Riyâz-ı Cennete nezzare mümkindir zemîninden Bâhir İmam-ı Sultanî Abdurrahman kasr-ı vasl-ı yâr Yâre kavuşma köşkü. Kasr-ı vasl-ı yâre kim çıkmak dilerse kâm-rân Ona varın harc edip etsin gümüşten nerdübân Cinânî kasr-ı zer-ender-zer İki katlı altın tabakalı köşk. Böyle bir kasr-ı zer-ender-zer pür-san’at kim Reşk eder hâme-i nakkâşına sûret-ger-ı Çîn Nef’î kasr Ar. 1. Kısa kesme, kısaltma, kısma. 2. Azaltma, kesme, eksiklik. kasîr Kısa, boysuz. Ehl-ı İslâm’a ol muîn ü nasîr Dest-i a’dayı eyle bizden kasîr Sultan I. Murat Hüdavendigâr Ne tavîl idi o tal’at ne kasîr Füsehâ ona esîlü’l-had dir Hakanî Şems-i asr idi asırda şemsin Zıll-i memdûd olur zemân-ı kasîr Lâ kassâb Ar. Kasap. Dehen-i hançer-i ser-tîzini tîz etmektir En büyük şefkati kurbânlara kassâbların Sâbit kassâm Ar. Kısmet’ten; 1. Miras payını taksim eden memur. 2. Kısım kısım ayıran, kısım kısım veren. Hasûd münkir olur kısmet-ı İlâhîye Sanır hemîşe sitem adl ü dâd kassâmı Nef’î Verese hakkı iken binde birin eyleyemez Mâla kassâmların ettiği teftîşlerin Nâbî Kassâm-ı Ezel Ezelin taksim edicisi c. c.. Ne hikmettir bu kim fikr-i lebinsiz bana dirlik yok Meğer kim onu Kassâm-ı Ezel bahş etti cânımdan behiştî kassâm-ı kazâ Kader ve kazayı ayıran c. c.. Hayf kim taksîm-i derd ettikte kassâm-ı kazA Tîr-i gamzen düştü sehm-i âşık-ı eşgendeye Nedm kassâr Ar. Çırpıcı halı. Lûtfunda ebr-i rahmet eder rûyumuz sefîd Yaksa bizim icâreli kassârımız değil Nâbî Her rûz eyledi nice kirpâsı rû-sefîd Ammâ sepîdî-i ruhu kassâre kalmadı Nâbî kassâr-ı felek Feleğin çırpıcısı. Sevdiğin taşa urur âhırı kassâr-ı felek Var kıyâs eyle onun sevmediği zaf-ı teni Kâmîi Amidî kâst Far. Eksik, noksan. Çıka bir hükm-i kazâ-yı kem ü kâst İttifâkangörüne birisi râst Nâbî kasvet Ar. 1. Katılık, sertlik. 2. Acımasızlık. 3. Sıkıntı, iç darlığı. Günler geçer ki paslı bulutlarla kasvetin Bir âhenîn siper gibi örter semâmızı Tevfik Fikret kasvet-i hümûm Kaygıların sıkıntısı. Olup hücûm-ı elemden şikeste-hâtırlar Derûna dolmuş idi kasvet-i hümûm u keder Nedim kâsî, kâsiye Katı, sert; duygusuz. Gitmez kulûb-ı kâsiyeden nakş-ı infial Seng üzre mürtesim olan âsâr saht olur Râşid Molla Feyzizâde Müverrih Mehmet kâşân, kâşâne Far. Konak, küçük köşk. Seyr ettim İsfehân’ını çok sürmeli hûbânını Sad-âfet kâşânını celb eyledim kâşâneye Sünbülzade Vehbi Diyâr-ı küfrü gezdim, beldeler, kâşâneler gördüm Dolaştım mülk-ı İslâm’ı, bütün rîrâneler gördüm Ziyâ Paşa Kurardım bu sahrâya çok hâneler Ne âlî binâlar ne kâşâneler Keçecizade İzzet Molla kâşâne-i Fağfûr Çin imparatorlarının köşküne benzeyen, çin işi köşk. Nerdübânlar bûsiş-i nermîn-i dâmâniyle mest İndi bin işveyle bir kâşâne-ı Fağfûr’dan Yahya Kemal kâşâne-i hâtır Gönül köşkü. Hâlî koyalı hûbların fikr ü hayâli Kâşâne-i hâtır yine yüz tuttu harâbe Reşid Çeşmizâde kâşâne-i Havernak Havernak köşkü. Cem taht-gâhı tahta-i mey-hâne kendidir Kâşâne-ı Harernak-ı şâh-âne kendidir Nâilî -ı Kadim kâşâne-i iclâl Büyüklük köşkü. Kâşâne-i iclali için micmer olurdu Sîmîn küre-i mâh eğer olsa müşebbek Nedim kâşâne-i rûh Ruhun köşkü. Bâd-ı seheri getirse bûy-ı zülfün Kâşâne-i rûh ser-be-ser revzen olur Hâleti kâşif bk. keşf. kâşki Far. e. kâş ki’den; kâşkî, keşke, ne olaydı, ne olurdu. Kürsîde ona kâşki ben vâiz olaydım Ya kûşe-i câmi’de okur hâfız olaydım Enderunlu Fazıl Dâimâ bî-gânelerdir lûtf u ihsânın gören Olmayaydık kâşki yâr ile bâri âşinâ Şeyhülislam Yahya Dediler ki yârine ağyâr oldu dedim Kâşki cümle cihân yâr olsa ağyâr olmasa İbni Kemâl kat’ Ar. Kesmek, ayırmak. maddî ve mânevî unsur olarak kullanılır.. Her ne denlü cürmüne hadd ü nihâyet yoksa Avniyâ kat’ eyleme sen avn-ı Rahmân’dan ümîd Avnî Hatm olup ömrüm eğer kalmaya bende bir nefes Sanma kat’ edem hevâ-yı vasl-ı zülfünden heves Hamdullah Hamdi Kat’ eyledi dest-i berf-nâki Gördü o musîbet-i helâki Şeyh Galip kat’-ı alâka İlgiyi kesme. Kat’-ı alâka eyle cihândan sen Ahîyâ Şol hîz-i bî-temîzi ko mekr ü hiyel seve Ahi Kat’-ı alâka mı ya tegâfül mü maksadın Hem işve hem itâb nedendir neden neden Esrar Dede kat’-ı eşk-i çeşm-i ter Islak gözyaşını kesme. Olur semend-i enâmilde cilveden mahrûm Kalem ne dem ki eder kat’-ı eşk-i çeşm-i terin Nâbî kat’-ı hayât Hayatın kesilmesi; ölüm. Bes ki hicrânındadır hâsiyyet-i kat’-i hayât Ol hayât ehline hayrânım ki hicrânındadır Fuzûlî kat’-ı mahabbet Sohbet etmeyi kesme. Gerçi ey dil yâr için yüz verdi yüz mihnet sana Zerrece kat’-ı mahabbet etmedin rahmet sana Fuzûlî kat’-ı nazar Dikkate almamak, dönüp bakmamak. Kesmişti taalluku cihândan Kat’-ı nazar eylemişti cândan Fuzûlî kat’-ı râh Yol kesme. Gerçi her rûz kat’-ı râh ederim Bilmem ammâ ne vakte dek giderim Nef’î kat’-ı recâ Ümidi kesme. Yârdan kat’-ı recâ etme Hayâlî zinhâr Sana bir cevr ü cefâ var mı ki ol eylemeye Hayâlî Bey kat’-ı taalluk Alâkayı kesme. Ey Fuzûlî eylerem kat’-ı taalluk barçadan Bu tarîk içre bana tevfîk ederse yârlığ Fuzûlî kat’-ı tarîk Yol kesme. Dilersen ki kat’-ı tarîk edesin Gel ey Hamdî senden sen evvel kesil Hamdullah Hamdi kat’-ı ülfet Dostluğu kesme. Kat’-ı ülfet gâlibâ düşvârdır kim eylemiş Nakş-ı Şîrîn ile Ferhâd-ı mukayyed Bî-sütûn Fuzûlî kat’-ı ümîd Ümidi kesme. Kat’-ı ümîd etmem afvından kusûr u zenble Ben kulum kuldan hatâ yâ Rab cenâbından atâ Enderunlu Vâsıf kat’-ı yed Eli kesme. Yûsuf-ı çâh-ı devâtıngöricek ruhsârın Aybdır kat’-ı yed etmezse Züleyhâ-yı kalem Nâbî göricek görünce. kat’-ı zebân Dilini kesmek. Sirkat-i şi’r edene kat’-ı zebân lâzımdır Böyledir şer’-i belâgatte fetvâ-yı sühan Sünbülzade Vehbi kat’-ı zünnâr Kuşağı kesme. Lâ-cerem derler şerîat ehlinin sarrâfıyız Lâkin ol vasl-ı likâya kat’-ı zünnâr eylemez Ümmî Sinan kâtı’ Kesen, kesici. c. kuttâ’ Nass-ı kâtı’ olalı âleme tîğ-ı şer’î Edemez âdemi devrinde şeyâtîn idlâl Taşlıcalı Yahya Bey Eylemişti onun el-hakk sâni Tîğ-ı müjgânını nass-i kâtı’ Hakanî Hükm-i sâtı’ gâlibdir nass-ı kâtı’ kuvvetin Bak cidâl-i kâinâta başka bürhân istemez Abdülaziz Mecdi Efendi kâtı’-ı tarîk Yol kesen. Bir memlekette salb olunur kâtı’-ı tarîk Bir yerde mûcib-i şeref ü fahr olur bu hâl Ziyâ Paşa kuttâ’ Kesiciler, kesenler kuttâ’-ı tarîk Yol kesiciler, eşkıya. Ne demek dağdaki kuttâ’-ı tarîk Kader eyler mi o halkı teşvîk Abdülhak Hâmit Bir hâneye mâlik değilim ben şu cihânda Kuttâ’-ı tarîkin dahi şeş-hânesi vardır Pertev Paşa Mülkiye Nâzırı Mehmet Said kat’î 1. Kestirme, kesin. 2. Adamakıllı kararlaştırılmış. Dâd-ı Hudâdır demişler kisbî değildir aşk Tahsîli kat’î müşkül olmayıcak liyâkat Muhibbî, Meftunî Kanunî Sultan Süleyman Basmak tarîk-ı aşka kadem eksiğin değil Sûfî bu yolda kat’î kehel bilirim seni Hayâlî Bey Nasıl sükût ile kat’î cevâb vermeyeyim Lâkırdı anlamıyor anladım suâlinden Muallim Naci kat’â, kat’an Ar. Asla, hiçbir vakit. Kırılsa pâre pâre olsa ammâ Zarar gelmez ona bir türlü kat’â Sünbülzade Vehbi lügaz Altın Olma Allah’ı seversen kat’â Tâlib-i râh-ı kazA vü fetvâ Nâbî Eyleme kimseyi kat’â techîl Etme mahlûk-ı Hudâ’yı tahcîl Nâbî Lânesinden bulsa bir dem infisâl Yoktur ircâHnda kat’â ihtimâl Ziya Paşa katâr Ar. Aslı “kıtar”. Bir sıra üzerinde giden hayvan veya lokomotifin çektiği demiryolu arabaları, tren; yığın. Dizilmiş nihâlân-ıgül sû-be-sû Katâriylegelmiş meğer reng ü bû Nedim Sâr-bân-ı vakt isen hazm eyle zîrâ vakt olur Bir topal merkeb belâsıyle katâr elden gider Ziyâ Paşa katâr-ı cevher-i ma’nî Mana cevherinin yığını. Yazıldı katre-i şeb-nem ser-â-pâ berg-i sûsende Katâr-ı cevher-i ma’nî gibi tîğ-ı zebân üzre Nef’î katâr-ı ışk Aşk katarı. Katâr-ı ışka çekildi götürdü bâr-ı gamı Hayâlî köçek iken oldu çak dedem âşık Hayâlî Bey çak dedem âşık Bir tarikata yeni girmiş genç derviş adayı kâtı bk. kat’. kat’î bk. kat’. kâtib bk. kitâbet. katl Ar. Öldürme, cana kıyma, yasa dışı yollarla birinin hayatına son verme. Subha saldı bu gece şem’ kimi katlimi hecr Ola kim subh gelince gele yârim bu gece Fuzûlî Katl için yazmış idi i’lâmı Olayazdı arada kendi katîl Sürûrî Şerm eyliyor muvânis-i dîdâr gözlerim Bir katl etmek istiyor ihzâr gözlerim Muallim Naci katl-i Âl-i Abâ Al-ı Abâ’nın öldürülmesi. Tedbîr-i katl-ı Al-ı Abâ kıldın ey felek Fikr-i galat hayâl-i hatâ kıldın ey felek Fuzûlî katl-i âm Toplu ölüm. Katl-i âma ârzû-yıgamzesin takrîr ile Rûzgârın tîğ-ı kininpâ-be-dâmân eyledim Nâbî katl-i bî-günâh Günahsız öldürme. Girişme dil-firîb-âne tegâfüllerle nâzende Nigâh mest-âne katl-i bî-günâh ile mübâhîdir Nef’î katl-i ehl-i ışk Aşk ehlinin öldürülmesi. Aftâb-ı tal’atin tuttukça evc-i irtifâ Katl-i ehl-i ışka tîğ-ı gamzedir ondan şu’â’ Fuzûlî katl-i nüfûs Nüfusu yok etme. Şehirde evlere baskın, kazada katl-i nüfûs Kur’ada kalmadı telvîs olunmadık nâmûs Mehmet Akif katl-i samûr-ı zâr İnleyen samurun öldürülmesi. Bîdesterin helâkine hayye olur sebeb Katl-i samûr-ı zare olur postu medâr Ziya Paşa katl-i uşşâk Aşıkları öldürme. Katl-i uşşâkı şehâ kendine assı sanıp âh Kılma bu âdeti kim sonra ziyânın olısar Cem Sultan assı fayda, olısar olacak. kâtil Katl eden, öldüren. Katl nigâhın açmadı çün şerha sîneme Bu zahm-ı zehr-i nâb nedendir neden neden Esrar Dede İki hûn-rîz ü kâtildir eğer çeşmin eğer gamzen İki bî-rahm ü zâlimdir eğer hasret eğer firkat Cinânî Emvâl-i halkı sârik alıp sârikim demez Katl vebal-i katle dahi vermez ihtimâl Ziyâ Paşa kattâl Çok öldüren. Şöyle benzer hûblar dârû-yı buhrân kattılar Bâde-i aşkı nedir çak böyle kattâl eyleyen Nev’î Şarâb-ı ışk hoş kattâl imiş içmiş iki âşık Yıkılmış biri sahrâda biri küh-sâra yasdanmış Hayâlî Bey katîl Öldürülmüş, katl ü ihlâk edilmiş. Katl için yazmış idi i’lâmı Olayazdı arada kendi katîl Sürûrî Cân alıp baş kesmeyi kesmedi gamzen hançeri Kanda âşûb olsa anda bir katîl eksik değil Hamdullah Hamdi kanda nerede; anda orada katîl-i kavm-i dil-dâr Sevgili kavmin öldürülmüşü. Ver görse katîl-i kavm-i dil-dâr Derdiyle kılırdı nâle vü zâr Fuzûlî kıtâl Birini öldürme. Işkın kıtâli geldi vü sabr oldu münhezim Bir meklekette fitne olur olsa iki şâh Ahmet Paşa Adım başında şekâvet adım başında kıtâl Şenâatin ne kadar kanlı şekli varsa helâl Mehmet Akif katil, kâtil bk. katl. katîl bk. katl. katrân Ar. Bazı ağaçlardan ve yer kömüründen süzülerek çıkarılan reçineli madde. Bembeyâz saçları katrânlara batmış dedeler Göğsü baltayla kırılmış memesiz râlideler Mehmet Akif katre Ar. Damlayan şey, yağmur gibi dökülen şeyin damlası. c. katarât. Ko döksün dîdeden bir katre dil kim ser verip hurşîd Alıp şeb-nem gibi sürsün girîbân ile dâmâna Nâbî Hûn-ı dil kim bâde-i sâf mahabbettir bana Ab-ı rûy-ı çeşme-i hûrşîddir her katresi Nâilî Zahm-ı tîğınla bürür sînemi hûn hatreleri Çaldıran deştinegûyâ ki Kızılbaşgelir Behiştî Bî-baht olanın bâğına bir katresi düşmez Bârân yerine dürr ü güher yağsa semâdan Ziyâ Paşa katre-i âvâre Başıboş damla. Ey katre-i âvâre, bu cûşun, bu hurûşun Ahengine uymazsan emîn ol, boğulursun Mehmet Akif katre-i bârân Yağmur damlası. Nîk-bahtân ki bulur cevf-i sadefte dürr-i pâk Şümû’-ı bahtla biz katre-i bârân buluruz Nâbî katre-i berf Kar damlası. Düşerse nâ-gehân bir katre-i berfi bu sermânın Ger âteş-hâne-i sad sâle-i kibr ü mugân üzre Ziya Paşa katre-i eşk Gözyaşı damlası. Akan her katre-i eşkimde bin tûfân olur peydâ Hurûş-ı cûş-ı deryâ çeşm-i giryânımdan öğrensin Leskofçalı Galip Katre-i eşkine öykündü diye Bâkî’nin Çerh-i hakkâk deliptir güheri döne döne Bâkî katre-i jâle-i ter-gonca Yeni gonca üzerindeki çiğ tanesinin damlası. Katre-i jâle-i ter-goncayı handân eyler Ne olapeykân-ı hadengin dilimi eylese şâd Nadirî katre-i Nîsân Nisan yağmuru. Tenezzül etmedikçe, cevher olmaz, katre-ı Nîsân Bulur rûşen-zamîrân rif’ati oldukça efkende Koca Râgıp Paşa katre-i şeb-nem Gece neminin damlası, çiğ damlası. Düşünce berg-i güle mihr olur bagal-gîri Çemende katre-i şeb-nemden al fütâdeliği Neylî Mihrin ile âlem-i bâlâya azm etsem gerek Katre-i şeb-nem gibi üftâde-i gerdûn olup Taşlıcalı Yahya Bey katre-i şîr Süt damlası. Katre-i şîr gibi damladığınca şeb-nem Goncalar ağız açar nitekim etfâl-i sigâr Mesihî katre-i lâ-yetecezzâ Bölünemeyen en küçük damla. Eğer âyîne-i irfânına akseyler ise Katre-i lâ-yetecezzA görünür bahr-i ulûm Yenişehirli Avni katre-cû Bir damla arayan. katre-cû-yı ihsân Cömertlikten bir damla arayan. yanda koskoca bir kâinât-ı hiss ü şühûd Kalıp, ümmîd be-leb katre-cû-yı ihsânın Tevfik Fikret katre-veş Damla gibi. Eşiğine sür yüzünü cân kulak tut sözüne Su gibi pâk et özünü katre-veş ummâna gel Âdile Sultan katre katre Damla damla. Lâhza lâhza gönlüm odundan şererlerdir çıkan Katre katre göz döken sanman sirişkim kanıdır Fuzûlî od ateş katarât Damlalar. katarât-ı arak Ter damlaları. Hıfzı ger istese eyler katarât-ı arakı Dür gibi zîver-i zerrîn-güle şem’-i münîr Nef’î katarât-ı emtâr Yağmur damlaları. Dürr ü yâkût ile bir nahl-i murassa sandım Erguvân üzre dökülmüş katarât-ı emtâr Nâilî katarât-ı girye-ver Ağlayan damlalar. Sessiz eserdi bâdiyeye bâd-ı nâle pür Mahfî düşerdi hâke katarât-ı girye-ver Kemalzâde Ekrem Bey kattâl bk. katl. kavâbil Ar. “Kâbile”ler, kadın ebeler. Ger mezâyâ-yı kavâbil ne demek bildinse Meh değil mihri bile var çeh-ı Nahşeb’den sor Esrar Dede kavâfî bk. kâfiye. kavâfil bk. kâfile. kavi Ar. Kuvvet’ten; 1. Güçlü, kuvvetli. 2. Muhkem, sağlam, dayanıklı. Cümle a’zA-yı şerîf-i nebevî Biri birinden idi tünd ü kavî Hakanî Arif ol, ehl-i dil ol, rind-i kalender-meşreb ol Ne Müselmân-ı kavî, ne mülhid-i bî-mezheb ol Nef’î Dost bî-pervâ felek bî-rahm devrân bî-sükûn Derd çok hem-derd yok düşmen kavî tâli zebûn Fuzûlî Bir kavî âile bol bir mahsûl Başka şey fikrini etmez meşgûl Tevfik Fikret kavîm Ar. Kıvâm ve kıyâm’dan; 1. Doğru, dürüst, râst. 2. Ayakta. Tarz-ı nev saldı binâ-yı adle mimâr-ı kazA Hemçü erkân-ı kavîmi kubbe-i firûze-fâm Üsküdarlı Hakkı Bey kâviş Far. Kazma, eşme. Ser-tîşe-i talebten diller harâb-ı kâviş Bir genc var nühüfte vîraneler de bilmez Nâbî Kaviş ehli eder idrâk zemîn-i şi’ri Nâbîyâ kadrini bu ma’nî-i nâ-yâbların Nâbî kâviş-i tîşe-i endîşe Düşünce baltasının kazısı. Kâviş-i tîşe-i endîşe edip şimdi ayân Oldu her gevheri ârâyiş-i silk-i eyyâm Nef’î kâviş-ger Kazan, kazıcı. Dâg dâg oldu tenim şöyle ki kâviş-ger-i gam Zîr-i zahmımda bulur genc-i defîn-i yâkût Hersekli Arif Hikmet kavl Ar. 1. Söz, lakırdı. 2. Sözleşme, anlaşma. İlhâm-ı vâridim yok hükm-ı Utâridim yok Kavlimde câhidim yok “dîvâne-râ kalem nîst” Esrar Dede dîvâne-râ kalem nîst Delinin kalemi yoktur. Müttefiktir halk eğerçi matlab ü maksûdda Olmaz ammâ kavl ü fi’l ü dem-i etvâr bir Şerifî kavl-i dervîşân Dervişlerin sözü. Zevk-ı vicdânı bulup cân ile kıl dilde semâ Dinleme münkir sözünü kavl-i dervîşâna gel Âdile Sultan kavl-i düşmen Düşman sözü. Al ile kıydın ona kâni hakîkat bu mudur Kavl-i düşmen sana kâr etti meveddet bu mudur sâmi kavl-i ehem Önemli söz. Bu hadîs içre budur kavl-i ehem Ya’nî Allah Taâlâ a’lem Hakanî kavl-i hasen Güzel söz. Firdevs içinde olmasa Hamdî visâl-i yâr Kavl-i hasen ola ona dâr-ı hazen desem Hamdullah Hamdi kavl-i hükemâ Bilgelerin sözü. Rindân-ı Hudâ-perver-i ma’nâ bu mahalde Ne çarha ne kavl-i hükemâya nazar eyler Nef’î kavl-i müreccah Üstün tutulan söz. Budur kavl-i müreccah mezheb-i ehl-i hakîkatte Geçer cânından erbâb-ı mahabbet yârdan geçmez Rahmî Tersane Kâtibi Vak’anüvis Kırımlı Mustafa kavl-i rakîb Rakibin sözü. Çok kana girer gamzen uyup kavl-i rakîbe Gammâze muvâfık görünür rây-ı münâfık Nizami kavl-i sahîf Boş söz. Hâşelillâh nedir ol kavl-i sahîf Diyeler sâkıt olurmuş telf Sünbülzade Vehbi kavl-i sâlikân-ı riyâ İki yüzlü yola girenlerin sözü. Böyle zemânda acırım ol sâde-dillere Kim kavl-i sâlikân-ı riyâya inandılar Bağdatlı Ruhi kâil 1. Söyleyici, söyleyen. 2. Rıza gösteren, boyun eğen. Nâbîyâ kâilinin zilletine hüccettir Devlet-i sâbıkını fahr ile îrâd etmek Nâbî Ne hâl ise o şâhın kâil olduk cevrine Nâbî Eğerçi cevr sa’b ammâ ki hicrân andan es’abdır Nâbî Vâsıl-ı nezd-ı Hudâ eyleyemez kîl ile kâl Künc-i vahdette hemân sâkit ü kâil birdir Keçecizade İzzet Molla kâil-i nâ-bedîd Söyleyeni bilinmeyen söz. Hayf kimgüm-geşte râh-ı tîh hayret olmuşuz Bir sadâgûş eyleriz ammâ ki kâil-i nâ-bedîd Ziya Paşa kavm, kavim Ar. 1. İnsan topluluğu. 2. Bir peygamberin gönderdiği topluluk, kavim. c. akvâm. Benden benliğim gitti hep mülkümü dost tuttu Lâ-mekâna kavm oldum mekânım yağmâ olsun Yunus Emre kavm-i Âd u Semûd Âd ve Semûd kavmi. Vücûdı âleme rahmet değil midir fikr et Ne gûne oldu mücâzat-ı kavm-ı Ad ü Semûd rızayi kavm-i ahibbâ Dostlar topluluğu. Yok farkı bahîl ile o ehl-i keremin kim İn’âmı ola kavm-i ahibbâsına mahsûs Sünbülzade Vehbi kavm-i dil-dâr Gönül çalan sevgilinin soyu. Ver görse katîl-i kavm-i dil-dâr Derdiyle kılırdı nâle vü zâr Fuzûlî kavm-i ezel-hikmet Ezelin bilge kavmi. Ey büyük kavm-i ezel-hikmet ü âlem-fitrat Hâmî-i adl-ı Hudâ, nâşir-i rûh-ı kudret Kemalzâde Ekrem Bey kavm-i nasârâ Hıristiyan kavimleri. Gâh şemşîr-i sitem gâhî azab-ı âteş Küşte-i kavm-i nasârâ gibidir tenbâkû Nâbî kavm-i necîb Soylu ırk. Hani milletlere meydân okuyan kavm-i necîb Görmedim bir kişi tek bir kişi meydânda. Garîb Mehmet Akif kavm-i Yehûd Yahudi kavmi. dem ki dest-i zebânî-i dûzaha verile Tugât-ı kıbt-i nusarâ bugât-ı kavm-ı Yhûd Sâbit kavm-i Züleyhâ Züleyha’nın kavmi. Hayretinden Yûsuf’un kavm-ı Züleyhâ kesti el Sen ciğerler zahmını dillerde destân eyledin Hayâlî Bey akvâm Kavim’ler. Bu şehriyâr değil miydi hâdimü’l-haremeyn Metâ’-ı cümle-i akvâm iken o zî-kudret Abdülhak Hâmit akvâm-ı beşer İnsanoğlunun bütün kavimleri. Eski dünyâ, yeni dünyâ bütün akvâm-ı beşer Kaynıyor kum gibi, mahşer mi hakîkat, mahşer Mehmet Akif kavmiyyet, kavmiyet Kavim topluluğu, milliyet; kavimcilik. Fakat erîke vü ünvânda yok ehemmiyet Tezahür etmede mahzA beka-yı kavmiyet Abdülhak Hâmit Aynı milliyetin altında tutan İslâm’ı Temelinden yıkacak zelzele kavmiyyettir Mehmet Akif kavs, kavis Ar. 1. Yay, keman. 2. Kıta, parça. Hilâl-i kametin kavs etmeyen âlî-makâm olmaz Mehi gör kim hMl olmazdan evvel bedr-i tâm olmaz Âsım Çelebizade Şeyhülislam İsmail Oklar sihâm-ı kavs-i kazadan nişân verir Peykân-ı tîr ise ecel-i nâ-gehân olur Nef’î kavs-ı kazâ Kaza yayı. Tîr-veş kavs-ı kazadan tîr-i kudret atıcak Sûfî mescid kûşesine düştü ben mey-hâneye behiştî atıcak atınca kavs-ı kuzah Alâimi’s-semâ, ebem kuşağı. Yüzün üstünde kaşın lûtfuna erişmez eğer Gelse kavs-ı kuzah üstüne meh-i çâr-dehin Nizamî Ağladıkça kaşım rengîn ü hûnîn yaşımı Der gören kavs-i kuzah kuruldu bârân üstüne Cem Sultan kavs-i kasîde Kaside parçası. Elimde kavs-i kasîde kepâde olmuştur Kepâdemi çekemez lîk değme bir kavvâs Bağdatlı Ruhi kavs-veş Kavs gibi. Kavs-veş râhatı yok keşmekeş-i mihnetten İki yüzlü iki ağızlı kec-endîşlerin Nâbî kavseyn İki kavs. Kâbe Kavseyn’i tezekkürde ıyân Arz-ı evvel kaşı kemân idi hemân Hakanî Ağladıkça kaşım rengîn ü hûnîn yaşımı Der gören kavs-i kuzah kuruldu bârân üstüne cem Sultan kavvâs 1. Oklu asker. 2. Ok yapan, okçu. Elimde kavs-i kasîde kepâde olmuştur Kepâdemi çekemez lîk değme bir kavvâs bağdatlı Ruhi kavseyn bk. kavs. Kâvûs Far. 1. Keykâvûs. Keyâniyân’ın ikinci hükümdarı olan Keykubad’ın torunu ve halefidir. 2. ast. Küçükayı ile Kuğu burcu hizasında üç parlak yıldız. Taht-ı Kavûsgül ü çetr-ı Ferîdûn lâle Bezm-ı Cemşîd çemen câm-ı Sikender nergis İbni Kemâl kavvâme Ar. Hâkim, üstün, âmir. kavvâme-i sâhib-nüfûz Sözü geçen âmir. Ricâl üzre nisâ kavvâme-i sâhib-nüfûz oldu Eder ta’lîm-i âvâze horoza mâkiyân şimdi Ziya Paşa kayd Ar. 1. Bağlama, bağlanma. 2. Ayağa vurulan zincir, bukağı. 3. Sınırlama, belirtme. Yazma, yazılma. 5. Telâş, endişe, düşünce, kaygı. 6. Alaka, ilişik. c. kuyûd. Câm ü dil kaydını çekmekten özüm kurtardım Cânı cânâneye ettim dil-i dil-dâraşedâ Fuzûlî Defter-i nisyânda kayd et ism ü resmim nâ-bedîd Pençe-i dest-i ecel sayyâd-bâzda bul beni Âşık Ömer Tıfl-ı nev-sevdâ-yı dil gittikçe bî-hâb olmada Gerçi der-kayd olduğum yer kalmıyor kehvâreden Muallim Naci kayd-ı akl Akıl bağı. Dil kayd-ı aklı selb edeli şâd olup gider San tıfldır ki hâceden âzâd olup gider Bâkî kayd-ı alâik İlişkiler düşüncesi. Cünûn feyziyle âzad olmuşam kayd-ı alâiktan Kemâl ü fazl terki rütbe-i fazl ü kemâlimdir Fuzûlî kayd-ı âlem Dünya bağı. Cânım aldın kayd-ı âlemden halâs ettin beni Kanım içti gözlerin verdin iki bîmâre su Hayâlî Bey kayd-ı belâ Bela zinciri. Handa bir gam etse benden istesinler ben zamân Yok bana kayd-ı belâ vü dâm-ı mihnetten emân Fuzûlî handa nerede kayd-ı diğer Diğer düşünce. Müstehlik olup fakr u fenâ bahrine düştüm Ne kayd-ı diğer kaldı ne hod fikr-i ser oldu Esrar Dede kayd-ı emel Emel kaydı; arzular peşinde koşma düşüncesi. Azade-gân-ı kayd-ı emel ser-firâz olur Nâz eylesin sipihre o kim bî-niyâz olur Koca Râgıp Paşa kayd-ı esâret Esirlik düşüncesi. Etmiş hulâsa bir emel-i hâs-ı bî-lüzûm Herşahs-ı hürrü kayd-ı esâretle mübteld Zıya Paşa kayd-ı gam-ı rûzgâr Zamanın kederine bağlı kalma. Kayd-ı gam-ı rûzgâr bir illettir Ol illete aşktır tabîb-i hâzık Fuzûlî kayd-ı girân-ı gam u derd Dert ve sıkıntı ağırlığı düşüncesi. Nâbî ne kayd-ı girân-ı gam u derdin hamıdır Yetiş ey Hızr-ı meded-res ki inâyet demidir Nâbî kayd-ı hayât Hayat bağlılığı. Hâhiş-ker olma râhata kayd-ı hayât ile Tâ aktı sulh etmeyicek kâinât ile Şânizâde kayd-ı hırka-i peşmîne Sufi hırkasını giyme düşüncesi. Bezenmiş penbe-i dâg ile bir ser-mest âbdâlız Ne sâlûsuz ne kayd-ı hırka-i peşmînemiz vardır Bağdatlı Ruhi kayd-ı ışk Aşk bağlılığı. Işka tâ düştün Fuzûlî çekmedin dünyâ gamın Bil ki kayd-ı ışk imiş dâm-ı taalluktan necât Fuzûlî kayd-ı iğlâk Anlaşılmazlık kaydı. Ne lâzımdır düşürmek şiri Nâbî kayd-ı iğlâka Bu denlü bî-tekellüf sâde şi’r-i dil-güşâ derken Nâbî kayd-ı leb-i cûy Irmak kenarı düşüncesi. Bahâr âşüfte-gânın çekmeye kayd-ı leb-i cûya Müselsel mevc-i enhârıgümüş zencîr eder mehtâb Koca Râgıp Paşa kayd-ı mâ-sivâ Allah’tan başka şeylere bağlılık. Tutan mürgân-ı hırsı dânedir hâk-i mezellette Sükûn bu âlem-ı Süflî’de kayd-ı mâ-sivâdandır Namık Kemâl kayd-ı müdârâ Dost gibi görünme. Rencûr-ı aşka kayd-ı müdârâ da bir maraz Cân-ı alîle nâz-ı etıbbâ da bir maraz Sâbit kayd-ı nâm Meşhur olma düşüncesi. Bilenler âlem-i kevn ü fesâdın neydüğin, Hikmet Ne fikr-i câh ü ikbâle ne kayd-ı nâme düşmüştür Hersekli Ârif Hikmet neydügin ne olduğunu kayd-ı nâm ü neng Şöhret ve ünlü olma düşüncesi. Ey pây-bend-i dâm-geh-i kayd-ı nâm ü neng Tâ-key hevâ-yı meşgale-i dehr-i bî-direng Bâkî kayd-ı nâmûs Namus bağılılığı. Alem-i mihnete sabr eyle rızâ dâd olup Kayd-ı nâmûsugeçip Arı koyan gönlümdür Âdile Sultan kayd-ı nemed Kebe, keçe kaygısı. Gönül rehâ bulamaz mevce-i taalluktan Tecerrüd ehline kayd-ı nemed ne müşkil imiş Nâbî kayd-ı rüsûm Merasim düşüncesi. Kayd-ı rüsûmdur hep tesbîh ü tâc u hırka Dervîş-i bî-ser ü pâ vaz’ u vakam ne eyler Nâbî kayd-ı saltanat-ı dehr Dünya saltanatı düşüncesi. Sultâna kayd-ı saltanat-ı dehrpây-bend Dervîş kendi başına sultân olupgezer Bâkî kayd-ı sevdâ Sevda düşüncesi. Perde-i zülf-i bütândangösterip binşu’bede Dilleri zünnâr-ı bend-i kayd-ı sevdâ eyledin Yenişehirli Avni kayd-ı sıfat Yüz, surat kaygısı. Aşk kim vâreste-i kayd-ı sıfat eyler beni Cezbe-ı Hak vâsıl-ı ıtlâk-ı zât eyler beni Namık Kemâl kayd-ı sitem-i çarh Feleğin zulm endişesi. Etmiş bizi kayd-ı sitem-i çarh hirâsân Azade kebûter gibiyiz dâm-ı belâdan Nâilî kayd-ı şâh Şah düşüncesi. Şekli zülfeynin havaşisinde zîbâ hattının Kayd-ı şâhtır ki hatın onsuz hatâlar gösterir Ahmet Paşa kayd-ı tahrîr Yazma düşüncesi. Kayd-ı tahrîrim ile pây-ı sühan der-zencîr Dâg-ı fermânım ile cebhe-i endîşe vesîm Nef’î kayd-ı taklîd Taklit düşüncesi. Kayd-ı taklîd Fuzûlî sana bir âfettir Bir hisâr edegör ondan özine zünnârı Fuzûlî kayd-ı tanzîm Düzeltme düşüncesi. Ikd-ı gevher gibi manzûm ola tab’a vârid Çekmeye nâzım olan zahmet-i kayd-ı tanzm Nef’î kayd-ı tasavvur Zihinde şekillendirme düşüncesi. Sihr ederdim medhine geldikçe ammâ neyleyim Eylemiş Hak vasfını kayd-ı tasavvurdan berî Nef’î kayd-ı tensîk Yoluna koyma düşüncesi. Görüp bî-râbıta etvâr düşme kayd-ı tensîka Sebük-mağzane âkıl, âkıle dîvânedir dünyâ haşmet kuyûd Kayıtlar; bağlılıklar. Merhamet merhamet ey dâd-res-i haste-dilân Beni dûçâr-ı kuyûd eyledi nefs-i allâk Aynî kuyûd-ı dehr Dünya bağlılıkları. Kuyûd-ı dehr ile âsûde-hâtır olmayan şehten Alâyıktan geçip dervîş olanlar mutlaka yegdir Cinânî kuyûd-ı mâ-sivâ Dünyaya ait olan şeylere bağlılık. Azade kuyûd-ı mâ-sivâdan Bî-gâile havftan, recâdan Mehmet Âkif kuyûd-ı zâide Gereksiz bağlılıklar. Hayâ, edeb gibi sözler rüsûm-ı şâsidedir Vatanla âile, hattâ, kuyûd-ı zaidedir Mehmet Âkif kayrevân Ar. Kervan, kafile. kayrevân tâ kayrevân Doğudan batıya kadar. Sensin ol hûrşîd-i evc-ârâ-yı şevket kim senin Tuttu dehr-i nûr-ı adlin kayrevân tâ kayrevân Üsküdarlı Hakkı Bey Kays Ar. Leyla ile Mecnun mesnevisinin erkek kahramanı, Mecnun’un asıl adı. Eyle edeb riâyetin ey nev-cünûn-ı aşk Kays’ı mezemmet eyleme yâbâna söyleme Nâilî Aşkın havâdisin bana sor eyleyem beyân Seyr et Kays fıkrası da dâstân mıdır Esrar Dede Kays-ı nâlân İnleyen Kays. İktisâb-ı sevb-i vuslattır tecerrüdden murâd Sanma kim bîhûde kıldı Kays-ı nâlân insilâh Fâik Memduh Paşa Esbak Dâhiliye Nâzırı Kayser Ar. >Yun. Eski Roma ve Bizans imparatorlarının lâkabı. Pâdişâh-ı âdil ü âlî-neseb kim yaraşır Etse ger serheng ü der-bân Keykubâd ü Kayseri Nef’î kayser-i Rûm Anadolunun kayseri. nebî-ı Arabî kim hâs ü hâşâk deridir Taht ü tâc-ı haşem ü kevkebe-ı Kayser-ı Rûm Yenişehirli Avni kayyûm Ar. Bizzat bâki ve kaim olan, ebedi, ezeli Allah Kereminden o Kâdir-ı Kayyûm Eylemez hîç kimseyi mahrûm Fuzûlî kâz, gâz Far. Makas. Çünkü olsa zebân-ı şem’ dırâz Târ olur onu kesmese kâz Hamdullah Hamdi kazâ’ Ar. Olacağı, ezelden Allah tarafından takdir edilen şeylerin meydana gelmesi. İstemeden yapılan ve elden çıkan kötü iş. Vaktinde kılınmayan namaz veya oruç borcunun kuralına göre yerine getirilmesi. Ahkâm-ı kazA mevkî’-i tahkîka gelince Hîç kimse hakîkatte günehkâr bulunmaz Yenişehirli Avni Teveccüh eylese dâniş-verân-ı dehre kazA Verir efendi zarûrî hemen kazaya rızâ Beliğ Bakıp sükût ediyorlardı, başlarında uçan Kazayı anlatıyorlardı, böyle birbirine Tevfik Fikret Kıskanıp gizlemiş kazA ve kadere Belki binden ziyâde bestesini Yahya Kemal kazâ-yı âlem-i pehnâ-ver Geniş âlemin kötü işi. Bildirir haddin sana teng eyleyip haddâd-ı çarh Vüs’at istersen kazA-yı âlem-i pehnA-ven Nazîm Yahya kazâ-yı bikr-i fikr Fikir tazeliğinin kazası. Encüm değil felekte kazA-yı bikr-i fikrime Her şeb hediyye bir tutuk-ı zer-nişân verir Nedim kazâ-yı evhâm Vehimler kazası. Kâmet-i nâzına kûtâh kabâ-yı gerdûn Cilve-i rif’atine teng kazâ-yı evhâm Nâbî kazâ-yı Hudâvend Allah’ın takdiri. Teslîm olup kazA-yı Hudâvend’e Dânişâ Takdîr ile muârazadan vâz geçmeli Dâniş Dâniş-ı Atîk; Dâniş-ı Kadim kazâ-yı kem ü kâst Eksik ve kötü takdir. Çıka bir hükm-i kazâ-yı kem ü kâst İttifâkangörüne birisi râst Nâbî kazâ-yı “kün fe-yekûn” “Allah ol dedi ve her şey oldu, yani yaratıldı. ” şeklinde kabul ve iman edilen mukadderat gereğince söylenen söz. İktizâ-yı kazâ-yı Kün Fe Yekûn Kıldı her emri vaktine merhûn Lâ kazâ-yı Lâ Yezâli Bitimsiz olan Allah’ın takdiri. Hamse-ı Al-ı Abâ’nın başlasam ta’rîfine Pençe-i hükm-i kazA-yı Ld-yezdlidir sözüm Yenişehirli Avni kazâ-yı nâ-muvâfık Uygun olmayan kaza. Bir hükm-i kazA-yı nA-muvafık Hüsn oldu cemâl-i aşka âşık Şeyh Galip kazâ-yı nâ-bî-sâmân Sermayesiz olmayanın takdiri. Olurdu kazâ-yı nâ-bî-sâmân Hüsn’e dahi gehvâre-cünbân Şeyh Galip kazâ-yı reml Remil dolandırıcılık, göz boyama kazası. KazA-yı remle de reml ile fehm edip kıra bahtın Yakayı aldı hayfâ gazzeden geçti o nasrânî Enderunlu Vâsıf gazze gurur, kibir kazâ-temşiyet Kaza yürütme. Müşterî-rey ü Utârid-kalem ü mihr-âsâr Arz-temkîn ü kazA-temşiyet ü çarhahkâm Nef’î kazârâ Kaza suretiyle, kaza olarak, bilmeyerek. Kazarâ bir sapan taşı bir altın kâseyi kırsa Ne artar kıymeti taşın ne kıymetten düşer kâse Lâ kazâ vü fetvâ Fetva ve kaza. Olma Allah’ı seversen kat’â Tâlib-i râh-ı kazA vü fetvâ Nâbî kazâ vü kader Kaza ve kader. Vermez feleğin devr-i çeb-endâzına hükmü Kor hikmeti, teslîmi kazA vü kader eyler Nef’î kâzib bk. kizb. kaziyye Ar. 1. İş, husus, mesele, dava. 2. gr. Cümlecik. 3. man. Teklif, önerme. 4. mat. Yardımcı teori. c. kazâyâ. Bir nice zarîf-i hıtta-ı Rûm Rûmî ki dedik kaziyye ma’lûm Fuzûlî Bize derlerdi vakt-i mâzîde Senden ednâya bak da şükreyle Şimdi aks-i kaziyyedir âlem Senden a’lâya bak da şükreyle Ar’if kazâyâ Kaziyye’ler. Tasavvurât-ı maânî tebeddülât-ı şuûn Muâmelât-ı kazâyâ tenevvür-i esrâr Lâ kazzâz Ar. İpekçi, ipek işiyle uğraşan, ipek satan. Hüsn bâzarında şimdi anılan kazzâzdır At meydânında karşı salınan cânbâzdır Nizamî Kurbağa mandayı taklîd edemez Yak ışır mı deveye kazzazlık İsmail Safa kazzâz-ı tannâz Alaycı ipekçi. Başta ol kazzaz-ı tannâzın hevâ-yı zülfü var Ebri şimden-girü eyler bâda hem târ-mâr Cinânî kebâb Ar. Ateşte kızartılan et. ten ki hâk ola aşk ın güdâz u sûzundan Biten giyâhı dem-i haşre dek kebâb kokar Nedim Ne meyde neş’e var ne nemek var, kebâbta Mecliste korkarım bu gece yâd ayağı var Nevres-i Kadim Ar ile olmaktan ise dil-harâb Nâr ile hoştur kişi olmak kebâb Nahîfî kebâde Far. Talim yayı, kepaze. Mülâyemet, eder âlemde âdemi bî-kadr Kemân-ı mermi felek vakfeder kebâdeliğe Lâ kebâir bk. kebîre. kebg, kebk Far. Keklik. Adli bir gâyette kim devrinde kebk ü şâh-bâz Birbirini âşiyânında gelir mihmân bulur Nef’î kebk-i derî Dağ eteğinin kekliği. Alâik dâmının giryânlarına kahkahâ eyler Tecerrüd kûhunun başında bir kebg-i derî oldum behiştî kebk-i handân Gülen keklik. Safâgül-zarının ön sayd edermiş kebg-i handânın Ki el üzre tuta şeh-bâz-veş câm-ı mey-i nâbı behiştî kebk-i hırâm Salına salına yürüyen keklik. Ben zebûnun şehlere lâyık mı ey kebk-i hırâm Mürg-ı cânın sayd için şeh-bâz-ı zülfin salalar Âhi kebk-i hırâmân Salına salına yürüyen keklik. Bülbül şetâreti gül-i handânı güldürür Taklîd-i zağ kebk-i hırâmânıgüldürür Şeyhülislam Yahya kebk-i hûb u hoş-reftâr Güzel yürüyen, güzel keklik. Sirişki dânesin deryâ edince dem-be-dem döktü Gözüm tuttu o kebg-i hûb u hoş-reftâr yem döktü Şeyhülislam Yahya kebk-i küh-sârî Dağ kekliği. Kül olmış âteş-i şevkında bülbül kebk-i küh-sârî Edinmiş sâyebân bir hârı seng-i hârâ yasdanmış Hayâlî Bey kebk-i nâz Naz kekliği. Rakîbi iğne yutmuş kelbe döndürdü o kebk-i nâz Onunjçin cüst ü cûda etti nâle inceden ince Fatin Efendi kebg-veş Keklik gibi. Önümde kebg-veş durmaz surâhî kahkaha eyler Hevâ şeh-bâzıyam lâzım gelir bana şikâr almak behiştî kebîr DŽ bk. kibr. kebîre Ar. Büyük günah. c. kebâir. kebâir Kebîre’ler. Bâde içmiş yine İlhâmî işittim zâhir Hayflar böyle kebâirde günâh etti aceb İlhamî, Selimî Sultan III. Selim Denirse kendine, milletlerin ekâbirini Sayardı göstererek hepsinin kebâirini “Falan içerdi. Filân fuhşa münhekmikti. ” diye Mehmet Akif kebkeb, kebkebe Far. Ayak patırtısı çıkaran kabara çivisi. Nalça ile beraber kullanılır. Nigârâ kebkebin nakşın meğer görmek diler kevkeb Ki durmaz âsitânın devr eder şâm u seher kevkeb Bâkî Yer yer yüzünde nalçe vü kebkebin izin Göklerde mâh-ı nevle Süreyyâ’ya vermezem Mesihi kebkeb-i mûze Çizme patırtısı. Her nücûma basmazdı ger yerde senin Kebkeb-i mûzengörüp reşk etmeseydi âsumân Hayâlî Bey kebûd Far. Gök rengi, mavi. Kılsın kebûd câmelerin âsümân siyâh Giysin libâs-ı mâtem-i şâhî bütün cihân Bâkî Değil çeşm-i kebûd ol ebruvânın zîr-i tâkında İki âvâre kumrudur ki gelmiş âşiyân tutmuş Nedm Zekî nazarlarının hande-i kebûdiyle Tenevvür eyleyen ecfânı sankipür-şu’le Tevfik Fikret kebûd-ı girye-nümûd Ağlar gibi görünen mavi gök. Bu yanda çamları örten buhâr-ı berrâkın Kebûd-ı girye-nümûdunda bir yağın zerrât Tevfik Fikret kebûter Far. Güvercin. c. kebûterân. Sözüm arz etse kebûter yâre sözümden benim Bir od çıkıp minkârdan kaknûs gibi biryân olur Usûlî rütbe âteş-i germâ ki olmaz istiğrâb Hevâ yüzünde kebûter dönerken olsa kebâb Esrar Dede Bana doğru meyl ede gâh o kebûter-i melâhat Çıkar âşiyân-ı dilden ona bin terâne karşı Tevfik Fikret kebûter-i dil Gönül güvercini, güvercine benzeyen gönül. Demem ki kâğıd uçursun peyâm göndersin Kebûter-i dil ile bir selâmgöndersin Nihat Bey kebûter-i dil ü cân Can ve gönül güvercini. Cihân şikârına şeh-bâz-ı zülfünü salagör Kebûter-i dil ü cân hep senin şikârındır Ahmet Paşa kebûter-i mağrûr Gururlu güvercin. Birer ümîd-i mücennah letâfetiyle uçan Terâne-kâr iki nermîn kebûter-i mağrûr Tevfik Fikret kebûter-i melâhat Güzellik güvercini. Bana doğru meyl ede gâh o kebûter-i melâhat Çıkar âşiyân-ı dilden ona bin terâne karşı Tevfik Fikret kebûterân Güvercinler. kebûterân-ı âsmân Göğün güvercinleri. İner birer birer iner Kebûterân-ı âsmân İner sımâh-ı rûhuma Cenap Şahabeddin kec, gec, kej Far. Eğri çarpık, düzgün olmayan; kötü. Müddeîler tapuna her dem beni kec anlatır Ah kim zülfün gibi bir rû-siyeh eksik değil Lamiî Çelebi tapu huzur Geç otur mastaba-i işrete Cemşîd-âne Kec edip tarf-ı külâh-ı ser-i istiğnâyı Nergisî kec-i âb Suyun eğri akışı. Verip teselsüle kuvvet tabîat-i kec-i âb Olurdu nâfî-i isbât-ı illet-i ûlâ Fuzûlî kec-bîn Eğri bakan, şaşı. Dili âlûde-i hülhül, gözü kec-bîndir âdâbın Musâb olmaksızın azdır çıkan nezdinden ahbâbın Abdülhak Hâmit Mechûldür tabîati kec-bînine senin Tedbîre gâlib olduğu Hakk’ın irâdeti Nâbî kec-bînî Şaşılık. kec-bînî-i neyzen Neyzenin şaşılığı. Hemen sen müstakîm ol çerh-i kec-revden hirâs etme Makâm-ı Râst’a vermez halel kec-bînî-i neyzen Nihalî İbrahim kec-endîş Yanlış düşünce. Kars-reş râhatı yok keşmekeş-i mihnetten İki yüzlü iki ağızlı kec-endîşlerin Nâbî kec-külâh, kec-küleh Külahı eğri. Aldıkça ele câm-ı mey ol kec-küleh-i mest Bin fitneye âmâde olur her nigeh-i mest Nâilî kec-meniş Kötü huylu. Cihânda kec-menişten râst-kîşin renci efzûndur Bu menzil-gehde tîrin çektiği cevri kemân çekmez Âsım Bursalı Seyyid Mustafa Çelebi kec-muâmele Kötü davranış. Dânâya kec-muâmele, nâ-dâna iltifât Düşmez, efendi, böyle edâ şân-ı devlete Beliğ kec-nazar Eğri bakışlı. Kelâl verdi temâşâ-yı hüsnü zühhâde Aceb mi kec-nazarânagetirse hâb kitâb Koca Râgıp Paşa kec-nigehân Eğri bakışlılar; hasetçiler. Sûretâ doğrulara fâik olur kec-nigehân Nazar et tavrına, fevkinde minârın, alemin Edhem İbrahim Efendi kec-nihâd Bozuk ahlaklı, kötü huylu. Huzûr isterse Vehbî bu sipihr-i kec-nihâd içre Demesin kimseler gönlümce bir yâr-i şefîk olsun Seyyit Vehbî kec-râ Eğri “r” harfi. Gelmedi hergiz dilimden kaşına kec-râ demek Doğrular gönlünde olmaz dostum eğri hayâl İbni Kemâl kec-reftâr Eğri giden; fikir ve meslek sahibi olmayan. Benimçün kimse gam yer yok dil-i gam-hârdan gayri Döner yok üstüme bu çarh-ı kec-reftârdangayri kutsî kec-rev Eğri yürüyüşlü. Ey murâdım aksine devreyleyen kec-rev felek Şimdi gönlüm nâ-murM olmak diler n’etsen gerek Harirî Bursalı Dünyâ-yı dûn için eğmedik baş zühhâd u ulemâya Geçtik sinn-i hamsîni akreb-i kec-rev gibi Fethi Atâ Ferzîngibi kec-revliği ko nat’-ı felekte Çerh etse gerektir seni bir lu’b ile şeh-mât Hayâlî Bey kec-tab’ Düzgün yaratılışlı olmayan. Kaşların cânâ hilâl-i îd’a teşbîh eylemek Kim bilir onu nice kec-tabın eğri râyıdır Âhi kec-tab’ân Eğri yaratılışlılar; yılanlar. Nigâh-ı rağbet etmez hatt-ı sebz-iyâre kec-tab’ân Temâşâ-yı zümürrüd sâz-kâr-ı çeşm-i mâr olmaz Âsım Çelebizade Şeyhülislam İsmail kej-düm, gej-düm Eğri kuyruklu, akrep. Varsam gam-ı hattınla çemen-zara görünür Her tâze benefşe bana mânend-i kej-düm Şeyhülislam Yahya kej-düm-nihâd Eğri yaratılışlı, ahlaksız. Kej-düm-nihM olanlara ikbâl eder bu çarh Ahkâm-ı vakti, bak sâate, akrebindedir Sâlim Trabzonlu kej-düm-sıfat Huyu bozuk. Taylasânına dolaşma zâhidin ey rind olan Kıl hazer kej-düm-sıfattır zehri kuyruğundadır Hamdullah Hamdi kedd Ar. Bir iş yapmak için emek ve sıkıntı çekme, zorlanma. Nâbî taleb-i visâle kedd lâzımdır Deryâ-yı ümîde cezr ü medd lâzımdır Nâbî kedd-i ihtiyâr Seçme gayreti. Nasîb-i ömrün olan nekbet ü saâdet de Gelir vücûda bütün kedd-i ihtiyârımla Tevfik Fikret kedd-i yemîn Sağ elin emeği; el emeği. kahramân babalardan doğan bu nesl-i cebîn Ne gîrûdâr-ı maîşet bilir, ne kedd-i yemîn Mehmet Akif keder Ar. 1. Bulanık olmak. 2. Kaygı, elem, hüzün, gussa. c. ekdâr. Yâ Rab beni âzade-i derd ü keder etme Her mûyumu cân ü dile bir nişter etme Leskofçalı Galip Olup hücûm-ı elemden şikeste-hâtırlar Derûna dolmuş idi kasvet-i hümûm u keder Nedim Etme ahvâl-i halkı istifsâr Nakl edersem keder verir zîrâ Osmanzâde Tâip Güzel gözlerinle gözlerime bak Bir parça uzaklaş kederlerinden Ahmet Hamdi Tanpınar Neden sonra bendene himmet edip gel desen Gider gam ve kederler ne hat kalır ne desen Şeref Yılmaz keder-âgîn Keder dolu. Gâzen ne kadar olsa da rengîn Ruhsârını eyler keder-âgîn Abdülhak Hâmit keder-hîz Keder sıçrayan. Ademin hâne-i temkînin edermiş vîrân İ’tibârât-ı keder-hîz ügam-engîzi liâm Nâbî ekdâr Keder’ler. Ağlasam, âh azıcık ağlayabilsem, ömrüm Bütün âlâm ile ekdâr ile geçsin, aramam Tevfik Fikret ekdâr-ı dehr Dünyanın kederleri. Ekdâr-ı dehri çekmez imiş mübtelâ-yı aşk Fıtnat Hanım Baktıkça size denilse şâyân Ekdâr hep ihtirâ’-i insân Abdülhak Hâmit ekdâr-ı cihân Cihanın kederleri. Etmez ekdâr-ı dil kabûl-i infi Al Cevherim vârestedir eczâ-yı âb ü hâkten leskofçalı Galip kedû Far. 1. Şarap kabı. 2. Kabak. 3. mec. Kafatası. Noktadan dâireningerdişin et istişhâd Tohmunun zafınıgör cirm-i kedûyı seyr et Nâbî Agûşu haşyetiyle o şûhun miyânını Deryâ-yı gamda iki kedûdür benimle dil Nâbî Vechi var bulduğu eşcâra tevakkuf etse Çünkü destâr-ı mükevverle zuhûr etti kedû Nâbî kedû-yı dehr Zamanın şarap kabı. Kedû-yı dehripür etmezdi eşk-i hûnînim Yanında def’-i gama bir sebû şarâbım olaydı Râmi Mehmet Paşa kedû-yı tîre-baht Kara bahtlı kabak. Çenârı pây-mâl eyler kedû-yı tîre-baht ammâ Rehâ bulmaz çenârın pençesinden zarf-ı dâmânı Nâbî kedûret bk. küdûret. kedhudâ, kethudâ Far. 1. Ev sahibinin büyüğü. 2. Konaklarda ailelere bakan, kâhya. Kethudâ kendisi nâib kendisi Kimseyi kılmaz umûrunda vekil Sürûn ke-en-lem-yekûn j&Jl Ar. Sanki yokmuş gibi, hiç olmamış gibi. Dinlemem ey münşî-i sath-ı sühan Her sühanın bence ke-en-lem-yekün Muallim Naci kef Far. Köpük. Ey muhît-i keremin katresi ummân-ı kerem Bâğ-ı cûd ebr-i kefinden dolu bârân-ı kerem Ahmet Paşa Kef kef geçer denizler aşk ile muzdarib-hâl Dağlar şikâyet eyler sabr u sükûn elinden Ned kef-i deryâ Deniz köpüğü. Sâf-dil tîre-nihâdâna olur feyz-resân Güher-efşânî-i sâhil kef-i deryâdandır Sâmi kefen Ar. Gömülmeden önce ölen insanın sarıldığı kolsuz beyaz bez. Azrâil alır cânımız kurur damarda kanımız Yuyacağız kefenimiz saranlara selâm olsun Yunus Emre Hamdî lebi şevk ından ölürsen o perînin Cân bûyun ala cümle melekler kefeninden Hamdullah Hamdi Al kanlı bir kefenle donat hayme-gâhını Cânlarla yak meşâ’il-i mâtem-penâhını Midhat Cemal Kuntay kefen-be-dûş, kefen-ber-dûş Kefeni omuzunda, ölümü göze almış. Neşâtından çıkarlar rûy-ı dünyâya kefen-ber-dûş Okunsa bu kasîdem mürg-zâr-ı mürdegân üzre Ziyâ Paşa kefen-be-dûş-ı beka Bekanın ölümünden korkmayan. Kefen-be-dûş-ı beka bî-nihâye ecsâdın O, dehri hîçe sayan, kâr-bân-ı ecdâdın Mehmet Akif kefere bk. küfr. keff, kef Ar. El, pençe, avuç. Hattınla haddin göricek hacletten ey serv-i revân Gark-ı arak olur çemen gül-berg-i reyhân kef çeker Nizami göricek görünce keff-i dest Elin avuç içi, el ayası. Dîv-i buhlu hıtta-i cûdunda olmuş rahm için Keff-i destin âsmân u kilk-i zerrininşihâb Nef’î kef-i dil-ber Sevgilinin eli. Gül değil bu görünen yine şeb-i îdde mâh Kef-i dil-ber gibi hınâladıgül-zarın elin Cafer Çelebi kef-i himmet Himmet eli. Olşeh ki kef-i himmeti hengâm-ı keremde Dünyâyı ganî, kânı tehî, bahr berr eyler Nef’î kef-i ihsân Cömertlik eli. Kef-i ihsân lâkabı mazhar-ı İsm-ı A’zam Dest-berd-i gadabı hançer zü’l-batş-ı şedîd Kâzım Paşa kef-i kân-bahşiş Maden ocakları bağışlayan el. Yüzüne kef urup gömgök eder bâd-ı sabâ her dem Kef-i kân-bahşişine bahs eder dâyim meğer deryâ zâti kef-i kerim Cömert el. Ulüvv-i câhı ile tâk-ı âsmân hem-dûş Kef-i kerîmi ile ebr-ipür-atâ hem-zad Nâbî kef-i Nâilî Nâilî ’nin eli. Felek girerse kef-ı Nâilî ye dâmânın Seninle mahkeme-ı Gird-gâr’a dek gideriz Nâilî keff-i zer-efşân Altın dağıtan el. Güneşi keff-i zerefşânına benzer der idim Almasa mâha atâ eylediğin âhir-ı kâr Bâkî keffe El ayası, avuç içi; terazi gözü. keffe-i cürm Suçu tutucu. Yâd-ı nâmınla ne ola keffe-i cürm olsa sevâb Feyz-i na’tınla girer vezne ibârât-ı rekîk Nâbî keffe-i mîzân Tartı avucu. Aşk ile mahveyle cürm ü tâatin tâ rûz-ı haşr Keffe-i mîzana bir bâr-ı girân kalmasın Leskofçalı Galip kefîl Ar. Kefâlet’ten; kefâlet eden, birinin borcunu üzerine alan kimse. Umûruna karışan âharın vekîl gibi Netîcesinde garâmet çeker kefîlgibi Sâbit Seni halk eylemeden rızk ını halk etti Celîl Rızkın için gam yeme sana Hâlık oldu kefîl Lâ kâfil Kefalet eden, kefil olan. Şanlı târihini tebcîle ezeller kâfil Şöhret ü sıytını dünyâya ebedler nâkil Kemalzâde Ekrem Bey kâfil-i îcâd-ı diğer Diğer icadın kefil olanı. Kâbil-i feyz-i vücûd olmaktadır hükm-i adem Kâfil-i îcâd-ı diğerdir fenâ-yı kâinât Yenişehirli Avni kefş Far. Pabuç, ayakkabı. Zîr-i kefş olmağa nâz eylese cirm-i mağrûr Tabla-i nâvek-i cevr ü sitem olmaz da ne olur Nâbî Pinhân olamaz az ise de bahye-i kefş Pûşîde kalır hezâr çâk-i destâr Nâbî kefş-i hilâl Hilalin pabucu. Etti o meh kefş-gerin mihr-i cemâli Endâhte bâm-ı feleğe kefş-i hilâli Nâbî Sipihr-i pîr çürüttü hezar kefş-i hilâl O mâhı hâle-i bezme dadandırmaya dek Nâbî kefş-ger Ayakkabıcı. Etti o meh kefş-gerin mihr-i cemâli Endâhte bâm-ı feleğe kefş-i hilâli Nâbî kehf Ar. Mağara; sığınacak yer. Kur’an’da geçen Ashab-ı Kehfin sığındığı mağara. c. kühûf. Cemâl-i pâkini Ashâb-ı Kehf görmek için İle’l-ebed olamaz hâb-ı aşkından bîdâr Lâ kehf-i ümmet Ümmetin sığınacak yeri. Sütûde kehf-i ümmet iftihâr-ı şer’-ipeygamber Güzîde fahr-i millet mahz-ı lutf-ı hazret-ı Bârî nef’î kehfü’l-emân Emniyetli sığınacak yer. Haste-i derd ü gama âb u hevâsı sâz-kâr Mübteld-yı kahr-ı dehre der-gehi kehfü’l-emân Nef’î Melce-i bîçâre-gânsın dest-gîr-i ehl-i gam Hâk-pâ-yı devletindir âleme kehfü’l-emân Ziyâ Paşa kehfü’l-ümem Ümmetlerin sığınacak yeri. Bâr-geh-i mahkeme-i adl ü dâd Der-geh-i kehfü’l-ümem-i rûzigâr Nef’î kehhâl bk. kuhl. kejdüm, gejdüm bk. kec. keh-keşân, kâh-keşân Far. Açık ve berrak gecelerde gökte görünen beyaz yol, saman uğrusu, hacılaryolu. Bir zerre mihr görmedim ol mâhtan velî Eşkim sitâre eyledim âhımı keh-keşân Avnî Zîb-i miyân-ı Edhem-i çerh idi keh-keşân Kırdı topuzla mihr o gaddâra kalmadı Nâbî Haylî kevâkib içre yanıp meş’al-i kamer Sahn-ı semâda rûşen idi râh-ı keh-keşân Bâkî Hirmen-i eflâke konmuş bir kebûterdir hilâl Keh-keşân ile Süreyyâ dâneyile dâmdır İbni Kemâl keh-keşân-ı encüm-bâr Yıldızlar yağdıran saman uğrusu. Kanatlarından edip mevce mevce nûr isâr Döner fezalara keh-keşân-ı encüm-bâr Kemalzâde Ekrem Bey kehl, kehel Ar. 30-50 yaş arasında olan kimse, yetişkin, olgun kimse. Basmak tarîk-ı aşka kadem eksiğin değil Sûfî bu yolda kat’î kehel bilirim seni Hayâlî Bey kehl-i a’yân-ı Acem Acem’in ileri gelen yetişkinleri. Bâd-pây-ı azm-i kişver-gîr-i âlem-i gerd ile Kehl-i a’yân-ı Acem kıldıkta hâk-i reh-güzar Fuzûlî kehl, kehle Ar. Bit. Ne kehle var o mübârek döşekte hîç, ne pire Kaşınma hissi muattal bu i’tibâragöre Mehmet Akif Olıcak bir kişinin bahtı kavî, tâlii yâr Kehlesi dahi mahallinde onun işe yarar lâ olıcak olunca kehrübâ, kehrübâr, kehribâr Far. Saman kapan, kehribar. Cezb-i muhabbetinle dil zerd ü nizar olup gider Bilmediler hakîkatin kâh mı kehrübâ mıdır Nâilî kehvâre, gehvâre, kâhvâre Far. Beşik. Tıfl-ı nev-sevdâ-yı dilgittikçe bî-hâb olmada Gerçi der-kayd olduğum yer kalmıyor kehvâreden Muallim Naci kehvâre-i imkân İmkân beşiği. Ümm-i devrân beste-rahim olmuş da kalmıştır, senin Mislini kehvâre-i imkâna ityân etmede Lâ kehvâre-i sîne Göğüs beşiği. Uyur kehvâre-i sînemde bizzat Uyur sevdâ o hırçın tıfl-ı bîdâr Tevfik Fikret kelâb Ar. 1. Kuduz hastalığı, kudurma. 2. Su ürküntüsü, idrofobya. Ta’n-ı adû Behiştî ’ye sanma keder verir Bahrı mülevves eyleyemez her zerre kelâb Behiştî kelâğ Ar. Kuzgun. Olur bülbüllerin mahbûbu gül-şen Kelâğın cîfe, mıknatisin âhen Latifî kelâl Ar. Yorgunluk; bıkkınlık, usanç. Geldi kelâl kıssa-ı Ferhâd ü Kays’tan Derd-i derûnu söyle gönül şinîdedir Fıtnat Hanım Kelâl verdi temâşâ-yı hüsnü zühhâde Aceb mi kec-nazarânagetirse hâb kitâb Koca Râgıp Paşa Rencûr-ı kelâl olmuş idi hâme-ı İzzet Bâlin-çe-i hokkaya bir pâre dayanmış Keçecizade İzzet Molla kelâm Ar. 1. Söz, lakırdı. 2. İbare, fıkra; cümleler veya cümlecikler. 3. Allah’tan ve Allah’ın birliğinden bahseden ilim. 4. Söz, söyleyiş. Besmeleyle edelim feth-i kelâm Feth ola tâ bu muammâ-yı be-nâm Hakanî Onlar ki kelâma cân verirler Mecnûn o kabîledendi derler Şeyh Galip Kamil oldur ki ola mahrem-i esrâr-ı kelâm Gele irsâl-i melâikle ona her ilhâm Ziyâ Paşa kelâm-ı bî-bedel Karşılıksız söz. Na’lçen izin gördük rakîbe vardığın duyduk Yerin kulağı var derler kelâm-ı bî-bedeldir bu Feyzi kelâm-ı bülegâ Belâgat sahiplerinin sözü. Muntavî nutk-ı fasîhinde kelâm-ı bülegâ Münderic nazm-ı şerîfinde nikât ü mazmûn Cinânî kelâm-ı cân-fezâ Can arttıran söz. Nisâr-ı şefkatindir kim olur izhâr-ı hamdin çün Fuzûlî tîre tabından kelâm-ı cân-fezA peydâ Fuzûlî kelâm-ı dürûg Yalan söz. Salâh u sıdk u sedâdın elinden aldı yerin Şühûd-ı zûr u makâl-i hiyel kelâm-ı dürûg Nâbî kelâm-ı edîb Edepli söz. Bahr-i letâfet içre güher görmek istesen Nev’î sözünü dinle kelâm-ı edîbi gör Nev’î kelâm-ı ehl-i kemâl Olgun kimselerin sözü. Şu söz kim ola misâl-i kelâm-ı ehl-i kemâl Selâsetinden hacîl ola Selsebî ü Zülâl Necati Bey kelâm-ı fazl-ı kadîm Eski fazilet sözü. Vücûd vücûd İlâhî hayât-bahş-ı kerîm Nefs-i atiyye-i rahmet kelâm-ı fazl-ı kadîm Nâbî kelâm-ı fusehâ Güzel konuşanların sözü. Takdîr edemez kıymet-i ıkd-i dürr-i nazmım Endîşe ki simsâr-ı kelâm-ı fusehâdır Nfî kelâm-ı Hak Hak sözü. Eğer ârif isen etme hakîkat sırrını ifşâ Kelâm-ı Hak çıkardı baştan Hallâc-ı Mansûr’u Vâlih-ı Kadim Kurtzade Edirneli Şeyh kelâm-ı hâtif Seslenicinin sözü. Bu kelâm-ı hâtifi verdi küşâyiş zihnime Hikmet-i bed-rengî-i âlemde oldu müstebân Lâ kelâm-ı ışk Aşk sözü. Kelâm-ı ışk ey Bâkî ser-â-ser sırr-ı vahdettir Murâdı cümlenin birdir bütün dünyâyı söyletsen Bâkî kelâm-ı İlâhî İlahî söz. Şi’rinde bir kelîm-i semâvî sadâsı var Ey Tûr’dan kelâm-ı İlâhîyi gûş eden Yahya Kemal kelâm-ı mülhid Dinden çıkaran söz. İ’timâd etme kelâm-ı mülhid-i bî-mezhebe Sâbit olmaz münkirin ikrâr da inkârı da Âgâh Osman Paşa Trabzonlu kelâm-ı naklî Nakil sözü. Biz kelâm-ı naklîyiz nerde o sâhib-i güftâr Ona teslîm edelim emrine münkâd olalım Muradî Sultan IV. Murat kelâm-ı nerm Yumuşak söz. Kalb-i sengîne kelâm-ı nerm eder lâ-büd eser Kıt’a-i elmâs dâim hâk olur kurşun ile Beliğ kelâm-ı sıdk Doğruluk sözü. Kelâm-ı sıdkta tasdîk olunmadan kaldı Mesâmi’i o kadar etti pür peyâm-ı dürûg Nâbî kelâmullah Allah sözü. Sıfatından senin zâtın sözüdür kim kelâmullah Sıfatından sözün söyler sözün dinler olur gûyâ şeyhi İbrahim kelb Ar. Köpek. c. kilâb. Tâhir effendi bize kelb demiş İltifâtı bu sözde zâhirdir Mâlikî mezhebim, benim zîrâ İtikadımca kelb tâhirdir Nef’î Rakîbi iğne yutmuş kelbe döndürdü o kebk-i nâz Onunjçin cüst ü cûda etti nâle inceden ince Fatin Efendi Olur musâhibi kimde görürse nân-ı fatîr Silivri kelbine benzer harîs-i mâl-ı hakîr Lâ kelb-i akûr Isıran, kuduran köpek. Hâtır-ı yâra dokunmuş kakmış ol it rakîb Kakıyıp taş talasa kelb-i akûr olmaz acîb Hamdullah Hamdi kelb-i habâset Pis köpek. İkbâl-i felek teveccüh ederse her kime Beyz-i kebûter durur veted üzre İdbâr da ikbâli gibi ger ederse neş’et Kelb-i habâset bevl eder esed üzre Lâ kelb-i hakîr Adi köpek. Geh kılar İblîs’i Me’vâ’dan sürüp kelb-i hakîr Gâh bâb-ıgârda Kıtmîr’e Me’vâ gösterir Aşkî kilâb Kelb’ler, köpekler. Esâfil behredâr-i kurb-ı cebbârân-ı devlettir Kilâb olmaz cüdâ sayyâd-ı bî-dâdın rikâbından Namık Kemal kilâb-ı der-geh-i monla Mollanın dergâhının köpekleri. Kilâb-ı der-geh-i monlâya ben mensûb olur muydum Tevessül etmeseydim himmet-i merdâne gönlümden Keçecizade İzzet Molla kilâb-ı kûy Mahallenin köpekleri. Kilâb-ı kûyun ile hem-sifâl olup hırıldaşmak Varıp bezminde TOhmas’ın gazel-hân olmadan yeğdir Bâkî kilâb-ı kûy-ı dil-ber Sevgilinin mahallesinin köpeği. Gönül âyînesin seng-i belâ sad-pâre kılmıştır Safâ-yı kalbimiz yok mübtelâ-yı inkisârız biz Cinânî kilâb-ı kûy-ı yâr Yârin köyünün köpeği. Acîb olmaya gördükçe ululanırsa ağyâre Kilâb-ı kûy-ı yâr ile Behiştî şimdi yârândır Behiştî kilâb-ı nahvet Gurur sahibi köpekler. Ser-fürû etmez kilâb-ı nahvete rindân-ı aşk Bîşe-i himmette zîrâ her biri bir şîrdir Andelib Mehmet Esat Fâik kilâb-ı rûzgâr Zamanın köpekleri. Der-gehinde bir dilim nânı bana çok gördüler Uydular üleştiler birkaç kilâb-ı rûzgâr Nef’î kelef Ar. İnsanın yüzünde veya ay üzerinde görülen lekeler. Meh-i nev bedr olur ammâ kelef gitmez izârndan Olur bir vechile aybı nümâyân ehl-i noksânın Âsım Çelebizade Şeyhülislam İsmail kelef-i bedr Dolunayın lekeleri. Önüne ebr-i siyâhı çekerek Etti pinhân kelef-i bedri felek Muallim Naci kelîm Ar. Kilâm’den; 1. Söz söylenen ikinci şahıs. 2. Hz. Musa’nın lakabı. 3. Kur’an’da 20. sure Tâ-hâ suresi. Ol reh-revâne ki Hızr ü Kelîm bedrekadır Fürûğ-ı âh yeter şem’-ı Tûr’u neyşerşer Nâilî Vâdî-i îmân femin andan lisânındır kelîm Hîç zemâne geliser mi ilm ü hikmetten ferâğ Gaybî kelîm-i müdrike Ulaşan söz. Kelîm-i müdrikeyi hîre-çeşm eder her şâm Nahîl-ı Tûr-ı felekten bu âteşîn urcûn Yenişehirli Avni kelîm-i lem’a-i bînîş Görüş parıltısı meydana getiren söz. Kelîm-i lem’a-i bîniş ki envâr-ı hayâlinden Devâtı tûr-ı feyz ü kilk-i nazmı nahl-ı Mûsâ’dır sabri kelîm-i semâvî Semavi söz. Şi’rinde bir kelîm-i semâvî sadâsı var Ey Tûrdan kelâm-ı İlâhî’yi gûş eden Yahya Kemal kelime Ar. Kelâm’dan; 1. Anlamlı ses dizisi. 2. Lakırdı. c. kelimât. kelimât Kelimeler. kelimât-ı garrâ Şatafatlı kelimeler. Söyleten himmet-i sultânı-ı cihândır yoksa Kanda ben kanda bu gûna kelimât-ı garrâ Nef’î kelle Far. Baş ve başın tepesi. Rüştü idrâk gerek insâna Yaraşır kelle kulak hayaa Enderunlu Fazıl kelle-i adüvv Düşman kellesi. Düştükçe hâkegûy-sıfat kelle-i adüvv Pây-ı semendi tut ki ona savlecân olur Nef’î kelle-i uşşâk Âşıkların kellesi. Kelle-i uşşâk satılmaz kesâdı var katı İşlemez oldu mahabbet şehrinin ser-hânesi Hayâlî Bey kem Far. 1. Eksik, noksan, nâkıs 2. Fena, kötü, bozuk. Bâr-ı mihnetten nihâl-i kametin ham olmasın Başımızdan sâye-i serv-i kadin kem olmasın Fuzûlî Kem cür’a ile Hamdî’ye bir keyf verdi ışk Kim ân u în görünmez ona keyf ü eyn Hamdullah Hamdi Kara bahtım kem tâhihim, taşa bassam iz olur Ağustos’ta suyagirsem balta kesmez buz olur Lâ kem-bahâ Az kıymet. Hîç tâc-ı Kubad’a benzeye mi Kem-bahâ bir külâh-ı bârânî Hayâlî Bey kem-fursat Kötü fırsatlı. c. kem-fursa- tân. Lezzet-i afvi sitem-pîşeler idrâk etmez Yâ İlâhî sen kem-i fursata fursat verme Hâmî-ı Âmidî kem-fırsatân Kötü fırsat düşkünleri. Akıl eder mi çerhten ümmîd-i merhamet Kem-fırsatân adûsunu sağ u esen mi kor Nâbî kem-hıred Aklı noksan. Lezzet-i gam nüsha-i sun’un temâşâsındadır Kem-hıreddir çekmeyen evzA’-ı dünyânın gamın Nâbî kem-ıyâr Ayarı bozuk. Sanma hâlis dost olur her kem-ıyâr ü ebteri Ur mihekk-i imtihâna, fârik ol seng ü zeri Âgâh Osman Paşa Trabzonlu kem-mâye Yaratılışı kötü. c. kem-mâyegân. Nâdir bulunur tıynet-i kâmilde kusûr Kem-mâyeden eyler ne ki eylerse zuhûr Ziyâ Paşa kem-mâyegân Kötü yaratılışlılar. kem-mâyegân-ı asr Asrın kötü huyluları. Hâhiş-i lûtf eylemek kem-mâyegân-ı asrdan Nûr ümmîd etmedir aynıyle çeşm-i kûrden Nüzhet kem-mâyegî Yaratılıştan olan kötülük. Mevkûf ise mahşerde de ey Nâilî -i zâr Aşıkla kem-mâyegî rü’yet-i dîdâr Nâilî kem-nâm Kötü şöhret. kem-nâm-ı adem Yokluğun kötü şöhreti. Hâlâ o sühan-senc-i hoş-âyende kelâmım Kim var ise mislim dahi kem-nâm-ı ademdir Nef’î kem-pâye Derecesi düşük. Kasr-ı bâlâyı hakîkat ki ukûl-ı aşere Gurfe-i esfel-i kem-pâyesinin süllemidir Nef’î kem-ter 1. Daha aşağı, hakir, itibarsız. 2. Eksik, noksan. Osmân Ertuğrul oğlusun Oğuz Karahan neslisin Hakkın bir kem-ter kulusun İslâmbolu aç gül-zâr yap Sultan I. Osman “Gazi” Kapında kulların bî-had velî kem-ter kulun Ahmed Ne Ahmed Ahmed-ı Dâî ne Dâî Dâî-i çâker Ahmed-ı Dâî Kem-ter kulundu hepsi o gün bağlamış kemer Fağfûr ü şâh ü kayser ü hakan efendimiz Faruk K. Timurtaş kem-terîn En aşağı, en çok eksik. Ben kimim bir fakîr bî-ser ü pâ Kem-terîn bende vü kemînegedâ Fuzûlî kem-yâb Az bulunur, nâdir. Mürşid-i kâmil olunca kem-yâb Sana mürşid yetişir şimdi kitâb Nâbî kem ü kâst Eksik ve noksan. Çıka bir hükm-i kazâ-yı kem ü kâst İttifâkangörüne birisi râst Nâbî kemâhî Ar. “Olduğu gibi, hakkıyle” anlamına gelen“kemâ-hüve hakkuhü” veya kemâ-hiye-hakkıha” şeklinin kısaltılmışı. Hâsiyyet-i ışkı bilemez kimse kemâhî Mâhiyyet-i mâ’yı bilemez niteki mâhî Hamdullah Hamdi Ammâ daha bahşiş-ı İlâhî MFrâcını bulmadı kemâhî Şeyh Galip Ey kudretine olmayan âgâz u tenâhî Mümkün değil evsâfını idrâk kemâhî Lâ kemâ-kân Ar. zf. Eskiden olduğu gibi, aynısı gibi. Hat bozdu ise hüsnünü ebrûsu kemâ-kân Mescid ne ola vîrân ise mihrâb yerinde Tâtiî kemâl Ar. 1. Tamlık, olğunluk, yetkinlik. 2. En yüksek değer, mükemmellik. c. kemâlât. Şeref vermez dürr ü gevher kemâl olmaz zer ü ztver Hüner kesbet hüner, bahr-i fazîlet, kân-ı irfân ol Bâkî Dürri-i çarh-ı celâl u dürr-i deryâ-yı kemâl Kâmi’-ı küfr ü dalâl u câmi’-i hulk-ı şiyem Nizamî Câhilin fahri câh u mâl iledir Arifin izzeti kemâl iledir Âhi kemâl-i câh Mevki mükemmelliği. Kemâl-i câha mağrûr olmasın, erbâb-ı ikbâlin Dem-i idbâr olur kim aybını izhâr eder dünyâ Hersekli Arif Hikmet kemâl-i cehl Cehalet tamlığı. Fuzûlî âlem-i kayd içresin dem urma aşkından Kemâl-i cehl ile daPâ-yı irfân eylemek olmaz Fuzûlî kemâl-ı cûd Tam cömertlik. Sen ol vezîr-i kerem-kârsın ki âlemde Kemâl-i cûd ile zât-ı kerîmin oldu alem Nedim kemâl-i hayret Tam hayret. Kaçan ki bu sözü gûş etti dil kalıp bî-hûş Kemâl-i hayretle hemçü sûret-i dîvâr Nedim kemâl-i hüsn Tam güzellik. Kemâl-i hüsn veriptir şarâb-ı nâb sana Sana helâldir ey muğ-beçe şarâb sana Fuzûlî kemâl-i lûtf Lûtfunun büyüklüğü. Biz müttekâ-yı zer-keş-i câha dayanmazız Hakkın kemâl-i lûtfunadır istinadımız Bâkî kemâl-i sun’ Sanat mükemmeliği. Bırak nikâb ki bilsin kemâl-i sun’ıgörüp Ferişte hilkat-ı Adem’de şübhesin bâtıl Fuzûlî kemâl-i vecd Kendinden geçerek, vecd ile. Zalâmı sîneye çekmiş yatan sokaklardan Kemâl-i vecd ile geçtim, önümde bir meydân Mehmet Akif kemâlât Olgunluklar, tamlıklar. Her kemâlât ile kâmil şâh idi Onun-çün ol Habîbullah idi Süleyman Çelebi Hem-nev’ine hizmet eden erbâb-ı kemâlât Mahsûd-ı rakîb olsa da mahbûb-ı ümemdir Behçet Çankırılı Ne ola devşirse bakâyâsını mazmûnlarının Hâme tahsîl-i kemâlâtta bâkî kavil midir Sâbit kâmil Tam, tamam, noksansız, bütün. c. kümmel. Kâmil odur her nefes âkıbet-endîş ola Sonunu fikr etmeyen sonu peşîmân olur Nahîfî Süleyman Eğerçi ehl-i dile göre kâmil de değilsem de Yine ol câhil-i hod-bîn gibi de değilim sûfî Âdile Sultan kâmilü’l-mazmûn Tam mazmun. Hezar kasr-ı Havernak’tan elbet a’lâdır Bu kâr-gâhta bir beyt-i kâmilü’l-mazmûn Yenişehirli Avni kâmil ü yek-tâ Tek ve noksansız. Akıl ü dânâ Hudâvend-i zemîn Kâmil ü yek-tâ hüner-mend-i fatîn Ziyâ Paşa kâmil-ıyâr Tam ayar. Vücûdun pûtasın kâl et çalış tehzîb-i ahlâka Eğer zer sâf ü hâlis olmasa kâmil-ıyâr olmaz Hassân Süleyman Hâdi Beyzade Mehmet kümmelîn Kâmil’in cemi, kümmel’in cemi. kümmel’ler. kümmelîn-i vâsılîn Kavuşanların hepsi. Hak yolu aşktır dediler kümmelîn-i vâsılîn Berzahîler dediler kim Hakk’ayol esmâ’dadır gaybî kemân Far. 1. Yay, kavis. 2. Yayla çalınan çalgı aleti. Hattın değilse fikr-i ebrûvândan bir zemân geçmem Ben eller geçtiği köprüden ey kaşı kemân geçmem Necip III. Sultan Ahmet Perdesizliktir amân etme gümân Yak ışır sîne-ı CorcPye kemân Sünbülzade Vehbi kemân-ı çerh Feleğin yayı. Nasîbimiz bu fenâ yerde sehm-i kürbet imiş Kemân-ı çerh bizi attı bir diyâra dahi Lâ kemân-ı hicr Ayrılık kemanı. Geh kemân-ı hicr ü geh zehr-i sitem geh bâr-ı gam Aşık-ı fersûde-bâzû çekmedik mihnet mi var Nâbî kemân-ı ışk Aşk kemanı. Kemân-ı ışkı eğer çektin ise merdâna Gerek durur ki ola tîr-i âha sîne kubûr Hayâlî Bey kemân-ı kabza-i kudret Kudret kabzasının yayı. Ya kemân-ı kabza-i kudrettir ehl-i âleme Atmağa tîr-i kazayı nâvek-i mihnet gibi Ebussuud Efendi kemân-ı mermi Mermi yayı. Mülâyemet, eder âlemde âdemi bî-kadr Kemân-ı mermi felek vakfeder kebadeliğe Lâ kemân-çe Kemençe, küçük keman. Kemençe şekline girdim elinde mutrib-i aşkın Keşâkeşten halâs olmaz dahi sînem rebâb-âsâ Bâkî kemân-keş Yay kullanarak ok atan kimse, okçu. Ne hevâ vü ne kemân ü kemân-keş ancak Erdiren menziline tîr-i nidâyı yâ Hak Neşet Hoca Süleyman Kimi yayı öptü, kimi fırlattı En er kemân-keşe yetti üç atım Yahya Kemal kemân-ebrû Keman kaşlı. c. kemân-ebruvân. Şu karşıdan gelen dil-ber be-gâyet gamze-kâr ancak fitne-çeşm âşık-küş kemân ebrû ancak Hayâlî Bey kemân-ebruvân Keman kaşlılar. kadar dil-dûzdur gûyâ ki bir şûh-ı âfetin Nâvek-i müşgîn-i kemân-ı ebruvânıdır sözüm Nef’î kemân-misâl Keman gibi. Kemân-misâl geç ol maksadın tekarrüb ise Atılma ok gibi yâbâna istikâmetle Lâ kemend Far. Ucu ilmikli ip; bazen başıboş dolaşan hayvanları yakalamak için kullanılır; bağ, bent. Tuttular o iki derd-mendi Taktılar ayağına kemendi Şeyh Galip Her güzel çehreye kandık da top ettik başımız O kemend saçlara düştük yine çevgân diyerek seferî kemend-i âb Su bağı. Kûh-ı ebr içre girip yettim getirdim kûyuna Şîr-i hûrşîdi kemend-i âb ile ey meh-lika Enverî kemend-i âh Ah bağı. Unutulmuş idi cân Yûsuf’u bu mahbes-i tende Kemend-i âh ile sultân-ı âlem onu kurtardım enverî kemend-i aşk Aşk kemendi. Kemend-i aşkına bir şeh-süvârn oldu şikâr Bu dâm-gâhta sayyâd gördüğün gönlüm Nazîm Yahya kemend-i belâ Bela bağı. Zülfün esîri Bâkî-i bî-çâre dostum Bir mübtelâ-yı bend-i kemend-i belâ imiş Bâk kemend-i cân-güdâz Can alıcı kement. Kemend-i cân-güdâzı ejder-i kahr olsa cellâdın Müreccahtır yine bin kerre zencîr-i esâretten Namık Kemâl kemend-i dûd-ı âh Ah dumanının kemendi. Kemend-i dûd-ı âhındır Fuzûlî çarh boynunda Aceb sayyâdsan kim çarh kurtulmaz kemendinden Fuzûlî kemend-i efkâr Fikirler bağı. Asmân-pâye hümâ-sâye Alî Paşa kim Eremez tâk-ı celdline kemend-i efkâr Bâkî kemend-i emel Arzu bağı. Çıkardı gûşe-i bâm-ı visâle dil ammâ Ham-ı kemend-i emel küngür-i recâda değil Nâbî kemend-i hicr Ayrılık kemendi. Cân çıkardı mahbes-i tenden kemend-i hicrile Lîk zencîr-i ümîd-i vasl dil-ber bağlar Zâti kemend-i kâkül-i anber-feşân Amber kokusu saçan perçemin bağı. Kocaldın ey deli gönlüm nedir bu tûl-ı emel Kemend-i kâkül-i anber-feşândır istediğin bağdatlı Ruhi kocal- ihtiyarlamak. kemend-i nâle İnleyen kement. Erdim figân ü zâr ile ol âsitâne ben Çıktım kemend-i nâle ile âsümâna ben Bâkî kemend-i nâz Naz bağı. Dil-beste kalmadı edecek rişte-bend-i nâz Zülf-i nigâr yıldıza atar kemend-i nâz Sâbit kemend-i nazm Nazım kemendi. Kemend-i nazmım ederken gazal-i ma’nîyi râm Yine o şûhuma Gâlib gazel beğendiremem Şeyh Galip kemend-i sayd-ı dil Gönül avının kemendi. Kemend-i sayd-ı dil ü cân iken kesip zülfün Yine kesilmedi zülf-ı Ayaz’dan Mahmûd Beliğ kemend-i zülf Saçının bağı. Hâlini gördüm esîr oldum kemend-i zülfüne Dâne için kendimi saldım düşürdüm dâme ben Nevres-i Kadim Mecnûn’a döndü gördüğü an ol mehi gönül Düşmek kemend-i zülfüne hoş mâcerâ imiş Faruk K. Timurtaş kemend-endâz Kemend atıcı. Kime bend etmeye hindû-yı kemend-endâzın Çün kemîn-gâh-durur tîr ü kemânı ile bile Şeyhi kemer Far. 1. Ele takılan kumaş veya kayış. 2. Kapı, pencere veya köprü gibi şeylerin oyuğu aşağı bakan kavisli kubbesi. Boğçasın etmez kumaşçı olsa da kaddi kemer Yük değildir kendine sırtında hammâlın semer sürûrî kemer-i himmet Gayret kuşağı. Kemer-i himmeti bağlan beline yüz yere ur Dâne-i hırmen-i tevhîde özün mûr eyle Hayâlî Bey kemer-i vahdet Birlik kemeri. Girmiş kemer-i vahdete almış ele tesbîh Her birisinin vird-i zebânı çil ü pencâh Bağdatlı Ruhi kemer-bend 1. Kemer bağı. 2. Belinde kemeri olan. 3. mec. Derviş. Kuşağın düğmesini çözmekte havfim yoktur ama kim Yürek titrer kemer-bendindeki hançer husûsunda Nedim kemer-bend-i tarîkat Tarikatin dervişi. Kat’ eyledi dest-i berf-nâki Gördü o musîbet-i helâki Şeyh Galip Kuşağın düğmesin çözmekte havfm yoktur ammâ kim Yürek titrer kemer-bendindeki hançer husûsunda Nedim kemer-gâh Kemer takılan yer. Tâ kemer-gâhına dek gamzesi hâb-âlûde Tâ giribânına dek çeşmi şarâb-âlûde Nedim kemer-güsiste Kemersiz, çıplak. Hezar zaf ile hammâma doğru azm ettim Kemer-güsiste perâkende kûşe-i destâr Nedim kemhâ Far. Hafsiz, üzeri hafifçe tüylü kadife; ipek kumaş. Libâsında değildir nakş-ı kemhâ pençe şeklinde Benim dest-i ümîdimdir ki dâmânında kalmıştır Lisanî Ya bister-i kemhâda ya vîrânede cân ver Çün bay ügedâ hâke berâber girecektir Ziya Paşa kemin Ar. 1. Pusu. 2. Pusuya gizlenmiş kimse. Zemân-ı ma’deletinde kemînden çıkamaz Ne denlü fitnenin olursagerm bâzârı Nef’î Esîr-i fursat olmak bâis-i nakz-i hamiyyettir Güzer-gâh-ı adûda merd-i kâmil der-kemîn olmaz Beliğ Bursalı İsmail Hep samt u ra’şe; saklı bu vâdî-i muzlimin Her hatvesinde şüpheli bir hufre, bir kemîn Tevfik Fikret kemin-i fırsat Fırsat pususu. Bekler kemîn-i fırsatı mânende-i segân Hâtır-şikenlik etmek için bed-hisâller Nâbî kemîn-i şekâvet Eşkiyalık pususu. Kimi tarîk-ı saâdette tûşe-bahş-ı kerem Kimi kemîn-i şekâvette kûşe-gîr-i kümûn Yenişehirli Avni kemîn-i üfûl Batma pususu. Güneş kemîn-i üfûlündeparlayıp sönerek Fezada gösteriyor handeler, tezehhürler Tevfik Fikret kemîn-gâh Pusu yeri. Kime bend etmeye hindû-yı kemend-endâzın Çün kemîn-gâh-durur tîr ü kemânı ile bile Şeyhi kemîn-gâh-ı riyâ İki yüzlülüğün pusu yeri. Hüner halvet-nişîn-i encümen olmaktadır yoksa Kemîn-gâh-ı riyâdır kûşe-gîr-i inzivâ olmak İzzet Ali Paşa kemîn-küşâ Tuzak kuran. Kim gördü böyle hindû-yı mest-i kemîn-küşâ Kim bir hadengi âfet-i cân-ı cihân olur Nef’î kemîne Far. 1. Noksan, eksik. 2. Âciz, zavallı. Kemîne müflise kem-ter atâsı hâsılı deryâ Muhakkar meclise bezl-i hakîri behre-i kândır Fuzûlî Kemîne nemleyi pâ-mâle niyyet etmemişizdir Bu arsa-gâhta hayyâl idik zemân ile biz de Nâbî Tûfân kemîne katresidir cûşumun benim Gerdûn sebû-yı kem-teridir dûşumun benim Nâbî Vermez binâ-yı fakra halel cûş u hâdisât Mahvedemez kemîne hâs-ı sad-hezar mevc Sâmi Arpaeminizade Vak’anüvis Mustafa Bey kemîne-i ömr Ömrün âcizi. Bilinse kadr-i hayât-ı azîz râcihdir Hezâr saltanata yek dem-i kemîne-i ömr Nâbî kem-ter bk. kem. Ken’ân Ar. Hz. Yakub’un memleketi, Filistin, Palestin. Şifâda aynıdır Ya’kûb-ı çarhın Safâda Y’ûsuf-ı Ken’ân’a benzer Hayâlî Bey Ken’ân-ı mihnet Sıkıntı Kenan’ı. Ne ola Ken’ân-ı mihnette düşersen çâh-ı hırmâna Varırsın Yûsuf-âsâ vâkıan ihvâna söylersin MefH kenâr Far. 1. Kıyı, çevre. 2. Deniz kıyısı. 3. Uç, köşe. 4. Kucaklama, kucağına alma. Kenârım dürr-i maksûd ile pürdür Avniyâ çün kim Gözüm yaşı akar deryâ gibi her dem kenârmdan Avnî Olsun harâm câm-ı muhabbet o meste kim Nâbî kanâat etmeye bûs u kenâr ile Nâbî Yem-i ışkının dilinde çü kenârı yok bilirsin Ne aceb kenâre çekse seni bir gece Cinânî Cinânî kenâr-ı câm Kadehin kenarı. Söyleyip vasf-ı mey-i la’linde Vâsıf bir gazel Yâdigâr-ı bezm-i rindân et kenâr-ı câma yaz Enderunlu Vâsıf kenâr-ı cûy-bar Irmak kenarı. Sebz ü hurrem bir fezA mı her kenâr-ı cûy-bâr Ya miyân-ı cûda aks-i günbed-i hazrâ mıdır Nef’î kenâr-ı dest-i aşk Aşk elinin kenarı. Kenâr-ı dest-i aşka pâ-nihâde olduğum günden Cefâdan olmadım bir lâhza hîç âzad ey bî-dâd Esrar Dede kenâr-ı havz-ı rütbet Rütbe havuzunun kenarı. Kenâr-ı havz-ı rütbette bitiptir veche-i ismet Semer verdi nice türlü beyâz ü hazr ü âlından Muradî Sultan III. Murat bitiptir bitmiştir. kenâr-ı mâder Annenin kucaklaması. Arif ol, ârif ki, asla farkı yoktur ârife Kûşe-i lâhdin kenâr-ı mâder ügeyvareden Muallim Naci kenâre 1. Kenar, kıyı. 2. Kucak. 3. Kayış asılan çengel. Yaşım suyu oldu vara vara Bir bahre ki yok ona kenâre Fuzûlî kene Far. İnsan veya hayvanın vücuduna yapışıp kanını emen bir cins bit. Emiyor fırsatı bulmuş yapışıp hem ne emiş Kene bir şey mi aceb, âh o ne doymaz şeymiş Mehmet Akif kenef Ar. 1. Taraf, yan, canip, orta. 2. Hela. c. eknâf. eknâf Kenef’ler, ortalar. yanlar. Erişe müjde-i feth ü zafer etrâf u eknâfa Tuta dünyâyı hepgül-bâng-ı kûs-ı nusret âvâzı Nef’î eknâf-ı Haleb Haleb’in ortası. Zülkfün kokusu müşg olup nâf-ı Haleb’te Rağbet mi kodu anbere eknâf-ı Haleb’te Şeyhülislam Yahya kenîsa, kenîsâ, kemse Ar. Kilise. Rad-ı tekbîr kopup gitmelidir bâng-ı ezan Dâr-ı küffârda meşhûr kenîsâya kadar Yahya Kemal kenîz, kenîze, kenîzek Far. Kız, cariye, halayık. Kenizek de küçük cariye, halayık yerine kullanılır. c. kenîzegân. Yok kenîzekte hele bir mahzûr Tâzeden tâzesin al eyle huzûr Nâbî kenîzegân Hizmetçiler. Tâze kenîzegân ise incizab-ı dil Bî-tâblıkta fevt olur onun da lezzeti Nâbî kenûd Ar. 1. Nankör, iyilik bilmez. 2. Günahkâr, âsî. 3. Cimri, tamahkâr. Teşebbüs etse eğer dâmen-i şefâatine Harîm-i rahmete medhal bulurdu dîv-i kenûd Sâbit kenz Ar. 1. Altın, gümüş gibi kıymetli şeylerin saklandığı sandık. 2. Toprağa gömülen para, hazine. ”El-kanâat ü kenzün lâ-yefnâ” kanaat tükenmez bir hazinedir. c. künûz, künûzât. Bir kerre bu kenze nâil oldum Bir başka cihâna vâsıl oldum Ziya Paşa kenz-i âlem Âlemin hazinesi. Mutahhardır eyâdî-i ehl-i dil çirk-âb-ı âlemden Verilse kenz-i âlem ser-be-ser, dirhem kabûl etmez Esad Selanikli Mehmet Dede kenz-i a’zam En büyük hazine. Bâbı sensin cümle ilmin şehri şâh-ı Mustafâ Kenz-i a’zam kapısın buldu cemâatMurtazA Ümmî Sinan kenz-i fırsat Fırsat hazinesi. Rind olan yeksân bilir hicr ile devr-i vuslatı Pûla saymaz hâl-i hirmânında kenz-i fırsatı Ebubekir Sâmi Paşa kenz-i kanâat Kanaat hazinesi. Biz kenz-i kanâatle fenâ mülküne şâhız Erbâb-ıgınâ bende-i tahsîl-i teemmül Cinânî kenz-i lâ-yefnâ Tükenmez hazine. Dehri pür-gevher eder noksan-pezîr olmaz yine Bahr-i zehhâr-ı kerem mi kenz-i lâ-yefnâ mıdır Yenişehirli Avni kenz-i mahfî Bir kudsî hadiste “Ben gizli bir hazine idim bilinmemi istedim, bundan dolayı ki halkı yarattım, yokken var ettim. ”anlamına gelen hadisin kısaltılmışı. Kendini bildirmek için “Kenz-ı Mahfî” etti zuhûr Etmedi var hazret-ı Hak cinn ile insânı abes Zâtî Cümleten bir kenz-i mahfîdir nihân-ender-nihân Pes nihâd olgıl ki bu remzi ayân şerh eylemez Muradî Sultan II. Murat olgıl ol. kenz-i medfûn Gömülü hazine. Gerçi vîrân-şüde-i dest-i taaddî-i gamım Lîk var dilde nühüfte nice kenz-i medşûn Münif kenz-i mübhem Gizli hazine. Bende mahfî oldugaybü’l-gaybın esrâr hemîn Bendedir sırr-ı emânet ona kenz-i mübhemim Niyazi kenz-i pür-hürmet Hürmet dolu hazine. Türâbım kesbedip kıymet, olup bir kenz-i pür-hürmet Hayâlim dâimâ tâze, şebâbım dâime eşzûn Abdülhak Hâmit kenz-i vücûd Vücut hazinesi. Bir kenz-i vücûda dalarak bahr-i ademde Şöyle olayım mest-i mey-i cân-ı mahabbet Âdile Sultan künûz Kenz’ler, hazineler. San’at der-i izzetinde bende Miftah-ı künûz-ı rûh sende Tokatlızâde Şekip Lafzı rumûzu mahzen-i esrâradır künûz Ayağı tozu dîde-i ervâha tûtiyâ Nizamî Muhtecibtir şerm-i isti-yı fikrimden guyûb Muhtefîdir reşk-i istiğnâ-yı tab’ımdan künûz Muallim Naci künûz-ı gayb Bilinmeyen hazineler. Mezad olunsa eğer şemme gird-i râhından Künûz-ı gayb olur ferş-i kûçe vü bâzar Ziyâ Paşa künûz-ı ma’rifet Marifet hazineleri. Sendedir kufl-i tılsımât-ı künûz-ı ma’rifet Sendedir yarlığı fermân-revâ-yi iklîm-i şân Ziya Paşa künûzât Künûz’lar. cem’in cem’i Güncîde durur hırkamız altında künûzât Dervîşleriz gerçi nazarda fukarâyız Ziya Paşa kepâde Far. Ok. Elimde kavs-i kasîde kepâde olmuştur Kepâdemi çekemez lîk değme bir kavvâs bağdatlı Ruhi kerâhet Ar. 1. İğrenme, tiksinme. 2. İstemeyerek, baskı ile yapma. Kerâhettir mey içmek diye esrâra rızâ verdin Hezâr ahsente sûfî haylice re’y-i savâb olmuş Avnî kerâmet Ar. 1. Ermişçesine yapılan iş, hareket veya söz. 2. Kerem, bağış. c. kerâmât. Hırka vü tâc ile zâhid kerem et sıkleti ko Ademe cübbe vü destâr kerâmet mi verir Şeyhülislam Yahya Kerâmet bu yeter ışka ki gördün ârız-ı yâri Vilâyette Behiştî gözgüsü olduk bugün Rûm’un behiştî gözgü ayna Cifr ise ehl-i kerâmet işidir Kim görür ehlin onun kim işitir Sünbülzade Vehbi Bir söz dedi cânân ki kerâmet var içinde Dün geceye dâir bir işâret var içinde Nedim kerâmet-pîşe Keramet gösteren. Hakîm-i endîşe şâirdir kerâmet-pîşe sâhirdir Tefekkürde Felâtûndur tekellümde Mesîhâ’dır Nefi kerâmât Kerâmet’ler. kerâmât-fürûş Kerametler satan. Nüshan maraz-ı aşka ilâc eylemedi hîç Ey şeyh-i kerâmât-fürûş ez de suyun iç Sâbit kerân Far. Uç, nihayet, kenar; serhat, sınır boyu. yalnız “bî-“ ile kullanılır. bî-kerân Uçsuz, bucaksız. Kşver-i câh-ı celâlindir o mülk-i bî-kerân Kim onu tayyetmeğepeyk-i kader edip şitâb Nef’î kerb, kürbet Ar. Kalbi sıkan hüzün, keder ve kaygı. Sabr-ı dil-ı Hüseyin görün KerbelA’da kim Cân verdi teşne-leb demedi hîç bu kerbe lâ Hamdullah Hamdi kerb-i şedîd Şiddetli kaygı. Onulur yara, ferâmûş olunur hâl midir Böyle bir zahm-ı ciğer-sûz ile kerb-i şedîd Yenişehirli Avni Nasîbimiz bu fenâ yerde sehm-i kürbet imiş Kemân-ı çerh bizi attı bir diyâra dahi Lâ kürbet-i gurbet Gurbet kaygısı. Ben kürbet-i gurbet içre bî-tâb Sen zevk u safâdaşen, ferah-yâb Şeyh Galip Kerbelâ Ar. Irak’ta Bağdat dolaylarında Hz. Hüseyin’in şehit edildiği ve türbesinin bulunduğu yer. Cibrîl var haber ver Sultân-ı enbiyâya Düştü Hüseyn atından sahrA-yı Kerbelâ’ya Kâzım Paşa Sabr-ı dil-ı Hüseyin görün Kerbelâ’da kim Cân verdi teşne-leb demedi hîç bu kerbe lâ Hamdullah Hamdi Metâ’-ı hûn-ı azîzana müşterî olma Bu Kerbelâ’da olan bey’ men yezîd midir? lâ bey’ men yezîd artırma ile satış Kerbelâ-yı aşk Aşk Kerbelası. Teşne-i tîğin kalır cân-ı vefâ-perverine Kerbelâ-yı aşkı seyr eylesem kanımla ben Muallim Naci kerbelâ-yı gam Gam Kerbelası. Nakd-i cân nezrini kurbânına uydur yola gir Kerbelâ-yı gama gel sen dahi âşûr eyle Hayâlî Bey kerem Ar. 1. Cömertlik, lütuf, el açıklığı, bağış. 2. Asillik, soyluluk. Hırka vü tâc ile zâhid kerem et sıkleti ko Ademe cübbe vü destâr kerâmet mi verir Şeyhülislam Yahya Kerem erbâbına vermezdi atâya növbet Zevkini bilse bahîlân dahi bezl-i diremin Sünbülzade Vehbi Gel murâdın cân ise olmaz dirîğ ey çerh-i dûn Ben kerîmim hasma ihsân ü keremdir âdetim Namık Kemâl kerem-i âlem Âlemin cömertliği. Bî-nihâye kerem-i âleme şâmil mi değil Yoksa âlemde kulu âleme dâhil mi değil Şinasi kerem-i bî-nihâyet Sonsuz cömertlik. Masrûf-ı cebr-i hâtır-ı ehl-i niyâzdır Lutf-ı dem-â-demin kerem-i bî-nihâyetinde Nâilî kerem-i kîse-i erbâb-ı recâ Ümit sahiplerinin kesesinin cömertliği. Hâk-i harem-i menşe’-i ikbâl-i ekâbir Ceyb-i kerem-i kîse-i erbâb-ı recMır Nef’î kerem-i Mevlevî Mevlevi cömertliği. Esrâr matbah-ı kerem-ı Mevlevî’ye bak Kerrûbiyânı eylemiş âteş-perest-i aşk Esrar Dede kerem-i Rabb-i Celîl Büyüklük sahibi Allah’ın cömertliği. Ona bir necl-i asîl etti kerem-ı Rabb-ı Celîl Kıldı gül-deste ile san onu tayyib-i hâtır behçet kerem-i sufra-keş-i halk-ı cihân Dünya halkının sofra çeken cömertliği. Pehlevân-ı kerem-i sufra-keş-i halk-ı cihân Kahramân-ı gazab-ı râyiz-i yek-rân-ı felek Nef’î kerem-i şehsüvar-ı âlem Âlemin en iyi ata binen cömerdi. Ehl-i kân-ı kerem-i şehsüvâr-ı âlem Hüsrev-ı Cemşiyem İskender-i iklîm-küşâ Nef’î kerem-dîde Cömertlik görmüş. Ale’l-husûs ki bu bende-i kerem-dîden Bu çâkerin bu kemînen bu abdi zâr ü nizâr Nedim kerem-fermâ Cömertlik emreden. Hamd-i bî-had o kerem-fermâya Ki onun nimetidir bî-gâye Sünbülzade Vehbi kerem-ger Cömertlik yapan. Ömr-i atvelle muammer olsan Adl ü dâdınla kerem-ger Dârâ Şerif kerem-girdâr Cömertlik âdeti. Şeh-i yek-tâ-yı mihr-i burc-ı devlet âfitâb-ı cân Visâl-i kurb-ı Hak lutf u kerem-girdârına mahsûs Âdile Sultan kerem-güster Kerem sahibi, cömert. Aceb tevfîka mazhar oldun ey sadr-ı kerem-güster Ki sana Hak müyesser kıldı böyle nâm-ı vâlâyı Nedim kerem-kâr Kerem eden, lütfeden. Sen ol vezîr-i kerem-kârsın ki âlemde Kemâl-i cûd ile zât-ı kerîmin oldu alem Nedim kerem-pîşe Cömertliğe alışmış. Hikem-âmûz u sühansenc ü maârif-perver Şefkat-endîşe, kerem-pîşe, dilîr ü akal Lâ kerem-şiâr Kerem gösteren. Affet beni ey kerem-şiarım Yoktur onu terke iktidârım Todadizâde Şekip Bey kerem ü lûtf Lütuf ve kerem Kesmem ümmîdimi ihsân-ı Hudâ’dan zîrâ Kerem ü lutfu füzûndur benim ümîdimden Nâbî Kerem ü lûtfun ümîdinde kunûtum yoktur Gerçi ben bende-i âsî değilim ehl-i kunût enderunlu Fazıl kerîm 1. Kerem sahibi, cömert. 2. Şerefli, soylu. 3. Ulu, büyük. Allah’ın sıfatlarından. c. kirâm. Gel murâdın cân ise olmaz dirîğ ey çerh-i dûn Ben kerîmim hasma ihsân ü keremdir âdetim Namık Kemâl Ömer de kim? Benim ondan daha kerîm adamdı babam Ölür de yüz suyu dökmem sizin Halîfenize Mehmet Akif kirâm Kerim’ler. Soydan gelen soylu kimseler. 2. Cömertler, eli açıklar. Hâdim-i halka-be-gûş dürrü sâdât-ı kirâm Bende-i bar-gehi cûdî hezârân çelebi Nazîm Yahya kerîme 1. Kız çocuk. 2. Kur’an’ın ayetlerinden her biri. 3. Kıymetli ve seçilmiş şey. Verirdi mâ-melekin bezl için kerîme leîm Ederdi hizmet-i rindânî şevkle zühhâd Nef’î Re’yim olamaz bunda serim olsa cerîmem Mîr-ı Hasan’ın zevcesidir çünki kerîmem Abdülhak Hâmit kerges, kerkes Ar. Akbaba. c. kerkesân. Cîfe-i dünyâ değil kerkes gibi matlûbumuz Bir bölük ankâlarız Kâf-ı himmeti besler hezârân Zâl-i zer Şeyhülislam Yahya Koca kerkesler ile konuşup uçmaktan ise Yavru şâhînler ile kanlara boyanmağ yeğ Amrî Abdülkerim Oğulluğu kerkesân Akbabalar. kerkesân-ı çarh Feleğin akbabaları. Bulsa ger zîr-i cenâh himmetinde perveriş Nâz ederdi kerkesân-ı çarha bir kem-ter hamâm Üsküdarlı Hakkı Bey kerîh Ar. Kerh’ten; çirkin, iğrenç, menfur. Ahger ola sefîh-i ser-keş Etvârı kerîh ü hulku A-hoş Fuzûlî Dinleme öyle kerîh akvâli Uğrasın başına sûhâli Sünbülzade Vehbi Halka bildirme bu dünyâyı kerîh İlm ile ma’rifet eyle tenbîh Abdülhak Hâmit kerîh-manzar Çirkin görünüşlü. Sûfî cemâl-i yâra ne yüzle baka bilir Almaz eline çünkü kerîh-manzar âyîne Necati Bey kerîm, kerîme bk. kerem. kerm Ar. Üzüm çubuğu, asma, asma kütüğü. c. kürûm. Yek bîhten demîde olurken nihâl-i kerm Düşâb ügûre sirke vü mey imtiyâzda Nâbî kerrâke Ar. Yünden ve softan yapılmış ince cüppe. Ne gördüm ol büt-i nâzende nîm-mest olmuş Kolunda dâmen-i kerrâke elde bir gül-i al Nedim kerrâr Ar. Kerr’den; savaşta düşmana döne döne saldıran. Hz. Ali’nin lakabı Haydar-ı Kerrar Benim olHaydar-ı Kerrâr-ı ma’nâ kim hicvimden Dilîrân-ı hayâle teng olur endîşe meydânı Nef’î kerrâr-ı vegâ Savaşın döne döne saldıranı. Merd-i ejder-dil ü kerrâr-ı vegâ kim rezmi Arsa-i âlemi pür-âteş-i sûzân eyler Cevrî İbrahim Çelebi kerrât bk. kerre. kerre Ar. Defa, birçok kez. c. kerrât. Sormadın hastanı rahmeylemedin bir kerre Nicedir hâli diye söylemedin bir kerre Veysî Alaşehirli Üveys Kadı Kaç Süleymân’a firâş olduğunu anlar idin Ah bir kerre dile gelse bu sahrA-yı ketûm Yenişehirli Avni kerrât Kerre’ler, defalar. Aşk câmı râh-ı vahdetle leb-â-lebtir henüz Gerçi kerrât ile Arifler onu nûş ettiler Bağdatlı Ruhi Varı kerrât ile yok olmuştur Onu soymuştu ba’zı mücrimler Abdülhak Hâmit kerrûbî Ar. Meleklerin büyüğü, en büyük melek. c. kerrûbiyyûn. Farsça cem’i kerrûbiyân kerrûbiyân Büyük melekler Cebrail, Mikaîl, İsrafil ve Azrail. Nağme-ı Cebre’îl’dir nağme-i büt-perestleri Şenşene-i kerrûbiyân velvele-i derâları Esrar Dede Şeşcihetten rûz u şeb kerrûbiyân eyler tavâf Mescid-ı Aksâ mıdır ya KA’be-i ulyâ mıdır Yenişehirli Avni Ol şâh ki tahtı lâ-mekândır Cârûb-keşi kerrûbiyândır Şeyh Galip kerrûbiyân-ı beka Kalıcı büyük melekler. şâh-bâz-ı fenâyız ki lâ-mekân içre Kerrûbiyân-ı bekâyı şikâra dekgideriz Esrar Dede kes Far. Kimse, kişi. c. kesân. Nikât-ı nüsha-i hüsne o kes ki vâkıf olur Edeble bûse-zen-i dâmen-i mesâhif olur Nâbî kesân Kes’ler. kimseler, insanlar. Kendi aybından olur rûy-nümâ ayb-ı kesân Olsa âyîne şikeste olur endâm şikest koca Ragıp Paşa ke’s Ar. 1. İçi dolu kap, çanak. 2. Kadeh, bardak. 3. Şarap dolu kadeh, bardak. c. küûs. ke’s-i dehak İçi dolu kadeh. Lebin hayâli ile bâde-nûş olan âşık Eder mi meyl-i şarâb-ı tâhûr u ke’s-i dehak nevres-i Kadim küûs İçi dolu kaplar, çanaklar. Hûn-ı kebûter ile pür olur yine küûs Devr-ipiyâlegöstere mi dîde-i horos Bâkî kesâd Ar. 1. Alışverişte görülen durgunluk, sürümsüzlük. 2. Yokluk, kıtlık. Etme bâzar-ı cihâna bir alır gözle nazar Kimi hem-dest-i revâc ü kimi hem-gerd-i kesâd Nâbî Kelle-i uşşâk satılmaz kesâdı var katı İşlemez oldu mahabbet şehrinin ser-hânesi Hayâlî Bey Tâc u tesbîh u asâ bâzarına erdi kesâd Rind ü rüsvâ vü melâmet bâde-nûşan devridir Gaybî Revâc-ı ilm ü kemâl olsa ger kesâdı kadar Ererdi devlete ehl-i hüner murâdı kadar Namık Kemâl kesâfet Ar. 1. Sıklık, dolmuşluk. 2. Saydam olmama, bulanıklık. 3. Kalabalık, çokluk. fiz. Yoğunluk, koyuluk. Çöz düğmelerin gör ne letâfet var içinde Teşbîh edemem mâha kesâfet var içinde Kâmî Edirneli Tazyîkinin altında silinmiş gibi eşbâh Bir tozlu kesâfetten ibâret bütün elvâh Tevfik Fikret kesîf 1. Sık, çok. 2. Yoğun, kalın, kaba. 3. Saydam olmayan. 4. Koyu. Zulümâtın arasından çıkarır nûr-ı latîf Dahi envârn içinden yaratır zıll-ı kesîf Ş’rnasi Solgun bakışlarıyla, semâ-yı kesîfinin Teşyî’ eder gibiydi uzak bir sehâbını Tevfik Fikret Mukaddesâtını tesbîte uğraşıp durdu Mücerredât-ı kesîfiyle bir cihân kurdu Mehmet Akif kesân bk. kes. kesb, kisb Ar. Çalışıp kazanma, elde etme, sahip olma. Vüfûr-ı kâbiliyyet dâd-ı Haktır kesb ile olmaz Bi-hamdillâh Cinânî buldum ol dâd-ı İlâh’ı ben Cinânî Ne kesb ettim hayâtımdan bu bender-gâh-ı fânîde O da nisyâna merhûn, âh boş bir nâmdan başka Muallim Naci Ferâmûş edip kesbini kârnı Bitirdi iki günde hep varını Keçecizade İzzet Molla kesb-i fazâil Faziletler kazanma. Ömrümü kesb-i fezailde abes harc eyledim Cehl ile unvân bulup âlemde dil-şâd olmadım Sadi Çelebi kesb-i gubâr-ı reh-güzâr Geçilen yol tozunun kazanılması. Murâdımgiryeden kesb-i gubâr-ı reh-güzarndır Gözüm yaşı dem-â-dem çihremi bî-hûde nem kılmaz Fuzûlî kesb-i huzûr Huzur elde etme. Böyle lütfun kim eder şükrünü îfâda kusûr Sâyesinde o kadar etti cihân kesb-i huzûr Ziya Paşa kesb-i hüner Hüner kazanma. Sa’y etmeli tahsîl-i kemâlâta taabla Ahlâk ü edeble Kesb-i hüner ü feyz-i cihân bî-taab olmaz Olmazgözüm olmaz Aü Emirî Emirîzade Emirî kesb-i hürmet Hürmet kazanma. Her kim ki o şer’a hidmet eyler Dâreynde kesb-i hürmet eyler Ziyâ Paşa kesb-i ihtisâs İhtisas kazanma. Olamaz âlemde onsuz bezm-i hâss Eylemiş her bezme kesb-i ihtisâs Ziyâ Paşa kesb-i kemâl ü hüner Hüner ve marifet kazanma. Bed-baht ona derler ki elinde cühelânın Kahr olmak için kesb-i kemâl ü hüner eyler Şinasi kesb-i maârif Bilim kazanma. İtlâf-ı vakt eyleme fasl-ı şebâbda Kesb-i maârif eyleyegör kâr vaktidir Vâsık İstanbullu Ahmet kesb-i meâl İlmin en yüksek mertebesine erişme. Mıkdâr-ı meşâkagöredir kesb-i meâli Terk etmelidir hâbı heves-kâr-ı teâlî Muallim Naci kesb-i melâl Üzüntülü olma. İnsân ona derler ki ede kalb-i rakîki Alâm-ı benînev’i ile kesb-i melâl et Ziya Paşa kesb-i neşât Neşe kazanmak. Bulmam safâ-yı kalbi bir bâde olmayınca Kesb-i neşât olmaz tâ perde-râz olmayınca Âdile Sultan kesb-i nûr-ı ma’rifet Marifet ışığını kazanma. Adile kıl meclisinde kesb-i nûr-ı ma’rifet Hâtır-ı pür-zulmeti tenvîr eder hey’ettir aşk Âdile Sultan kesb-i râhat-ı ukbâ Âhiret rahatını kazanma. Ne cem’-i servet-i dünyâ ne kesb-i râhat-ı ukbâ Bu bâzar-ı fenâda Akifâ hüsrândır feryâd Akif Paşa Mısır Vâlisi Mehmet kesb-i şân Şan kazanmak. Olmayınca nef’i fevka’l-bahre kesb-i şân için Şark filosun Rusya tahted-bahre tebdîl eyledi Tahirü’l Mevlevi kesb-i şöhret Şöhret kazanma. Aslı yok Anka gibi mechûlü olma herkesin İlm ile ma’lûm-ı âlem ol da kesb-i şöhret et Enderunlu Vâsıf kesb-i yakîn Sağlam kazanç. Kesb-i yakîne âdem için yoktur ihtimâl Her idika-. d akla lgöre gâib-ânedir Muallim Naci kisb-i yed El işi. Kisb-i yeddir denilir başa gelen insânın Safha-i kefte hat-i cebhesi mersûmgibi Nedim kesb-i zarâfet İncelik kazanma. Her güzelle salınan kesb-i zarâfet edemez Her Gül-istân okuyan sanma ki hep şâ’ir olur Âhi kesel, keselân Ar. Gevşeklik, üşenç. Gelir şevke kesel neyl-i visâl-i yârden sonra Olur ârız girânlık sâime iftârdan sonra Nâbî Azâde-serimgâile-i şevk u keselden Mâdemâ ki encâm-ı havâdiste fenâ var Abdülhak Hâmit Elhân duyulmadıkça belâgat girân gelir Lâf ü güzâftan mütehassıl kesel gibi Yahya Kemal kesel-nâk Uyuşuk, gevşek. Aşık gam-ı dehr ile kesel-nâk olur mu Çalınmadı mıgûşuna kânûn-ı mahabbet Behiştî kâsil Gevşek davranan, üşengeç, tembel. Sağlam insânda kesel küfrândır Kâsilin durduğu yer vîrândır İsmail Safa kesîf bk. kesâfet. kesîr Ça bk. kesret. kesr Ar. Bozma, halel gelme; kırma, kırılma. Nâmûs-ı aşka kesr verir hâhiş-i visâl Bir lokma ile bozmayalım iştihâmızı Nâbî Kase-i dil hasret-i meyden ko olsun münkesir Nuri kesri iste mazmûm olasın cânâne sen Nuri kesr-i hâtır Gönül kırma. Çerhin hilâf-ı devri var ammâ senin gibi Uşşâka kesr-i hâtır ile müttehem değil Nâbî kesr-i kadr Kıymeti yok etme. Kemâl erbâbı kesr-i kadr ile bî-i’tibâr olmaz Zer-i hâlis şikeste olsa da nâkıs-ıyâr olmaz Sünbülzade Vehbi kesr-i nefs Nefsi kırma. Kimsenin medhine mağrûr olma Kesr-i nefs eylemeden dûr olma Nâbî kesr-i şân Şöhreti yok etme. Lütfun olursa ger sühan pest-pâyesi Nazm-ı bülend-i muhteşeme kesr-i şân verir Nef’î kesret Ar. 1. Çokluk, bolluk, ziyadelik. 2. tas. Kalabalık. Mevc-i kesret nev-be-nev hep bahr-i vahdetten gelir Alem-ı İmkân her var vâhidiyyetten gelir Aczî Mirzade Mustafa Ağa kesret-i bârân-ı gam Gam yağmurunun çokluğu. Kesret-i bârân-ı gamdan oldu bu gül-şen-i harâb Meyve-i ümîdi gâyet bozdu lezzet kalmadı Hâletî Azmizade kesret-i mey İçki bolluğu. Kesret-i meyden sudâ’ erip namâza çıkmadı Zâhid-i hod-bîn bu özrüyle meğer ma’zûrmuş Avnî kesret-i peykân Okların çokluğu. Kar-ger düşmez hadeng-i ta’ne-i düşmen bana Kesret-i peykânın etmiştir demirden ten bana Fuzûlî kesret-i reng-i mezâhir Görünen rengin çokluğu. Kesret-i reng-i mezahir mâni’-i vahdet değil Sad hezârân necm olur ammâ ki mâh olmaz iki Namık Kemâl kesret-i vahdet Birlik çokluğu. Kesret-i vahdetten ey dil ayn-ı vahdettir garaz Kalbi tathîr etmedenyenbû’-ı hikmettir garaz Bursalı İsmail Hakkı kesret-i yârân Sevgililerin çokluğu. Arif-i vahdet olup kesret-i yârândan geç Razî-i kısmet olupgayret-i akrândan geç Lâ kesret-gâh tas. Dünya. Denir mi zâtını tevhîdden âsâr hâlîdir Bu kesret-gâh nûr u vahdet-i zâtınla mâlîdir Tevfik Fikret kesret-nümâ Çokluk gösteren. Bü’l-aceb mecmûa-i kesret-nümâdır kâinât Cümleninşîrâze-i cem’iyyet eczası bir Hersekli Arif Hikmet kesîr Çok, bol. Lâfzı endek ola ma’nâsı kesîr Etmeye kimseyi aslâ tekdîr Nâbî kesîr ü kalîl Az ve çok. Ne ola sabr ile şevkinden özge Amînin Kabûl eyle budur varı ger kesîr ü kalîl Avnî-keş Far. “çeken, çekici” anlamında birleşik sıfatlar yapar. c. keşân. ârzû-keş İstekli, hevesli. ârzû-keş-i sîm ü zer Altın ve gümüş isteklisi. İki cihânda budur ârzû-yı cân u dilim Ne ârzû-keş-i sîm ü zerim ne tâlib-i hûr Yenişehirli Avni bâde-keş Şarap içen. Ne rind-i bâde-keşiz Nâilî ne zahid-i huşk Bize ne mey-kede ne hân-gâh lâzımdır Nâilî belâ-keş Bela çeken. Merd-i bî-kayda belâ-keşlikdedir ârâm-ı dil Yoksa çoktan terkederdim cânı da cânânı da şeyh Galip cârûb-keş Süpürücü. Nereye gitse o mâh karşı Perçem-i hûr idi cârûb-keşi Hakanî cefâ-keş Sıkıntı çeken. Cefâ-keş olanda cefâ tümen tümen Sabır kılıcını boşa çalma hemen Fethi Atâ cemmâze-keşân Hızlı giden dişi develer. Sadr-ı Cem pâyına cemmâze-keşân eflâk Eylemiş kayd-ı ikbâline teslîm-i zemân Nef’î çille-keş Çile çeken. Nefsi riyâzet ile tutar çille-keş olan Nerm eyler esb-i serdi inânın sıkıntısı Arif Mütercim-ı Arabî Reisilküttâb Mir dâg-keş Yara açan. dâg-keş-i fülfül-i hâl Ben’in karabiber gibi açılan yarası. Bu ne ândır ki melâhetle nemek-dân-ı lebin Hindû-yı dâg-keş-i fülfül-i hâl etti beni Nevres-i Kadim dâmen-keş Etek çeken. mec. Nazlı nazlı yürüyen. Zirve-i şâhta dâmen-keş olan mîve-i nâz Ahir üftâde-i habs-i şikem olmaz da ne olur Nâbî defter-keş Defter çeken, defter süsleyen. defter-keş-i meâyib-i nâs İnsanların kusurlarını yazan, gören. Defter-keş-i meâyib-i nâs ol, merd isen Kıl zâtını nazarlara mecmûa-i edeb Nedim dem-keş Bülbül gibi uzun uzun ötme. Gûş-ı câna subh-dek her şeb sadâ-yı Hû gelir Burc-ı tende dil değil bir mürg-ı dem-keş var gibi Âsım Çelebizade Şeyhülislam İsmail deryâ-keş Çok içki içen. Bir zemân Rûm’da deryâ-keş idik ey sâkî Şimdi İrân’da kanâat ederiz çay ile biz Râşid Molla Feyzizâde Müverrih Mehmet dil-keş Gönül çekici. Ma’nâsı latîf lafzı bî-gışş Mazmûn-ı nev insicâmı dil-keş Ziyâ Paşa dûd-keş Duman çeken. Aşıkıngönlü kararır dem-be-dem etmezse âh Dûd-keş olmayıcak yalın evi kılar siyâh Necati Bey dürd-keş Şarap tortularını içen. Dem olur kûy-ı harâbâtta bir dürd-keşin Çarh-ı çârimde Mesîhâ eremez pâyesine Hayâlî Bey esrar-keş Esrar çeken. Esrâr-ı kâinâtı esrâr-keş ne bilsin Muallim Naci firkat-keşân Ayrılık çekenler. Alınmaz zevk-ı câm-ı vasl-ı bî-hamyâze-i hicrân Alan firkat-keşândır lezzetin vakt-i mülâkâtın Nâbî gayret-keş Gayret çeken, çaba harcayan. Cümle âlem bize gayret-keş iken lâyık mı Olalım pençe-i nâ-ehilde pâ-mâl-i sitem Nâbî gerden-keş Boyun çekici. mec. inatçı. c. gerden-keşân. Ne mülk-ârâ ki bu tedbîr-i sâib Ne katı seyftir gerden-keşâna Enderunlu Fazıl gerden-keşân Boyun eğenler. gerden-keşân-ı âlem Âlemin itaatlileri. Emrine râm etti hepgerden-keşân-ı âlemi Şimdi devletle odur mâlik rikâb-ı rûzigâr Nef’î hamyâze-keş Esneyen. Oldu hamyâze-keş dehân-ı devât Ahir-i nazm dâstânımdır Riyazî hased-keş Kıskanan. Bize rakîb-i hased-keş idi bütün âlem Sana muhabbet ile iştihârımız var idi Ziyâ Paşa hasret-keş Hasret çeken. Lâubâlî vaz’-ı râhat-bahşa mâni’dir hıred Bunda hasret-keş olur zevk-ı cünûna hûşlar Koca Râgıp Paşa kadeh-keş Kadeh kaldıran. Nizam-bend-i şühûd olalı bu bezm-i cihân Ne rindler ne kadeh-keşler ettiler güzerân Lâ kemân-keş Okçu, ok atan. Kimi yayı öptü, kimi fırlattı En er kemân-keşe yetti üç atım Yahya Kemal keş-â-keş Çekişme, mücadele. Reşk-i ruh-ı âlinle gül âteşlere düşmüş Mey hasret-i la’linle keş-â-keşlerle düşmüş Nâbî leşker-keş Asker çeken, asker idare eden. leşker-keş-i livâ-yı belâ Bela sancağını askerin önüne çeken. Sînemde kıl nazar elif ucunda dâgıma Leşker-keş-i livâ-yı belâya livâ budur Hayâlî Bey melâmet-keş Aşağılanan. melâmet-keş-i ışk Aşk yüzünden aşağılanan. Hâlâ ki biz üftâde-i hûbân-ı Dımışk’ız Ser-halka-i rindân-ı melâmet-keş-i ışkız bağdatlı Ruhi mey-keş İçki içen. Ne sâfî bâdesi ne gerdiş eyler câmı kalmıştır Harâbâtın miyân-ı mey-keşânda nâmı kalmıştır Üsküdarlı Hakkı Bey mıstar-keş Cetvel çeken. mıstar-keş-i sahîfe-i âsâr Eserlerin sayfasına cetvel çeken. Dülbend-i ebri barmağına sarmasın hilâl Mıstar-keş-i sahîfe-i âsârmız değil Nâbî mihnet-keş Sıkıntı çeken. Sabr eder cevrine Rûhî dediler dedi o şâh Kulumuzdur biliriz biz onu mihnet-keştir Bağdatlı Ruhi minnet-keş Yapılan iyiliği başa kakan. minnet-keş-i ihsân İyiliği başa kakan. Her ne mihnet çektirirse râzıyım Cevrî bana Tek hemân minnet-keş-i ihsânı nâ-dân etmesin Cevrî İbrahim Çelebi mühre-keş Mühre çeken. Olup Hûrşîd ü mehden mühre-keş evrâk-ı eflâke Hutût-ı rûz u şebden nüsha-i sun’ eylemiş inşâ Nâbî nevâle-keş Yiyecek çeken, yiyecek taşıyan. nevâle-keş-i hân-ı enbiyâ Nebiler sofrasına yiyecek taşıyan. Efsûs ömr-i telh-mezakân-ı âleme Cibrîl iken nevâle-keş-i hân-ı enbiyâ Nâbî peymâne-keş İçki içen. peymâne-keş-i mest-i müdâm-ı dü cihân İki cihanın devamlı içki içeni. Biz velvele-i aşka düşen Mevlevî’yiz Peymâne-keş-i mest-i müdâm-ı dü cihânız Esrar Dede pîş-keş Hediye, armağan. Kasr-ı firkatte eyâ hâce hayâl-i kalbin Pîş-keş çekti gönülşâhına bir kıymetî taş Enverî piyâle-keş İçki içen, kadeh kaldıran. Piyâle-keşliğimiz muktezâ-yı meşrebtir Cihânda çektiğimiz hep belâ-yı meşrebdir Resîm Mustafa Çelebi rakam-keş Rakam çeken, yazı yazan, çizgi çizen. Olmaz ruh-ı bütâna rakam-keş kalem abes Çekmez beyâza kâtib-i kudret rakam abes Nâbî râyet-keş Sancak çeken. râyet-keş-i adâlet ü insâf İnsaf ve adalet sancağını çeken. Rayet-keş-i adâlet ü insâf kahrede Dahhâk-i zulmü Gâve-i âhen-gerângibi Nâilî sâgar-keş Kadehle içen, kadeh kaldıran, kadeh çeken. sâgar-keş-i derd-i nifâk İki yüzlülük sıkıntısıyla kadeh kaldıran. Basma bezm-i sohbet-i ehl-i hevâya hîç ayak Kılmasınlar tâ seni sâgar-keş-i derd-i nifâk Âgâh Osman Paşa Trabzonlu sebû-keş Testi çeken, içki dağıtan. Gerçi bu hum-hâne-i dehrin sebû-keş rindiyiz Bilmedik ammâ ki sahbâ-yı safa keyfyyetin Nâbî ser-keş Baş çeken, asi. Olur her tünd-hûy ser-keşi bir râm eder düşmen Ne denlü saht ise âteşle lâ-büdd nerm olur âhen Râşid Molla Feyzizâde Müverrih Mehmet sıklet-keş Yük taşıyan, ağırlık çeken. Çâbük-ter olduğun gam-ı nâ-geh-res-i heves Sıklet-keş-i misâfr-i bîgâh olan bilir Nâbî sîm-keş Sırma çeken, sanatkâr. Haddeden tel gibi çektin kendine târ-ı dili Ey cüvân-ı sîm-keş sat âferîn üstâdına Seyyit Vehbî sipeh-keş Asker başı çeken, başkomutan. Olmaz sahâyifn yine kadr-i bülendi pest Saff-ı sipeh-keş-i kaleme pây-mâl iken Nâbî sitem-keşân Zulüm çekenler. Ne denlü câme-i nahvet olursa teh-ber-teh O denlü serdî-i âh-ı sitem-keşân geçiyor Râmî Mehmet Paşa sürme-keş Sürme çeken. Mihr ü mâhı çarh edinmiş gece gündüz döndürür Rişte-i ömrüne gerdûn halkın olmuş sürme-keş behiştî şîre-keş Şıra içen. Bengî ketm eylemez esrârın Şîre-keş tatlı sanır güftârın Sünbülzade Vehbi ter-keş, tîr-keş Ok kabı. Bu zahm-ı aşkıma bâdî nigâhım olmuştur Yine bu tîr bana kendi ter-keşimdendir Nâbî terâne-keş Nağme eden, şarkı söyleyen. Anâdil etti beyân-ı merâtib-i nagamât Kumâr oldu terâne-keş ü sürûd-i senâ Fuzûlî tîğ-keş Kılıç çeken. Gamze-i tîğ-keş ü çeşm-i sihir-sâzına bak Kasd-i cân eyler iken şîvesine nâzına bak Nef’î zehr-keşân Zehir içenler. zehr-keşân-ı hum-ı aşk Aşk küpünden zehir içenler. Sahbâ yerine zehr-keşân-ı hum-ı aşkız Reşk etme bizim hâlimize biz Cem-i aşkız Nef’î zer-keş Sırmacı, altın tel yapıcı. zer-keş-i câh Mevkinin sırmalı elbisesi. Biz müttekâ-yı zer-keş-i câha dayanmazız Hakk’ın kemâl-i lutfunadır istinMımız Bâkî keşân Çekenler, çekiciler. keh-keşân Samanyolu. peymâne-keşân İçki içenler. Biz mest-i mey-i mey-gede-i âlem-i cânız Ser-halka-i cem’iyyet-ipeymâne-keşânız bağdatlı Ruhi keşâkeş Far. >keş-â-keş. Çekişme, münakaşa. 2. İki kişinin bir şeyi birbirine doğru çekmesi. 3. Gam, keder, sıkıntı. 4. Felâket. Pehlivanların birbiriyle güreşmesi. Kemençe şekline girdim elinde mutrib-i aşkın Keşâkeşten halâs olmaz dahi sînem rebâb-âsâ Bâkî Sen eğer dâdımı dâd etmez isen seyreyle Ne keşâkeşte kalır kûşe-i dâmân-ı felek Nef’î keşâkeş-i gerdûn Feleğin kederi. Belâ-yı gerdiş-i çerh ü keşâkeş-i gerdûn Cefâ-yı gayret-i akrân ü mihnet-i emsâl Veysî Alaşehirli Üveys Kadı. keşân Far. Keşîde’den; çeken, çekerek götüren. keşân keşân Çeke çeke. Salarsa zülfün ucu halka halka zencîri Hezâr zahid-i huşku keşân keşân iletir Şeyhi keşef Far. Kaplumbağa. Aciz iken uka. bagiriftâr olur keşef Gûk-ı zaîfi kût edinir M-vesîle mâr Ziya Paşa keşf, keşif Ar. Var olduğu bilinmeyen bir şeyin ortaya çıkarılması. Keşfet nikâbını yeri göğü münevver et Bu âlem-i anâsırı firdevs-i enver et Zeynep Zeynünnisa Hanım Dermiş bana keşf oldu rumûzât-ı hakîkat Vallâhi yalandır sözü billâhi yalandır Bağdatlı Ruhi Deme keşf olur ser-â-ser sana esrâr-ı hafî Kâl ü ef âlinde vardır çün senin yüz bin hatâ Âdile Sultan keşf-i avret Avret yerini açma. Açılıp ummadığın mestûre Keşf-i avretle olur meşhûre Sünbülzade Vehbi keşf-i esrâr Sırları açma. Olıcak buğz u adâvet der-kâr Etme bî-gâneye keşf-i esrâr Sünbülzade Vehbi olıcak olunca. keşf-i hikem Bilgelik açma. Erbâb-ı şühûdun sühanı keşf-i hikemdir Makbûlü sanâdîd-i sühan-dân-ı ümemdir Sâmi keşf-i hüsn Güzelliği açma. Meşârık keşf-i hüsnünden ibâret Hafâsından kinâyettir magârib Çermikli Zihni keşf-i kınâ’ Örtüyü açma. Zulmet-i âsâm olur ruhsâre-pîrây-ı adem Eylese dûşîze-i afvın eğer keşf-i kınâ’ Nâbî keşf-i mezâyâ-yı sühan Söz meziyetlerini açma. Olmayan hall-ı İlâhî’ye karîn eylemez Dil-i pür-ukde ile keşf-i mezayâ-yı sühan Sünbülzade Vehbi keşf-i râz Sırını açma. Ehline arzetmeyip ağyâra keşf-i râz eden Olsa da Halldc-ı Mansûr-ı zemân ber-dâr olur Abdülaziz Mecdi keşf ü kerâmet Keşif ve keramet. Sûfiye zerk ü riyâ setrü’l-hicâb oldu ise Câm-ı saf ile biz keşfü’l-kerâmet edelim Şeyhi kâşif Keşfeden, bilen, meydana çıkaran. kâşif-i esrâr-ı Hudâ’ Allah’ın sırlarını bilen. Ey kâşif-i esrâr-ı Hudâ Mevlânâ Sultân-ı fenâ şâh-ı beka Mevlânâ Şeyh Galip kâşif-i hakâyık Hakikatleri keşfeden. Ey Fuzûlî özünü kûşe-nişîn et hum-ı mey teg Ola nâ-geh olasın kâşif-i hakâyık Fuzûlî kâşif-i sırr-ı velâyet Velilik sırrım keşfeden. Şâh-ı Merdân Şîr-ı Yezdân pîşvâ-yı ehl-i dîn Kâşif-i sırr-ı velâyet Haydar-ı Kerrâr mest Nesimi keşşâf 1. Çok keşfeden. 2. Sırları çözen. 3. Keşif kolu, izci. Ben ne keşşâfim ne sâhib-keşf ammâ ma’nîde Muşikâf-ı nükte-hâ-yı âsümânîdir sözüm Nef’î keşîde Far. 1. Çekmiş, çekilmiş. 2. Dizilmiş, düzenlenmiş. 3. Yazılmış. 4. Eski yazıda bazı harflerin üzerine çekilen çizgi. Keşîde pîş-gehinde livâ-yı hayrül-enâm Olur ne cânibe azm etse ol livâ mansûr Nâbî Hân-ı âfâka keşîde niam-ı Hak Nâbî Sen dahi eyle tenâvül yürü bir yanından Nâbî Bir nîmneş’e say bu cihânın bahârını Bir sâgar-ı keşîdeye tut ldle-zdrnı Nedim keşîde-pâ Ayak çekmiş. Ya’nî olup diyâr-ı Haleb’den keşîde-pâ Tahrîk edince Rûm’a rikâb-ı azîmeti Nâbî keşîş Far. Papaz, karabaş, kilise papazı. c. keşîşân. Gâziyân saldıkça her dem sîne-i küffâra şiş Mürdegânın dâvet eylerdi cehennemde keşîş Sürûrî Tutmasaydı dâmen-i dünyâya tûfân-ı riyâ Kainât olsaydı ârî şeyhten keşîşten Yenişehirli Avni Keşîş Dağı Bursa’daki Uludağ’ın eski ismi. Soğuklukta, girân-cânlıkta, kâfirlikte her şeyde Füzûn-terdir Keşîş Dağı’yla zahid denk gelmezse Şeyh Galip keşkûl, keçkûl Far. 1. Hindistan cevizinin kabuğundan yapılıp dilencilerin ellerinde taşıdıkları kap. 2. Bir çeşit süt tatlısı. Felek imşeb hilâl-i hâle-pirâyı edip der-dest Hemânâ ol dervîşe tutmuş bir kemer keşkûl Kânî Ebûbekir Terkeylemiş cihânıgönülyâhut etmemiş Bâr-ıgirân olur mu hîç abdâla keşkûlü Mehmet Râkım Paşa Mâh-ı nev aksini keçkûl edinip deryâlar Oldu kapında gedâ lücce-i ummân-şekl Hayâlî Bey keçkûl-i dünyâ Dünya keşkülü. Hutâm-ı lezzet-i keçkûl-i dünyâya tama’ kılma Nice deryûze-ger pây-ı gedâdan arta kalmıştır Osman Şems Efendi keşkûl-i gedâ Dilenci keşkülü. Bir olur efser-i şâhî ile keşkûl-i gedâ Ser-nigûn olsa eğer sûret-i iklîlgibi Sâmi keşmekeş Far. 1. Çekişme, kavga. 2. Kararsızlık. Hep çektiğim endûh sebük-serliğimindir Bu keşmekeşe düşmez idim lengerim olsa Nâbî Çesbândır ârzû-yı dile ye’sten hele Ümmîd esîr-i keşmekeş-i ihtimâl iken Nâbî Keşmekeşlerle eder ömr-i güzer Buna devlet mi denir hâk-be-ser Nâbî keşmekeş-i derd-i ihtiyâc İhtiyaç derdinin kavgası. Yâ Rab nedir bu keşmekeş-i derd-i ihtiyâc İnsânın ihtiyâcı ki bir lokma nânadır Ziyâ Paşa keşmekeş-i intizâr Bekleyiş kararsızlığı. Düşmüş hevâ-yı cism-i latîf ile Nâbîyâ Leyl ü nehâr keşmekeş-i intizâra mevc Nâbî keşmekeş-i mihnet Sıkıntı kargaşalığı. Kavs-veş râhatı yok keşmekeş-i mihnetten İki yüzlü iki ağızlı kec-endîşlerin Nâbî keşşâf bk. keşf. keştî Far. Gemi, sefine. Derd ü gamdan ıztırâb etmez hevâyî-meşrebân Keştîye bâr-ı girânı bâis-i temkîn olur Koca Râgıp Paşa Herkes olsa ne ola ser-geşte-igirdâb-ı elem Dümeni, yelkeni yok keştîye döndü âlem Cem’î Yapıldı himmetile harb için çok âhenîn keştî Ki her bir kıt’ası bir kal’a-ipûlâd-ı bünyândır Lâ keştî-i akl Akıl gemisi. Keştî-i akla olur her mevci bir girdâb-ı ye’s Aşk bir deryâ-yı ummândır ki sâhil nâ-bedîd Ziya Paşa keştî-i Cem Cem’in gemisi. Keştî-ı Cem gibi emvâc-ı belâdan sındı dil Sâkiyâ sun leblerin câmın ki gam-perdâzdır Lamiî Çelebi keştî-i dil Gönül gemisi. Bu emvâc-ı belâ içre bulunca sâhil-i cûdu Mekân-ı keştî-i dilgeh firâz ugeh nişîb oldu Şeyhülislam Yahya keştî-i emn ü emân Sığınma gemisi. Şurta-i lutf ile tûfân-ı fiten buldu sükûn Keştî-i emn ü emân buldu muvâfik eyyâm Nâbî keştî-i gaflet Gaflet gemisi. Biz âremîde-i keştî-i gafletiz ammâ Nefes nefes ceryân üzredir sefîne-i ömr Nâbî keştî-i gönül Gönül gemisi. Rüzgâr-ı aşka uymuştur havA-yı vaslıla Keştî-i gönlüm vatandan hubb ü sevdâdan geçer Âdile Sultan keştî-i hayâl Hayal gemisi. Bir keştî-i hayâl ile âfâka yelken aç Deryâyı dinle gör nice esrâr söylenir Yahya Kemal keştî-i hilâl Hilal gemisi. Var ümîdim tâ bu deryâ üzre keştî-i hilâl Gâh seyr-i hâver eyler gâhgeşt-i bâhter Fuzûlî keştî-i isyân İsyan gemisi. Çok keştî-i isyânı çeker sâhil-i afve Bahr-i keremin mevc-i atâsın ne bilirsin Nâbî keştî-i karâr-ı bülbül-i zâr İnleyen bülbülün karar gemisi. Dönüp girdâb-ı bahr-i hûna her gül lâle-zar içre Dolaştırmakta keştî-i karâr-ı bülbül-i zarı Nef’î keştî-i nâz Naz gemisi. Yakmadan bahr bahr ü beri âteş-i âh-ı Esrâr Keştî-i nâza süvâr ol da efendim tîzgel Esrar Dede keştî-i Nûh Nûh’un gemisi. Hücûm-ı gamda bana onu etti zevrak-ı mey Kim etmedi onu tûfân olanda keştî-ı Nûh Fuzûlî keştî-i nüh-âsmân Dokuz göğün gemisi. Şukka-i râyât-ı bahtınla rikâbın olmasa Keştî-i nüh-âsmânın bâd-bân u lengeri Nef’î keştî-i sahbâ Şarap gemisi. Yakan âb üzre âteş sanmanuz keştî-i sahbâyı Şuâ’-i tîğ-ı kahrından tutuştu Şeh Süleymân’ın Bâkî keştî-i sergin Gübre gemisi. Tasaddur etse ne gam rinde câhil-i hod-bîn Gehi tevakkuf eder bahre keştî-i sergîn Nâbî keştî-i sipihr Feleğin gemisi. Kılsa temkînini keştî-i sipihre lenger Devre-i aşk eder izhâr-ı zarûretle direng Ziyâ Paşa keştî-i ümmîd Ümit gemisi. Sühûletle gelir sanma kenâra keştî-i ümmîd Müsâid bahta dâir bir muvâfık rûzgâr ister Kelîm-ı Eyyûbî keştî-bân Gemici; kaptan. Pâyine gelmese rûzileri bî-nâblarn Keştî-bân düşmez idi dâmına girdâbların Nâbî keştî-nişînân Gemide seyahat edenler. İmtiyâz-ı sâbit ü seyyâr-ı müşküldür hayâl Zanneder keştî-nişinân sâhil-i deryâ yürür Koca Râgıp Paşa ketâib bk. ketîbe. ketebe bk. kitâbet. ketîbe Ar. Asker, alay, birlik. c. ketâib. ketîbe-i ilhâm İlham birliği. Her nazar bir ketîbe-i ilhâm Olarak sânihamda dalgalanır Süleyman Nazif ketîbe-i nâz Naz birliği. Bu kâinât-ı nefâisde bir ketîbe-i nâz Birer bedîa-i hulyd-nürâz u his-engîz. kadd ü kâmet-i nâzanla her zemân mümtâz Birer hayâl-i girizan-ı şi’r ü handesiniz Fâik Âli Bey ketâib Ketîbe’ler, asker bölükleri, asker birlikleri. ketâib-i cihâd Cihadın asker birlikleri. Şevk ın galeyân ederdi peydâ Hûnunda ketâib-i cihâdın Recaizade Ekrem ketm Ar. Saklama, gizleme. Aciz olanın ketm olunur hakk-ı sarîhi Mahmîleri her yerde himâyet yeni çıktı Ziyâ Paşa Ketminde aceb tekellüf etmiş Tahrîf etmiş, tasarruf etmiş Ziyâ Paşa Aşıkım hâl-i derûnun âleme izhâr güç Ketmi lâzımdır velâkin derdimin izhârı güç Âdile Sultan ketm-i adem Allah’ın ruh ve madde âlemlerini yaratmak istediği zaman ilk yeşil cevherin çıktığı yer. kenz-i mahfî Şeyhe bak ketm-i ademden diye takrîr eyler Bilmez ammâ ki nedir maânî-i ihfâ-yı adem Akif Paşa Kurtulamadım âlemde bir ân derd ü elemden Sahrâ-yı vücûda geleli ketm-i ademden Şinasi ketm-i esrâr Sırları saklama. Ketm-i esrâra eğer mâni olursa emri İhtifâ eyleyecek yer bulamaz şîr-i künâm Yenişehirli Avni ketm-i irfân Bilgiyi saklama. Şimdi âk ıl odur zemânede kim Ketm-i irfân edip deligörünür Nevres-i Kadim ketm-i nefes Nefesi tutma. Şikest-i kâse-i dildir figâna mâni olan Bu denlü ketm-i nefes inkisârımızdandır Nâbî ketm-i râz Sır saklama. Aklına mecnûnların tahsîn ki ketm-i râz edip Geh sipihregeh der ü dîvâra söyler söylese Nâbî ketm ü hafâ Gizlilik ve sır. Aşk bir esrârdır ketm ü hafâ mümkin değil Şânına şâyan nakl-i mâ-cerâ mümkin değil Esrar Dede ketm ü pinhân Gizleme ve saklama. Ey sebak-hân-ı debistân-ı taleb ehl-i dilin Ketm ü pinhân ettiği hod nükte-i peydâsıdır Esrar Dede ketûm Çok fazla gizleyen. Kaç Süleymân’a firâş olduğunu anlar idin Ah bir kerre dile gelse bu sahrA-yı ketûm Yenişehirli Avni kettân Ar. Keten. Dil görse ârızını çâk çâk olur Kettân olur mu pençe-i mehtâbtan halâs Sünbülzade Vehbi ketûm bk. ketm. kevâkib bk. kevkeb. kevkeb Ar. Yıldız, necm. c. kevâkib. Ne taşlar bastı seng-endâz-ı âhım deyr-i gerdûne Düşen altın kayalardır değil vakt-i seher kevkeb Bâkî Eğerçi gök yüzünde ahter-i ferhunde-fer çoktur Hani hâl-i ruhun mânendi bir rûşen-güher-i kevkeb Bâkî Eğer burc-ı saâdetten gurûb ettiyse bir kevkeb Cihâna fer veren Hûrşîd-i devlet pâyidâr olsun Lâ kevkeb-i âlî Yüce yıldız. Kevkeb-i âlîsin idrâk eylemez erbâb-ı fen Etseler vaz’-ı rasad tâ tarh-ı Hâmân üstüne Nedim kevkeb-i baht-ı zebûn Güçsüz bahtın yıldızı. Felekte berk-ı âhımdan ser-â-seryandı kevkebler Kalan odlara yanmış kevkeb-i baht-ı zebûnumdur Fuzûlî kevkeb-i câh Mevki yıldızı. Aftâb olsa eğer kevkeb-i câh ile hasûd Kîn-i şemşîr-i cihân-gîr zebânım çekemez Nef’î kevkeb-i dîn Din yıldızı. Şükûh-ı kevkeb-i dîn şân ü şevket-ı İslâm Olur mu pâ-zede-i firka-i anûd u nefûr Nâbî kevkeb-i dürrî İnciye benzeyen yıldız. Vak’ı yok pîş-i hakîkatte mecâzın Nâbî Kevkeb-i dürrîye şeb-tâb berâbergelemez Nâbî kevkeb-i eşk Gözyaşı yıldızı. Gam sipihri kevkeb-i eşkimle her şeb zeyn olur Subh-veş sıdkımgörüp mihrinde kalır meh tana İbni Kemâl kevkeb-i ikbâl Talih yıldızı. Gelmeyip kevkeb-i ikbâline yek zerre fütûr Kuvvet-i bazû-yı bahtı bula gittikçe kıyâm Nâbî kevkeb-i menkûb-ı dost Yıldızı düşmüş dost. İkisi birdir muazzeb eylemekte âdemi Tâli’-i mes’ûd-ı düşmen kevkeb-i menkûb-ı dost Sâbit kevkeb-i rahşân Parlak yıldız. Şeb ki meh geçti felek tahtına sultân-şekl Oldu her kevkeb-i rahşân ona a’yân-şekil Hayâlî Bey kevkeb-i şân Şan yıldızı. Şükûh-ı kevkeb-i şân ü şevket-ı İslâm Olur mu pâ-zede-i utüvv ü fütûr Nâbî kevkeb-i şuarâ Şairler yıldızı. Dürr-i nazmım çarha mengûş olsa bilmez rûzigâr Şi’r-ı Nef’î midir ol ya kevkeb-i şuarâ mıdır Nef’î kevkeb-i tâli’ Talih yıldızı. Tulû’ etmez sitâremde Usûlî kevkeb-i tâli Yeridir odlara yansa felekler dûd-ı âhımdan Usûlî kevkeb-efşân Yıldız saçan. Kevkeb-efşân âftâb olmazsa ger ol maşrıkın Ikd-ı Pervîn-i güsiste-rîsmânıdır sözüm Nef’î kevâkib Kevkeb’ler, yıldızlar. Gözü yaşlıların hâlin ne bilsin merdüm-i gâfil Kevâkib seyrini şeb-tâ-seher bîdâr olandan sor Fuzûlî Haylî kevâkib içre yanıp meş’al-i kamer Sahn-ı semâda rûşen idi râh-ı keh-keşân Bâkî Rûhumda benim korku, ölüm, leyle-i târîk Çeşminde onun aks-i kevâkible dönerdik ahmet Hâşim kevkebe Ar. 1. Yıldız, necim. 2. Tantana, ihtişam, ün, şöhret. 3. Süvarı alayı. Titrerdi kevkebenle senin âlem-i vegâ Eylerdi kanlı gölgene düşmânlar ilticâ Kemalzâde Ekrem Bey Ey şaşaanın, kevkebenin mehdi, mezarı Şarkın ezelî hâkime-i câzibe-dârı Tevfik Fikret kevkebe-i Kayser-i Rûm Rum Kayser’inin ünü. nebî-ı Arabî kim hâs ü hâşâk deridir Taht ü tâc-ı haşem ü kevkebe-ı Kayser-ı Rûm Yenişehirli Avni kevkebe-i lem-yezelî Kalıcılık ihtişamı. Hâstır zât-ı İlâhîsine mülk-i ezelî Bî-hudûd anda olan kevkebe-i lem-yezelî Şinasi andâorada. kevn Ar. Var olma, sonradan meydana gelme; varlık, vücut. c. ekvân. Salâhı âlem-i kevn olsa ger fesâdı kadar Olurdu kâm-revâ her kişi murâdı kadar Nâilî Asûdeyiz bu kevnde hünkâr-ı ekberin Şems-i cemâli üstümüze sâye-bânken Esrar Dede Hulâsa, bir edebî kevni yok, zemîn-i fesâd İçinde haşre kadar haşrolur durur ecsâd Mehmet Akif kevn-i mağşûş Karışık, hileli dünya. Nedir lüzûmu vücûdu şu kevn-i mağşûşun Değer mi külfeti îcâdı bunca daâya Fent Bey kevn ü fesâd Olma ve bozulma. Kevn ü fesâdın anladım îrâd ü masrafın Dil-hâhına müzayakadan mâ’adâsı yok Nâbî Kevn ü fesâd âlemidir dehr-i cân-şikâr Kalmaz bu kâr-gâhda bir kimse pâyidâr Yenişehirli Avni kevn ü mekân Varlık, kâinat. Hey ne deryâdır o deryâ-yı ezel kim katresi Asiyâ-yı âlem kevn ü mekânı döndürür Ziya Paşa kevneyn Madde ve ruh âlemi; her iki dünya. Ahkâm-ı İlâhiyye’yi ettin bize ta’lîm Ey hâce-i kevneyn edip îsâr-ı cevâhir Rızayi kevneyn-i cûd Her iki cömert dünya. Çü mevcûd eyledi kevneyn-i cûdu Delîl-i vahdet etti her vücûdu Şeyhi ekvân Kevn’ler, vücutlar, varlıklar, âlemler, dünyâlar. Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen Şeyh Galip ekvân-ı bî-nihâyet Sonsuz varlıklar Nedir şu ekvân-ı bî-nihâyet Recaizâde Ekrem kevser Ar. Cennette bulunduğuna inanılan bir havuz veya bir akarsuyun adı. Dem bu demdir behey idrâksiz endîşeyi ko Kevseri havzu ile sâgar-ı sahbâya değiş Nef’î Lebinin yâdı ile içse eğer bir atşân Ab-ı Kevser gibi cân-perver olur mâ’-i semûm Yenişehirli Avni Kevseri anmaz ol içtiği mey-i nâbı içen Mescide varmaz o vardığı kilîsâyı gören Avnî kevser-i âteş-nihâd Ateşten yaratılan su. Kevser-i âteş-nihâdın adı aşk Dûzah-ı cennet-nümânın adı aşk Şeyh Galip kevser-i bâğ u nesîm-i subh Sabah rüzgârının ve bağın kevseri. Gül-zara gel ki kevser-i bâğ u nesîm-i subh Emvât-ı hâki ettiler ihyâ-yı Mesîh-vâr Necati Bey kevser-i cûd Cömertlik kevseri. Ne melek-hûy meliksin dem-i lutfun ile Kevser-i cûd akıtır ravza-ı Rıdvân-ı kerem Ahmet Paşa kevser-i cûşân Coşan kevser. Şükûfe-zâr-ı behiştî midir bu mecma’-ı hûbân Bu âb-ı sâfî-i gîtî-nümâ, bu kevser-i cûşân İsmail Safa kevser-i hûr Huri kevseri. Kevser-i hûra murâdı zâhidin Fikr-i âşık şâhid ü âb-ı ineb Muhibbî, Meftunî Kanunî Sultan Süleyman kevser-i mey-âlûd Şaraba bulaşmış kevser. Hatt-ı ruhı dûd-ı nâr-ı Nemrûd La’l-i lebi kevser-i mey-âlûd Şeyh Galip kevser-i pâkize Temiz kevser. Havzdan kevser-i pâkizeyi nûş eyleyeyim Kasrdan bûy-ı cinânı edeyim istişmâm Nedim kevser-i rûhânî Ruhani kevser. Kevser-i rûhânîlerden lezzet alan âdemî Çeşme-ı Hayvân’ı nejtsün çeşme-i hayvânîdir Hamdullah Hamdi key Far. Eski Acem şahlarından ikinci tabakada bulunanların adlarının başına getirdikleri lâkap. c. keyân. Şu’le-i dâglagönlü büyüdü abdâlın Ne ola mağrûr ise başındaki tâc-ı Key’i Şeyhülislam Yahya keyân Key’ler. Sâid-i izzete şehbâz-ı saâdettir ol Mâkiyân olmaz ona nisbet olunsaydı keyân Cinânî Bâlâ-nişîn-i mesned-i şâhân-ı tâc-dâr Vâlâ-nişân-ı ma’reke-i arsa-i keyân Bâkî keyân bk. key. keyd Ar. Hile, oyun, desise. keyd-i ihvân-ı bün-i çeh Kuyu dibi dostlarının hilesi. İzzet-i saltanat-ı Mısr’a taleb-kâr olmak Keyd-i ihvân-ı bün-i çeh kûşe-i zindân yoludur Nâbî keyf, keyif Ar. Sağlık, vücut esenliği. Hoşça bir keyf idi enfiyye-i habîs Etmese rîş ü burunu telvîs Sünbülzade Vehbi Şarâb-ı âteşînin keyfi rûyunşu’lelendirmiş Bu hâletle çerâg-ı meclis-i mestân mısın kâfir Nedim Rübâbımın şu kırık tellerinde vaktiyle Boğuk bir aksini titrer duyunca keyfinden Onuncu kat göğe yükseldiğim Tevfik Fikret keyf-i arak Rakı keyfi. Meclis-i keyf-i arak âlem-i diğer etti Rûy-ı mînâmıza aks eyledi hattâ mînû Esrar Dede keyf-i bâde Şarap keyfi. Esrâr-ı aşkı dert ile bî-hûş olan bilir Elbette keyf-i bâdeyi ser-hoş olan bilir Leskofçalı Galip keyf-i cân-bahş Cana can katan keyf. Keyf-i cân-bahşın ki cism ü câna râhat bundadır Hikmetin inkâr eder vâiz hamâkat bundadır Nef’î keyf-i humâr İçkiden sonraki baş ağrısı keyfi. Ser-germ-i nahvet olmasın ol şâh çok da kim Değmez neşât-ı bâde-i keyf-i humârna Seyyit Vehbî keyf-i kelâm Söz keyfi. Görünce lezzet ü keyf-i kelâmımı yaraşır Denilse tab’ıma hem mey-fürûş u hem kannâd Nef’î keyf-i rahîk-i mazmûn Mazmun şarabın keyfi. Ne nâmedir bu ki keyf-i rahîk-ı mazmûnu Verir mülâhazaya bir neşât-ı rûhânî Nef’î keyf-i nesîm-i mey Şarap kokusunu getiren rüzgârın keyfi. Gösterir mevc-i tebessümden dürr-i nâ-yablar Başlasa keyf-i nesîm-i meyle cûşa la’l-i leb Esrar Dede keyf-i şerâb-ı Edrine Edirne şarabının keyfi. Meşreb-i şûhunda bir sır var ki te’sîr eylese Zâyi olmaz haşre dek keyf-i şerâb-ı Edrine Nef’î keyfe Ar. “Nasıl” anlamına kullanılır. “-mâ” ile birleşerek> keyfe-mâ “Her nasılsa” anlamına kullanılır. keyfe-mâ Her nasılsa. Mülkünde Hak tasarruf eder keyfe-mâ yeşâ İsterse kevni yok eder, isterse var eder Ziyâ Paşa keyfe mettefak Hangisi olursa. Bir iki beytin onun keyfe mettefak nâgâh Bir ehl-i dil okuyup etti dahi tekrâr Nedim keyfiyyet Ar. 1. Nitelik. 2. Bir şeyin iyi veya kötü olma ciheti. 3. gr. Bazı dillerde kelimelerin müennes veya müzekker olma durumu. Bilinmez kadri mahmûr olmadıkça neşve-i câmın Şebâb eyyâmının keyfiyyetin pîr-i dü-tâdan sor Fıtnat Hanım Belâ bezminde Ferhâd ile Mecnûn geçti ben kaldım Sorarsan meclisin keyfiyyetin kendin bilenden sor Hayâlî Bey Ger sorarsan tâ ezelden neydügün keyfiyyetim Bâde-i ışk ile tahmîr eylemişler tıynetim Behiştî keyfiyyet-i aşk Aşkın niteliği. Kimden istifsâr edem keyfiyyet-i aşkı aceb Arifi âgâh ser-hoş, vâkıf-ı esrâr mest Lâ keyfiyyet-i hall Sirkenin niteliği. Bir midir ikisi de şîre-i engûr iken Neşve-i bâde-i gülgûnla keyfiyyet-i hall Veysî Alaşehirli Üveys Kadı keyfiyyet-i hamr Şarabın iyi veya kötü oluşu. Bir ayş ki mevkûf ola keyfiyyet-i hamra Ayyâşına yuf hamrına hammârna hem yuf Bağdatlı Ruhi keyfiyyet-i mahsûsa Gam niteliği. Yetmez mi bu keyfiyyet-i mahsûsa ona kim Zevk-ı gamı erbâb-ı dile rûh-fezadır Nef’î keyfiyyet-i sahbâ Şarabın niteliği. Koyalım sâgarı zahid sana hem-reng olalım Bize keyfiyyet-i sahbâ gibi bir hâlet bul Bâkî Keyhüsrev Far. İran’ın Keyâniyân sülâlesinden olan Keykâvus’un torunu. Büyük hükümdarlar hakkında sıfat olarak kullanılır. Tâc-ı Keyhüsrev gerekmez lîk Hak’tan rûz u şeb Kullarınla kendimi kapında der-bân isterim Ahmet Paşa Anılmaz idi Ferîdûn ü Cem’le Keyhüsrev Cihâna gelmese ger şâirân-ı şehd-makâl Hayâlî Bey Hüsrev-i gül gerçi kim derd-i şitâdan dağ idi Şimdi Keyhüsrev gibi izhâr-ı şevket eyledi Nadirî Ganizade keyhüsrev-i sânî İkinci Keyhüsrev. Hemân oldur niyâzım senden ey Keyhüsrev-i sânî Ki gûş-ı hûşa mengûş eyle dürr-i pend-i pîrânı Bâkî keykûbâd Far. Eski İran’daki meşhur bir şah sülalesinin ismidir. Key lâkabını ilk defa kullanan odur. Adaletiyle ün salmıştır. Adlin katında cevr ü sitem dâd-ı Keykûbâd Hışmın yanında lûtf u kerem kahr-ı Kahramân Bâkî Nerde dîvân-ı Ferîdûn, meclis-i çenk-ipeşenk Nerde dârât-ı Sikender, dârû-berd-ı Keykûbâd Mehmet Salahî Pâdişâh-ı âdil ü âlî-neseb kim yaraşır Etse ger serheng ü der-bân Keykubâd ü Kayser’i Nef’î keyvân Far. 1. Satürn Zühal yıldızı. 2. Mutsuzluk, uygunsuzluk. Birinin mansıbını bana inâyet kıl kim Meh-çe-i râyetimi irgüre Keyvân’a kerem Hayâlî Bey Ah-ı âşık der idim tîrine ger nâvek-i âh Delse eflâki geçip küngüre-i keyvânı Nef’î Keyvân ki eylemiştir yedinci çarhı mesken Kasrında pâs-bâna olmaz dahi mümâsil Nizami keyvân-ı iftirâk Ayrılık mutsuzluğu. Hükmü gerdûnda merâm etseyidi sa’d-i ber-karâr Eylemezdi tâ-ebed Bercîs’e keyvân-ı iftirâk Üsküdarlı Hakkı Bey keyvân-ı köhne Eski mutsuzluk. Bâlâ-yı çarh-ı heftime keyvân-ı köhne sal Oturmuş nite ki Hindî-i pîl-bân Bâk kezîm bk. kezm. kezm Ar. Hiddetini, öfkesini yenme. kezm-i gayz Öfkesini yenme. Kezm-i gayz ile dahi aff-ı cemîl Oldu memdûh-ı Hudâvend-ı Celîl Sünbülzade Vehbi kezîm Kızgınlığını, öfkesini yenen. Envâr-ı mağfiret eder imhâ-yı ma’siyet Ehl-i kemâl zulmet-i gayzı kezîmdir Nevşehirli Hikmet kıbâb bk. kubbe. kıble Ar. 1. Namaza başlarken yönelinen taraf, Mekke tarafı. 2. Güney tarafı. 3. Güneyden esen rüzgâr. Ol ham-ı ebrûya kılsam secde her sâat ne ola Kıble ile ol ham-ı ebrû berâberdir bana Fuzûlî Eşiğinde âhım işiten döker göz yaşların Nitekim kıble yeli esse firâvân yağdırır Necati Bey Zâhid cevân-perestlere kâfir demiş velî Tekfîr-i ehl-i kıble eden Müslümân mıdır Esrar Dede kıble-i cân Can kıblesi. Görmez eşiği taşını ol kıble-i cânın Çöp düştü meğer kim gözüne kıble-nümânın Bâk Doğru bakamaz yüzüne ol kıble-i cânın Aşık gibi titrer yüreği kıble-nümânın Hâlisî kıble-i dil-şüdegân-ı bî-tâb Güçsüz âşıkların kıblesi. Ki odur câmi’-i hüsne mihrâb Kıble-i dil-şüdegân-ı bî-tâb Sünbülzade Vehbi kıble-i ebrû Kaşının kıblesi. Subh u şâm ol kıble-i ebrû berâberdir bana Ey Fuzûlî Tanrı gözden saklasın ikbâlimi Fuzûlî kıble-i ebrû-yı yâr Yârin kaşının kıblesi. Tîr-i ser-tîzi duâsın arşa tâ îsâl eder Kıble-i ebrû-yı yâre ol kim eyler iktidâ Leskofçalı Galip kıble-i ehl-i niyâz Niyaz ehlinin kıblesi. İntisâbım var ricâl ile kibâr-ı asra kim Der-geh-i âlîleridir kıble-i ehl-i niyâz Sürûrî kıble-i erbâb-ı maârif Bilim sahiplerinin kıblesi. Fahr-i şuarâ kıble-i erbâb-ı maârif Kutb-ı vüzerâ, Asaf-ı dânâ-yı zemâne Nef’î kıble-i hâcet İhtiyaç kıblesi. Kıble-i hâcet-durur onun cemâli KA’besi Kim teveccüh eyler ona her taraftan şeyh ü şâbb nizami kıble-i maksûd Amaçlanan kıble. Kıble-i maksûdudur zevk-ı Behişt Allah bilir Cezbe-i dîdâr bilmez sûfî-i havrâ-perest Esrar Dede kıble-i tâat İbadet kıblesi. Zâhidâ sen kıl teveccüh kûşe-i mihrâba kim Kıble-i tâat ham-ı ebrû-yı dil-berdir bana Fuzûlî kıble-gâh, kıble-geh Kıble yeri. Kıble-gehtir KA’be, den efdal cemâlin âşıka Adile görsün o vechi lûtf-ile ref et nikâb Âdile Sultan kıble-gâh-ı âşık Âşıkın kıble yeri. Beyt-i cânânı tavâf et kıble-gâh-ı âşıktır Sa’y eden onu bulur dilde sakın olma cüdâ Âdile Sultan kıble-gâh-ı ehl-i fenâ Yokluk ehlinin kıble yeri. Ey kıble-gâh-ı ehl-i fenâdan esen sabâ Havfim bu, müntehâ-yı hübûbun olur hebâ Abdülhak Hâmit kıble-nümâ Kıbleyi gösteren alet, pusula. Müstağnî-i irşâd olur erbâb-ı basîret Sükkân-ı Harem neyler imiş Kıble-nümâyı Seyyit Vehbî Vâreste-i irşâd olur erbâb-ı hakîkat Sükkân-ı Harem neyler imiş kıble-nümâyı Sünbülzade Vehbi kıbleteyn Mekke’de bulunan Kâbe ile Kudüs’te bulunan Beyt-ı Makdis. Mihrâb-ı ebruvânını arz eyle ey sanem Makbûl secde etmek için ehl-ı Kıbleteyn Hamdullah Hamdi Kıbt, Kıbtî Ar. Kıbt’tan; 1. Mısır’ın en eski yerli halkı. 2. Kıbt soyundan çingene. Miyân-ı güft ü gûda bed-meniş îhâm eder kubhun Şecâat arz ederken merd-ı Kıbtî sirkatin söyler Koca Râgıp Paşa Sâir akvâma meyli akmaz Kıbtî kıbtîliğin bırakmaz Lâ kıdem Ar. 1. Kadimlik, eskilik. 2. Zamanca, memuriyetçe rütbece eskilik. Hâdisât-ı feleğe olsa nazar Kıdem zâtını îcâb eyler Hakanî Kopmadı kân-ı kıdemden bir Hayâlî ey felek Destine sultân-ı Rûmun söz gibi gevher sunar Hayâlî Bey Harem-gâh-ı bekabi’l-lâhta hükm-i fenâ yoktur Kıdem mülkünde hadd-i ibtidâ vü intihâ yoktur Leskofçalı Galip kıdem-i zât Zatının eskiliği. Hâdisât-ı feleğe olsa nazar Kıdem-i zâtını îcâb eyler Hakanî kıdve Ar. 1. Kendisine uyulup arkasından gidilecek kimse. 2. Bir sınıf veya topluluğun başındaki lider. kıdve-i alem Âlemin lideri. Hüsnü müsellem gül gibi hurrem mûnis ü mahrem müşfik ü hem-dem Zübde-i âlem kıdve-i âdem şâh-ı mükerrem gayret-ı Dârâ Cinânî kıdve-i ehl-i nazar İleri görüş sahiplerinin lideri. Kdve-i ehl-i nazar Hazret-ı Nâzır-zade Kim oluptur eşiği devlet-i dâreyne medâr cinânî oluptur olmuştur. kîl ü kâl Ar. Dedikodu. Leb ü miyândan idi bahsiniz Nedîm ile hep Dahi miyânede ey dil o kîl ü kâl midir Nedim Hakîkatle kamu eşyâya bak gel seyrân ede gör Kulak verme bu kîl ü kâlegûş-ı cânla dinle gör Âdile Sultan Ariflerden nişân budur her gönülde hâzır ola Kndüyü teslîm eyleye sözde kîl ü kâl olmaya Yunus Emre kılâde Ar. Gerdanlık; akarsu. c. kalâid. Kılâde kıldığı tesbîhi boynuna sûfî Muhakkıkam sanır illâ hemân mukalliddir Şeyhi kıllet Ar. 1. Azlık. 2. Kıtlık. Klletimden anlaman peşmîne-pûş olduğumu Zeng-i gamdan gönlümün âyînesin saklar nemed Necati Bey Sâdıku’l-va’d olur ehl-i himmet Şimdi ol zümrede vardır kıllet Sünbülzade Vehbi kıllet-i dâniş Bilgi eksikliği. Tarz-1 âdâbı gözet müksir ü nâ-dân olma Kllet-i dâniş olur kesret-i güftâra sebeb Hersekli Arif Hikmet kıllet-i idrâk Kavrama eksikliği. Kllet-i idrâkten sanma Ziyâ’nıgayretin Neylesin kim yer gelir sabr u karâr elden gider Ziya Paşa kalîl Az, çok olmayan. Ne ola sabr ile şevkinden özge Avnî’nin Kabûl eyle budur varı ger kesîr ü kalîl Avnî Olsa bir bezmde nezzâreye şâyeste kalîl Öyle bezme varanın bir gözü pûşîdegerek Nedim kımât Ar. Sargı, örtü, sarılacak bez. Yüzümün kan ile kımâtını al ettim kim Alet-i san’at ola ol büt-i bî-pervâya Fuzûlî kımât-ı ıztırâb Istırap sargısı. Bed’ eyledi aşk pîç ü tâba Bend oldu kımat-ı ıztırâba Şeyh Galip kımme Uç, tepe. kımme-i tâc-ı îcâd İcat edilen tacın ucu. Ey vücûdun güher-i kımme-i tâc-ı îcâd Resm-i kadîm-i elif-i fâtiha-i istidâd Nâbî kınâ’ Ar. Örtü, baş örtüsü. Zulmet-i âsâm olur ruhsâre-pîrây-ı adem Eylese dûşîze-i afvın eğer keşf-i kınâ’ Nâbî kındîl Ar. Kandil. c. kanâdîl. bk. kandîl. Bulur ser-mâye-i dânişle âdem revnakı yokken Ziyâ vermez ne denlü zîver-i câm olsa boş kındîl koca Ragıp Paşa kîr Ar. Zift, katran. Nûr-ı re’yinde eser bulsa eğer zerre kadar Ola bir mihr-i felek her şerer-i kûre-i kîr Üsküdarlı Hakkı Bey kırâb Ar. Kılıç ve bıçak kını. Çeşm-i mesti tîğ çekmiş gamzeden bir Kahraman Ebrû-yı müşgîni bir şemşîrden hâli kırâb Nef’î kırân Ar. Birleşme, yan yana gelme, yakınlık. Kubbesinde levha-i sîmîn ilegülmîh-i zer Müşterîdir kim felekte mâh ile etmiş kırân Nef’î Bindi bir zevraka Dâmâdı ile Hazret-ı Şâh Burc-ı âbîde kırân eyledi san mihr ile mâh Nedim kırât, kîrât Ar. Dört keçi boynuzu çekirdeği ağırlığında, mücevher tartı birimi. Arz eder gayrıya mutrib neye mâlik ise hep Buna mıskalla satar nâzı geçirmez kırât Beliğ kırtâs Ar. 1. Kâğıt, kâğıt tabakası, sayfa. 2. Kâğıtçı. c. karâtîs. Bender-i çeşme olur azîm reh-i kırtâstan Kârvân-ı nazm çıksa hıtta-i enfâstan Nâbî kîrvân Ar. 1. Kervan, kafile. 2. Dünyanın doğu ve batı tarafları. Sensin ol hûrşîd-i evc-ârâ-yı şevket kim senin Tuttu dehri nûr-ı adlin kîrvân tâ kîrvân Üsküdarlı Hakkı Bey kısm Ar. 1. Kısım, bölük, parça, çeşit. 2. Bahis, fasıl. c. aksâm. kısm-ı mümteni’ât Olamazlar kısmı. Erişti evc-i kemâlâta nûr-ı idrâkât Yetişti rütbe-i imkâna kısm-ı mümtenüât Sadullah Paşa aksâm Kısım’lar, parçalar, cüz’ler, bölükler. aksâm-ı fazl-ı nâ-mahsûr Sönmeyen fazilet parçaları. Zamîr-i câhına envA-ı dâniş ü irfân A’lâ kadrine aksâm-ı fazl-ı nâ-mahsûr Nâbî kısmet Ar. 1. Bölmek, taksim etmek, parçalara ayırmak. 2. Pay, hisse. Kısmetindir gezdiren yer yer seni Göğe çıksan âkıbet yer yer seni İbn-ı Kemal İhtiyâriyle cihânda kimse gitmez gurbete Ab u dâne serpilir insânı kısmet gezdirir Lâ kısmet-i İlâhî İlahî kısmet. Hasûd münkir olur kısmet-ı İlâhî’ye Sanır hemîşe sitem adl ü dâd kassâmı Nef’î kıssa Ar. 1. Hikâye, fıkra. 2. Ders alma. c. kasas. Çün hisse imiş kıssadan ehl-i dile maksûd Maksûd nedir anla bil ey ârif ü dânâ Ruhi kıssa-i aşk Aşk hikâyesi. Şeb-i yeldâda uzar fecre kadar kıssa-i aşk Tâ ki Mecnûn bitirir nutkunu Leylâ söyler Yahya Kemal kıssa-i cânân Sevgilinin hikâyesi. Kâşkî sevdiğimi sevse bütün halk-ı cihân Sözümüz cümle hemân kıssa-i cânân olsa Taşlıcalı Yahya Bey kıssa-i Dârâ Dârâ hikâyesi. Devlet-i dâr-ı cihân devr-i zemân ey Bâkî Pây-dâr olmadığın kıssa-ı Dârâ’dan bil Bâkî kıssa-i efsâne-cûyân Boş vakit geçirenlerin kıssası. Kimseler hem kıssa-i efsâne-cûyân olmasın Muallim Naci kıssa-i ejder Ejder hikâyesi. Beyim bitmez tükenmez bir hikâye vasf-ı zülfündür Yılan efsânesinden de uzundur kıssa-i ejder Lebib Mehmet kıssa-i Ferhâd Ferhat kıssası. Geldi kelâl kıssa-ı Ferhâd ü Kays’tan Derd-i derûnu söyle gönül şinîdedir Fıtnat Hanım Kıssa-ı Ferhâd ü Mecnûn kim okurlar Ahîyâ Bir varaktır defter-i ışk-ı mecâzımdan benim Âhi kıssa-i gussa Keder kıssası. Kıssa-i gussam uzundur kâkül-i dil-ber gibi Nâzenînler nâzı gibi çok-durur derdim benim İbni Kemâl kıssa-i Kays Kays’ın hikâyesi. Eskimiştir güzelim kıssa-ı Kays ü Ferhâd Kendimizden yeni efsâneler îcâd edelim Atâyî Nev’izade Atâullah kıssa-i pür-hisse Hisse dolu kıssa. Aleme taksîm olunsa bizdeki mihnet yeter Kıssa-i pür-hissemiz derd ehline ibret yeter Azmizâde Hâleti kıssa-i pür-hisse-ı Cem Cem’in hisse dolu kıssası. Cân kulağın tut hele sâkî alup câmı ele Kıssa-i pür-hisse-ı Cem’dir sürâhî kulkulu Şeyhülislam Yahya kıssa-i uşşâk Âşıkların kıssası. Kıssa-i uşşâk anıldı bu dil-ı Mecnûn gamın Ben anınca dediler ol kıssa-i meşhûrdur İbni Kemâl kıssa-i zülf-i mutavvel Uzun saçın hikâyesi. Vâiz bilir mi kıssa-i zülf-i mutavvelin Onun hayâli nakş-ı hat-ı muhtasardadır Beliğ kıssa-perdâz Hikâye düzen, masalcı. Feyz-bahş olsa eğer tab’-ı sühan-gûyum olur Kssa-perdâz-ı maânî-suveriperde-i râz Nef’î kıssa-tırâz Kıssa süsleyen, kıssa düzen. Tûtî-i kıssa-tırâz kelimât-ı aşkım Oldu mirat-ı melâhat dil-i sad-çâk bana Leskofçalı Galip kıssîs Ar. Keşiş, papaz. kıssîs-i sanem-hâne-i aşk-ı ezel Ezelî aşkın put evinin papazı. Turfa kıssîs-i sanem-hâne-i aşk-ı ezeliz Bâng-ı Hakkı fem-i nâkustan ısgâ ederiz Üsküdarlı Hakkı Bey kışr Ar. 1. Kabuk. 2. Tahıl, yemiş kabuğu. c. kuşûr. Lübb ile kışrın eder farkını iş’âra Hakîm Dürr ü sübha def’-i hânendeye zînet sadefin Nâbî Gerçi kim akl da bu hükme verir vech-i rızâ Lübb ile kışrdadır bunda olan nakş-ı me’âl Nâbî Bir kışrdır ki cümle hayvâna rûz u şeb İhzâr-ı rızk u tûşe için eyler inhimâk Ziyâ Paşa kışr-ı zâhirî Dış kabuk, dış görünüş. Ammâ ki kışr-ı zahirîdir bildiğin senin Yok takının hakâyıkın idrâke kudreti Nâbî kıt’a Ar. 1. Kesik; bölük, parça. 2. Bir, beş, on mısralardan her biri. 3. Yeryüzünün bölümleri. c. kıtaât. Her cümle merkezinde eder seyr-i bî-vukûf Her kıt’a mihverinde bulur feyz-i câvidân Ziyâ Paşa Her vezinde kıt’a etmiş imlâ Birçok da rübâî-i dil-ârâ Ziyâ Paşa Bekler, ne zemân kaldıracaklar diye mebhût Üç kıt’a musallâsı olan bir kâca tâbût Midhat Cemal Kuntay kıt’a-i eş’âr Şiirler kıtası. Var ise zımnında bir nâ-gûş-zed ma’nî-i ter Kt’a-i eş’âr hoştur kıt’a-i elmâstan Nâbî kıt’a-i fesîha Açık kıta. Her cümle-i vesîada mebsût bin vücûd Her kıt’a-i fesîhada meşhûd bin cihân Ziyâ Paşa kıt’a-i elmâs Elmas kıta. Var ise zımnında bir nâ-gûş-zed ma’nî-i ter Kıt’a-i eş’âr hoştur kıt’a-i elmâstan Nâbî kıt’a-pîrâ Kıta düzenleyici. kıt’a-pîra-yı gazel-gû Gazel söyleyen kıta düzenleyici. Nükte-senc ü sühan-ârâ vü maânî-perver Kıt’a-pîrâ-yıgazel-gû-yı kasîd-perdâz Nef’î kıtâl bk. katl. kıtâr, katâr bk. katâr. Kıtmîr Ar. Ashab-ı Kehf e rehberlik eden köpeğin ismi. Geh kılar İblîs’i Me’vâ’dan sürüp kelb-i hakîr Gâh bâb-ıgârda Utmîr’e Me’vâgösterir Aşkî Fikreyler iken bu hâle tedbîr Geldi dilime misâl-ı Kıtmîr Ziya Paşa kıvâm Ar. 1. Duruş, durma. 2. Direk. Rükn-i devlet dense hakka kim sezadır zâtına Kim bulur her kâr tedbîrin ile feyz-i kıvâm Üsküdarlı Hakkı Bey kıvâm-ı devlet Devlet direği. Sensin ol nabz-şinâs-ı lebi tab’-ı umûr Dürc-i re’yindedir eczâ-yı kıvam-ı devlet Münif kıyâfet Ar. Kılık, bir şeyin dış görünüşü. 2. Şekil, heyet, suret. Lâzım gelirdi serv ü çenâr ola meyve-dâr Fazl ü hünerde medhali olsa kıyâfetin Nâbî Nedir bu câme-i zerrîn, bu kisve-i zîbâ Kadın k ıyâfeti kesbeylemek niçin acaba Abdülhak Hâmit Bir dâhiye-i melek-kıyâfet Şeytânı da aldatır o âft Muallim Naci kıyâm Ar. 1. Ayağa kalkma, dikelme. 2. İsyan, ihtilâl. 3. Namazda ayakta durma. 4. Ölümden sonra dirilip ayağa kalkma. Gelmeyip kevkeb-i ikbâline yek zerre fütûr Kuvvet-i bâzû-yı bahtı bulagittikçe kıyâm Nâbî kıyâm-ı fitne Fitne ayaklanması. Kaddin kıyâma gelse firâkın düşer dile Zîrâ kıyâm-ı fitne kıyâmet nişânıdır Sadi Ne benden rücû ne senden k ıyâm Selâmün aleyküm aleyküm selâm Lâ kıyâm-âver Ayağa kalkma, ayaklanma. Gitti nakd-i dil ü dîn Nâiliyâ bir büte kim Sanem-i ebrûsuna Cibrîl kıyâm-âver olur Nâilî kıyâmet Ar. 1. Dünyanın sonu, ölülerin dirilişi. 2. Büyük belâ, sıkıntı. 3. Ortalığı velveleye verme. Kad kıyâmet, gamze âfet, zülf fitne, hat belâ Ah kim ben hüsnünün bunca belâsın bilmedin Ahmet Paşa Kaddin libâs-ı sürh ile âfet değil midir Afet değil kızılca kıyâmet değil midir Neylî Şu serv ile şu kadd ü kamet Olmaz mı kıyâmete alâmet Ziyâ Paşa Eşin var âşiyânın var bahârın var ki beklerdin Kıyâmetler koparmak neydi ey bülbül, nedir derdin Mehmet Akif kıyâmet-kadd Kıyamet boy. Vuslatın cennettir ehl-i aşka hicrânın cahîm Ey kıyâmet-kadd oluptur arada aşkın sırât Bağdatlı Ruhi kıyâmet-kâmet Kıyamet boy. Ser-nigûn eyledi Tûbâ’yı ol âfet-kamet Doğrusu anculayın var mı kıyâmet-kâmet Celalî kıyâs Ar. Bir şeyi diğer bir şeyle takdir etmek, bir şeyi emsaliyle zihnen ölçme. c. kıyâsât. Gark eder âlemleri bir katre âb-ı mağfiret Var kıyâs et vüs’at-i deryâ-yı rahmet ne idügün Bâkî Yok Rûm’da mesnevî demiş çok İrân’a kıyâs olunsa hîç yok Ziyâ Paşa kıyâsât Kıyaslar. kıyâsât-ı umûr İşlerin kıyasları Ne ola eşkâl-i kıyâsât-ı umûr olsa akîm Alemin suğra vü kübrâsında nisbet kalmamış Nâbî kıymet Ar. 1. Değer. 2. Bedel, tutar. 3. Şeref, onur, itibar. Bilmedi gitti zemâne kıymetim Râmî benim Hâk-i zillette yatar bir gevher-i erzendeyiz Râmi Bâğbân mey içeli bildi üzüm kıymetini “Meded öldüm!” diyenin aynına sıkmaz koruğu Lâ kıymet-i anber Amber kıymeti. Kaddin yürütmez oldu çemende sanevberi Zülfün yanında kıymet-i anber şikest olur Hisalî kıymet-i dünyâ Dünyanın değeri. Kıymet-i dünyâ nedir indimde var eyle kıyâs Cenneti bir habbeye satmış bir âdem-zâdeyim Eşref kıymet-i ıkd-i dürr-i nazm Nazım incisinin gerdanlık kıymeti. Takdîr edemez kıymet-i ıkd-i dürr-i nazmım Endîşe ki simsâr-ı kelâm-ı fusehâdır Nef’î kıymet-i kevn ü mekân Varlık âleminin kıymeti. Rîze-seng-i reh-güzar kıymet-i kevn ü mekân Zerre-i hâk-i cevâdı hûn-ı behâ-yı kâinât Yenişehirli Avni kıymet-i vâiz Vaizin kıymeti. Satmazsa eğer halka vazîfeyle nasîhat Nâbî o zemânlar bilinir kıymet-i vâiz Nâbî kıymet-i vasl Kavuşma bedeli. Cevherin im’ân ile bâzar-ı irfân vezn eder Kıymet-i vaslın bahâsın cân eder cânân-ı aşk Âdile Sultan kıymet-dâr Kıymetli. Dâmeninden kâkülün silker gubâr-ı pâyini Müşg-i kıymet-dâra bildim Çîn’de yoğimiş revâc behiştî kibâr ÇL bk. kibr. kibr, kibir Ar. Ululuk, büyüklük, azamet. 2. Ululuk, büyüklük taslama, gurur. Sana kibreyleyene kibretmek Sadaka verme gibidir bî-şek Sünbülzade Vehbi Terk eyleye kibr ile inâdı Hasr etmeye nefe i’timâdı Ziyâ Paşa Düşerse nâ-gehân bir katre-i berfi bu sermânın Ger âteş-hâne-i sad sâle-i kibr ü mugân üzre Ziya Paşa kebîr 1. Büyük, ulu. 2. Yaşlı. 3. Çocukluktan çıkmış genç. c. kibâr, küberâ. Elli yıldır ki müsellem sana seccâde-i nazm Şimdi sensin şuarâ zümresine şeyh-i kebîr Nâbî kibâr 1. Kebîr’ler, ulular, büyükler. 2. Nazik. FezA-yı haşrı tutar gulgul-i sıgâr ü kibâr Eder mehâbet ile yevm-i kamtarîr zuhûr Yenişehirli Avni Dünyâ o fenâ-hâne ki şeklinde beka yok Bir yer ki kibârında, sıgârnda hayâ yok Kemalzâde Ekrem kibâr-ı âlem Âlemin büyükleri. İmtihânından halâs olmak kibâr-ı âlemin Çeşme-sâr-ı ârzûdan dest-şûyluklardadır Nâbî kibâr-ı asr Devlet büyükleri. Nâbîyâ şimdi atâyâsı kibâr-ı asrın Değmez ebrûlarının çînine bevvâbların Nâbî Kapılma lutfuna ey dil kibâr-ı asrın bil Ümîd-i reddiledir verdiği selâm dahi Mânî Şeyh Mehmet bin Çalık Ali kibâr-ı evliyâ Velilerin büyükleri. Kibâr-ı evliyâ âşık demezler şol mürîde kim Cemî’-i hüsn-i hulka onu irgürmeye irfânı Gaybî irgür- ulaştırmak kibâr-ı ulemâ Âlimlerin büyükleri. Mültecâ-yı vüzerâ sadr-ı kibâr-ı ulemâ Kâm-kâr-ıfuzalâ fahr-i mevâlî-i izâm Nef’î kibâr-zâdelik Soylu doğmuşluk. Neşât-bahşî-i mey intisâb-ı humdandır Kerem güvâh-ı nesebtir kibâr-zadeliğe Seyyit Vehbî küberâ Kebîr’ler, büyükler, ulular. Mümtaz ü hakîkî küberânın, fuzelânın Çok kerre mükâfâtı olan cevr ü ezâyı Fâik Âli Bey kibriyâ Çok büyüklük, ululuk, azamet. Bu dokuz kat felek-i bî-temsîl Kibriyâsınagöre şey’-i kalîl Hakanî Bil ki bir rüfâdır evkân-ı fenân Tek hakîkat var Cenâb-ı Kibriyâ Kemalzâde Ekrem Bey kâbir Büyük, ulu. Ona rif’at kâbiren an kâbirin mevsûldür Nüh felek gûyâ nisbet-i abâsıdır Nedim kibrît Ar. 1. Kırmızı yakut, altın. 2. Kükürt. 3. Kibrit. kibrît-i ahmer Kırmızı kibrit. Düşmüş kimi tecessüs-i kibrît-i ahmere Olmuş kimine mûcib-i iflâs kîmyâ Ziya Paşa kibriyâ bk. kibr. kihân Far. Kih’ler, küçükler, sagirler. kihân ü mihân Küçükler ve büyükler. Seni âlî tanır kihân ü mihân Muallim Naci kilâb bk. kelb. kilîd Far. Anahtarla açılan alet. Yunanca’da anahtar anlamına gelir. Tenimde sancılı nâreklerinle şâdem kim Der-i belâ bu kilîd iledir bana meftûh Fuzûlî kilîd-i endîşe Endişe kilidi. Saçınla eğleniriz ey büt-i cefâ-pîşe Ki halka halka-durur çün kilîd-i endîşe Necati Bey kilîd-i işret Eğlence kilidi. Bahâr erişse olur her şükûfe bir miftâh Kilîd-i işreti gül-şende kılmağa meftûh Şeyhülislam Yahya kilk Ar. Kamıştan yapılmış yazı kalemi, kamış kalem. Işk kilk çekti hat harf-i vücûd-ı âşıka Kim ola sâbit Hak isbâtında nefy-i mâ-adâ Fuzûlî Takrîr-i kemâl-i hüneri nutk-ı zebândır Tahrîr-i medârı-ı şerefi kilk ü rakamdır Nef’î Ey Nâilî terâne-i kilkinden oldular Rûhâniyân-ı mastaba-i intibâh mest Nâilî kilk-i Bercîş Berciş’in kalemi. Ta ki bu levha-ipîrûzede kilk-ı Bercîs Ede her rengte tecdîd mezâmîn-i kühen Keçecizade İzzet Molla kilk-i beyân Açıklama kalemi. Vasf-ı la’l-i dil-ber ise kasdın ey kilk-i beyân Tercemân olmaklığa şîrîn-zebân lâzım sana Nedim kilk-i cârî Akıp giden kalem. Yine kıl deste alıp kilk-i cârî Gül-âb-efşânî vü anber-nisârî Atâyî Nevizade Atâullah kilk-i çâlâk Çabuk hareket eden kalem. Nice bin vâridat âmâde-i tahrîr olur dilde Olunca sâye-güster kilk-i çalâkim benân üzre Nef’î kilk-i dür-efşân İnci saçan kalem. Verir tâb-ı safâ-bahşım keder âyîne-i âba Eder kilk-i dür-efşânım hacîl ebr-i güher-zayı Nef’î kilk-i etfâl Çocukların kalemi. Ne mümkün pey-rev olmak Nâbîi üstâda ey Sâmî Sevâd-ı nâ-becâdır meşk-işi’ri kilk-i etfâlin Sâmi kilk-i fitne-engîz Fitne çıkaran kalem. Gel ey Şâpûr-ı kilk-i fitne-engîz Yine nakşınla kıl evrâkı gül-rîz Nevizâde Atâyî Nevizade Atâullah kilk-i füsûn-sâz Büyülü kalem. Başkadır feyz-i hüner kilk-i füsûn-sâzında Canlanır vecdegelir söz leb-ı Ycâzında Tevfik Fikret kilk-i gazel-perdâz Gazel söyleyen kalem. Ey kilk-i gazel-perdâz âhir ederek nâle Derd-i dil-ı Esrâr’ı ettin mi yine şâ Esrar Dede kilk-i hayâl Hayal kalemi. Muhassal yok bir eğlence firâkında dil-i zâre Meğer kilk-i hayâli nükte-senc ü nükte-perdâzı Nef’î kilk-i Hızr Hızır’ın kalemi. Yaza bilmez leblerin vasfın temâm-ı ömrde Ab-ı Hayvân verse kilk-ı Hızr’a zulmetten devât Fuzûlî kilk-i hiddet Hiddet kalemi. Kâğıd-âsâ olma zül-vecheyn olursunşühpesiz Simsiyâh eyler yüzün bir kilk-i hiddet âşinâ Râsih Enderunî İbrahim kilk-i hoş-nevâ Güzel sesli kalem. Evrâkı tayy edip kilk-i hoş-nevâ gelgel Terâne-senc olalım na’t-i müstetâbında Nâilî kilk-i hoş-hırâm Güzel yazan kalem. Nazm ile Selmân-ı asrım nesr ile Vassâf-ı dehr Nazm u nesr içre müsellemdir bu kilk-i hoş-hırâm Nadiri Ganizade kilk-i hükm Hüküm kalemi. Kilk-i hükmün çekti harf-i sâ’ir-i edyâna hat Hükm-i isbât etti nefy-i sâ’ir-i edyân sana Fuzûlî kilk-i hüzn-engîz Hüzün veren kalem. İftirâkın faslını yazdıkça eyler dil enîn Kilk-i hüzn-engîz gönlüm sâzının mızrâbıdır Muallim Naci kilk-i irfân Bilim kalemi. Dest-i üdebâda kilk-i irfân Oldu hele tercemân-ı vicdân Namık Kemâl kilk-i kazâ Kaza kalemi. Yazmış ey Yahyâ kitâb-ı hüsnünü kilk-i kazA Hatt-ı la’li ol kitâb-ı müstetâbın hatmidir Şeyhülislam Yahya kilk-i kudret Kudret kalemi. Kilk-i kudret levh-i sînemde seni kılmış rakam Eyleyip mahbûblar mecmûasından intihâb Fuzûlî kilk-i maânî-perver Manalarla dolu kalem. Böyle tahrîr etti levh-i mihre vasf-ı pâkini Kâtib çarhın ser-i kilk-i maânî-perveri Nedim kilk-i müjgân Kirpik kalemi. Dem-â-dem kilk-i müjgân ile tıfl-ı merdüm-i çeşmim Hat-ı sevdâ-yı hâlin meşk eder levh-i hayâl üzre Fuzûlî kilk-i nazm Nazım kalemi. Kelîm-i lem’a-i bîniş ki envâr-ı hayâlinden Devâtı tûr-ı feyz ü kilk-i nazmı nahl-ı Mûsâ’dır sabri kilk-ı Nedîm Nedim’in kalemi. Bü’l-aceb ayyâr-ı efsûn-gersin ey kilk-ı Nedîm Çok tabîat sarhoş eylersin bu dârûlarla sen Nedim kilk-i pejmürde Pejmürde kalem. Zîb-i destâr eylemez kimse kilk-i pejmürdesin Enderunlu Vasıf kilk-i sebük-cevlân Çok çabuk gidip gelen kalem. Meğer kilk-i sebük-cevlânın olmuşgerm-rev Gâlib Zemîn âteş zemân âteş bütün nakş u nigâr âteş Şeyh Galip kilk-i siyeh-kâr Suçlu kalem. Zebânımla ta’rîze mecbûr olup Bu kilk-i siyeh-kâra mağrûr olup Keçecizade İzzet Molla kilk-i sun’ Sanat kalemi. Safha-i ruhsârına ol nokta-i hâl-i siyâh Dest-i kilk-i sun’ ile konmuş nişân-ı bûse-gâh Âhi kilk-i sühan-pâlâ Söz süzgecinin kalemi. Gark olur kevn ü mekân Ab-ı Hayât-ı feyze Aldığımca elime kilk-i sühan-pâlâyı Nef’î kilk-i şehâb Gençlik kalemi. Dest urmuş idi kilk-i şebâba debîr-i çerh Tuğra-nüvis-i hükm-ı Hudâvend-i ins ü cânn Bâkî kilk-i şûh-meşreb Güzel huylu kalem. Ne ola nazm-ı veliyy-i nbmete olsam Ziyâpey-rev Hüner bahsinde kilk-i şûh-meşreb ldübâlidir Ziyâ Paşa kilk-i tahrîr Yazı kalemi. Kan damlar kaleminden denilen işte budur Çatlasa kâdir olur mu onu kilk-i tahrîr Keçecizade İzzet Molla kilk-i ter Yeni kalem. Sonra alıp elime ney-şeker-i kilk-i teri Olayım vasf-ı cihân-dâver ile şîrîn-kâm Nedim kilk-i vasf Güzellik kalemi. Midâd-ı kilk-i vasfınla urur dil merhem-i teskîn Olunca derd-i zahmı rûzgârın istidâd üzre Nef’î kilk-i zerrîn Altın işlemeli kalem. Dîv-i buhlu hıtta-i cûdunda olmuş rahm için Keff-i destin âsmân u kilk-i zerrîninşihâb Nef’î kîmyâ Ar. 1. Kimya bilimi. 2. Gazâlî’nin meşhur eseri. Gubâr-ı der-geh-ı Monlâ-yı Rûm’a rûy-mâl oldum Düşüp hâk-i harâbât oldum ammâ kîmyâ buldum Esrar Dede Olursan secde-ber hâk-i reh-i dil-dâra ol sâat Gubâr-ı kîmyâ rûy-ı temennîden zuhûr eyler Esrar Dede Düşmüş kimi tecessüs-i kibrît-i ahmere Olmuş kimine mûcib-i iflâs kîmyâ Ziyâ Paşa kîmyâ-yı kâbiliyyet Kabiliyet kimyası. Şahsın istbdâdı lûtf-ı peykerinden bellidir Kîmyâ-yı kâbiliyyet cevherinden bellidir Nâilî kimyâ-yı pâk-i cân Canın temiz kimyası. Cism ü cân seyreyle bak dilde çerâg-ı nûr-ı aşk Kîmyâ-yı pâk-i cândır hâk-i dervîşânıgör Âdile Sultan kimyâ-yı saâdet Saadetli olma kimyası. Şâbâş şemîm-i mey-i tevhîdi duyarsan Kîmyâ-yı saâdet sana hüsrân-ı harâbât Esrar Dede kîmyâ-yı safâ Temiz kimya. Mis tıynet-ân-ı naksı zer-i hâlis eyleriz Terkîb-i kîmyâ-yı safâdır zamîrimiz Nâbî kimyâ-eser Kimya eseri. Feyz-i şeb-i kîmyâ-eserden Te’sîr-i şemmâme-i seherden Fuzûlî kîmyâ-ger Kimyacı. Korkarım hem âftâb-ı kîmyâ-ger duymasın Yoksa bin şevk ile olur ol dahi bir müşterî Nef’î kîmyâ-sâz Kimya ile uğraşan. Kîmyâ-sâzlığa etme şegaf Eyleme mâlını beyhûde telef Nâbî kîn, kîne Far. Buğz, garaz, düşmanlık. İzhâr-ı kîn şi’âr-ı dil-i zarımız değil Ağyâr ile cidâl bizim kârımız değil Nâbî Siriştinde onun kim nûr var kalbinde kîn olmaz Musaffâ tıynetânın tarf-ı ebrûsunda çîn olmaz Nâbî A’zasını hangi sevgi birleştirir Ahir bu vücûdu hangi kîn etti şikest Yahya Kemal kîn-i şemşîr-i cihân-gîr Cihanı tutan kılıcın kini. Aftâb olsa eğer kevkeb-i câh ile hasûd Kîn-i şemşîr-i cihân-gîr zebânım çekemez Nef’î kîn u husûmet Kin ve düşmanlık. Yalvardım Ftizar u tazarru’lar eyledim AslA tagayyür etmedi kîn u husûmeti Ziyâ Paşa kîne-i pelenk Kaplan kini. İnsân odur ki âyîne-veş kalbi sâf ola Sînende neyler âdem isen kîne-i pelenk Bâkî kîne-cû Öc almaya çalışan. Sâkî-i devr bize sâgar-ı işret mi verir Kîne-cûdur felek ehl-i dile ruhsat mı verir Şeyhülislam Yahya kîne-güdâz Kini eriten, kini yakan. Cefâdan eyledi tövbe sipihr-i kîne-güdâz Sitemden oldu perîşân zemâne-i mağrûr Nâbî kîne-ver Kinci. Ne sendendir ne bendendir ne çerh-i kîne-verdendir Bu derd-i ser humâr-ı neş’e-i câm-ı kaderdendir Nâbî kinâye, kinâyet Ar. 1. Üstü örtülü dokunaklı söz, serzeniş. 2. Maksadı kapalı bir şekilde ve dolaylı yoldan anlatan söz. 3. ed. Hakiki anlamı -alınması caiz ikenolmasına rağmen mecazi anlamda da kullanılan söz. c. kinâyât. Öldüreyim uş ben seni dedi itine yâr Gâyettegüzel söz bizi etti ise kinâyet Zâti İstiârât ü kinâyet ü hakîkatle mecâz Dâimâ olmalıdır cârî-i mecârî-i sühan Sünbülzade Vehbi Sâde bir devr-i teselsülden ibârettir umûr Rûz u şeb bir reft ü âmedden kinâyettir zemân yenişehirli Avni kîr Far. Erkeklik organı. kîr ü gelü Boğaz ve seks Gerçi vardır bulunur câm u sebû kaydında Ekser-i nâs velî kîr ügelû kaydında Nâbî kirâm bk. kerîm. Kird-gâr Far. Allah. Serkeşlik etti tûsen-i baht-ı sitîze-kâr Düştü zemîne sâye-i eltâf-ı Kird-gâr Bâkî Muhît-i dâire-i aşktan hurûc muhâl Ne çâre kabza-i takdîr-ı Kird-gâr’dayız Yenişehirli Avni Felek ererse kef-ı Nâilî ye dâmânın Seninle mahkeme-ı Kirdgâr’a dekgideriz Nalili kirişme Far. Naz, işve, cilve, edâ; kaş ve gözle edilen işaret. Tamâm reng ü bahâ mû-be-mû kirişme vü nâz Tamâm-ı hüsn-i ser-â-pA-yışu’le-i dîdâr Nedim Gamze değil bu şu’bede-bâz-ı kirişmedir Sihri bitirdi şîve-ı Fcâza başladı Nef’î kirm Far. Kurt, böcek. Her kirm ki ola berg-hûr-i şâh-sâr-ı aşk Ebrîşimi figâna gelir târ-ı çenk olur Nâbî Zehî sâni ki eyler berg-i tût u kirm-i bed-bûdan Libâs-ı iftihâr şehriyârâna atlas u dîbâ Nâbî kîs, kîse Far. Kese, para ve saat gibi şeylerin konulduğu kap. Nâbî o kadar kîse tehî dünyâ kim Kallâblığa başladı âlem yek-ser Nâbî Ne ola âlemde tehî kîse isen ey Gâlib Geldi ihvân ile hep tab’agınâ-yı iflâs Leskofçalı Galip kîse-i erbâb-ı recâ Ümit sahiplerinin kesesi. Hâk-i harem-i menşe’-i ikbâl-i ekâbir Ceyb-i kerem-i kîse-i erbâb-ı recâdır Nef’î kîse-i gûş Kulak kesesi. Satma ber-kâide-i dellâli Kîse-i gûşa giren akvâli Nâbî kîse-i ömr Ömür kesesi. Kîse-i ömrü tehî ettiğimi yolunda Olıcak hâk beden kâse-i serden sorasın Ahmet Paşa olıcak olunca. kîşe-i şu’le Işık kesesi. Ey güzel ma’den. Oooh, ey lebrîz Kîşe-i şu’le reng-i fecr-âmîz Gülüyor gül yüzünde istikbâl Tevfik Fikret kîse-perdâz Kese düzenleyici. kîse-perdâz-ı kerem Cömertlik kesesini düzenleyici. Bahşiş-âmûz-ı himem-i havsala-sûzu hisset Kîse-perdâz-ı kerem kâfile-sâlar-ı kirâm Nef’î kisb, kesb bk. kesb. Kisrây Ar. Eski İran hükümdarlarından Nûşirevân-ı Âdil’in lâkabı olup, sonradan diğerleri de aynı lâkabı kullanmışlardır. Seni Kisrâ’ya adâlette muâdil tutsam Fazladır sende olan devlet ü dîn ü îmân Bâkî kisrâ-yı Acem Acem Kisrası. Kıble-i ikbâl ederlerdi ayağın toprağına Bulsalardı Kayser-ı Rûm ile Kisrâ-yı Acem Nizami kisve, kisvet Ar. 1. Elbise. 2. Özel kıyafet. 3. Kisvet yağlı güreş yapan pehlivanların giymiş oldukları paçalı pantolon Münzevî olsan geçilmez lokma ile kisveden Ak ıl ü dîvânede olmaz o sevdâdan berî Nazîm Yahya Sâdık görünür kisvede erbâb-ı hıyânet Mürşid sanılır vehlede ashâb-ı dalâlet Ziyâ Paşa Çiçeklerle müzeyyen böyle renk-âmîz kisvenle Güzelsin cennetin tâvûs-rengîn şâh-bâlinden İsmail Safa kisve-i nazm Nazım kılığı. Ksve-i nazmda gaybettir hicv Sebeb-i zenb ü nedâmettir hiciv Nâbî kisve-i terkîb Birleşme elbisesi. Girmedin kisve-i terkîbe vücûd-ı pâki Zâtı olmuştu mevâlîde medâr-ı îcâd Nâbî kisve-i zîbâ Süslü elbise. Nedir bu câme-i zerrîn, bu kisve-i zîbâ Kadın k ıyâfeti kesbeylemek niçin acaba Abdülhak Hâmit kisvet Kisve, elbise. Sen selâmet kisvetin zîver kıl ey ehl-i salâh Kim bana bes mûy-ı jülîdem cünûnpîrâyesi Fuzûlî Câme-i sıhhat Hudâ’dan halka bir hil’at gibi Bir libâs-ı fâhir olmaz cisme ol kisvetgibi Bâkî kisvet-i ehl-i fenâ Yokluk ehlinin özel elbisesi. Ksvet-i ehl-i fenâya durmayıp girmekde halk Arif-i bi’l-lâh olan ehl-i fenâ eksilmede Bağdatlı Ruhi kisvet-i izzet İzzet elbisesi. Mürşid-i kâmil yüzünden vechine kıldım nazar Kisvet-i izzet denilen başıma devlet budur Ümmî Sinan kisver Ar. bk. Kisrâ. Eski İran hükümdarlarından Nûşirevân-ı Âdil’in lakabı olup, sonradan diğerleri de aynı lâkabı kullanmışlardır. Hz. Muhammed dünyaya geldiği gün Kisver’in sarayının damı çökmüştür. Bedrin tecellî kıldığı şeb-i âfitâbâr Tâk-ı sarây-ı Kisver’i çâk oldu Hüsrevâ Lamiî Çelebi kîş Far. Din, mezhep, inanış. Birleşik kelimeler yapar. bed-kîş Dinsiz. Hasm-ı bed-kîşi oyunda ruh-be-ruh şeh-mât eder Cengde at oynatır ferzana bir er yok mudur ? hâfız Paşa kâfir-kîş Kâfir inanışlı, dinsiz. Bende-i fermân olup gîsû-yı kâfir-kîşine Hizmete bel bağlayıptır ey sanem zünnârlar Bâkî bağlayıptır bağlamıştır. râst-kîş Doğru din. Cihânda kec-menişten râst-kîşin renci eşzûndur Bu menzil-gehde tîrin çektiği cevri kemân çekmez Âsım Bursalı Seyyid Mustafa Çelebi kişt Far. Ekin, tarla. kişt-i emel Arzu ekini. Sen ey kişt-i emel neşv ü nemâdan dûrsun ammâ Sehâb-âsâ dökülmek âb-rûlar hep seninçindir Nâbî kişt-i mihnet Sıkıntı tarlası. Zemîn-i dilde kim vakt-i hasad kişt-i mihnettir Cerâhat tûde tûde dâg hirmen hirmen olmuştur Nâilî kişt-zâr Ekinlik, ekin tarlası. Vefâ tohmu ekilmez mi bu âlem kişt-zarında Safâlar kesb olunmaz mı ferahlar hâsıl olmaz mı Şeyhülislam Yahya kişt-zâr-ı dehr Dünyanın ekin tarlası. Ne devr eyler tehî nüh âsyâ cûy-i vücûd üzre Meğer kim kişt-zâr-ı dehrde hâsıl mı kalmıştır Nâbî kişt-zâr-ı harâb Harap tarla Bu kişt-zâr-ı harâbın kalırsa hârı kalır Ne mevsim-i gül ü bülbül ne nevbahâr kalır Nutkî kişt-zâr-ı sîne Göğüs tarlası. Kişt-zâr-ı sîneme ekdin mahabbet tohmunu Hay ömrüm hâsılı billâh bundan ne biter Âhi kişver Ç, 3w Far. Ülke, memleket, il. Buk’a-ı Bağdâd’ın etmiş vasfını dârü’s-selam Kim ona teslîm tahsîn ede her kişver ki var Fuzûlî Melâhat mülkünü teshîr edip şemşîr-i gamzenle Güzellik kişverinde gayrı sultân olmasın dersin Şeyhülislam Yahya kişver-i câh Yüksek mevki sahiplerinin ülkesi. Top-ı âh-ı inkisâra pây-dâr olmaz yine Kişver-i câhın nice sengin hisârın görmüşüz Nâbî kişver-i fitne Fitne ülkesi. Lûtfü bu denlüdür endîşemin ammâ gazabı Kişver-i fitneyi bir lâhzada vîrân eyler Cevrî İbrahim Çelebi kişver-i hüsn Güzellik ülkesi. Olsa Sâmî kişver-i hüsnü fitneyle pür Vasf-ı mürgân ile ceyş-i hat-i nev-peydâsı bir Sâmi Arpaeminizade Vak’anüvis Mustafa Bey kişver-ârâ Memleket süsleyen Hükümdar, padişah. Penâh-ı saltanattır kahramân-ı dîn ü devlettir Medâr-ı memlekettir kâm-kâr-ı kişver-ârâdır Nefi kişver-be-kişver Ülkeden ülkeye. Malik-i mülk-i kanâat rızk-ı maksûmun bilip Gezmez âb ü nân için kişver-be-kişver, kû-be-kû Âgâhi Şâkir Efendi kişver-i sühan Söz ülkesi. Bâkî musahhar oldu bana kişver-i sühan Geçtim serîr-i nazma bugün hüsrev-âne ben Bâkî kişver-i vîrâne-i kalb Kalbin yıkık ülkesi. Gerçi kim kişver-i vîrâne-i kalbimde benim Azl ü nasb eylemez icrâ-yı rüsûm-ı ahkâm Nâbî kişver-gîr Ülke tutan. kişver-gîr-i âlem Dünya ülkelerini elinde tutan. Bâd-pây-ı azm-i kişver-gîr-i âlem-i gerd ile Kehl-i a’yân-ı Acem kıldukta hâk-i reh-güzar Fuzûlî kıldukta kılınca kişver-küşâ Ülke açan, ülke fetheden. Ma’nî-i lafz-ı celâdet sensin ey kişver-küşâ Kavlimi isbât için dünyâyı eşhâd eylerim Muallim Naci kitâb Ar. Ketebe’den; cilt hâlinde toplanan, matbu veya el yazması yazılı yapraklar. c. kütüb. Mürşid-i kâmil olunca kem-yâb Sana mürşid yetişir şimdi kitâb Nâbî Kelal verdi temâşâ-yı hüsnü zühhâde Aceb mi kec-nazarânagetirse hâb kitâb Koca Râgıp Paşa Fenn-i aşka başladım dikkatle gördüm nice bâb Metni derd ü faslı hicrân ile dolmuş bir kitâb Nişanî Karamanlı Nişancı Mehmet Paşa kitâb-ı âlem Dünya kitabı. Şerh-i kitâb-ı âleme bir metn-i muhkemiz Lafz-ı talebde ma’nî-i matlûb-ı âdemiz Esrar Dede kitâb-ı âs-mânî Semavi kitap. Sırr-ı muğlak metn-i haksın sana yetmez mi bu şân Hep kitâb-ı âs-mânî seni şerh eyler hemân Gaybî kitâb-ı aşk Aşk kitabı. Bir nükte bulmadım ki ruhun vasfı olmaya Gözden kitâb-ı aşkı geçirdim varak varak Bağdatlı Ruhi kitâb-ı der-geh-ı Monlâ Molla dergâhının kitabı. Kitâb-ı der-geh-ı Monlâ’ya ben mensûb olur muydum Tevessül etmeseydim himmet-i merdâne gönlümden Keçecizade İzzet Molla kitâb-ı hikmet Hikmet kitabı. Kitâb-ı hikmetinde nokta-i zer kursa-i hûrşîd Kitâb-ı izzetinden câm-ı revzen târem-i mînâ Nâbî kitâb-ı hüsn Güzellik kitabı. Yârın kitâb-ı hüsnünü fehm edemez ukûl Gerçi ki yazdılar ona erbâb-ı dil şürûh Hamdullah Hamdi kitâb-ı izzet Değerlilik kitabı. Kitâb-ı hikmetinde nokta-i zer kursa-i hûrşîd Kitâb-ı izzetinden câm-ı revzen târem-i mînâ Nâbî kitâb-ı kâinât Kâinat kitabı. Kitâb-ı kâinât esrâr-ı hikmetle leb-â-lebtir Şikâyet cehlden feryâd bî-idrâkliklerden Nâbî kitâb-ı kevn Kâinat kitabı. Sırr-ı kitâb-ı kevne ibretle nâzır olsan Bî-gânede yok ammâ hep âşinâ değildir Nâbî kitâb-ı ledün Manevi bilgi kitabı. Bu kâr-gâh-ı sun’ aceb dershânedir Her nakşı bir kitâb-ı ledünden nişânedir Ziyâ Paşa kitâb-ı letâfet İncelik kitabı. Ol nüsha-i mufassal-ı hüsnüm ki harf harf Nâ-hândedir tamâm-ı kitâb-ı letâfetim Nâbî kitâb-ı ma’rifet Bilim kitabı. Bu ubiyyât-ı süfliyât-ı tedbîrât-ı Rabbânî Kitâb-ı marifettir nokta-i zerrât-ı ser-tâ-pâ Nâbî kitâb-ı mekrümet Cömertlik kitabı. Kitâb-ı mekrümetin şerhe muktedir olamaz Ne rütbe eylese Esrâr kasîdesin ıtnâb Esrar Dede kitâb-ı metin Sağlam kitap. Nice kasîde ki her beyti bir kitâb-ı metîn Nice kitâb ki her fasl u bâb-ı şerh-i mütûn Nef’î kitâb-ı müstetâb Güzel bulunan kitap. Yazmış ey Yahyâ kitâb-ı hüsnünü kilk-i kazA Hatt-ı la’li ol kitâb-ı müstetâbın hatmidir Şeyhülislam Yahya kitâb-ı nakş-ı hüsn Güzel nakış kitabı. Bir varak perdir kitâb-ı nakş-ı hüsnünden senin Mülk-ı Çîn içre nigâristân-ı Mânî dostum Cinânî kitâb-ı ruh Yanak kitabı. Öpüp kitâb-ı ruhun eyledim hezar kasem O şûha sıdk-ı derûnum inandırıncaya dek Nâbî kitâb-ı rûzgâr Zamanın kitabı. Rişte-i adliyle ger bend etmese şîrâzesin Târ umâr olurdu eczA-yı kitâb-ı rûzgâr Nef’î kitâb-ı sergüzeşt Macera kitabı. Belli hâlinden ki gezmiştir nice deryâ vü deşt Levh-i tâbân-ı cebîni bir kitâb-ı sergüzeşt İsmail Safa kitâb-ı şîve Naz kitabı. Nûrdan rahle kaşın alnın kitâb-ı şîvedir Mekteb-i âlemde ehl-i nâz alır senden sebak enverî kitâb-ı tenzîl İnen kitap. Tevrât ola mı yâhûd enâcîl Hem menkabet-i kitâb-ı tenzîl Lâ kitâb-ı zulm Zulüm kitabı. Kitâb-ı zulme kaldı gezdiğin nâzende sahrâlar Uyan ey yâreli şîr-i jiyân bu hâb-ı gafletten Namık Kemâl kitâb-âsâ Kitap gibi. Ne ma’nâlar ne sözler münderictir safha-i dilde Eğerçi sûret-i zâhirde hâmuşum kitâb-âsâ Lâ Derûnunpür-maârif hem-nişînin merd-i ârif kıl Açılma, ey yüzü gül, şahs-ı nâ-dâna kitâb-âsâ Bâkî kütüb Kitap’lar. Fünûna dâd u sitedle olur mu hîç vâkıf Nihâyeti kütübün ismin öğrenir sahhâf Beliğ kütüb-i münzele İnmiş olan kitaplar. Oldu dördüncüsü Haydâr hulefâ-yı dînin Kütüb-i münzelenin hazret-ı Kur’ân’ı gibi Eşref kütüb-i mu’tebere Değerli kitaplar. Vâsıl olunca esahh-ı habere Verdim oldu kütüb-i mu’tebere Hakanî kitâbe Ar. Bina kemeri, kapı üzeri, çeşme, sebil gibi binaların cephelerine konulan yazılı levha. Makâbir inledi taşlar birer lisân oldu Kitâbeler de o taşlarla hem-zebân oldu Mehmet Akif Sûzişli bir kitâbe okur inlerim. şebâb Ağûş açar karanlığa, ben inlerim, harâb Tevfik Fikret kitâbet Ar. 1. Yazı yazma, bir maddeyi kaidelerine uygun şekilde kaleme alma. 2. Kâtiplik, sekreterlik. Verdikçe dimâğa hiddet-i efkâr Ben söylerim ol kitâbet eyler Muallim Naci kâtib Kitâbet’ten; 1. Yazı işiyle uğraşan, kâtip, sekreter. 2. Yazan; usta yazıcı. c. küttâb, ketebe. Rübâîden kaşındır beyt-i evvel Celiyy hatt ile yazmış kâtib onu Hurrem Paşa kâtib-i dîvân Divan kâtibi. Afitâbın zer devâtiyle gelirsin her seher Ey Utârid der-gehinde kâtib-i dîvân mısın Hayâlî Bey kâtib-i dîvân-ı gerdûn Feleğin divan kâtibi. Kâtib-i dîvân-ı gerdûn kaşların tuğrâsını Vasf ederken mâh-ı nevden gösterir geh geh misâl İbni Kemâl kâtib-i eşk Gözyaşı kâtibi. Vasf-ı la’lin yazdığımı kâtib-i eşkim görüp Sürhü yerini kamu kan-ıla tahrîr eylemiş Cem Sultan kâtib-i takdîr Kader kâtibi. Kâtib-i takdîr hatt-ı sebze tahrîr etmeğe Levh-i gül-zar hazân bergi zer-efşân eylemiş Fuzûlî ketebe Kâtib’ler, yazıcılar. Şimdi çoktur ketebe sâhibi câhil hattât Lâkin esrâr-ı hurûfa hani vâsıl hattât Sürûrî On üç yaşında idim aldığım zemân ketebe Geçende “sen ne bilirsin” demez mi bir zübbe Mehmet Akif küttâb Kâtib’ler. sağ ve sol omuzda bulunan melekler Destâr-ı çîresiz bana kim eyler Ftibâr Küttâb içinde her ne kadar çîre-dest isem Sünbülzade Vehbi küttâb-ı amel Amel kâtipleri. Cürm ü noksânımı kayd eylemesem de elbet Onu küttâb-ı amel deftere tekmîl yazar Halim Giray Kırım Hânı kiyâset Ar. Anlayışlılık, uyanıklık, akıllılık. Ferâset ehli vü sâhib-i kiyâset Dili âyîne-i esrâr-ı hikmet İbni Kemâl Bu mülk ü azm ü kiyâsetle siz k ılın ıslâh Bu halkı akl u ferâsetle siz edin iflâh abdülhak Hâmit kizb Ar. Yalan. Kizbi terk et bulmak istersen cihânda ihtirâm Subh-ı sâdık gibi ol kim halk ede sana kıyâm Rüşdîi Kadim Veliyyüddin Rüşdi Efendi Eylemem ölsem de kizbi ihtiyâr Doğruyu söyler gezer bir şâirim Bir güzel mazmûn bulunca Eşrefâ Kendimi hicv eylemezsem kâfirim Eşref kizb-ittisâf Yalan takınma. Söyleme ey şâir-i kizb-ittisâf Dinleyemem öyle müdâhince lâf Muallim Naci kâzib Yalan söyleyen, yalancı. Işkta sâdıklık izhâr etti dâgın gösterip Gâliba derlerdi kâzib ondan etti âr subh Fuzûlî Geh var deyip ağzına gehî yok dese âşık Bu sözde ne kâzib der ona kimse ne sâdık Refikî köhne Far. Kühen’den; 1. Eski, eskimiş. 2. Zamanı geçmiş. Eğninde görüp gayrların atlas ü dîbâ Gam çekme ki eğnimde benim köhne abâ var Bağdatlı Ruhi Bir köhne hikâyedir ki derler Cafer kerem ehlidir filândır Nedim Ey köhne Bizans, ey koca fertût-ı müsahhar Ey bin kocadan arta kalan bîve-i bâkir Tevfik Fikret Etrâfı okşuyor Mayıs’ın tâze rüzgâr Karşımda köhne Üsküdar’ın dost ışıkları Yahya Kemal köhne-bahâr Sonbahar, güz. Pâ-mâl-i şitâ olmadan iklîm-i çemen-i gül Ver hükmünü ey serv-i revân köhne-bahârın Nedim kû Far. Cadde, büyük ve işlek yol. kû-be-kû Yer yer, zaman zaman. Kû-be-kû eyleme bî-hûde telâş ey dil-i zar Çâre-i vaslı yine şâhid-i matlabdan sor Esrar Dede kûb Ar. 1. Vuran, vurucu. 2. Küp. kûb-ı mihnet Sıkıntı küpü. Bu âlem pây-tâ-ser kûh kûb-i mihnet ü gamdır Eder her tîşe-kâr-ı ârzû bir Bîsütûn peydâ Nâilî Kubâd Far. İlk Fars hükümdarlarından. Ol kahramân-ı kavî-baht-ı âlem-ârâ kim Mekîn-i hikâyesidir dâstân-ı Zâl ü Kubâd Nâbî kubbe Ar. Tepesi yuvarlak bina. c. kıbâb Avâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş Bâk Kubbesinde levha-i sîmîn ile gülmîh-i zer Müşterîdir kim felekte mâh ile etmiş kırân Nef’î Şu sessiz kubbenin altında insândan eser yokmuş Diyorduk “Bir buçuk milyar” Meğer tek bir nefer yokmuş Mehmet Akif kubbe-i arz Yeryüzünün kubbesi. Derûnum âteşinden kubbe-i arz intihâb eyler Ne cüz’îdir bana yakıp kül etmek sakf-ı eflâki Behiştî kubbe-i âsumân Gök kubbe. Kubbe-i âsumân altında ahterân Hep olur iken nigerân Abdülhak Hâmit kubbe-i çerh Feleğin kubbesi. Kılmağa meremmet bu kühen kubbe-i çerhi Encüm diye her gece nice mıh kakarlar Mesihî kubbe-i devvâr Dönen kubbe. Mutî-i emrin olup çâr-kûşe heft iklîm Ola müsahhar-ı kilkim bu kubbe-i deâr Nedim kubbe-i eflâk Feleklerin kubbesi. Yârın görünce kaddini gül-bâng-ı âhtan Peyveste oldu kubbe-i eflâke velvele Beliğ kubbe-i firûze-fâm Gök renkli kubbe. Tarz-1 nev saldı binâ-yı adle mimâr-ı kazA Hemçü erkân-ı kavîmi kubbe-i fîrûze-fâm Üsküdarlı Hakkı Bey kubbe-i gerdûn Dünyanın kubbesi. Hırka-ber-dûş olalı tekye-i hecr ü gamda Tâc-ı nüh-kubbe-i gerdûn başıma hem dar gelir Zekâi Şeyh Mustafa Kubbe-i Hadrâ, hazrâ Yeşil kubbe. Hz. Muhammed-s. a. s. ’in mezarı üstündeki kubbe. Yeniden cûşa gelirken bir alev tûfânı Karşıdan Kubbe-ı Hazrâ edivermez mi zuhûr Mehmet Akif Kubbe-ı Hadrâ değil nev-gonce-i lahûttur Kim yüzünden berk urur nûr-ı mübîn-ı Müsteân Lâ Kubbe-ı Hazrâ-yı gerdûn Feleğin yeşil kubbesi. Dilâ şimden gerü erbâb-ı keştî kumda oynasın Ki kumlar Kubbe-ı Hazrâ-yıgerdûndan mualladır Atâyî Nevizade Atâullah kubbe-i iclâl Büyüklük kubbesi. Kubbe-i iclâli üzre atlas-ı gerdûn mudur Ya zemîni gök müzerkeş-târ bir dîbâ mıdır Yenişehirli Avni kubbe-i kasr Köşkün kubbesi. Ey ki bâm-ı kubbe-i kasrında bir Hindû Zühal Ve ey ki bâb-ı der-geh-i kadrinde bir çâker güneş Lamiî Çelebi kubbe-i kevn Varlık kubbesi. Böyle âğâz eylesin şimdengeri elkâbına Câmi ne kubbe-i kevnin hatîb-i minberi Nef’î kubbe-i mînâ Billur kubbe, gökyüzü. Kubbe-i mînâda her şeb kim yana kandîl-i mâh Zühreşem’-i meh çerâgıgöstereşem’-i ucâb Nizami kubbe-i semâ Semanın kubbesi. Hangi Hârut olup acîbe-nümûn Eylemiş kubbe-i semâyı nigûn Tevfik Fikret kubbe-i tîz Keskin kubbe. Ulüvv-i şevketinden bir alemdir meh-çe-i hurşîd Dikildi subh-ı ikbâlinde fark-ı kubbe-i tîze Esrar Dede kubbe-i zer Altın kubbe. zer-endûd ü müzerkeş tepeler Sanasın her birisi kubbe-i zer Yenişehirli Avni kıbâb Kubbe’ler. Şeb-hâbe varma var ise çeşm-i basîretin Kandîl ile müzeyyen olan nüh kıbâbe bak Behiştî kıbâb-ı âsmân Gökyüzü kubbeleri. Şeh-i iklîm-i ışkam dûd-ı âhımdır alem elde Kıbâb-ı âsmân üstümde çetr-i nîl-gûn olsun Cinânî kıbâb-ı bârgâh-ı çarh Feleğin çadırının kubbesi. Zehî Hâlik ki kem-ter nutfe-i nâ-çîzden etmiş Kıbâb-ı bârgâh-ı çarha sığmaz kimseler peydâ Nâbî kıbâb-ı câmi’ Caminin kubbeleri. Sâgar-ı mînâ şefâatten olurdu nâ-ümîd Kendi cinsinden kıbâb-ı câmi’e câm olmasa Nâbî kıbâb-ı izzet Değerli kubbeler. Kitâb-ı hikmetinde nokta-i zer kursa-i hûrşîd Kıbâb-ı izzetinden câm-ı revzen târem-i mînâ Nâbî kıbâb-ı nüh-felek Dokuz göğün kubbeleri. Hevâ-yı aşk ile deryâ-yı eşkim cûşa geldikçe Kıbâb-ı nüh-felek anda görünür bir habâb âsâ Nef’î kıbâb-ı semâvât Semavatın kubbeleri. Aşkın eder zuhûr dil-i pâre pâreden Rûhü’l Kudüs kıbâb-ı semâvattan gelir Muallim Naci kubh Ar. Çirkinlik. Miyân-ıgüft ügûda bed-meniş îhâm eder kubhun Şecâat arz ederken merd-ı Kıbtî sirkatin söyler koca Ragıp Paşa kubhî Çirkinlikle ilgili. Benim sabrımla seyr et ıztırâb-ı ehl-i ikbâli Sana ger hüsn ü kubhî keşf için ezdâd lâzımsa Namık Kemâl kabâhat Çirkinlik, çirkin iş, suç, cürüm; kusur, uygunsuz iş. Yoktur günâh o gamzesi hûnîde bendedir Şâhım suç öldürende değildir ölendedir Kabuli Kütahyalı Mehmet Çelebi O bâri bir adam olsun da kalmasın câhil Demiştim olmadı. Lâkin kabâhat onda değil Mehmet Akif kabîh Çirkin, iğrenç, yakışıksız. c. kabâih. Değil bu ehl-i maânî katında lâf-ı kabîh Tahaddüs-i niam eydür bu hâle ehl-i makâl nizami eydür söyler Görünce hakkı kabûl ahsen-i hasâildir Kabîh hulk olamaz âdemin inâdı kadar Âsaf Nâfıa Nâzırı Mahmu Celâleleddin Paşa kubûr Ar. 1. Sadak, tîrkeş, ok çantası. 2. Kabr’in c. mezarlar. Kemân-ı ışkı eğer çektin ise merdâne Gerek durur ki ola tîr-i âha sîne kubûr Hayâlî Bey Ne kendi eyledi râhat, ne halka verdi huzûr Yıkıldı gitti cihândan, dayansın ehl-i kubûr Lâ kûçe Far. 1. Küçük sokak. 2. Çarşı, pazar. Çeşm-i mestin hevesiyle oluruz kîse-tehî Kûçe kûçe gezeriz bir dolu sâgar diyerek Nâilî Fasl-ı gül geldi mi âyâ diye perîşân olarak Bülbülü kûçede gördüm ki gül-istâne gelir Nedim Pür etti kûçeyi sît-ı feşâfeş-i dâmân Erişti zirve-ı Nâhîd’e çın-çın-ı halhal Nedim kûçe-i aşk Aşk sokağı. Havfimizden çeşm-i dil-ber gamzeyi eyler tebâh Kûçe-i aşk içre bî-pervâ yürür mest-âneyiz Fehim-ı Kadim Uncuzade kûçe-i dil-ber Sevgilinin sokağı. Âşûb-geh-i mihnet olur kûçe-i dil-ber Böyle olıcak âşık-ı nâlân müteaddid Nâbî kûçe-i esrâr Sırlar sokağı. Gevher-igüftârnın kân-ı müşterî-i müflisi Kûçe-i esrârının hûrşîd-i düzd-i şeb-revi Nef’î kûçe-i îş Eğlence sokağı. Cânib-i sûk-ı silâha dökülüp gerd-i kesâd Sâha-i kûçe-i îş u taraba düştü ruhâm Nâbî kûçe-i sît Şöhret sokağı. Pür etti kûçe-i sît-ı feşâfeş-i dâmân Erişti zirve-ı Nâhîd’e çınçın-ı halhal Nedim kûçe-i teng Dar sokak. Sad cihân kişver-i iclaline bir kûçe-i teng Kehkeşân benden ikbâline bir teng zukâk Yenişehirli Avni kûçe-i teng-i kalem Kalemin dar ağzı. Âsımâ nâ-refte râh açmış Nedîm’e âferîn Kûçe-i teng-i kalemden mülk-i istFdâda dek Âsım Çelebizade Şeyhülislam İsmail kûdek Far. Çocukluk hâli. c. kûdekân. kûdek-i sebak-hân Dersini okuyan çocukluk hâli. Ders alır hâce-i cünûnumdan Akl bir kûdek-i sebak-hândır Esrar Dede kûdekân Çocukluk hâlleri. Dil çerâg-ı encümen-pîrâ-yı bî-hûşu olup Seng-i dest-i kûdekândır her taraf pervânesi Nâbî kûdekân-ı bî-zebân Dilsiz çocukluk hâli. Olsa halkın rızkı hâsıl verziş-i tedbîrden Kûdekân-ı bî-zebân mahrûm olurdu şîrden Nâbî kudemâ’ bk. kadîm. kudret Ar. 1. İktidar, takat, güç. 2. Servet, zenginlik, varlık. Kilk-i kudret levh-i sînemde seni kılmış rakam Eyleyip mahbûblar mecmûasından intihâb Fuzûlî Ne cür’etle edersin haksız işte Hak’tan istimdâd Yed-ı Kudret mi olsun âleme cellâd lâzımsa Namık Kemâl Zaf ile âh etmeğe cismimde kudret kalmamış Hamdülillah keşf-i râz-ı aşka tâkat kalmamış Namık Kemâl kudret-i bâkî Kalıcı kudret. Onundur bezm-i bâkî ayş-ı bâkî kudret-i bâkî Gehî mutrib gehî sâkî olur bir sırrıdır mâhzâ Âdile Sultan kudret-i fehm Anlayış kudreti. Sen kudret-i fehmi eyle peydâ Ben söyleyeyim sen eyle ısgâ Şeyh Galip kudret-i güftâr-ı şem’ Mum sözünün gücü. Vasf-ıpâk-ı dâvere eylerdi tahrîk-i zebân Bulmuş olsa idi eğer kim kudret-i güftâr-ı şem’ riyazi kudret-i Hak Hakk’ın gücü. Kudret-ı Hak eyledi sedd-i zemân Eyledi bir lâhzada tayy-ı mekân Nahifi kudret-i Hâlık Yaratıcının gücü. Bu sükût-ı belîg-i hüzn-i fasîh Hutbe-i bî-makâl-i rûhânî Kudret-ı Hâlık’ı eder tavzîh Bu ne ulvî meâl-i rûhânî Nabizâde Nâzım kudret-ı İskender İskender’in gücü. Dilese kudret-ı İskender ile Cemşîd’i Der-geh-i devlet ü iclaline der-bân eyler Cevn kudret-i külliyye Herşeyi kuşatan güç. Bir kudret-i külliyye var ulvî ve münezzeh Kudsî ve muallA ona vicdânla inandım Tevfik Fikret kudret-i Mevlâ Mevlâ’nın kudreti. Lisânı hikmetimden rûşenâdır sûret-i ma’nâ Cihânı himmetimden rû-nümâdır kudret-ı Mevlâ Leskofçalı Galip kudret-nisâb Güç sermayesi. Ârif-i allâme-i kudret-nisâb Vâkıf-ı fehhâme-i hikmet-meâb Ziyâ Paşa kudret-i Sâni’ Allah’ın kudreti. Yüzündür âyet-i rahmet özündür mazhar-ı kudret Ne kudret kudret-ı Sâni’ ne Sâni’ Sâni’-ı Ekber Ahmet Dâî kudret-i tıbb Tıbbın kudreti. Bir marîza çâresiz olmakta âciz bin tabîb Kudret-i tıbbı bana gelsin de Lokmân söylesin Nevres-i Kadim kudret-nümâ Güç gösterme. kudret-nümâ-yı aşk-ı vatan Vatan aşkının güç gösterisi. Pâ-mâl-i zîveri bir sürü esbâb-ı hâcize Kudret-nümâ-yı aşk-ı vatandır bu mu’cize Abdülhak Hâmit kuds, Kudüs Ar. 1. Temizlik, paklık, taharet. 2. Kutsallık, mübareklik. Rûh-ı pâ-der-gil füyûzunla edip pervâz-ı kuds Cezbe-işevkinle bulsun cism-i hâki irtifâ’ Esrar Dede Kasr-ı cennet mi bu ya bâğ-ı İrem ya gül-istân Ya harîm-ı Kuds ya Beytü’l-harem ya âsmân Nev’î kudsî Kudse mensup, ilahi, kutsal. c. kudsiyân. değildir bu kadar kudsî dem Gıbta eyler sana Hassân-ı Acem Muallim Naci San’at o benim yurdum için, ırkım içindir Kudsî bir ışık olması âfâkım içindir Midhat Cemal Kuntay kudsiyân >Ar. kudsî Far. -ân Kutsal ruhlar, dört büyük melek Cebrail, Mikâil, İsrafil, Azrâil. Mürâât-ı edeb şartıyle gir Nâbî bu der-gâha Metâf-ı kudsiyândır bûse-gâh-ı enbiyâdır bu Nâbî Şu’le-i müşkâtınapervâne cân-ı Cebraîl Âb-ı feyzayâtına dîvâne rûh-ı kudsiyân Kâzım Paşa kudsiyye Kutsallık. kudsiyye-i efkâr Fikirlerin kutsallığı. Ederim kuvve-i kudsiyye-i efkârımla Cünd-i ervâh-ı ricâl-i sahnı istihdâm Nef’î kudsiyyet Kudsilik, kutsallık, mukaddeslik. Kudsiyyeti gösteren bu şeyler Uluvviyetine delâlet eyler Recaizade Ekrem kudûm Ar. Kadem’den; uzak bir yerden, uzak bir yoldan gelme. Şâh-ı dîn-perver ki teşrîf-i kudûmiyle zemîn Arşa nâz eylerse istiğnâsı istiğnâ mıdır Nef’î Şu nâdî-i niam, bakın kudûmunuzla müftehir Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir Tevfik Fikret kudûm-ı hazân Sonbaharın gelişi. Tezhîb-i bergten garazın bâğın anladım Âmâde-i nisâr-ı kudûm-ı hazân eder Nâbî kudûm-ı hazret-i şehzâde-i zîşân Şanlı şehzade hazretinin gelişi. Mübârek eyleye Allah Taâla ömr ü devletle Kudûm-ı hazret-i şehzade-i zîşânı dünyâya Nef’î kudûm-ı kâfile-i nev-bahâr İlkbahar kafilesinin gelişi. Bizimle ey hıred âmâdesin vedâ’ayine Kudûm-i kâfile-i nev-bahârı biz biliriz Nâbî kudûm-ı südde-i dîvan-ı enbiyâ Peygamberler huzurunun eşiğine geliş. Pîşânî-i bihişte urur dâg-ı imtinân Nakş-ı kudûm-ı südde-i dîvân-ı enbiyâ Nâbî kudûm-i muhtesib Belediye memurunun gelişL Kudûm-i muhtesibten bir ayaklı eyledi âgâh Tez elden bâdeyi tenhâ çekip ayağı denk aldım Sünbülzade Vehbi kudûm-ı zât Kendisinin gelişi. Kudûm-ı zâtı ile buldu saltanat revnak Ulüvv-i bahtı ile şân-ı devlet oldu ziyâd Nâbî kûf Far. Baykuş. Olsa ne kadar şikestepervâz Uymaz yine kûf ü kaza şeh-bâz Şeyh Galip kufl Ar. Kilit. c. akfâl. Kondurdu gerd hattın âyîne-i murâda Kufl urdu akd-i zülfün gencîne-i risâZe Fuzûlî Dükkân-ı himmetim der-beste-i kufl-i tevekküldür Refâhiyetle ayş ü işretim kârımdan efhûndur Nâbî kufl-i âhen Demir kilidi. Kim kadr-i kufl-i âhene muhtactır yine Memlû iken derûnugüherle hazanenin Nâbî kufl-i mercân Mercan kilit dua. Bin duâ verip alırlar çünki bir düşnâmını Kufl-i mercân urma cânâ dürc-i gevher üstüne nizami kufl-i takdîr Takdir kilidi. Açılır bâb-ı temennâ gibi esrâr-ı kazA Kufl-i takdîre Hudâ re’yini kılsaydı medenk Kâzım Paşa kufl-i tevekkül Tevekkül kilidi. Dükkân-ı himmetim der-beste-i kufl-i tevekküldür Refâhiyetle ayş ü işretim kârımdan efhûndur Nâbî kufl-i tılsımât-ı künûz-ı ma’rifet Marifet hazinelerinin tılsımlar kilidi. Sendedir kufl-ı tılsımât-ı künûz-ı ma’rifet Sendedir yarlığı fermân-revâ-yi iklîm-i şân Ziya Paşa akfâl Kufl’ler, kilitler. Sabâh-ı îd eder efvâhını pür-hande etfâlin Dekâkînin dehânın ser-be-ser bend etmek akfâlin Nâbî kûfte Far. Ezilmiş, dövülmüş, köfte. Tabl-bâz etti elin sînesini döğmekten Eyledi dest-i kader kûfte tabl-ı ârâm Nâbî kûfte-i pâ-yi melâl Üzüntü ayağının ezilmişi. Neden olduk bu kadar kûfte-i pâ-yi melâl Dilimiz ferş-i reh-i hâhiş-i câh eylemedik Nâbî kufûl Ar. Geri dönme, avdet etme. Dahi etmeden sözde avd ü kufûl Yine eski kapıdan eyler duhûl Keçecizade İzzet molla kûh Far. Dağ, cebel. Ger olsa münteşir fermân-ı adli kûh u sahrâya Uyur âhû-bere zanû-yı şîr-i jiyân üzre Nef’î Firâz-ı kûha çıktıkça sanır onu görenler kim Nişîbe rû-be-râh olmuş hemân bir seyl-ipûyândır Riyazî Dâmen-i kûha doğru gittikçe Bir güzer-geh göründü nûrânî Muallim Naci kûh-ı aşk Aşk dağı. Hani Ferhâd’ıla Mecnûn diye feryâd eyleyip Kûh-ı aşk içinde dün akrânım andım ağladım Zaifî kûh-ı beka Bakilik dağı. İstimâ’ etse bebr-i heybet şîr-âneni ger Gâbe-i kûh-ı bekada olur ol dem Zerzân Şinasi kûh-ı belâ Belâ dağı. Ömrün geçirip kûh-ı belâda dil-i şeydâ Berhem-zen-i hengâme-ı Ferhâd olayım der Bağdatlı Ruhi kûh-ı Bîsütûn Şirin’in emriyle Ferhat’ın Kermanşah civarında deldiği dağ. Musavvirler yazıp Ferhâd’ı kûh-ı Bîsütûn üzre Verip destine tîşe haylî üstâdâne yazmışlar NeVî kûh-ı bülend Yüksek dağ. Âlî nijâda zemzeme-i aşk eder eser Kûh-ı bülend nâleden elbette seslenir Câzim Zeyrekzade kûh-ı cünûn Cinnet dağı. Zencîr-i ışkın urmasa bir bend-i nâ-bedîd Kûh-ı cünûna çoktan olurdum revân demîd behiştî kûh-ı ebr Bulut dağı. Kûh-ı ebr içre girip yettim getirdim kûyuna Şîr-i hûrşîdi kemend-i âb ile ey meh-lika Enverî kûh-ı fenâ Yokluk dağı. Zen-perest olduğuçün tîşe ser-ı Ferhâd’a Hüsrevâ kûh-ı fenâ Şîrîn’inin dişidir Behiştî kûh-ı gam Gam dağı. Leb-i şîrîniyle cânımı şûrîde kılıp Kûh-ı gamda dil-i miskînimi Ferhâd kılar İbni Kemâl kûh-ı girân Ağır dağ. Sen öyle bil ki cûşiş-i deryâ-yı ıztırâb Cân-ı hamûle lenger-i kûh-i girân verir Nedim kûh-ı hasret Hasret dağı. Vâdî-igamdandır âb u hâk-i bünyâdım benim Kûh-ı hasretten geliptir âteş ü bâdım benim behiştî geliptir gelmiştir. kûh-ı hırâmân Salına salına yürüyen düzgün görünüşlü dağ. Düşmeni hayretle hem-çün rûbeh tasvîr eder Şîr-veşgeldikçe ol kûh-ı hırâmân üstüne Nedim kûh-ı Kâf Kaf Dağı. Kûh-ı Kâf olsa da kuvvette vücûd-ı insân Çekilir bâr değil vaz-ıgirân-bâr-ı felek Yenişehirli Avni kûh-ı nazm Nazım dağı. Nizamî Hamsesiyle birpeleng-i kûh-ı nazm idi Bugün beş beyt ile Zâtî biz onun pençesin bulduk Nef’î kûh-ı sahrâ Sahra dağı. Olsa bir kişver eğer mazhar-ı sun’-ı kudret Kûh-ı sahrâsını hep ma’den eder kân eyler Cevrî İbrahim Çelebi kûh-ı şerer-feşân Kıvılcım saçan dağ. Gâhî teneffüs eyleyicek ejder-i zemîn Kûh-ı şerer-feşânlar eder arzı lerze-nâk Nâbî eyleyicek eyleyince kûh-ı Tûr Tur Dağı. Herkesin hâlince vardır bir tecellî-gâh-ı aşk Bîsütûn-ı Ferhâd’e kûh-ı Tûr şeklin gösterir Esad Muhlis Paşa kûh-ı vücûd Vücut dağı. Yandı tutuştu tûr-ı dil eyledi karâr Kûh-ı vücûduma bu benim gelmedi sükûn Behiştî kûh-ı zühd Zühd dağı. Aşkın bilir mi kadrini sükkân-ı kûh-ı zühd Anlar mı k ıymetin göricek cevherin yörük behiştî göricek görünce kûh-beden Dağ gövdeli, dağ gibi iri yapılı. Nâgehân oldu karşıdan peydâ Bir sürü çarpA-yı kûh-beden Tevfik Fikret kûh-endâz Dağ atıcı. Tünd-bâd-ı sitemin sadme-i kûh-endâzı Şâh-sâr-ı hevese mûris-i âsîb olmaz Nâbî kûh-istân Dağlık yer. Diyâr-ı Rûm’da bir karye vardır Onun etrâfı kûh-istâna benzer Hayâlî Bey kûh-ken Dağ kazan Ferhat. Sevgilisi Şîrîn için Bisütûn dağını deldiği için bu lakapla anılır. Gönül tekmîl-i fenn-i aşk eden üstâd-ı kâmildir Onun yanında kimdir Kûh-ken Mecnûn ne câhildir Bâkî Her kim dilerse ağ ola yüzü kefen gibi Kanlara boyasın tenini Kûh-kengibi Figânî Kûh u deşte varalım nâle vü feryâd edelim Kays ile Kûh-ken’in rûhların şâd edelim Yahya Kemal kûh-sâr, küh-sâr Dağlık yer. Şarâb-ı ışk hoş kattâl imiş içmiş iki âşık Yıkılmış biri sahrâda biri küh-sâra yasdanmış Hayâlî Bey Hasretle gözüm yaşı ki zîb-i çemen oldu Rûm illeri kûh-sâr-ı Bedahş ü Yemen oldu Neşet Hoca Süleyman Karşımda müselsel mütevâlî iki kûh-sâr Her parçası bir nûr-ı siyâh eyliyor izhâr Kemalzâde Ekrem Bey Getirme hâtırna mâ-cerâ-yı Ferhad’ı Derûnu yârelidir kûh-sâr söyletme Lâ kûh-sâr-ı mihnet Sıkıntı dağı. Karıştı kara yere kûh-sâr-ı mihnette Hayâlî şimdi o Ferhâd gördüğün gönlüm Hayâlî Bey kûh-sâr-ı Bedahş ü Yemen Yemen ve Bedahş dağları. Hasretle gözüm yaşı ki zîb-i çemen oldu Rûm illeri küh-sâr-ı Bedahş ü Yemen oldu Neşet Hoca Süleyman kûh-sıfat Dağ görünüşlü. Bunca kim kûh-sıfat başıma taşlar urulur Dîde-i bahtım uyanmaz ne ağır uykuludur Fuzûlî kûh-veş Dağ gibi. Zer verip her kûşede sayd eyle bir sîmîn teni Püşt-ipây ur kûh-veş sahrâya çîn et dâmeni Lamiî Çelebi kûh u sahrâ Çöl ve dağ. Ger olsa münteşir fermân-ı adli kûh u sahrâya Uyur âhû-bere zanû-yı şîr-i jiyân üzre Nef’î kûhân Far. 1. Kambur. 2. Deve veya sığır hörgücü. 3. At eyeri. kûhân-şekl Deve kamburu şeklinde. Bir niçe üştür-i ser-mest durur bu ebyât Ki oldu her birisine kâfiye kûhân-şekl Hayâlî Bey kuhl Ar. Göze çekilen siyah toz, sürme. Dîde-i encüme kuhl olmak için eflâke Gird-bâd ile çıkar hâk-i deri döne döne Bâkî Kalırdı tâ-be-mahşer dîde-i hurşîd nâ-bînâ Felek kuhl almasa rûz-ı ezel hâk-i cenâbından Leskofçalı Galip kuhl-i cilâ Cila sürmesi. Girmez gözüme iki cihânın cevâhiri Kuhl-i cilâ için bir avuç hâk-i der yeter Şeyhi kuhl-ı gubâr-ı der-geh Dergâhın toz sürmesi. Yere düşürmeyip kapışır tûtiyâ gibi Kuhl-ı gubâr-ı der-gehin a’yân-ı rûzigâr Necatî Bey kuhl-i hâb Uyku sürmesi. Bîdâr eder derûnu dü-bâlâsı gafletin Amâ, cilâ-yı dîde bulur kuhl-i hâbdan Nesib-ı Mevlevi İki Bayraklızade Yusuf kuhl-ı ışk Aşk sürmesi. Kuhl-ı ışk ile gözün perdesin aç kim Mecnûn Seyr ederdi ruh-ı Leylâ’yı beyâbânından Behiştî kuhl-ı kadem Ayak tozu. Kuhl-i kademin aldımdı hışmla dedi Neylersin alıp onu gözüne mi sokarsın Sanca Kemal kuhl-i rûşenâ Parlak dağ. Çıkmağa mîl-i şihâb ile felekler çeşmine Dûd-ı kuhl-i rûşenâdır dûd-gâh-ı sürme-dân Nef’î kuhl-ı Sifâhan İsfahan sürmesi. Gönlümüz kuhl-ı Sıfâhan’ı alır mı aynına Tûtiyâ-yı gerd-i râh-ı dil-bere mâilleriz Adnî Sultan III. Mehmet kuhl-âsâ Sürme gibi. Korkum oldur göz değe hâk-i der-i cânânıma Yoksa kuhl-âsâ çekerdim çeşm-i hûn-efşânıma Bâk kuhlü’l-basar Göz sürmesi. Kuhlü’l-basarız sâye gibi dîde-i mihre Hâk-i kadem-i ehl-i melâmette kipestiz Sâmi kehhâl 1. Gözüne çok sürme çeken. 2. Sürme yapan veya satan. Dîdem olsa aded-i çeşmi kadar gırbâlin Birini tecrübesine veremem kehhâlin Sâbit kulkul Ar. Bir şeyin kıpırdamasıyla meydana gelen ses. Handesi âvâzı kulkul giryesi taktîr-i mey MA-cerâ-yı meclise sâgar hem ağlar hem güler Pertev Paşa Uşşâka Sıfâhân ile Uzzal’ı Nevâ kıl Ey mutrib-i hoş-nâme-serâ durmaya kulkul Muradî Sultan III. Murat kulkul-ı bâde Şarap sesi. Ben ölsem sen büt-i şengül surâhî eyleme kulkul Ne kulkul kulkul-ı bâde ne bâde bâde-i ahmer Hasanoğlu kulkul-i bülbül Bülbül sesi. Açılıp gül kalmasa hergiz negam bülbül ne gam Câm gül Zâtî surâhî kulkul-i bülbül yeter Zâti kulkul-ı mînâ Şarap şişesinin sesi. Ser-âğâz eyledikçe bahse bülbül revnak-ıgülden Bezmde kulkul-ı mînâ mülün keyfiyetin söyler Koca Râgıp Paşa kulkul-nevâz Kulkul sesi. Mey gibi meclis sana Esrâr olursa münhasır Ol zemân kulkul-nevâz u pür-hurûş olmak gerek Esrar Dede kullâb Ar. Ucu eğri olan şey, çengel, kanca. c. kalâlib Gâlib olmuş halka zevk-ı seyr-igül-şengâlibâ Çekmeye halkı benefşe zülfünün kullâbı var Fuzûlî Ey nâvek-işevkin siperi sîne-i ahbâb Zülfün hamı erbâb-ı vefâ saydına kuşşâb Fuzûlî Turra-i sevdâ-penâhın dillerin kullâbıdır Çeşm-i rûhânî nigâhın cânların cezzabıdır Muallim Naci kullâb-ı müşgân Kirpik çengeli. Ey Fuzûlî gark-ı hûn-âb etti göz merdümlerin Göreyim kullâb-ı müjgâna urulsun kanlı yaş Fuzûlî kullâb-ı ser-i zülf Saçın ucundaki çengel. Cânı kullâb-ı ser-i zülfün çeker senden yana Gûşe-i çeşmin ne var olsa eğer benden yana Şeyhülislam Yahya kullâb-ı ümîd Ümit çengeli. Gâhî ki eder turrası dâmânını çîde Bin dil sarılır her ham-ı kullab-ı ümîde Cevrî İbrahim Çelebi kullâb-ı zülf Saçın çengeli. Bükülmüş kaddimi kurtara gör kullab-ı zülfünden Hatâdır çekmesin çok bağrı çökmüş bir sınuk yayı Fuzûlî sınuk kırık kullâş Ar. Derviş. Rûdlar firkatle hûn-âlûd gözler yaşıdır Hülle-i zer-beft giymiş yer cihân kullâşıdır Lamiî Çelebi kulle Ar. Kule, zirve, her şeyin tepesi. c. kulel. Neyin tedbîr ederek hakka ol âsaf-ı menzilet Kulleye dikti livâ’-ı fethi cânındangeçip Lütfi kulle-i çarh Feleğin kulesi. Gâra girdi kulle-i çarhınpelengi doğdu çün Bîşe-i eflâkten mânend-i şîr-i ner güneş Hayâlî Bey kulle-i Kâf Kafın tepesi. Hasmın kafası kulle-ı Kâf olsa fi’l-mesel Hurdede darb-ı destin ile şeş-per-igirân Fuzûlî kulle-i kûh-ı belâ Belâ dağının kulesi. Fark-ı adûsu kulle-i kûh-ı belâ durur Benzer o kulle üzre çekilmiş dumana tîğ Hayâlî Bey kulle-i küh-sâr Dağlık kule. Hasedten yere çalmış şîr-i çarh evreng-i hurşîdi Görüp Kays’ı peleng-i kulle-i küh-sâra yasdanmış Hayâlî Bey yasdan- yaslanmak kulûb bk. kalb. kulzüm, Kulzüm Ar. 1. Deniz. 2. Kızıldeniz. Giryeden cûy-i sirişkim sû-be-sû oldu revân Yine Kulzüm gibi cûş etdi bu deryâ semt semt Bâkî Acır hâlim görüp kulzüm nejçin rahm eylemezsin sen Oluptur gözlerimden dökülen hûn-ı ciger deryâ zâti oluptur olmuştur. Çekildi seyl ile deryâ-yı Kulzüm’e hâs u hâr Beni hakîkatte îsâl eder bu aşk-ı mecâz Beliğ kulzüm-i âteş Ateş denizi. Lüle yerine verdim ol şûha süveydâmı Bir kulzüm-i âteştir şimdi dil-i dûd-âver Esrar Dede kulzüm-i bî-hadd Sınırsız deniz. Dem-â-dem mevc-hîz olmaktadır ummân-ı illâ hû mevcin kulzüm-i bî-hadd ü bî-pâyânı yokluktur Esrar Dede kulzüm-i cûd Cömertlik denizi. Bahr-ı Ahzar ne-dürür kulzüm-i cûdunda habâb Katre-i feyzi nedir ebr-i dür-efşân-ı kerem Ahmet Paşa kulzüm-i envâr Nurlar denizi. sebük-rûhum ki dûş-ı mevcde bâr olmazam Müncezib tâ kulzüm-i envâra bir ben bir habâb Esrar Dede kulzüm-i güftâr Söz denizi. Kulzüm-i güftâr olmaz mevc-hîz her nefes Mısrâ’-ı âteş-feşân bâd-ı hevâ mümkin değil Esrar Dede kulzüm-i irfân İrfan denizi. Âşinâ-yı kulzüm-i irfân olan idrâk eder Gevher-iyek-dânedir bu heft-deryâdan murâd Hersekli Arif Hikmet kulzüm-ı sa’d Mutluluk denizi. Birisi bahr-i atâdır birisi kulzüm-i sa’d Birisi kân-i hayâdır birisi genc-i sehâ Nazîm Yahya kulzüm-ı sıfat Yüzünün denizi. Gavvâs-ı akl bula mı haddin sıfatını Çün kulzüm-i sıfatına yok hadd ü intihâ Nizami kumâş Ar. Pamuk, yün, ipek ve keten mensucat. Yine ol şeh sezâ-yı kadd-i tahsîn görmedi Nâbî Perend-i şir-i rengînim bu gûne hoş-kumâş ettim Nâbî Nessâc-ı aşka cân ü dili târ ü pûd eden Anlar metâ’-ı vaslı ne gûne kumâş olur Mir Hasip Müminzade Ahmet Bize arzeyleme kâlA-yı visâlin yetişir Bildik ey şûh senin biz ne kumâş olduğunu Sâbit kumâş-ı çeşm-rübâ-yı mahabbet Sevgi gözünü kapan kumaş. Nâbî kumâş-ı çeşm-rübâ-yı mahabbetin Tervîc için miyânede dellali kalmadı Nâbî kumâş-ı dehr Dünya kumaşı. Nâ-resâ gördüm kumâş-ı dehri tâ ol denlü kim Câmesinde âstîn buldumsa dâmen bulmadım Âgâh Osman Paşa Trabzonlu kumâş-ı kâfî Yeterli kumaş. Hatt u nakş u kumâş-ı kâfî etmiş cû-yı sun’unda Ser-i enbûbe-i mîzab-ı engüştân ile iska Nâbî kumâş-ı nazm Şiir kumaşı. Olup zer-bâf Esrâr kâğıdım altun oluk hâmem Libâs-ı diğer ettim nev kumâş-ı nazmı eskittim Esrar Dede kumâş-ı nev-zuhûr Yeni ortaya çıkmış kumaş. Nesîc-i gayre verdi kıymetin sevdâ-ger-i gerdûn Benim Nâbî kumâş-ı nev-zuhûrum bî-bahâ kaldı Nâbî kumâş-ı sühan Söz kumaşı. Çoktur bu nev-kumâş-ı sühan sana Nâbîyâ Şehr-i dimâğ pâ-zede-i ihtimâl iken Nâbî kumâş-ı sürh Kırmızı kumaş. Çeşm-i hûnînim hayâlin şâhını i’zaz eder Her gelişte bir kumâş-ı sürh pây-endâz eder Şeyhülislam Yahya kumâş-ı zer-keş Altın işlemeli kumaş. Hemîşe tâ kumâş-ı zer-keş vasf-ı kerem-kârın Ede leb-rîz-i revnak dest-gâh-ı şi’r ü inşâyı Nedim kumrî Far. Güvercin cinsi kuş, kumru. Değil çeşm-i kebûd ol ebruvânın zîr-i tâkında İki âvâre kumrudur ki gelmiş âşiyân tutmuş Nedim kûn Far. Kıç, kuyruk sokumu bölgesi. kûn-ı şebek Maymunun kıçı. Aharın hicvi revâ mı çelebim vâlidenin Rûyuna zarta-zen-i hande iken kûn-ı şebek Haşmet kunfuz Ar. 1. Kirpi. 2. Fare. Urup vahdetten ey şeyh-i murâkıb dem açılmazsın Büründün hırkaya kunfuz gibi muhkem açılmazsın sürûrî kunût Ar. 1. İbadet; itaat etme. 2. Yatsı namazından sonra kılınan, salat-ı vitir de denilen üç rekatlık namaz. Kerem ü lûtfun ümîdinde kunûtum yoktur Gerçi ben bende-i âsî değilim ehl-i kunût enderunlu Fazıl kûpâl Far. Demir, topuz, gürz. Ne tafahhus ne hitâb ü ne suâl Gelir âmed ü şûde müşt-i kûpâl Nâbî kûr Far. Kör. Karına ehl-i vukûfun kec-nigâh ettikçe Şeyh Kûr u dûr olmaktadır bulmaz safâ-yı ıttılA’ Esrar Dede kûr-ı mâder-zâd Anadan doğma kör. Bend-i hikmet eylemez mecnûna kâr ey akıl eri Nef’î olmaz kûr-ı mâder-zada kuhl cevheri Lamiî Çelebi Olma ey sûfî tehî hâk-i reh-i rûşen-dilân Kûr-ı mâder-zâda lutf-ı tûtiyâ mümkin değil Esrar Dede kûr-dil Gönlü kör. Reh-yâb olamaz kûr-dilân râh-ı Hudâ’ya Nâbî kûrî Körlük. Hilmi sûret-dih-i ârâm-ı cihân olmasa olur Katre-i zîbaka mir’ât-i kûrî üzre vatan Nedim kur’a Ar. Bir iş için seçme hakkını kullanma. Bundan ziyâde âşık-ı ferhunde-fâl olur mu Rûz-ı ezelde kur’a nakş-i nigâra düşmüş Bâkî Kur’ân Ar. Hz. Muhammed’e inen en son semavi kitap. Küfr ü îmân âyetini gördük ol Kuranda biz Anladık kim zülf ile ruh küfr ile îmân imiş Gaybî Dest-ı Ecâzında izhâr ettiği âyât ile Enfüs ü âfâkı hayrân etti Kur’ân’ın senin Muallim Naci Oldu dördüncüsü Haydâr hulefâ-yı dînin Kütüb-i münzelenin hazret-ı Kur’ân’ıgibi Eşref Kur’ân-ı aşk Aşk Kur’anı. Fıtrat meNâbîrinde okur, muttasıl okur Kur’ân-ı aşkı bin melek-i hâtif-i tebâr Kemalzâde Ekrem Bey kur’ân-ı azîmü’ş-şân Şanı yüce Kur’an. Ecell-i muâizâtın ya’nî Kur’ân-ı azîmü’ş-şân Ki hükmü muhkemât-ı nâsihi edyân-ı ûlâdır Seyyit Vehbî kur’ân-ı hikem Hikmetlerle dolu Kur’an. Süllem-i mirâcının yek-pâresi tahsîs-i zât Defter-i âcâzının her harfi Kur’ân-ı hikem Esrarlı Dede kur’ân-ı mübîn Mübin iyiyi kötüyü, hayrı şerri bildiren olan Kur’an. Biri de câmi’-ı Kur’ân-ı mübîn Zî’n-nûreyn Menba’-ı hilm ü hayâ Hazret-ı Osmân-ı halîm Nazîm Yahya kur’ân-ı pür-esrâr Sırlar dolu Kur’an Bak levh-i dilde nakş olan nev-hatt-ıpür-envarıgör Zâhir olan âyât ile Kur’ân-ı pür-esrârı gör Âdile Sultan kurb Ar. Yakın, yakınlık. Kurb şevki âfiyet-bahş-ı ten-i bîmâr olup Vasl zevki râhat efzâ-yı dil-i mehcûr idi Fuzûlî Değildir kâr ü bâr-ı câh mâni kurb-ı Yezdân’a Hasîrı âlet-i kurb etme zâhid bu riyâdan geç Nâbî Ol şâhid-i halvet-geh-i kurb ü samedî kim Ve’l-leyl deyip zülfüne Allah kasem eyler Yenişehirli Avni kurb-ı akdes En kutsal yakınlık. Akl-ı küll verdin beni Cibrîl-i ma’nâ eyledin Bezm-i kurb-ı akdese lâyık dedim olmak bana Fehim Hoca Süleyman kurb-ı âsitân Eşiğe yakınlık. Bir işâret ola kurb-ı âsitânından diye Yolda kaldı halka-i dürr gibi çeşm-i intizâr Nazîm Yahya kurb-ı baht Talih yakınlığı. Necm-i şi’r-i enver re’yinden alır feyz-i fürûğ Burc-ı CevzA kurb-ı bahtından bulur tâb u tüvân Üsküdarlı Hakkı Bey kurb-ı cebbârân-ı devlet Devlet zalimlerine yakın olma. Esâfil behredâr-i kurb-ı cebbârân-ı devlettir Kilâb olmaz cüdâ sayyâd-ı bî-dâdın rikâbından Namık Kemâl kurb-ı civâr Yöreye yaklaşma. Cevr odu yaktı beni yanımda durma ey gönül Bir tutuşmuş âteşim kurb-ı civârmdan sakın Fuzûlî kurb-ı der-gâh Dergâha yakın olma. Adem idim kurb-ı der-gâhında bulmuştum kabûl Menzilim cennet meyim kevser enîsim hûr idi Fuzûlî kurb-ı ev-ednâ En aşağı yakınlık köşesi. Kendini ey Adile bil cümleden ednâ hemân Kurb-ı ev-ednâya arz-ı cân eder cânân-ı aşk Âdile Sultan kurb-ı Hak Hakk’a yakınlık. Matla’-ı feyz-ı Hudâ’da hem kamer hem âfitâb Tûr-ı kurb-ı Hak’ta hem nûr-ı tecellî hem cemâl Yenişehirli Avni kurb-ı İlâh Allah’a yakınlık. Gerdûn-ı dûna zar ü zebûn oldu sanmanuz Maksûdu terk-i câh ile kurb-ı İlah idi Bâkî kurb-ı İlâhî İlahi yakınlık. Getirir hâl-i mecâzîden hakîkat yoluna Tâir-i kurb-ı İlâhîdir o mâhiyet-i aşk Âdile Sultan kurb-ı sultân Sultana yakınlık. Derd-i aşktır âşıka nı bekleden dermân için Kurb-ı sultânda fedâ-yı cân etmektir garaz Âdile Sultan kurb-ı ümmîd Ümit yakınlığı. Kurb-ı ümmîd ile şâdım kesmezem ümmîdimi Hak melûlen kulların etmez kapısından cüdâ Âdile Sultan kurb-ı visâl Kavuşma yakınlığı. Kurb-ı visâl-i hazret ise kasdın ey Mesîh Peşmîne-i dilinde gam-ı sûzen olmasın Ziya Paşa kurb-ı zât Kendisine yakınlık. Bugün bu aşkın içinde vicdânımız eksik değil Hudâ’nın kurb-ı zâtında seyrânımız eksik değil Ümmî Sinan kurb-ı Yezdân Allah’a yakınlık. Değildir kâr ü bâr-ı câh mâni kurb-ı Yezdân’a Hasîrı âlet-i kurb etme zâhid bu riyâdan geç Nâbî karâbet Akrabalık, yakınlık. hâlde olmalıyız müftehir karâbet ile O hâlde nisbetimiz kalmasın rekabet ile Abdülhak Hâmit Her serv-i samût olmada bir heykel-i esrâr Makberlerin onlarla karâbetleri vardır abdülhak Hâmit karîb 1. Yakın. 2. Zaman ve mekâna göre yakın. 3. Soyca yakın. Rahmiyâ yâr visâline karîb oldukça Ah kim her yanadan mâni ü muhkem bulunur Rahmi Nice feryâd etmesin derd ile miskîn andelîb Kimse görmez çün habîbine rakîbinden karîb nizami karîbü’l-ahd Yakın zamanda. Emânet ettim Allah’a seni ey gözüm nûru Karîbü’l-ahd yolcudur efendim Kanî’ni hoş tut Kânî Ebûbekir karîb-ter Daha yakın. Ekser olur kemâl zevâle karîb-ter Vakt-i gurûb sâyesi şahsın mezîd olur Nâbî kurbân Ar. 1. Allah’ın rızasını kazanmaya vesile olmak maksadıyla kesilen koyun, keçi, deve, inek gibi hayvanlar. 2. Bir gaye için feda olma. c. karâbîn Gerçi İsmail’e kurbân gökten inmiş kadriçin Hak bilir kadr için İsmâil ona kurbân olur Fuzûlî Nakd-i cân nezrini kurbânına uydur yola gir Kerbelâ-yı gama gel sen dahi âşûr eyle Hayâlî Bey Hatâî îd-ı Ekberdi cemâli dil-berin Biz bu îd-ı Ekbere kurbânagelmişlerdeniz Hatâi kurbân-ı îd Bayram kurbanı. Şimdi tîğ-ı cevrile öldürme kurbân olduğum Îd-ı Adhâ geldiğinde edesin kurbân-ı îd Bâkî karâbîn Kurbân’lar. İnsân ediyor bilmeyerek kendini hod-bîn Her gün beşeriyyet veriyor böyle karâbîn abdülhak Hâmit kureyş Ar. Hz. Muhammed’in mensup olduğu kabilenin adı. Kâbe’nin korunması bu kabileye aitti. Alemde bana hubb-ı Nebiyy-ı Kureyş bes El-minnetu’llah-ı Te’âla ve tekaddes Nâzım Paşa Muhâcirîn-ı Kureyş’in, kibâr-ı Ashâbın Şerîatin koca bir rüknü İbn Hattab’ın Mehmet Akif Aftâb-ı Kureyş olunca ayân Zulümât üzre oldu nûr-feşân Muallim Naci kureyşî 1. Kureyş kabilesinden olan kimse. 2. Hz. Muhammed s. a. s. Hak bilir haksın i’tikâdımca Ey Kureyşî Resûl-ı Rabb-i alîm Muallim Naci kûrî bk. kûr. kurre Ar. 1. Işık, tazelik, parlaklık. 2. Soğuk. kurre-i ayn-ı hükkâm Hâkimlerin göz nuru. Nûr-ı çeşm-i vüzerâ kuvvet-i kalb-i ulemâ Tâc-ı fark-ı vükelâ kurre-i ayn-ı hükkâm Nâbî kurretü’l-ayn 1. İnsanın gözünü aydınlatacak, gözün aydınlanacağı şey, göz nuru. 2. Parlak, nurlu. Kurretü’l-ayn-ı Halîl idi o hûb Ona mîrâs idi o cezb-i kulûb Hakanî kurs, kursa Ar. Yuvarlak, küre. daire. kurs-ı germ Sıcak yuvarlak ekmek. Bu ne hikmettir ki tennûr-ı felekten her seher Çıkarıp bir kurs-ı germi âlemi toylar güneş Hayâlî Bey toyla- ziyafet vermek. kursa-i hûrşîd Güneş yuvarlağı. Kitâb-ı hikmetinde nokta-i zer kursa-i hûrşîd Kitâb-ı izzetinden câm-ı revzen târem-i mînâ Nâbî kurs-ı kamer Ay yuvarlağı. Olurdu menzili hûrşîd-i evvelm-i felek Ederdi kurs-ı kamer târem-i sipihre suûd Sâmi kurs-ı mâh Ay yuvarlaklığı. Kurs-ı mâh üstünde eyler hûşe-ı Pervîne ta’n Şâm-ı zülfün kim düşüptürşem’-i hâver üstüne nizami düşüptür düşmüştür. kurs-i mihr ü meh Ay ve güneşin yuvarlaklığı. Felek gûyâ döşenmiş sofra idi ol konuklukta Kim onun olmuş idi kurs-i mihr ü meh iki nânı Hayâlî Bey kursa-i mâh Ay yuvarlağı. Kursa-i mâh üzre görmüş dâg-ı ışkından nişân Sînesin yakmış felek şevkinle ol-dem hem-çünân cinânî kurs-ı şems Güneş yuvarlağı. Ay ki kurs-ı şems-i hikmet cebhe-i pâkinde nûr behçet kurs-ı zer Altın yuvarlak, Güneş. Alâyiş-i mezâk-ı cihân gûnegûnedir Kimine zerde kimine kurs-ı zer lezîz Hâtem Akovalızade Ahmet kurûn Ar. Değerli insanlar. Ser behem dâde-i dest-i ahadiyyettir hep Yek-be-yek silsile-i nisbet-i inşâ-yı kurûn Münif kûs Far. Kös, eski zaman savaşlarında ve özel günlerde çalınan büyük davul. Erişe müjde-i feth ü zafer etrâf u eknâfa Tuta dünyâyı hepgül-bâng-ı kûs u nusret âvâzı Nef’î Aav-ı düşmeni duymaz cemel-i tab’ı Saîd Dinlemiştir bu cihânda nice bin gümgüm-i kûs Saîd-ı Amidî kûs-ı gırivân Bağırıp çağırma davulu. Saltanat tablın kilim altında ol şûh kim çalar Hay u huy-ı na’ra-i kûs-ı gırivân istemez Hayâlî Bey kûs-ı iştihâr Şöhret bulma davulu. Mülk-i sühanda nevbetimiz çaldı rûzigâr Afâkı tuttu velvele-i kûs-ı iştihâr Bâkî kûs-ı Nebî Peygamber davulu. Heybet-i debdebe-i kûs-ı Nebî Kesti ırk-ı neseb-ı Bû Leheb’i Hakanî kûs-ı nusret Yardım davulu. Erişe müjde-i feth ü zafer etrâf u eknâfa Tuta dünyâyı hep gül-bâng-ı kûs-ı nusret âvâzı Nef’î kûs-ı rahîl Göç davulu. Ahir çalındı kûs-ı rahîl ettin irtihâl Evvel konağın oldu cinân bûstânları Bâkî kûs-ı zafer Zafer davulu. Hançerli kemerler, başı üsküflü neferler Tokmaklar şevkından uçan kûs-ı zaferler Midhat Cemal Kuntay kusûr Ar. 1. Eksiklik. 2. Ayıp, sakatlık. 3. Suç. 4. İhmal, tedbirsizlik. 5. Bir hesabın artanı. Tek olmasın kavâid-i ihlâs ber-taraf Lâ-be’stir merâsime dâir kusûrumuz Nâbî Dilâ bu menzil-i vîranı sanma cây-ı sürûr Ki kasr-ı dehrde bulunur hezar türlü kusûr Hayâlî Bey Nâdir bulunur tıynet-i kâmilde kusûr Kem-mâyeden eyler ne ki eylerse zuhûr Ziya Paşa kâsır Kusurlu; noksan, kısa, eksik; âciz. Hizmetinde beni sanma kâsır kulunun cânâ Her hizmete kullansan kâdir kulunum cânâ Bağdatlı Ruhi Olur kâsır verâ-yı perde-i sun’un şühûdundan Nazar-bend olmayanlar âlemin bûd u nebûdundan Nâbî Över onun kâdirliğin her bir işe hâzırlığın İllâ ömrü kâsırlığın anıcağız benzi solar Yunus Emre kâsıretü’t-tarf Kocasından başka erkeğe bakmayan kadın. Hûr-i maksûrât olur firdevs-i fikrinde hacîl Ka-. sıretü’t-tarf eder bikr-i hayâlimden hicâb Yenişehirli Avni kûşe, gûşe Far. Köşe. Safâ ise garazın iyd-gâha gel ki sana Cemâl arz ede her kûşe bin meh ü hûrşîd Ruhi Şimdi her kûşe ebkem ü câmid Ne ağaçlarda zemzemât-ı riyâh Ne hadâyıkta ihtizaz-ı cenâh Cenap Şahabeddin kûşe-i âsâyiş Huzur köşesi. Alemde eğer kûşe-i âsâyiş olaydı Mihrâb ile çâk olmaz idi sîne-i câmi’ Nâbî kûşe-i bâb Kapı köşesi. Künc-i halvet-hânesinde ilm ü irfân münzevî Kûşe-i bâbında ikbâl ü saâdetpâs-bân Nef’î kûşe-i câmi’ Cami köşesi. Kürsîde ona kâşki ben vâiz olaydım Ya kûşe-i câmi’de okur hâfız olaydım Enderunlu Fazıl kûşe-i cem’iyyet-geh Cemiyet köşesi. Yine bir rûz-ı bâzar safâ vü zevk u şâdîdir Yine her kûşe-i cem’iyyet-geh bezm-i harîfândır riyazi kûşe-i cennet Cennet köşesi. Kûşe-i cennette sohbet çünkü kaldı yarına Gönlünü mey-hâneler künciyle gel tut bugün İbni Kemâl kûşe-i çeşm Göz kenarı. Haşr olur âhir ser-i râhında ammâ neyleyim Kûşe-i çeşmiyle atf-ı merhabâ mümkin değil Esrar Dede kûşe-i dâmân Etek köşesi. Kalmazsa eğer kûşe-i dâmân elimizde Elden ne gelir çâk-i girîbân elimizde Nef’î kûşe-i destâr Sarığın köşesi. Gâh güldür geh perîşân-hatır et bülbüllerin Kûşe-i destârna geh gül gehî sünbül takın Alî Bey Gelibolulu Müverrih Sen kim gelesin meclise bir yer mi bulunmaz Baş üzre yerin var Gül goncasının gûşe-i destâr senindir Gel ey gül-i ra’nâ Nedim kûşe-i dil Gönül köşesi. Cihân-ı feyz bir genc-i nihândır kûşe-i dilde Mutalsım pâs-bândır hâmem ol genc-i nihân üzre Ziya Paşa kûşe-i ebrû Kaşının köşesi. Kûşe-i ebrûda ancak gamze-i dil-ber değil Kanda fitne varısa dürûd-gede oldu der-kemîn Nef’î Şöylegerd olmuş Firengistân birikmiş bir yere Sonra gelmiş kûşe-i ebrûda hâl olmuş sana Nedim kûşe-i ferâğat Her şeyden vazgeçme köşesi. Gınâ-yı kalbe sebeb devlet-i kanâat imiş Cihânda cây-ı safâ kûşe-i ferâğat imiş Fttnat Hanım kûşe-i firkat Ayrılık köşesi. Kûşe-i firkatte bûs ettim onun hâl-i ruhun Rasihâ Hind ü Yemenden dâne-i kısmet gelir Râsih Enderunî Balıkesirli Ahmet kûşe-i gam Gam köşesi. Ah etmeyicek eğlenemem kûşe-i gamda Erbâb-ı dile meclis-i bî-dûd gerekmez Nâbî etmeyicek etmeyince Yeşiller giydiğince tûtî-i gûyîye benzersin Benim hoş-bû Affe’m sen gül-i ra’nâya benzersin Vefaî Sultan IV. Mehmet kûşe-i gurbet Gurbet köşesi. Pâk-tıynet kûşe-i gurbette hâr olsun mu hîç Gevher âgûş-ı sadeften dûr olur kıymetlenir Hâmî Hâmî-ı Amidî kûşe-i halvet Yalnızlık köşesi. SezA mı kûşe-i halvette kalsın böyle allâme Hakîkat söylerim Olsun tüfû! Akvâm-ı İslâm’a Hâdî Abdüsselimzade kûşe-i hammâr Meyhanecinin köşesi. Ne musâhib bulunur derd ü gam-ı yâr gibi Ne ferâğat yeri var kûşe-i hammâr gibi Âhi kûşe-i hâtır Gönül köşesi. Eyleyen âsâr-ı feyz-i kudretin halka ıyân Kendini her kûşe-i hâtırda pinhân eylemiş Üsküdarlı Süleyman Salim kûşe-i hırmen Harman köşesi. Andelîb kûşe-i hırmende kalmış nâlân Zevkte zag ü zagân turfa-i mekândır dünyâ İlhamî, Selimî Sultan III. Selim kûşe-i hicrân Ayrılık köşesi. Kûşe-i hicrânda kalmış kâlıb-ı bî-rûh edip Eyledi cân mürdelerden cânına rağbet yine Behiştî kûşe-i külhân Külhan köşesi. Ey Fuzûlî odlara yansın bisât-ı saltanat Yeğdir ondan Hak bilir bir kûşe-i külhan bana Fuzûlî kûşe-i lâhd Mezar köşesi. Arif ol, ârif ki, asla farkı yoktur Arife Kûşe-i lâhdin kenâr-ı mâder ügeyvareden Muallim Naci kûşe-i mescid Mescit köşesi. Kûşe-i mescidde zahid bârid iken bu aceb Külbe-i mey-hânelerden na’ra-ı Yâ Hû gelir Hamdullah Hamdi kûşe-i mey-hâne Meyhane köşesi. Alemde olsa kûşe-i mey-hâne dolsa câmlar Düşmân gidip tenhâ kalıp yâr ile sohbet ede gör Âdile Sultan kûşe-i mey-kede Meyhane köşesi. Bildigim bu ki bu beytüd-hüzn-i âlemde Kûşe-i mey-kededir var ise bir cây-ı sürûr Rızâyî kûşe-i Mısr Mısır köşesi. Ya’kûb nebî zâr u giryân eylerim Yûsuf için Künc-i halvet kûşe-ı Mısr ile sultân bendedir Hatayi kûşe-i mihnet Sıkıntı köşesi. Nice yıllardır Hayâlî hasta ey ârâm-ı cân Kûşe-i mihnetde bî-sabr u sükûn olmış yatar Hayâlî Bey kûşe-i mihrâb Mihrap köşesi. Kûşe-i mihrâb tutmuştum reh-i zühd ü salâh Koymadı öz hâlime ol nergis-i şehlâ beni Fuzûlî kûşe-i mihrâb-ı tâat İbadet mihrabının köşesi. Baş eğmez oldu kûşe-i mihrâb-ı tâate Ebrûlarına secde kılan dil-rübâların Bâkî kûşe-i müşerref Şeref verilen köşe. Ol dem hani ki mürg-i dile âstânının Her kûşe-i müşerrefi bir âşiyân idi Cem Sultan kûşe-i pür-fitne Fitneli köşe. Mey-hâne-i nâz olmuş o çeşm-i siyeh-i mest Her kûşe-ipür-fitnesi bir hâb-geh-i mest Nef’î kûşe-i râhat Rahatlık köşesi. Ne azm-i kûşe-i râhat ne meyl-i hâb edelim Girince dâmen-i maksûd ele şitâb edelim Nâbî kûşe-i seccâde-i irfân İrfan seccadesinin köşesi. Ey gönül bir dem leb-i ikbâl ile misl-ı Necîb Kûşe-i seccâde-i irfânı takbîl etmedim Necip Sultan III. Ahmet kûşe-i uzlet Yalnızlık köşesi. Ger huzûr etmek dilersen ey Muhibbî fârig ol Olmaya vahdet cihânda kûşe-i uzlet gibi Muhibbî, Meftunî Kanunî Sultan Süleyman kûşe-i vahdet Birlik köşesi. Gidip mey-hâneye çektim ayağ bi’l-cümle dünyâdan Mekânım kûşe-i vahdet edindim gayriden geçtim Bağdatlı Ruhi ayağ kadeh Aratır fitne-i hulk ile fesâd-ı ahlâk Ademe kûşe-i vahdet ile cây-ı uzlet Râşid Ayıntablı Mehmet Ali kûşe-i vîrân Yıkık köşe. Yıllarla karâr et dil-ı Sabrîde dilersen Ey şâh-ı gam ol kûşe-i rîrân senin olsun Sabri kûşe-i vîrâne Harabe, yıkık ev. Cihânın nimetinden kendi âb ü dânemüzyeğdir Elin kâşânesinden kûşe-i rîrânemiz yeğdir Nâbî kûşe-i zevk Zevk köşesi. Hoş kûşe-i zevk idi safâ ehline âlem Bir hâl ile sürseydi eğer ömrünü âdem Bağdatlı Ruhi kûşe-i zindân Zindan köşesi. İzzet-i saltanat-ı Mısr’a taleb-kâr olmak Keyd-i ihvân-ı bün-i çeh kûşe-i zindân yoludur Nâbî kûşe-i zülf Saçının köşesi. Kûşe-i zülfünde çeşmin gitmeğe komaz dili Yalınız olmağı sevmez gecede bîmâr olan İbni Kemâl kûşe-gîr Köşe tutan. Ne kûşe-gîrleri nâil-i emel gördük Cihânda terk-i metâlible cüst ü cû birdir Keçecizade İzzet Molla kûşe-gîr-i halvet Yalnızlık köşesini tutan. Nûr-ı çeşmim perdelendi KA’be-i ulyâ gibi Kûşe-gîr-i halvet oldu dîde-i bînâgibi Nâbî kûşe-gîr-i hasret-i dîdâr-ı yâr Yârin yüzünün özlemi ile inzivaya çekilme. Gerçi yok tâkat Neşâtî seyr-i dîdâr etmeğe Kûşe-gîr-i hasret-i dîdâr-ı yâr olmak da güç Neşatî kûşe-gîr-i hecr Ayrılığı köşe tutan. Nûr-ı sevdâ zulmet-i mâtemde eyler iltimâ’ Kûşe-gîr-i hecreşem’-i encümen bî-gânedir İsmet Müstecibzade kûşe-gîr-i inzivâ Bir köşeye çekilen. Hüner halvet-nişîn-i encümen olmaktadır yoksa Kemîn-gâh-ı riyâdır kûşe-gîr-i inzivâ olmak İzzet Ali Paşa kûşe-be-kûşe Köşeden köşeye. Ahî’yi kûşe-be-kûşe zâr eden bülbül gibi Yürüyen sohbet-be-sohbet bir gül-i her-câyidir-khi kûşe-nişîn Köşeye çekilmiş, dünyadan elini eteğini çekmiş. Mürşid-i kûşe-nişîndir hum-ı mey ey zahid Bâtın-ı sâfi onun eyledi hoş-hâl beni Hayâlî Bey kûşiş, gûşiş Far. Çalışma, çabalama. Mülk-i ma’nâda biraz kûşiş edip kullansan Eylesen bendene serdâr-ı dilîrân-ı sühan Nef’î Kûşiş etmekle zuhûrâtına hükm-i afvin Ücret-i hıdmetidir afv güneh-kârların Nâbî Nasîb olmaz mukadderden ziyâde sa’y ü kûşişle Eğer az u eğer çok kim gelir cümle Hudâ’dandır Hisâlî kût Ar. Yiyecek şey, gıda. Ne dem ki dîde-i hûn-bâra la’lin kût olmuştur Nigâh-ı germimiz fervâre-i yâkût olmuştur Esrar Dede Kût edinmiştir bizi mûr-ı ecel erzen gibi Kim taşır zîr-i zemîne dâne-i hırmen gibi Derunî İznikli Aciz iken uka. bagiriftâr olur keşef Gûk-ı zaîfi kût edinir M-vesîle mâr Ziya Paşa kût-ı cân Can gıdası. Câm üzre şekkerinden eğer tamsa kût-ı cân Kand ü nebât kıla şarâb-ıpiyâleyi Şeyhi kût-ı heves Arzu edilen yiyecek. Kuşlarla, çiçeklerle, ipeklerle yaşarsın Elvân ü revâyih Kût-ı hevesindir Tevfik Fikret kût-ı hümâ Hüma kuşunun gıdası. Azmin ne remz için ki ukâb-ı alem sala Kût-ı hümâya yıllar ile üstühân kodu Şeyhi kût-ı maişet Geçim yiyeceği. Toyluyor kût-ı maîşet yerden Toprağın verdiği nimetlerden Tevfik Fikret toyla- ziyafet vermek kût-ı revân Ruhu doyuran yiyecek. Hamdî cihândagussa-i yâr ile şâd olur Kût-ı revândır ehl-i dile gam dedikleri Hamdullah Hamdi kût-ı rûh Ruhun gıdası. Bilmezem yâkût-ı ahmer mi lebin ya kût-ı rûh Bir sor ey sarrâf-ı devrân kim ne cevher devridir şeyhi kût-ı yek-rûze Bir günlük gıda. Kût-ı yek-rûze ki tahsîline kâfidir onun Bir kuruşçuk getiren en ufacık bir himmet Çokluğuyla doyurur halkı mübârek ni’met Kemalzâde Ekrem Bey kûtâh, kûteh Far. Kısa, boysuz. Zilletdedir karârı eğer sağ olursa da Kûtâh olur hayâtı sitem-kâr olanların Nâbî Benim sabrım gibi kûtâhdır vaslın günü mâhım Şeb-i hicrin senin zülf-i siyâhın gibi mümteddir Şeyhülislam Yahya Dest-i kûtamızı etmemiş Allah resâ Menba’-ı cûdunu yoksa elimizle kaparız Keçecizade İzzet Molla kutâs Türkçe’de “kotas” diye söylenen ve sığırkuyruğu da denilen bir bitki ki, süs olarak atların boyunlarına asılır. kutâs-ı dil-bend Gönül bağlayan kotas. Gerden-i tevsen-i zîbâda kutâs-ı dil-bend Bağladı gönlümüzü zülf ile gîsû yerine Gazi Giray kutb, kutub Ar. 1. Dünyanın ekvatordan en uzak olan ve yer ekseninin geçtiği varsayılan iki noktadan her biri. 2. Mıktanıs demirinin her iki ucundan biri. 3. Bir tarikatın ulusu. c. aktâb. Hazret-i kutbun olur dâiresinden hâric İlmine olmak ile vâris kâmil-i efrâd Nâbî Dest-i kahrı verse ger cezâ-yı çarha tefrika Bir dem içre mahvolup aktâr u kutb u mihveri Üsküdarlı Hakkı Bey kutb-ı aktâb-ı izâm Ulu kutupların kutbu. Rûh-ı Ashâb-ı Kirâmiyla Resûl-ı Medenî Kutb-ı aktâb-ı izamıyla Üveyseİ Karenî Yahya Bey Taşlıcalı kutb-ı dîn-ı Kâ’be-i dünyâ Dünya Kâbesinin din büyüğü. Merkez-i dâire-pîrâ-yı ulüvv ü azamet Kutb-ı dîn-ı KA’be-i dünyâ vü cihân tefrîd Kâzım kutb-ı gerdûn-ı cihân-menba’ Hükümdarlık dünyasının kutbu. Merkez-i dâire-i câh u celâl ü azamet Kutb-ı gerdûn-ı cihân-bânî vü fermân-rânî Nef’î kutb-ı ma’rifet Marifet büyüğü. Görmedi zât-ı şerîfingibi kutb-ı ma’rifet Bunca yıllardur döner bu çarh aktâb üstine İbni Kemâl kutb-ı vüzerâ Vezirlerin ulusu. Fahr-i şuarâ kıble-i erbâb-ı maârif Kutb-ı vüzerâ, Asaf-ı dânâ-yı zemâne Nef’î kutb-ı zemân Zamanın kutbu. Güftâra gelip söyleseler cehl-i mürekkeb Zu’munca velî her biri bir kutb-ı zemândır Bağdatlı Ruhi aktâb Kutub’lar, azizler, seyyidler. Nâ-gâh bulundu anda hâzır Aktâb-ı evâil ü evâhir Nâbî Görmedi zât-ı şerîfingibi kutb-ı ma’rifet Bunca yıllardur döner bu çarh aktâb üstine İbni Kemâl aktâb-ı evâil ü evâhir Önce ve sonraki ulular. Nâ-gâh bulundu anda hâzır Aktâb-ı evâil ü evâhir Nâbî aktâb-ı izâm Büyük kutuplar. Rûh-ı ashâb-ı kirâmıyla Resûl-ı Medenî Kutb-ı aktâb-ı izamıyla Üveyse’l Karenî Taşlıcalı Yahya Bey kuttâ’ bk. ka tı’ kuûd Ar. 1. Oturma. 2. Namazın oturarak eda edilen kısmı. Kıyâma etti takâzA deâim-i hey’et Kuûda oldu kemer-bend kâr-gâh-ı umûr Nâbî Dü-rûze ömr ilepâ-der-rikâb-ı rıhlet iken Nedir bu dûr u dırâz ihtimâm-ı fikr-i kuûd Sâbit kuvve, kuvvet Ar. Güç, kudret. c. kuvâ. kuvve-i akl-ı hasîf-âne Olgun kimsenin akıl gücü. Kuvve-i akl-ı hasîf-ânesini Eflâtun İşitip fart-ı hasedten küpe binse şâyân Şinasi kuvve-i azm Azim gücü. Eder tedvîr-i âlem bir mekînin kuvve-i azmi Cihân titrer sebât-ı pây-ı erbâb-ı metânetten Namık Kemâl kuvve-i bâzû Kol gücü. Takdîr-ı Hudâ kuvve-i bâzû ile dönmez Bir şemi ki Mevlâ yaka bir vechile sönmez Ziyâ Paşa kuvve-i berriye vü bahriyye Deniz ve kara gücü. Kuvve-i berriye vü bahriyyesi Devletin olmuş iken misl-i serâb Ziyâ Paşa kuvve-i derkiyye Kavrama gücü. Aczimiz makdûr iken ey Rabb-i mefrûzü’s-sücûd Kuvve-i derkiyye lâzım mıydı vermek boş yere İsmail Safa kuvve-i fikriyye Fikir gücü. Hasmınız bir kuvve-i fikriyyedir fikr isterim Ey zafer-cûyân? Hayâl-i tîğ ü cûşundangeçin Muallim Naci kuvve-i hads Sezgi gücü. Hadd-i mâhiyyeti ol rütbe değildir ki ede Kuvve-i hadsle tahkîk Felatûn-ı hakîm Üsküdarlı Hakkı Bey kuvve-i hâkime Hâkim güç. Himmeti sâik cemmâze-keşân eflâk Kuvve-i hâkimesi kâfile-sâlar felek Yenişehirli Avnî kuvve-i kudsiyye Kudsi güç. Resmeder cevher-i rûhu nerede kaldı hayâl Kim ona kuvve-i kudsiyye eder vahy inzâl Şinasi Hasmınız bir kuvve-i fikriyyedirfikr isterim Ey zafer-cûyân? Hayâl-i tîğ ü cûşundan geçin Muallim Naci kuvvet Güç, iktidar. Kûh-ı Kâf olsa da kuvvette vücûd-ı insân Çekilir bâr değil vaz-ıgirân-bâr-ı felek Yenişehirli Avni kuvvet-i bâsıra-ı Mustafavî Hz. Muhammed s. a. s.’ e ait olan derin görme gücü. Kuvvet-i bâsıra-ı Mustafavî Gecegündüzgibi olurdu kavî Hakanî kuvvet-i bâzû Kol kuvveti. Çille-i sahtın çeker her dem kemân ebrûların Aferîn erbâb-ı aşkın kuvvet-i bâzûsına Fvcnat Hanım kuvvet-i ısgâ’ Söz dinleme gücü. Binâ-yı intizâm-ı dîn ü dünyâya edip âlet Zebâna nutk vermişgûşa vermiş kuvvet-i ısgâ’ Nâbî kuvvet-i kalb-i ulemâ Âlimlerin kalp kuvveti. Nûr-ı çeşm-i vüzerâ kuvvet-i kalb-i ulemâ Tâc-ı fark-ı vükelâ kurre-i ayn-ı hükkâm Nâbî kuvvet-i tab’ Yaratılışının gücü. Bu ta’bîrât vüs’unda değildir kuvvet-i tab’ın Bu feyz-i ma’nevî Nâbî’ye mecrâ-yı diğerdendir Nâbî kuvvet-i tâli’ Talih gücü. Kuvvet-i tâli’e bak, istemez isti’dâdı Mansıb-ı devlete nâ-kâbil ü kâbil birdir İzzet Ali Paşa kuvâ Kuvvet’ler, güçler. kuvâ-yı devlet Devlet kuvvetleri. Kuvâ-yı devlete cân verdi icrââtı pey-der-pey Nizâma girdi evvel askerin hâl-iperîşânı Ziya Paşa kûy, kû Far. 1. Mahalle, sokak; köy. 2. Sevgilinin bulunduğu yer. Bilmeyem kim nice varam kûyuna dil-dârımın Ben meğer toprak olam ilte sabâ gerdim benim Ahmet Paşa kûy-ı adem Yokluk köşesi. Nâleden doldu ceres âvâz ile mülk-i vücûd Rıhlet-i kûy-ı ademdir ona mahmil dostum Behiştî kûy-ı arş-ı rütbet Derecelenen gökyüzü köşesi. Ol kûy-ı arş-ı rütbet kim hâk-i ıtr-nâkin Mâliş-geh eylemiş Hak pîşânî-i kibâre Şeyhülislam Âsım kûy-ı aşk Aşk mahallesi. Dâra dek pûyân ü Hak-gûyân olur sonra varır Bir gece bir kimse kûy-ı aşka mihmân olmasın Esrar Dede kûy-ı âteşîn Ateşli köşe. Lübbü, lehîb-i nâr ile bir kûy-ı âteşîn Kışri, mecârî-iyemm ü nehr ile çâk çâk Ziya Paşa kûy-ı belâ Bela köşesi. Ey âşıkân-ıgam-zede ayş ü safâyı kon Kûy-ı belâda her biriniz bir mekân tutun Bâkî kûy-ı cânân Sevgilinin bulunduğu yer. Seherler, fecrler etmiş ona elvanını tevdî Gider pür-nefha vü nâle o gûyâ kûy-ı cânâne Abdülhak Mihrünnisa Bir hıyâbândır ki hasret kûy-ı cânândan geçer Her geçen cânâna peyvest olmadan cândan geçer Yahya Kemal kûy-ı cünûn Delilik köşesi. Var ise aklın sakın kûy-ı cünûndan çekme pâ Sehl-terdir seng-i tıflân seng-i ta’n-i nâstan Nâbî kûy-ı dil Gönül köşesi. Kûy-ı dile bilmem yine bir velvele düştü Baştan başa cân mülketine zelzele düştü Esrar Dede kûy-ı dil-ârâ Gönlü süsleyen köşe. Ne kadar olsa da pâ-mâl-i zihâm ey Nâbî Eyleyen kûy-ı dil-ârâda ikametgelmez Nâbî kûy-ı dil-ber Sevgilinin mahallesi. Kûy-ı dil-berde figânuma eder ta’n rakîb Zâğ-ı nâ-sâzı görün mürg-i hoş-elhâna geçer Avnî kûy-ı ferâğat Her şeyden vaz geçme köşesi. Kasr-ı sürûr künc-i kanâat değil midir Sahn-ı behişt kûy-ı ferâğat değil midir Nâbî kûy-ı girîbân Elbise yakasının köşesi. Pîrehen berk-i semen kûy-ı girîbân şeb-nem Gülsitân oldu bugün bir sanem-i lale-izar Bâkî kûy-ı habîb Sevgili köşesi. Olsa aceb mi meş’ale-efrûz nâle-i dil Kûy-ı habîbe râh-nümâmız budur bizim Seyyit Vehbî kûy-ı harâbât Meyhane köşesi. Nâmûs u nâmı terk ede gör zîre ârifin Her dem makamı kûy-ı harâbât içindedir ahmed-i Dâî kûy-ı ışk Aşk köşesi. Ben bu bâzârın ne bâzer-gânı ne bezzâzıyam Kûy-ı ışkın onmadık bir rind-i şâhid-bâzıyam Hayretî kûy-ı melâhat Güzellik köşesi. Nedir o çâh-ı muallâk nedir ol turra-i mâr Nedir ol kûy-ı melâhat nedir ol sîb-i zekan Biâtî kûy-ı melâmet Ayıplanma köşesi. Nice yıllardır ser-i kûy-ı melâmet bekleriz Leşker-i sultân-ı irfânız vilâyet bekleriz Fuzûlî kûy-ı mugân Meyhaneciler pirinin sokağı. Yâd-ı lebinle câm-ı mey-i la’l-fâm için Kûy-ı mugânıgeşt ederim hâne hâne ben Bâkî kûy-ı mücâz Uygun görülen köşe. Ey merâhil kat edip kûy-ı mücâza uğrayan Menzil-i maksûda bundandır sorarsan doğru yol behiştî kûy-ı münâcât Yalvarma köşesi. Yok yerim kûy-ı münâcâtta havfüm bu beni Bu melâmetle harâbât kabûl eylemeye Hayâlî Bey kûy-ı selâmet Selamet yeri. Aşıkız dervâze-i şehr-i melâmet bekleriz Zâhid-âsâ sanma kim kûy-ı selâmet bekleriz Hayâlî Bey kûy-ı telâş Telaş köşesi. Kayırmaz olduğumuz reh-nişîn-i kûy-ı telâş O şûh etmez ise zayi’ intizârımızı Nâbî kûy-ı vefâ Vefa köşesi. Nice demden mukîm-i vâdî-i derd ü gam u aşkız Ser-i kûy-ı vefânın sanma kim mihmânıyız cânâ Selimî Yavuz Sultan Selim kûy-ı visâl Kavuşma köşesi. Kûy-ı visâle pây-ı azîmet erişmedi Dâmân-ı bebre pençe-i himmet erişmedi Nâilî kûy-ı vuslat Kavuşma yeri. Memnû’-ı kûy-ı vuslat ise pâyımız ne gam Pây-ı hayâlimiz hele vârestedir bizim Nâbî kûy-ı yâr Yârin bulunduğu yer. Azmeyledi hâk-ı kûy-ı yâre Leylînin evi olan diyâra Fuzûlî Bu âh u nâle ki vardır derûnda Esrâr Gönül gönül diyerek kûy-ı yâre dek gideriz Esrar Dede kûy-ı zemîn Yerin altı. Gûyâ edip tabîat kûy-ı zemîni tastîh Tübbet aşağı düşmüş Çîn ü Hoten yukarı Nedim kû-be-kû Yer yer. Mâlik-i mülk-i kanâat rızk-ı maksûmun bilip Gezmez âb ü nân için kişver-be-kişver, kû-be-kû Âgâhi Şâkir Efendi Kû-be-kû eyleme bî-hûde telâş ey dil-i zar Çâre-i vaslı yine şâhid-i matlabdan sor Esrar Dede kuyûd bk. kayd. kuzah Ar. 1. Renk renk çizgi. 2. Bulutlara karışan melek ismi. 3. Şeytanın adlarından birinin ismi. Ağladıkça kaşım rengîn ü hûnîn yaşımı Der gören kavs-i kuzah kuruldu bârân üstüne Cem Sultan Yüzün üstünde kaşın lûtfuna erişmez eğer Gelse kavs-ı kuzah üstüne meh-i çâr-dehin Nizamî Ma’bed-i hayl-i nücûmungünbed-i eflâktir Mihr ü meh kandîl ona kavs-i kuzah mihrâb-ı çerh beliğ kavs-ı kuzah Alâimi’s-sema, ebem kuşağı. Ma’bed-i hayl-i nücûmun günbed-i eflâktir Mihr ü meh kandîl ona kavs-i kuzah mihrâb-ı çerh Beliğ kûze Far. Kulplu testi, bardak. Ar. kûz. La’l-iyâr-i dil-bere ol dem meğer erer elim Kûze ede toprağında ya kadeh hazzâf ona Muhibbî, Meftunî Kanunî Sultan Süleyman Dest-bûsî ârzûsuyla ölürsem dostlar Kûze eylen toprağım sunun onunla yâre su Fuzûlî Kûzedirgencîne-i hüsnünde la’lin hokkası Hindûdur kim hâzin-i dürc-i güherdir benlerin İbni Kemâl kûze-i âb Su testisi. Giderdi çeşme-sâre elinde kûze-i âb Sabâh erkendi sandım gelir çıkmış şafaktan Abdülhak Hâmit kûze-i hâtır Gönül testisi. Kırıp kûze-i hâtırın rûzgâr Çanak çömleği oldu gird-i gubâr Keçecizade İzzet Molla kûze-i pür-âb Su ile dolu testi. Döndürür her dem sirişkim çeşmimi dolâb-vâr Kûze-i pür-âbdır çeşmim o dolâb üstüne İbni Kemâl kûze-ger Testi ve çanak çömlek yapan sanatkâr. Olup şevherin san’atı kûze-ger Sebû gibi koydu o da hâke ser Keçecizade İzzet Molla küberâ bk. kibr. kübrâ Ar. Kebîr’den> ekber’den ulu, büyük olan. Sun lebin yoksa yakar âteş-i la’lin cânı Mey-i kübrA-durur ey dost biraz âb gerek Necati Bey Hazm eder cümlesin işkembe-i kübrâya sürer Sürüler mâdeni imkân bulamaz ifsâda Hamamizâde İhsan Eğer suğrâ eğer kübrâ muhîtem cümle mevcûda Hezârân dürlü bin yüzde görünen gözde seyrânım Ümmî Sinan kübrâ-yı aşk Aşkın en büyüğü. Nüsha-i kübrA-yı aşkım mâ-hasal tevkvînden Çok mudur âyîne-i râz-ı alîm olmak bana Leskofçalı Galip kübrâ-yı sun Sanatın en büyüğü. Nüsha-i kübrâ-yı sun’um âlem-i tahkîkte Şerh-i tafsîl-i kazA fihristi icmâlimdedir Namık Kemâl küdûret, kedûret Ar. 1. Bulanıklık. 2. Gam, keder, kaygı. c. küdûrât. Dem-â-dem aks alır mir’ât-ı âlem kahr ü lûtfundan Onunjçin geh küdûret zahir eyler geh safâ peydâ Fuzûlî Hicr-i vehminden yetirmezdim küdûret gönlüme Gerçi devrânın muhâlif cümbiş-i meşhûr idi Fuzûlî Sever ve sevdiği hep derd, hep musîbettir Safâsı, neş’esiyoktur, bütün kedûrettir Tevfik Fikret küdûrât Küdûret’ler. Cümle esbâb-ı neşâtım ne ise verdi kader Mâye-i hüzn ü küdûrâtı edip mahv ü adîm Üsküdarlı Hakkı Bey küffâr bk. küfr. küfr, küfür Ar. 1. Allah ve resulünü inkâr etmek. 2. Dinsizlik, inançsızlık. 3. Sövüp saymak, kaba söz söylemek. Gönül verdim fenâ vü fakra terk-i âtibâr ettim Bihamdillah ki âhir küfrümü îmâna değşirdim Fuzûlî Küfr müstevlî olup kılmıştı İslâm’ı hep Cehl istîlâ bulup etmişti ilm ehlini hâr Fuzûlî Bir nigehle küfr ü îmânı verir yağmâya hep Çeşmi bilmem dillere ne sihr ü ne âcâz eder Leskofçalı Galip Diyâr-ı küfrü gezdim, beldeler, kâşâneler gördüm Dolaştım mülk-ı İslâm’ı, bütün vîraneler gördüm Ziya Paşa küfr-i gîsû Saçın siyahlığı. Kafirân râbıt-ı zünnâr-ı belâsıdır hem Küfr-i gîsûsuna hayrân nice ehl-i îmân Şinasi küfr-i kevn Kâinatın küfrü. Mü’minin mir’âtı mümindir dedi şâh-ı cihân Küfr-i kevnipâk edip bürhânegelmişlerdeniz Şîrî küfr-i zülf Saçın siyahlığı. Küfr-i zülfün salalı rahneler îmânımıza Kafir ağlar bizim ahvâl-iperşânımıza Fuzûlî Küfr-i zülfün ey sanem gösterme îmân ehline Korkarım deyr-i cihânda cümlesi dînden çıkar Enven küfr-efzûd Küfür arttıran. Ne aşk-ı dîn-şiken ü kıble-bend ü küfr-efzûd Sâmi küfr ü îmân Küfür ve iman. Küfr ü îmân âyetini gördük ol Kur’ân’da biz Anladık kim zülf ile ruh küfr ile îmân imiş Gaybî Küfr ü îman şol mürekkeb gibidir kâğıd ile Mushafa nisbet hakîkat ikisi yek-sân imiş Gaybî kâfir Küfreden. c. küffâr; kefere. Bize kâfir demiş Müftî Efendi Tutalım ben diyem ona Müselmân Varıldıkta yarın rûz-ı cezaya İkimiz de çıkarız anda yalan Nef’î Müfti Efendi Şeyhülislam Yahya Tahammül mülkünü yıktın Hülâgû Han mısın kâfir Amân dünyâyı yaktın âteş-i sûzân mısın kâfir Nedim Beni ağyâra nisbet eylersin Âşık oldumsa kâfir olmadım â Âşık Çelebi Tâat ile âlemin maksûdu sensin ey Hudâ Kimi kâfir kimi âsî hikmetin var pek güzel Âdile Sultan Dem-â-dem cevrlerdir çektiğim bî-rahm kütlerden Bu kâfirler esîri bir Müselmân olmasın yâ Rab Fuzûlî Niçin sık sık bakarsın böyle mir’ât-ı mücellâya Meğer sen dahi kendi hüsnüne hayrân mısın kâfir Nedim Biri kâfir biri hindû biri gûyâ Müselmân Dîni ayrı üç birâderdir o zülf ü hâl ü ruh Keçecizade İzzet Molla kâfir-i bî-dîn Dinsiz kâfir. Anunçün habs ederpeykânının dil ey kemân-ebrû Ki ol bir kâfir-i bî-dîn elinden geldi bir dildir Hayâlî Bey kâfir-i hüsn Güzel kâfir. Ne ola ol kâfir-i hüsne havâle etsem ağyârı Meseldir Dinsizin elbet gelir hakkından îmânsız Neylî kâfir-i mest Sarhoş kâfir. Eyledi gözde hayâl-i çeşm-i mahmûrun vatan Kafir-i mestin beli yeri müdâm mey-hânedir Şeyhi kâfir-i ni’met Nankör. Efrâdı hep de kâfir-i ni’met bu âile Sensiz de ber-tarâf olur elbette gâile Abdülhak Hâmit kâfir-beççe Kâfir çoçuğu. kâfir-beççe bir peymâne sahbâ sundu kim alıp Derûn-i lâleden âteş fürûzan olduğun gördük Nedim Bir avuç bârût-ı efrencîdir ol kâfir-beçe Levh-i uşşâkı nişân-gâh eyleyip tak tak urur Esrar Dede kâfir-dil Küfür içinde bulunan gönül. c. kâfir-dilân. kâfir-dilân Küfür içinde bulunan gönüller. kâfir-dilân-ı hırs Hırslı gönüllerini küfre kaptıranlar. Kafir-dilân-ı hırs ferâmûş edip Hakkı Şimdi sanem-misâl perestiş kuruşadır Nâbî kâfir-istân 1. İslam olmayanların bulunduğu ülke. 2. Hindistan’ın kuzey batısında Kâbil civarında bulunan dağlık bir bölge. 3. Afrika’nın güney kısmının doğu kıyıları. Hele teshîr-i mülke başlasın ikbâli seyreylesin Ne Türk-istânk kor fethetmedik ne Kafir-istân’ı Nef’î Yine zülf-ı Kâfir-istân dil ü cânı kıldı gâret Yine gamze-ı Hülâgû urup etti dîni yağma Esrar Dede Hâl kâfir, zülf kâfir, çeşm kâfir el-amân Ser-be-ser ıklîm-i hüsnün Kafir-istân oldu hep Nedim kâfir-kîş Kâfir inanışlı, dinsiz. Bende-i fermân olupgîsû-yı kâfir-kîşine Hizmete bel bağlayıptır ey sanem zünnârlar Bâkî kâfir-nijâd Kâfir soylu. Hûra benzer ol sanem sûrette gerçi ey felek Sen bu hüsnile onu kâfir-nijâd etmek neden Adlî Sultan II. Bayezid Burc-ı hâverden ivazdır zülfün ey kâfir-nijâd Çâh-ı Bâbil’den beterdir çeşmin ey câdû-firîb nizami küffâr Kâfir’ler. La’net ederse rahmet olur öyle kâfire Cümle mecûs-ı âlem ü küffâr ü mülhidin Üsküdarlı Hakkı Bey Mehterlerinin zemzemesi ceng gününde Küffârın eder işlerini nâle vü efgân Behiştî küffâr-ı Engerûs Macar kâfirleri. Baş eğdi âb-ı tîğına küffâr-ı Engerûs Şemşîri gevherinipesend eyledi Freng Bâk kefere Kâfirler. Zât-ı Haydar-şiyemi azm edeli bu sefere Baş keserler kılıcı nâmına cümle kefere Ziyâ Paşa küfrân İyilik ve ihsanı inkâr, nankörlük. Allah Allah bu mahz-ı isyândır Gâyeti küfr-i ayn-ı küfrândır Fuzûlî küfrân-ı ni’met Nimeti inkâr etme, asilik etme. Tecemmu eyledi Meydân-ı Lâhm’e Edip küfrân-ı ni’met nice bâgî Koyup kaldırmadan ikide birde Kazan devrildi söndürdü ocağı Keçecizade İzzet Molla küfrân bk. küfr. küh bk. kûh. kühen Far. Eski, kadim. Gönülden sırrın ifşâ eylemez pîr-i kühen zîrâ Sebû-yı köhneden terşîh edip bir katre mâ’ çıkmaz Beliğ Dil-i insânda komaz derd-i kühen Cilve-i tâze nihâlân-ı çemen Nâbî Vakt-i iftâr kühen sözlere karnım toktur Vehbiyâ aç elini hayr dua eyle hemen Seyyit Vehbî kühen-dâr Eskiyi tutan. kühen-dâr-ı şifâ Şifanın eskiyi tutması. Bu kühen-dâr-ı şifânın nazar-ı dânâya Çarh-ı atlas dediğin köhne firâşı görünür Nâilî kühen-sâl Çok seneler yaşamış; pîr-i fani. Tab’-ı âyîne-i meşşata-i rûy-ı âlem Fikr-i üstâd-ı kühen-sâl-i debistân-ı felek Nef’î kühl bk. kuhl. külâh Far. Keçeden baş örtüsü, börk. Külâhın sat yine lâkin yokuncul olma nâ-merde Cihânda kelle sağ olsun külâh eksik değil merde Necip Sultan III. Ahmet yokuncul yardım bekleyici Pâlâs-pâre-i ihlâsımızla rûz-ı hesâb Cenâb-ı şeyh-i riyâ-kâra bir külah ederiz Ziyâ Paşa Bûseler ikrâr eder durmaz sözünde hulf eder Mevlevîdir sevdiğim her dem külâh eyler bana Lâ külâh-ı aşk Aşk külahı. Ferâğat kıldım işgâlinden işbu mihnet-âbâdın Külâh-ı aşkı çün ol tîşe-ı Ferhâd’a ben verdim Âşık Ömer külâh-ı bârânî Yağmur külahı. Hîç tâc-ı Kubad’a benzeye mi Kem-bahâ bir külâh-ı bârânî Hayâlî Bey külâh-ı devlet Saltanat tacı. Âk ıl isen vahş u tayrın şâhı ol Mecnûn gibi Başına mürg âşiyânından külâh-ı devlet al Hayâlî Bey külâh-ı iftihâr Övünme külahı. Sanadır sığınması Gâlib’in yâ Hazret-ı Monlâ Başımda bir külâh-ı iftihârım varsa sendendir Şeyh Galip külâh-ı kûşe Köşe külahı. Çekip visâdemi kıldım külâh-ı kûşemi ham Garîm-i gamdan edip nîm-lâhza istimhâl Nedim külâh-ı nâz Naz külahı. Diller şikest edip o cefâ-cû safâlanır Tarf-1 külâh-ı nâzını işkeste gösterir Esrar Dede külâh-ı ser-i istiğnâ Zenginlik başının külahı. Geç otur mastaba-i işrete Cemşîd-âne Kec edip tarf-ı külâh-ı ser-i istiğnâyı Nergisî külbe Far. Bir veya iki odalı dar ve karanlık mekân, ev, kulübe. külbe-i ahzân Hüzünler evi. Oğlu Yusuf için ağlayan Hz. Yakub’un evine verilen isim Vâiz bize dün dûzahı vasfetti Fuzûlî Ol vasf senin külbe-i ahzanın içindir Fuzûlî Bir hasırım yoğiken külbe-i ahzânımda Bûriyâ nakşı görünür ten-i uryânımda Âhi Sen idin külbe-i ahzana koyan Ya’kûbu Ayırıp hazret-ı Yûsuf gibi göz nûrundan Hâletî Azmizade külbe-i attâr Attar dükkânı. Sünbülünden sanemâ şemme-i bûy almağ için Misk sevdâya düşüp külbe-i attâra gider Ahmet Paşa külbe-i mey-hâne Meyhane kulübesi. Kûşe-i mescidde zahid bârid iken bu aceb Külbe-i mey-hânelerden na’ra-i yâ Hû gelir Hamdullah Hamdi külbe-i vîrân Yıkık kulübe. Hâne-ber-dûş-ı cihânız, evi sattık da yedik Şimdi bir külbe-i vîrân umarız ukbâda Lâ külfet, külfe Ar. Zahmet, meşakkat; yorgunluk, taab. Eski eş’ârda dûr-bîn ile ma’nâgörülür Yeni eş’ârda ma’nâ gibi külfet yoktur Eşref Yaktın fütâde-gânını hâkister eyledin Ey şem’ külfet eylemepervâne kalmadı Ziyâ Paşa Nazmında eder ziyâde külfet Andan görünür biraz batâet Ziya Paşa andan oradan külfe-i temennâ Temenni zorluğu. Şu lûtf kim ona yüz bin belâ musallattır Değer mi abdin için külfe-i temennâya Ferit külhân, külhan g Â, Lgi Far. Hamamlardaki suyu ve hamamı ısıtmak için yakılan hamam ocağı. Dostum sen olmasan gül-şen gelir külhân bana Senin ile olıcak külhângelir gül-şen bana Muhibbî, Meftunî Kanunî Sultan Süleyman olıcak olunca Eğerçi âlemin esfel-nişîn-i külhânıyız Velîk nüsha-i takvîm-i sun’un ahseniyiz Nâbî Ateş kesilir geçse sabâ gül-şenimizden Akher gül olur bulsa safâ külhânımızdan Leskofçalı Galip Kimi mest-âne seher yâr ilegül-şende yatar Kimi derd ü gam-ı hicrân ile külhânda yatar Bağdatlı Ruhi külhân-ı gam Gam külhanı. Ben gedâ bülbül gibi feryâd u efgân eyleyip Külhan-ı gamda gül-i handânım andım ağladım Zaifî Güller gamınla hâr-ı elem oldu çeşmime Gül-zâr-ı dehr külhân-ı gam oldu çeşmime Ziya Paşa külhânî Serseri, çapkın. Külhânî-i Lây-hâr 1. Sarhoş serseri. 2. Senâî’yi tasavvuf yoluna soktuğu söylenen kişi. Tarîk-i fâkada hem-kefş olup Senâî’ye Cenâb-ı külhânî-ı Lây-hâUa dek gideriz Nâilî külîçe Far. Külçe. külîçe-i meh Ay külçesi, ay yığını. Kestin külîçe-i mehi tennûr-ı çarhta Çün hân-ı mu’cizatına germ oldu iştihâ Şeyhi külüng Far. Kazma. Urup cevşene ağzını bozdu gez Külüngün de burnu kırıldı birez Sâbit Yine endîşe k ıldı bîşesini Ele aldı külüng ü tîşesini Şeyhi külüng-i ışk Aşk kazması. Gönül sengini ey Hamdî külüng-i ışk ile hâk et Ki bite anda görüne gül-i âsârı gül-zâr’ın Hamdullah Hamdi kümbed, gümbed Far. Tuğla ve harç ile yapılan kemer, kubbe. bk. künbed. Şu kümbedin üzerinden beş altı taş sökerim Bataksa al bu da batmaz deyip deyip ekerim Mehmet Akif kümbed-i devvâr Dönen kubbe. Vâdî-i aşka sevdâ ile ser-geşte idim Gelmeden gerdişe bu kümbed-i dervâr henüz Fuzûlî Ab-gûndur kümbed-i devvâr rengi bilmezem Yâ muhît olmuş gözümden kümbed-i dervâre su Fuzûlî kümbed-i gerdân Dönen kubbe. Be bu bâzâr-ı cihânın kuru dükkânına yuf Çenber-i çerhine vü kümbed-i gerdânına yuf Usuli Yenice Vardarlı kümbed-i hazrâ En yeşil kubbe. Sebz ü hurrem bir feâ mı her kenârı cûy-bâr Ya meyân-ı cûde aksi kümbed-i hazrâ mıdır Nef’î kümbed-i kasr Köşk kubbesi. Olısar seyl-i fenâdan çü harâb âhir-i kâr Kümbed-i kasrına vü çenber-i eyvânına yuf Usuli Yenice Vardarlı olısar olunca kümbed-i vârûne-i cevv Havanın uğursuz kubbesi. Atılır her yana bin rahş-ı savâik-pey-rev Gerd-i haşyetle dolar kümbed-i vârûne-i cevv Tevfik Fikret kümeyt Ar. 1. Koyu doru at. 2. Kırmızı şarap. kümeyt-i bâde-i gül-gûn Gül renkli şarabın kırmızılığı. Kayırmaz seyl-i gam taşşsın gerekse baştan aşsın Kümeyt-i bâde-i gül-gûn ile Yahyâ geçilmez mi Şeyhülislam Yahya kümeyt-i hâme Kalem atı. Başlasa cilveye mânend-i kümeyt-i hâme Merkez-i nokta olur ona fezA-yı pehnâ Nef’î kümeyt-i kalem Kalem atı. Sürmeğe vâdî-i meslûke kümeyt-i kalemi Ar eder ârif ü sâhib-dil ü sencîde kelâm Nâbî kümeyt-i ma’nî Mana atı. Kümeyt-i ma’nî eyler sâha-i ıtlâkda cilve Sevâd-ı lafzdan istersepâyında ikâl olsun Nâbî kümeyt-i şevk Arzu atı. Hilal-i îd neşâta nişâne geldi gibi Kümeyt-i şevke gümüş tâziyâne geldi gibi Nâbî kümmel, kümmelîn bk. kâmil. kümûn Ar. Gizlenme, saklanma. Oldu berdâşte heylûlet-i deycûr-ı amâ Sâha-i pehn-bürûz oldu zevâyâ-yı kümûn Münif Kimi tarîk-ı saâdette tûşe-bahş-ı kerem Kimi kemîn-i şekâvette kûşe-gîr-i kümûn Yenişehirli Avni kümûn-ı gayb-ı ezel Ezelin bilinmeyen gizliliği. Kümûn-ı gayb-ı ezelde kalaydı mahlûkât Olurdu belki müreccah bu şûr-ı bî-câya Ferit kün Ar. “ol, olsun” anlamına gelen Tanrı emri. Fikret rakamın çeken zemânda Hakka ki bu emr-i “künfe. kân”da Fuzûlî kün fe-kân “olan oldu” anlamında Allah’ın “ol” emriyle bütün kâinatı yarattığını ifade eden söz. Görmemiştir çeşm-i âlim böyle eyvân-ı refî’ Hulk u îcâd olalı ziynet-serây “kün fe-kân” Üsküdarlı Hakkı Bey kün fe-yekûn “Allah ol dedi ve her şey oldu, yani yaratıldı. ” şeklinde kabul ve iman edilen mukadderat gereğince söylenen söz. İktizA-yı kazA-yı “kün fe-yekûn” Kıldı her emri vaktine merhûn Lâ küntü kenz Bilinmeyen bir hazine Hadis-ı Kudsi Küntü kenzün sırrı olan âdem-i evvel benim Mahrem-i râz-ı nihânım âlem-i esmâ bendedir gaybî künâm Far. 1. Orman; otlak, mera. 2. Kuş yuvası. 3. İnsanın dinleneceği yer. 4. Vahşi hayvan ini. Ketm-i esrâra eğer mâni olursa emri İhtifâ eyleyecek yer bulamaz şîr-i künâm Yenişehirli Avni künâm-ı şîr-i ner Erkek aslanın yuvası. Olup sahrâlara hıfz-ı nigeh-bân ahd-ı lûtfunda Künâm-ı şîr-i ner âhûlara cây-ı karâr oldu fıtnat Hanım-künân Far. “-yapan, -eden; -yaparak, -ederek” anlamlarında zarflar yapar. güm-günân Kaybeden. Evc-i hevâda sît-i çek-â-çâk-ı tîgden Avâz-ı ra’d ü sâika reh-güm-künân olur Nef’î lerze-künân Titreme yapan. Bu anda bir mutazarrE sadâ-yı lerze-künân Bu bir sadâ ki eder âsumânı hep lerzan Ahmet Hâşim reh-güm-künân Yolunu kaybeden. Evc-i hevâda sît-i çek-â-çâk-ı tîgden Avâz-ı ra’d ü sâika reh-güm-künân olur Nef’î tese’ül-künân Dilencilik ederek. eytâm için ki tese’ül-künân Gezer yolda muhtac-ı yek-pâre nân abdülhak Hâmit künbed bk. günbed. künc Far. Köşe, bucak. Gör Fuzûlî aşk tuğyânın âdem mülkün gözet Azm-i künc et kim hevânın Etidâli kalmadı Fuzûlî Kûşe-i cennette sohbet çünkü kaldı yarına Gönlünü mey-hâneler künciylegel tut bugün İbni Kemâl künc-i çîn-i zülf Saçının büklümünün köşesi. Künc-i çîn-i zülfü kim sığmaz ona mûy-ı hayâl Dil gibi bir bî-vücûdunpehn-i nüzhet-gâhıdır Şeyhülislam Yahya künc-i fakr Fakirlik köşesi. Künc-i fakr içre süren iki cihân devletini Genc-ı Kârûn’u değil mülk-ı Süleymân’ı nejder Lamiî Çelebi künc-i ferâğ El çekme köşesi. Künc-i ferâğın anlamayanlar safâsını Devlet komuşlar adınıgargd-yi âlemin Nâbî künc-i ferâğat El çekme köşesi. Ceyş-i sultân-ı gama yer yok güzer-gâh olmadık Arsa-i âlemde bir künc-i ferâğat kalmadı Hâletî Azmizade künc-i firkat Ayrılık köşesi. Künc-i firkatte yatarken hümdü’lillah Ahîyâ Oldu ben dil-hasteye mûnis hayâli Ahmed’in Âhi Gam-ı hecrinle her-dem girye kılmak künc-i firkatte Visâl-i gayr ile mesrûr u handân olmadan yegdir cinânî künc-i gam Gam köşesi. Zâyi’ geçirme ömrü bu dem künc-igamda kim Menzil kenâr-ı bâğ u leb-i cûy-bârdır Bâkî künc-i gurbet Gurbet köşesi. Künc-i gurbet gül-şen-i cennet kadar cân-bahş olur Dâr-ı gurbette bulunsa âşinâlardan biri Nâbî künc-i halvet Yalnızlık köşesi. Ya’kûb nebî zâr ugiryân eylerim Yûsuf için Künc-i halvet kûşe-ı Mısr ile sultân bendedir Hatayi künc-i halvet-hâne Yalnızlık evinin köşesi. Hoşgören âkıl fenâ tavrını şöhret gözlemez Künc-i uzlet isteyen kendüyü meşhûr istemez Avnî Künc-i halvet-hânesinde ilm ü irfân münzevî Kûşe-i bâbında ikbâl ü saâdetpâs-bân Nfî künc-i harâbât Harabeler köşesi. Her künc-i harâbâtta bir genc-i mutalsam var Bu sîne-i pür-şûrum vîrâne midir bilmem Esrar Dede künc-i hicrân Ayrılık köşesi. Künc-i hicrâna olup sen de benim gibi esîr Rûz u şeb dest-zen-i dâmen-i feryâd olasın Nâbî künc-i hücre Hücre köşesi. Açılmadıysa gönül künc-i hücrede Yahyâ Kenâr-ıgül-şene çık şEr-i dil-güşâ diyerek Şeyhülislam Yahya künc-i ihtifâ Çıplak ayakla yürünen köşe. Çıktı künc-i ihtifâdan Mehdî-i âhir-zemân Zâhir olur ise ne ola sâhib-zemân imiş Lâ künc-i istiğnâ Tok gözlülük köşesi. Künc-i istiğnâ kadar bir kûşe-i râhat mı var Lokma-i hân-ı kanâat gibi bir nimet mi var Fıtnat Hanım künc-i kamâme Süprüntülük köşesi. Büt-hâne-i hüsnünde hat zülfü eder tefsîr İncîl yazar künc-i kamâmede Yohannâ Esrar Dede künc-i kalb Kalp köşesi. Künc-i kalbimde vatan tuttu hayâl-i dehenin Bildi kim genc-i nihân kûşe-i vîrânda yatar nizami künc-i kanâat Kanaat köşesi. Kasr-ı sürûr künc-i kanâat değil midir Sahn-ı behişt kûy-ı ferâğat değil midir Nâbî künc-i külhân Külhan köşesi. Aşk ola şol merde kim mânendi-i rind-i lây-hâr Künc-i külhângül-şenidir hûn-i dil sahbâsıdır Ziyâ Paşa künc-i mihnet Sıkıntı köşesi. Sûret-i dîvâr ediptir hayret-i aşkın bizi Gayr seyr-i bâğ eder biz künc-i mihnet bekleriz Fuzûlî künc-i nedâmet Pişmanlık köşesi. Beğenip akîm olanlar hod-bîn Kaldılar künc-i nedâmette hazîn Sünbülzade Vehbi Künc-i hicrâna olup sen de benim gibi esîr Rûz u şeb dest-zen-i dâmen-i feryâd olasın Nâbî künc-i râhat Rahat köşe. Menzil-i bâr-ı belA köhne-serâdır dünyâ Künc-i râhat yeri zanneyleme bu rîrânı Bâkî künc-i sine Göğsünün köşesi. Olmasın hânmân dahi âgâh hâlinden Ziyâ Raz-ı aşkı sakla künc-i sînede cânın gibi Ziya Paşa künc-i târîk Karanlık köşe. Mesned-i hurşîde vermez künc-i târîkin gedâ Göz yuman seyr-i cihândan mihr-i rahşân istemez Hayâlî Bey künc-i uzlet Yalnızlık köşesi. Hoş gören âkıl fenâ tavrını şöhret gözlemez Künc-i uzlet isteyen kendüyü meşhûr istemez Avnî künc-i vasl Kavuşma köşesi. Künc-i vaslın o perî ellere ikrâr eyler Bu acebdir bana ikrârını inkâr eyler Veysî Alaşehirli Üveys Kadı künde Far. 1. İri ve kalın ağaç. 2. Suçlunun ayağına geçirilen tomruk. 3. Yakışıksız genç irisi. 4. mec. Hile, düzen, tuzak. 5. sp. Güreşçinin hasmını altına alıp bir elini önden, ötekini arkadan geçirerek kilitlemesi. Doğruluktan sapma lâkin öyle ol ki hîlede Kurduğun tedbîr ile a’dâ bulunsun kündede Neyzen Tevfik küngür, küngüre Far. Yüksek yer, tepe; kale ve hisar üzerinde yapılan şerefe, burç. küngür-i iclâl İkram tepesi. İrtika eyleyemez küngür-i iclaline akl Kılsa da nüh-tabak-ı çerh-i bülendi mirkât Yenişehirli Avni küngür-i recâ Ümit tepesi. Çıkardı gûşe-i bâm-ı visâle dil ammâ Ham-ı kemend-i emel küngür-i recâda değil Nâbî küngüre-i arş Arşın tepesi. Kıldı firâz küngüre-i arşı cilve-gâh Lâyık değildişânına hakka bu hâk-dân Bâkî küngüre-i âsümân Göğün en yüksek yeri. Sath-ı zemîn ü küngüre-i âsümân nedir Fasl-ı bahâr ü sayf ü şitâ vü hazân nedir Ziyâ Paşa küngüre-i aşk Aşk tepesi. Kıldı firâz küngüre-i arşı cilve-gâh Lâyık değildi şânına hakka bu hâk-dân Bâkî küngüre-i kasr Köşkün burcu. Hengâm-ı şeb ki küngüre-i kasr-ı âsümân Zeyn olmuş idişu’lelenipşem’-i ahterân Bâkî küngüre-i keyvân Zühal yıldızının tepesi. Ah-ı âşık der idim tîrineger nâvek-i âh Delse eflâki geçip küngüre-i keyvânı Nfî küngüre-i rif’at Yücelik tepesi. Manzar-ı himmetinin küngüre-i rif’atine Eremez sarsar-ı tûfân-ı fenâ birle gubâr Bâkî künh Ar. 1. Bir şeyin aslı, esası. 2. Kök, dip; esas, öz. Derd-mend-i künhe hâr-ı rehin nafi’dir Ne kadar enfa’ ise hastaya nîş-i fassâd Nâbî Zehî sultân-ı a’lâsın inâyet issi Mevlâsın Hem evlâlardan evlâsın ki künhüne hayâl olmaz Ümmî Sinan künh-i aşk Aşkın aslı. Cümle eşyâya hakîkat mâyedir aşk-ı İlâh Künh-i aşkı bilmeyenler gelmesin bu meclise Gaybî künh-i zât Zatın kendisi. Bahr-i müstagrıktır dalınmaz bu bahra gavvâs bulunmaz Lâ-taayyündür bilinmez künh-i zâtın yâ Rabbenâ Ümmî Sinan künişt Far. Yahudilerin havrası. Sâf etmişiz derûnu rüsûm-ı mecâzdan Sûret-pezîr-i gayr değildir küniştimiz Nâbî künûz bk. kenz. künûzât bk. kenz. kürbet bk. kerb. kûre Far. 1. Demirci ocağı ve körüğü. 2. Küre. Müdâvat-ı ilel nisbetledir ahvâl-i ma’lûma Asâdan özge, çeşm-i kûre mîl-i tûtiya olmaz Hayri Viranşehirli Reisilküttab Mehmet kûre-i haddâd-i gül-istân Gül bahçesi demircisinin körüğü. Ebr-i cûdundadır ol feyz ki reşhinden onun Gül olup kûre-i haddâd-ıgül-istânagelir Nedim kûre-i katran Katran küresi. Sû-yı gerdûna revân olsa sümûm-ı kahrı ger Çeşme-i hûrşîd olurdu kûre-i katran-feşân Üsküdarlı Hakkı Bey kûre-i kîr Katran küre. Nûr-ı re’yinde eser bulsa eğer zerre kadar Ola bir mihr-i felek her şerer-i kûre-i kîr Üsküdarlı Hakkı Bey küre, kürre Ar. 1. Yuvarlak, toparlak. 2. geo. Küre. c. kürât. küre-i âlem Âlemin yuvarlağı. Varlığın bilme ne hâcet küre-i âlem ile Yeter isbâtına halkettiği bir zerre bile Şinasi kürre-i âteş-feşân Ateş saçan küre. Döner her bir şerer bir ahter-i efsürde endâma Vezan oldukça sarsar kürre-i âteş-feşân üzre Ziya Paşa küre-i arz Yeryüzü yuvarlağı, dünya. Cüst ü cû eylese âdem küre-i arzı tamâm Hükm-ı kânûn-ı felekten bulamaz bir hoşnûd Yenişehirli Avni kürre-i pîşânî Ön küre. Mevc mevc kürre-i pîşânî Satır satır kalem-ı Yezdânî Nâbî kürre-i zemîn Yer küre, dünya. Kürre-i zemîn olursa ne ola haşre dek pür-âteş Benim âteş-i dilimden ona bir şerâre düştü Ziya Paşa kürât Küre’ler. Hülyâ içinde her biri gûyâ bütün kürât Olmuş senin yolunda garîk-ı tefekkürât abdülhak Hâmit kürsî Ar. 1. Oturulacak yüksek yer. 2. Taht. 3. Başkent. 4. Arş-ı azamın altında bir düzlükte olan Levh-i mahfuz’un bulunduğu yer. 4. Bakara suresinin 255. ayetinin bulunduğu “Âyete’l Kürsî” yer. Bundadır bâkî nişân mu’ciz-ı Hayrü’l-beşer Tâk-ı Kürsî nüsha-i mülk-i mülûk-ı kâm-kâr Fuzûlî Sana her meclisinde söyleriz sen mülzem olmazsın Değil kürsiye vâiz arşa çıksan âdem olmazsın Sâbit kürsî-i celâl “Celal” sıfatının en yüksek makamı. Kürsî-i celâlin ki semâlarda zemînler Bir nokta kadar sahn-ı muhitinde tutar yer Mehmet Akif kürsî-i melek Melek tahtı. Nazar etsen yer ü gök dûzah u cennet sende Arş u kürsî-i melek sendedir elbet sende Şeyh Galip kürsî-i Mesnevî Mesnevi tahtı. Hakîm-nişîn-i kürsî-ı Mesnevî edicek Kılar füyûz-ı nefes tarf-ı arşı istiab Esrar Dede edicek edince kürsî-i muallâ Yüce taht. Gece kime kuruldu bu hargâh-ı murassa’ Gündüz kime uruldu bu kürsî-i muallâ Nizami kürsî-i pûlâd Çelik kürsü. Uruldu sikkesi kürsî-i pûlâd üzre ol şâhın Derâhimdir değil kürsîde yer yer encüm-igarrâ nadirî Ganizade küs Far. Kadın tenasül organı, ferç. Akdeniz sularına olsa revân Küs-i deryâya kalırdı hayrân Sünbülzâde Vehbi küstâh Far. Dik başlı, âsi. Ne bu renciş sana küstâh nigâh eylemedik Bakıp âyîne-i ruhsârna âh eylemedik Nâbî Ne ola küstâh olursa pîş-igülde bülbül ey Nâbî Mürâât-ı edeb dest ü dil-i mest-âneden gelmez Nâbî Oturma kasr-ı gerdûn içre küstâh Değildir kimseyepâyende bugâh Cinânî küstâh-âne Küstahçasına. Gâh küstâh-âne harf-endâz-ı vasl oldukça ben Dest-i nâzın perde-i ruhsâr-ı al eylerdi yâr pertev Paşa küsûf Ar. Güneş’in tutulması. Küsûf içinde kalan âfitâba benzettim Dökünce pertevini mâhitâb hüsnünüze Abdülhak Hâmit Küsûf sanma ki pûşîdedir cemâline mihrin Görünce pertev-i hüsnün gözü karardı sipihrin Nazif Âmidî Zulmetin nûru, küsûfun keşfi, hecrin vaslı var İnkıbâzın bastı, usrün yüsrü, akdin faslı var Lâ küşâd, güşâd, küşâde, güşâde, küşâyiş, güşâyiş Far. Açma, açılma. Erdik bahâra sen yine şâd olmadın gönül Her yanda güller açtı küşâd olmadın gönül Şeyhülislam Yahya Tevekkül bâd-bânın kıl güşâde fülk-i ihlâsa Eser bahr-i emelde bir muvâfik rûzgâr elbet Fıtnat Hanım Ne nâmedir ki bu hüsn-i beyân unvânı Eder küşâde dil ü tab’-ı müstemendânı Nef’î küşâd-ı gonca-i dil Gönül goncasının açılması; gönlün mutlu olması. Bu nev-bahârda ancak açıldı lâle-i dâg Küşâd-ı gonca-i dil kaldı bir bahâra dahi Riyazî güşâd-ı gonce-i maksûd Arzu edilen goncanın açması. Görürse tâli’-i menhûsuma bir sâat-ı mes’ûd Felek tahvîl-i sûret eyleyip leyl ü nehâr etmez Keçecizade İzzet Molla güşâd-ı gonce-i rû-pûş-ı istiğnâ Nazlanan yüz örtüsü goncasının açılması. Güşâd-ı gonce-i rû-pûş-ı istiğnâ için Esrâr Çemende bülbüle her dem figân ister mi ister yâ Esrar Dede küşâd-ı kîse-i râz Gizli keseleri açma. Havâle-i sitemi râm-cû-veş âmâde Küşâd-ı kîse-i râz etmenin zemânı değil Nâbî küşâde Açılmış, açık, müştak. Süzülmüş bâde hâtırlar küşâde meclis âmâde Nisâb-ı ayş u işretten ahibbâ igtinâm üzre Nâilî Nevâziş-i kereminle zemâne olmuştur Misâl-i hâtır-ı gül-şen güşâde vü hurrem Nedim Küşâde oldu yâ hû dost bağında gül-i vuslat Öyle bülbül olan âh çeksin pür-figângelsin Âdile Sultan güşâde-baht Açık talih; bahtı açık. Güşâde-baht ü kavî tâli ü bülend ikbâl Huceste zat u sütûde-sıfat u pak-nihâd Nef’î güşâde çehre Güler yüz. Olurdu gonce-i gül gibi tâ kıyâmete dek Güşâde-çehre vü handân-leb ü şüküfte-derûn Nef’î güşâde-rûy Açık yüzlü; güler yüzlü. güşâde-rûy-ı nikâb Peçenin açılması. Açılma olsa da nâ-dân güşâde-rûy-ı nikâb Dem-ı Şubattaki nev-bahâra aldanma Sâmi Arpaeminizade Vakanüvis Mustafa Bey küşâyiş, güşâyiş Açılma, açılış; ferahlık. Hazân-ı hicrde seyr eyle sînemin dâgın Güşâyişi o gülün nev-bahâragelmez imiş Âsım Çelebizade Şeyhülislam İsmail Bu kelâm-ı hâtifi verdi küşâyiş zihnime Hikmet-i bed-rengî-i âlemde oldu müstebân Lâ Bir güşâyiş, bir letâfet var bugün eflâkte Varsa dünyâdan çekilmiş âşinâlardan biri Lâ güşâyiş-i gül-i maksûd Arzu gülünün açılışı. Hemîşe handeye ol la’l-i dür-feşân düşmez Güşâyiş-igül-i maksûd her zemân düşmez Nâbî küşâyiş-i ikbâl Talih açıklığı. Mağrûr olup güşâyiş-i ikbâle, alma âh Zîbende-gî-i gülşeni bâd-ı hazân bozar Emin Hilmi güşâyiş-i ümmîd-i nev-zuhûr Yeni ortaya çıkmış ümidin açılışı. Vicdânında bir güşâyiş-i ümmîd-i nev-zuhûr Hissetmek ihtiyâc-ı garbiyle bî-huzûr Faik Âli güşâyiş-pezîr Açılış kabul eden, açılan. Hâmûşî-i edeb ki güşâyiş-pezîr olur Bir goncadır hadîka-i ahlâkdan kopar Nâilî küşt, küşte Far. Öldürülmüş. c. küştegân- Etmezdi vefâ aldığı nakd-i dil-i uşşâk Ebrûlarının küştelerinde diyet olsa Nâbî Hased ol küşteye kim haşre dek olmaz zail Lezzet-i tîğ-ı gamın zaika-i cânından Nâilî Cinânî hat çıkarmış katl-i uşşâk için ol hûnî Mukarrer küştesisin sen de ol şemşîr-i müjgânın cinânî küşte-i aşk Aşk yüzünden öldürülmüş. Hûn-feşân-ı sitem ü nâz değildir billâh Küşte-i aşk olanın hâline ağlar hancer Şeyh Galip küşte-i cânân Sevgili uğruna öldürülmüş. Bana dirlik yeter ol kim ölicek derdinle Meşhedim mermerine küşte-i cânân yazalar Necati Bey ölicek ölünce küşte-i hecr Ayrılıktan öldürülmüş. Küşte-i hecriz safâ-yı vasl-ı cânân isteriz Kâlıb-ı efsürdeyiz haşr olmağa cân isteriz Cinânî küşte-gân-ı tîğ-ı çeşm Göz kılıcı ile öldürülenler. Görünce küşte-gân-ı tîğ-ı çeşmin mülk-i câvidân Mesîhâ da hayât-ı câvidânın verdi yağmâya Esrar Dede küşte-i hâr-ı gam Gam dikeniyle öldürülmüş. Gülsitânda berg-i gül sanman dağılmış bâddan Küşte-i hâr-ı gam olan andelîbin kanıdır Âhi küştegân Öldürülmüşler; ölüler. dil-küştegân-ı şehr-i belâ Bela şehrinin ölüleri. Mecrûh-ı tîğ-ı aşkın olan merhem istemez Dil-küştegân-ı şehr-i belâ mâtem istemez Leskofçalı Galip küşt-zâr Ölüler yeri, mezarlık. Dâne-i hâli izarında komaz hatt-ı siyâh Küşt-zare gelicek mûr-çeler dâne çeker beliğ gelicek gelince küştenî Öldürülmeye layık. Ten-i bîmâra tîmâr eylemez öldüm desem ammâ Rakîb-i küştenîye çâre-sâz olmaktagittikçe Cinânî küştenî bk. küşte. küştî, küşt Far. Güreşme, pehlivanlık. küşt-gîr, küştî-gîr Güreş tutan, güreşçi, pehlivanlık. küşt-gîr-i felek Feleğin pehlivanı. Dilerse ayağın almaya küşt-gîr-i felek Ayağın almak için etme kimseye pâ-bend Figânî kütüb bk. kitâb. küşâyiş bk. küşâd, güşâd. küşende Far. Öldüren, öldürücü. Benler yüzünde sûhte pervâneler-dürür Var mı izar-ı yâr gibi bir küşende şem’ Hayâlî Bey küşte bk. küşt. kütle Ar. Küme, yığın. kütle-i deycûr Çok karanlık yığın. Sâhil gunûde kütle-i deycûr, ufuk abûs Gök pür-sehâb ü zıll, ona sen mehbit-i ukûs Tevfik Fikret küttâb bk. kitâbet. kütüb bk. kitâb. küûs bk. ke’s. L lâ Ar. Olumsuzluk edatı. Nasîhat eyledikçe ona lâlA Kabûl etmezdi sözü derdi Lâ lâ Zâti Lûtfu o kadar ki lâ demek havfından Etmez diline lafz-ı şehâdet cereyân Nâbî lâ havle ve lâ kuvvete illâ bi’llâh Kuvvet ve kudret Allah’tadır. lâ ilâhe illallâh Allah’tan başka tapılacak yoktur lâ-beka Fani, ölümlü. Lâ-beka olduğun idrâk eden erbâb-ı şuûr Olmaz âlemde heves-kâr-ı sürûr-i ikbâl Hersekli Arif Hikmet lâ-be’s Beis yok, önemli değil. Tek olmasın kavâid-i ihlâs ber-taraf Lâ-be’stir merâsime dâir kusûrumuz Nâbî lâ-büdd Lâzım, gerekli, mutlaka. Şiir pür-kârm gibi encâmı lâ-büdd şevk olur Olsa pergâre Rızayî bâis-i âgâza şevk Rızayi Olur her tünd-hûy ser-keşi bir râm eder düşmen Ne denlü saht ise âteşle lA-büdd nerm olur âhen Râşid Molla Feyzizâde Müverrih Mehmet lâ-cerem Mutlaka, behemehâl, şüphesiz. Zâhidin gönlünde cennet âşıkın dîdâr-ı yâr Lâ-cerem her kişinin başında bir sevdâlı var Lâ’lî Üsküplü Eşk ü âhımdan sakınmaz lâ-cerem serv ile gül Cûydan incinmez ü bâd-ı sabâdan korkmaz Necati Bey lâ-çîn Kıvrımsız, bükümsüz. Süzülmüş bir şikâra iki şeh-bâz ol iki ebrû Şikâr-istân-ı hüsnün gözleridir iki M-çîni Hayâlî Bey lâ-edrî Söyleneni bilinmeyen nesir veya nazım parçası. Kısaca “Lâ” da kullanılır. İ’tizarı hadd-i cürmünden kebîr Lâ lâ-fark Farksız. Ümîd-i mîve etmektir nihâl-i servden lâ-fark Kerem me’mûl olunmak şimdi bu asrın kibârndan Münib Hoca Mustafa lâ-halâ En yüksek göğün arkası. Ne ummândır İlâhî lâ-halâ kim Bütün ecrâm eder anda şinâhı Recaizade Ekrem andâorada lâ-imkân İmkânsız. Revzeninden görünür aksâ-yı deşt-i lA-imkân hakkı lâ-kayd Kayıtsız, aldırmaz, kaygısız. Tükürün cebhe-i lâ-kaydına Şarkın, tükürün Kuşkulansın, görelim, gayret-i halkın, tükürün Mehmet Akif lâ-mekân Mekânsız, yersiz, yurtsuz. Benden benliğim gitti hep mülkümü dost tuttu Lâ-mekâna kavm oldum mekânım yağmâ olsun Yunus Emre Hızr’a minnet çekme var sonra dil-ı Nef’î gibi Lûle-ı Ab-ı Hayât-ı feyz ile leb-ber-leb ol Nef’î Ol şâh ki tahtı lA-mekândır Cârûb-keşi kerrûbiyândır Şeyh Galip Hak TaâlA azamet âleminin pâdişehi Lâ-mekândır olamaz devletinin taht-gehi Şinasi lâ-melâ En yüksek göğün arkası. Lâ-melâyı pür eder edhine-i fahm-i emel Matbah-ı cûdı eğer açsa sipihrepâçenk Kâzım Paşa Kimi endîşe-kâr-ı lA-halâdır Kimi bürhan-şümâr-ı lâ-melâdır İsmail Safa lâ-muhâle Elbette, mutlaka, gerekli. Lâ-muhâle seni mağbûn eyler Geçirir deftere medyûn eyler Sünbülzade Vehbi lâ-reyb Şüphesiz. Olmuştu o mahbûb-ı serâ-perde-i lâ-reyb Itlâk-ı nikâb-ı haremigayb-ı hüvviyet Sâmi lâ-şerîke-leh Hiçbir yerde benzeri ve ortağı olmayan. Mesâg olaydı eğer lâ-şerîke-leh derdim Nazîri gelmedi âlemde hüsn ü ân olalı Yahya Kemal lâ-şey Bir şey değil, pek değersiz iş. Vay ona kim eyleye lâ-şeyden istimdâd-ı feyz Yuf ona kim eyleye nâ-kesden ihsân iltimâs bağdatlı Ruhi lâ-tâil Boş, anlamsız. Hâsılı şiire girişmek müşkül Çünkü ebhâsı bütün lâ-tâil Sait lâ-taayyün Belirsiz. Bahr-i müstagrıktır dalınmaz bu bahra gavvâs bulunmaz Lâ-taayyündür bilinmez künh-i zâtın yâ Rabbenâ Ümmî Sinan lâ-ya’kıl Aklını kaybedecek derecede sarhoş. Kays’ı lâ-ya’kıl edip Kûh-ken’i kıldı helak Bâde-i câm muhabbet bizi neyler görelim Cevn Cihân-ı bî-sebâtın rağmına devr ettirip câmı İçip lâ-yakl olmak şâh-ı devrân olmadan yeğdir Nev’î lâ-yefhem Anlayışsız. Mehcûr-ı Adn-i maksad olur âdemim diyen Dünyâda kâm alır har-ı lâ-yeşhemim diyen Fâik Manastırlı Salih lâ-yefnâ Tükenmez, bitmez. Dehri pür-gevher eder noksan-pezîr olmaz yine Bahr-i zehhâr-ı kerem mi kenz-i lâ-yefnâ mıdır Yenişehirli Avni lâ-yemût Ölmez, ebedî, baki, daim. Ey kabr gelir bana sükûtün Takrîri o Hayy-ı M-yemûtun Abdülhak Hâmit lâ-yetecezzâ Bölünmeyen, daha fazla parçaya ayrılmayan en küçük parça. Gülüp açılmak umulmaz deheninden meğer ol dür Cüz’ kim lA-yetecezzA der ona ehl-i dekâyık Fuzûlî Eğer âyîne-i irfânına akseyler ise Katre-i ld-yetecezzd görünür bahr-i ulûm Yenişehirli Avni lâ-yetenâhî Nihayeti ve ucu bucağı olmayan. Lâ-yetenâhîlerde ser-mest-i hayât Eyledim geşt ü güzâr-ı kâinât Kemalzâde Ekrem Bey lâ-yezâl, lâ-yezûl Zevalsiz, yok olmaz. Bu sırr-ı hikmeti idrâk mümkün olmadı âh Nedir bu hikmetin ey lâ-yezal olan Ma’bûd Nâzım Paşa lâ-yezâl-i câvidân Sonsuz zevalsizlik. Afitâb-ı subh-ı ma’nâ bezm-i endîşemde cânı Bâde feyz-ı Lâ-yezal-i câvidânımdır benim Nef’î lâ-yezâlî Ebedi olan Allah’a ait. Ey gül-şen-i bâğ-ı Lâ-yezalî Bir evc-i safâ meh-i kemâlî Lâ lâ-yuadd Sayılmaz, sayılamaz, pek çok. Öyle bir eşşek ki bâlâsındaki teşdîdinin Alet-i tîmâra benzer lA-yuadd dendânı var Ferid Hariciye Nezareti Tercüme Mümeyyizi İbrahim lâ-yüfnâ Yok olmaz, tükenmez. Mülk-i nazmım kenz-i lA-yüşnâya mâlik şâhıyım Leşkerimdir şâirân-ı evvelm ü âhirîn Hayâlî Bey lâ vü neam 1. Hayır ve evet. 2. Çok defa hiçbir şey söylememe hâlinde kullanılır. Taleb-i meblağ-ı ma’hûd ile varsam yanına Nakş-i dîvâr gibi yok bana lâ vü neamı Beliğ lâbe Far. 1. Söz. 2. Dalkavukluk. yüzünden söylenen söz. Bu denlü lâbeden sonra o dil-i mekr-engîz Dürûg-âmîz bir vadeyle şâd etmesin n’itsin Nâbî Ümîd-i vasl ile şol denlü ettim labe vü zarî Gürîzan oldu ol nâzük-beden arz-ı niyâzımdan Cinânî lâciverd, lâceverd Ar. 1. Lacivert. 2. Koyu mavi, değerli bir süs taşı. Germdir şâm u seher mihrinle çarh-ı lâciverd Geh sirişk-i al eder izhâr ki ruhsâr-ı zerd Fuzûlî Önümde bir gece, bir gavr-ı lâciverd-i zalâm Derinleşir beni pûyângörüp kenârında Tevfik Fikret Olur üftâde-i hâk-i dem-i feyz-ı Hudâ âşık Serây-ı dilde lâciverd cây-ı pâk-i şânım var Âdile Sultan lâciverdî Laciverd renginde; sema, gök. Bir lâciverdî kâsede her subh mihr altın ezer Vasfı cemâlin yazmağa cânâ gerektir hall-i zer Şeyhülislam Yahya Ufukla işte şu pehnâ-yı lâciverdîde Ağır ağır yürüyor bir hayâl-i hûn-âlûd Tevfik Fikret lâf Far. Boş lakırtı, boş söz. Lâf eyleme zebân-ı tefâhür-feşân ile Bâlâ-yı bâma çıkma çürük nerdübân ile Nâbî Şimdi Asım, edebiyâtı bırak, bir tarafa Daha ciddî işimiz var, geçelim başka lâfa Mehmet Akif lâf-ı bî-ma’nâ Manasız söz. Lâf-ı bî-ma’nâya âkıl eylemez vakf-ı sımâh Lâ lâf-ı bürût Bıyık sözü. Dünbekîler eser-i fakr u fenâ gösteremez Nitekim merd-i kalender edemez lâf-ı bürût behiştî lâf-ı daVâ Mesele olan söz. Hasb-i hâlimdir husûsa lâf-ı da’vâ ber-taraf Gerçi sâhib-i lâf olur erbâb-ı tab’ın ekseri Nef’î lâf-ı da’ vâ-yı enâniyyet Bencillik davasının sözü. Lâf-ı da’vâ-yı enâniyyet ne lâzım Arife Herkesin âlemde bin mâ-fevki, bin mâ-dûnu var Esat Muhlis Paşa lâf-ı hıred Akıl sözü. Bezm-i ışkında Nizamî ger ura lâf-ı hıred Alalım aklını bir cür’a ile deng edelim Nizami lâf-ı hüsn Güzel söz. Sen dururken kimseye lâyık değildir saltanat Gün var iken aya lâf-ı hüsn değmez lâ-cerem nizami lâf-ı kabîh Çirkin söz. Değil bu ehl-i maânî katında laf-ı kabîh Tahaddüs-i niam eydür bu hâle ehl-i makâl nizami eydür söyler lâf ü güzâf Boş söz. Gelin insâf edelim fark edelim mikdârı Şâiriz biz diyerek lâf ü güzâfı koyalım Muradî Sultan IV. Murat Elhân duyulmadıkça belâgat girân gelir Lâf ü güzâftan mutehassıl kesel gibi Yahya Kemal lâf-zen 1. Geveze, lafazan. 2. Övünen, övüngen. Lâf-zendir vâiz-i bî-zevkı sanman ehl-i hâl Kim makâlatındayoktur fer-i güftâr-ı ricâl behiştî lafz Ar. Ağızdan manalı veya manasız olarak çıkan söz. c. elfâz. Teâlallah zehî dîvân-tırâz-ı sûret ü ma’nî Ki cism-i lafz ile rûh-ı meâlî eylemişpeydâ Nâbî Kümeyt-i ma’nî eyler sâha-i ıtlâkda cilve Sevâd-ı lafzdan istersepâyında ikâl olsun Nâbî Lafzı rumûzu mahzen-i esrâradır künûz Ayağı tozu dîde-i ervâha tûtiyâ Nizami lafz-ı bî-ma’nâ Anlamsız söz. Hudâ dîvâr-ı devlet-hâne-i erbâb-ı ikbâli Gehî bir lâne-i güncişk-i bî-ârâm için saklar sürûrî lafz-ı bişnev “Dinle” sözü. Şeb-i lahûtda manzûme-i ecrâm gibi Lafz-ı bişnev’le doğan debdebe-i ma’nâyız Yahya Kemal lafz-ı cân-bahş Can bahşeden söz. Yetmek olmaz lafz-ı cân-bahşınla ağzın sırrına Vahiydir gûyâ bu kim mutlak ağız yok var lafz Fuzûlî lafz-ı celâdet Yiğitlik sözü. Ma’nî-i lafz-ı celâdet sensin ey kişver-küşâ Kavlimi isbât için dünyâyı eşhâd eylerim Muallim Naci lafz-ı cemîl Güzel söz. İsm-i zat oldu ona lafz-ı cemîl Hüsne tâkat mı eder kalb-i alîl Enderunlu Fazıl lafz-ı evân Çağın sözü. İşittin mi sen ebnâ-yı zemânı Nasıl memdûd okur lafz-ı erânı Tevfik Fikret lafz-ı evsâf Vasıflı söz. Nice tevsen ki edip sür’at-i seyri te’sîr Lafz-ı evsâfı çıkarken göremem hâmemden Keçecizade İzzet Molla lafz-ı garîb Garip söz. Ey şi’r meyânında satan lafz-ı garbi Dîvân-ı gazel nüsha-i kâmûs değildir Nâbî lafz-ı hâyîde-i tûtî-i şeker-hâ-yı sühan Şeker çiğneyen papağan gibi ağızdan ağıza dolaşan söz. Ağzına almaz eğer kand-i mükerrer olsa Lafz-ı hâyîde-i tûtî-i şeker-hâ-yı sühan Sünbülzade Vehbi lafzatü’l İlâhî İlahi söz. Lafzatü’l İlâhî açılmış güldür Hakanî lafz-ı meşhûr Meşhur söz. Geçinir ma’nî-i hâyide ile Lafz-ı meşhûr ü cihân-dîde ile Nâbî lafz-ı nâsır Yardım sözü. Hâme-i mu’ciz-rakamla eyledim bir bir hesâb Geldi bin yüz kırk lafz-ı nâsırla feth-i karîb Nedim lafz-ı nîste “Yoktur, değildir” sözü. Göstermesin o kaht-ı sühan meclisin Hudâ Ki âlûde-i tenahhuh ola lafz-ı nîsteler Nâbî lafz-ı rûşen Parlak söz. Lafz-ı rûşen içre ma’nâ-yı latîfigösterip Câm-ı billûru safâ-bahşa kodum sâfîşarâb Nef’î lafz-ı sadâkat Doğruluk sözü. Sirkat çoğalıp lafz-ı sadâkat modalandı Nâmûs tamâm oldu hamiyyet yeni çıktı Ziya Paşa lafz-ı sakîm Yanlış söz. Söz müdür ol ki çep ü râst düşse bir mazmûn Nice ma’nâ-yı dürüstün boza bir lafz-ı sakîm Nef’î lafz-ı seyyiât Kötü sözler. Bana olaydı eğer lafz-ı seyyiât alem Tamâmı ism-i müsemmâda eyler idi karâr Ziyâ Paşa lafz-ı şehâdet Şahitlik sözü. Lûtfu o kadar ki lâ demek havfından Etmez diline lafz-ı şehâdet cereyân Nâbî lafz-ı taleb Arzu edilen söz. Şerh-i kitâb-ı âleme bir metn-i muhkemiz Lafz-ı talebde ma’nî-i matlûb-ı âdemiz Esrar Dede lafz-ı vefâ Vefa sözü. Lâfz-ı vefâyı yazsa da bilmez meâlini Kimse güvenmesin bu zemâne kibârına Ahmet Cevdet Paşa lafzatu’llah Allah kelimesinin yazıldığı şekil. Kameti olmuş idi İslâm’a Lâfzatu’llahgibi ser-nâme Hakanî elfâz Lafz’lar, sözler. Her hangi hayâl ise musavver Elfâzıgelir onun berâber Ziya Paşa lâg Far. Şaka, latife. Hengâm-ı seherde açılıp bağa benefşe Etfâl-i çemenle girişir bağa benefşe Hayâlî Bey lâgar Far. Zayıf, cılız, arık. Murâdî bizde aceb hâl var anlar isen Gehîce lâgar u gâhî mücessemiz cânâ Muradî Sultan III. Murat Hasret-i la’l-i leb-i yâr ile tahsîl etmiş Teni lâgar, kadi çenber, ruhu asfer hâtem Bâkî Aşk sevdâlarına uğramasa kalmaz idi Mûy-ı jülîde ile bir ten-i lagar sünbül Bâkî lâgar-ı miyân Zayıf belli. Câ-be-câ yaktı karanfiller başında meş’ale Aşk-ıla lâgar-ı miyân olmuş ser-â-pâ üstühân Nuri lağv Ar. 1. Boş ve faydasız şey. 2. Kaldırma, hükümsüz bırakma. 3. Atlama, yanılma. Diyelim biz de hatâya tevbe Lağvı bîhûde-edâya tevbe Sünbülzade Vehbi Bizim küfrânımız lağv olduğuna şüphe yok ancak Onu sen cünbiş-i aklam-ıgufrânınla kıl ilgâ Nâbî lagzîde Far. Sürçmüş, kaymış. Nâz ile edince bezme reftâr Lagzîde olurdu pây-ı enzar Nâbî lağziş Far. ayak, el, dil kayışı, sürçüşü. Zevk-ı mey bir nimet-i uzmâdır ehl-i derd için Sarhoşun her lağzişi bir secde-i şükrânıdır Muallim Naci lâğziş-i pây-ı bûse Öpücük ayağının kayışı. Bir gûne mücellâ ki karâr eyleyemez Tâ nâfina dek lâğziş-i pây-ı bûse Nâbî lahd, lahid Ar. Mezar, kabir. Hatt-ı lebin gam ile kara yer olanlara Hâk-i lâhd abîr ola seng-i mezar la’l İbn-ı Kemal Arif ol, ârif ki, asla farkı yoktur ârife Kûşe-i lahdin kenâr-ı mâder ügehvâreden Muallim Naci Çık Fâtıma lahdden kıyâm et Yâdımdaki hâline devâm et Abdülhak Hâmit Târîh, o bizim eştiğimiz kanlı harâbe Saklar sayısız lahd ile milyonla kitâbe Mehmet Akif lahid-güzîn Lahdi seçilmiş. Bir ıztırâbına pâyân verip dil-i rencûr Olunca cism-i nizâm lahid-güzîn-i huzûr Lâ lâhik, lâhika Ar. Lühûk’tan; 1. Yetişen, ulaşan. 2. Eklenen. 3. Sonradan tayin edilen. c. levâhik. Medeniyyet girebilmiş yalınız fenniyle O da sâhiblerinin lâhik olan izniyle Mehmet Âkif lahm Ar. Et. Tecemmu eyledi Meydân-ı Lahm’e Edip küfrân-ı ni’met nice bâgî Koyup kaldırmadan ikide birde Kazan devrüdi söndürdü ocağı Keçecizade İzzet Molla lahm-ı hafîf Hafif et. Cisminin lahm-ı hafîf idi tamâm Lahm u şahm issi değildi evhâm Hakanî lahm-ı kadîd Kuru et. Her kim ki verir âşık-ı bî-tâba tesellî Gûyâ nemek-feşânlık eder lahm-ı kadîde Nâbî lalın Ar. Nağme, ezgi; sesin ahengi. c. elhân. Lahn okur âyât-ı hüsniyyâtı gördü andelîb Şâh-ı gül evrâkını çıkardı koynundan hemîn Necati Bey lahn-i amîk Derin nağme. Şi’rin daha hîç duymadığı lahn-ı amîkı Cenap Şahabeddin lahn-i giryân Ağlayan ses. Uzaktan bir sadâ, bir lahn-i giryân Bükâ-yı tıfla benzer bir boğuk ses Tevfik Fikret lahn-i inkisâr Kırık ses. Tellerin lahn-i inkisâriyle Hangi metrûke böyle eğleniyor Cenap Şahabeddin elhân Nağme’ler, ezgiler. Ne güzel manzara ne hoş elhân Ona dil-besteyim buna hayrân Recaizade Ekrem elhân-ı kâinât-ı hazîn Hüzünlü kâinatın nağmeleri. Yazayım ben acıklı bir güfte Sen de elhân-ı kâinât-ı hazîn Toplayıp da yapar mısın beste Hüseyin Sîret laht Far. Bir şeyin parçası, parça. Laht laht olmuş iken gamze direfşini çekip Çâre-sâz olmadı bir gün ten-i gam-fersâya Fuzûlî Ede erre-i mihnet-i aşk-ı saht Der-i mey-kede gibi sînem dü şObh Şeyhülislam Yahya laht-ı ciğer Ciğer parçası. Ettikçe geşt-i deşt-i sitem şâh gamzesi Lâht-ı ciğerle sâha-i dilde yemeklenir Neylî Dil mest-i gam bir âşık-ı hâne-harâbdır Laht-ı ciğer ona gül-işem’-işarâbtır Esrar Dede laht-ı dil Gönül parçası. Tamâm derdle laht-ı dili müzab ederek Dem oldu ola ter-âvîde eşk-i hûn-âlûd Sâbit lâhûr Far. Hindistan’da Pencap eyelatinin merkezi. Geçip Lâhûr ü Mâhûr’u Acem’de söyledim vasfın Nihâvend ü Irâk ü İsfahân’da nağme-sencâna Sünbülzade Vehbi Gördüm ol meh dûşuna bir şâl atıp lâhûrdan Gül yanaklar üstüne yaşmak tutunmuş nûrdan Yahya Kemal lâhût Ar. Uluhiyyet âlemi, Tanrı âlemi, İlahi âlem. Ma’nî-i lâhûtunu nâsûtta izhâr için Ademe sûret verip ta’lîm-i esmâ eyledim Yenişehirli Avni Rûy-ı dost âyînedir eyler dile aks ü nigâh Zevk ile cânı verir çün rûy-ı zîbâ cândadır Âdile Sultan Siz ey başındaki destârı etmeyip de fedâ Onunla âlem-ı Lâhût’a yükselen şühedâ Mehmet Akif lâhût-pâye Yüksek derecede. Gönül avâlim-i lâhut-pâye-işi’rin Tasavvur eyleyemez hâricinde ulviyyet Tevfik Fikret lâhût-nişân İlahi âleme benzeyen, ulvi. Sana bir başka zemîn başka zemân lazımdı Sana bir âlem-ı Lâhût-nişân lâzımdı Tevfik Fikret lâhûtî Tanrı âlemiyle ilgili olan, İlahi. Ne tûtî-i nakş-bîn-i âlem esrâr-ı lâhûtî Ki levh-i cevher-i gül ona mir’ât-ı mücellMır Sabn Ne lahûtî sadâ “Allahü Ekber” sarsıyor cânı Bu bir gül-bâng-ı Hak’tır, çok mudur inletse ekvânı Mehmet Akif lahza Ar. 1. Bir bakış, bir göz atma. 2. Göz açıp kapayıncaya kadar geçen zaman. Ehl-i temkînim beni benzetme ey gül bülbüle Derde sabrı yok onun her lahza bin feryâdı var Fuzûlî Kenâr-ı dest-i aşka pâ-nihâde olduğum günden Cefâdan olmadım bir lahza hîç âzad ey bî-dâd Esrar Dede Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum Her lahza bir alev gibi hasretti duyduğum Yahya Kemal lahza lahza An an, zaman zaman. Lâhza lâhza gönlüm odundan şererlerdir çıkan Katre katre göz döken sanman sirişkim kanıdır Fuzûlî lâ’im bk. levm. laîn bk. la’net. lakab Ar. Asıl isminden başka olan isimler, soyadlardır. Resmi ıstılahlarda, hususi rütbelerde kullanılır devletlü, saadetlü, fütunetlü gibi kullanılır. Mesela sadrazamlara devletlü, fehametlü; seraskerlere devletlü re’fetlü; padişah damatları ve müşirlere devletlü siyadetlü gibi şekillerde kullanılır. c. elkâb. Çün Mustafâ denildi lakab zât-ı pâkine Bildim ki cümle âleme gökten iner lâkab Hamdullah Hamdi elkâb Lâkab’lar. Elkâbın ile zeyn olalı sadr-ı evâmir Bâlâya suûd eyledi unvân-ı vezâret Nâbî Hüsn u kişver-i nazmım ki debîrân-ı hayâl Eder elkâbımı her dile bu gûne tesvîd Nef’î Böyle âgâz eylesin şimdengeri elkâbına Câmi’ ne kubbe-i kevnin hatîb-i minberi Nef’î Hüsrev-i kişver-i nazmım ki debîrân-ı hayâl Eder elkâbımı her dilde bu gûne tesvîd Nef’î lâkin Ar. e. Fakat, yalnız, şu kadar ki, şu var ki. Lâkin Allah etmesin, bir düşse şâyet âilât En kavî kollarla, hattâ kalkamaz imkânı yok Mehmet Akif Lâkin sana lâyık bu derin sütre-i muzlim Lâyık bu tesettür sana, ey sahn-i mezâlim Tevfik Fikret Gönlümü gasbeyledin dünyâ harâm oldu bana Ben yine lâkin sana hakk ım helâl olsun derim İsmail Safa laklak, laklaka Ar. Boş, anlamsız söz. Hep maglata vü laklakadır bâtın u zahir Bir nokta imiş asl-ı sühan evvel ü âhir Bağdatlı Ruhi Gördük karakuş yerinde laklak Boş bulduk o âşiyânı aldık Abdülhak Hâmit la’l Ar. 1. Yakut gibi kırmızı bir çeşit kıymetli taş. Makbulü, Bedahşan dağlarında bulunduğundan “la’l-ı Bedahşanî” sözü kullanılır. 2. ed. Dudak. 3. Kırmızı mürekkep. Dişledimse la’lin ey kanım döken kahreyleme Tut ki kan ettim adâlet eyle kanı kana tut Fuzûlî Ağzın dişin hayâli cihân dar mıdır ki kor Gözümde la’l hokka ile dane dane dür Şeyhi Cân-fedâ-yı la’liyim bir dil-ber-i cân-perverin İstemem ben Hızr’ın olsun Çeşme-ı Ab-ı Hayât Yenişehirli Avni Batırıp hokka-i la’le hâme Kanlı yaş ile yazardı nâme Sünbülzade Vehbi la’l-i âb-dâr Güzelin dudağı. İltifâtundur sözüm bu resme rengîn eyleyen Terbiyetle taşı la’l-i âb-dâr eyler güneş Hayâlî Bey la’l-i ahmer Kırmızı dudak Ellerindeyeşim-i ahdar la’l-i ahmerden kadeh Her kim içer ol kadehden mest-i câvîdândur Cem Sultan la’l-i âteş-gûn Ateş renkli dudak. Ne iktizâ eder elmas u la’l-i âteş-gûn Vuralım âteşe kâlâ-yı gam-ı devrânı Yine nûş eyleyelim bâde-i âteş-gûnu Nâbî la’l-i Bedahşân Bedahşan la’li. Ger kara taşı kızıl kan ile rengîn etsen Rengi tağyîr bolur la’l-ı Bedahşân olmaz Fuzûlî la’l-i cânân Sevgili dudağı. Dem ursa nutk-ı safâ-bahşa la’l-i cânânım Diler ki pîrehen-i cismi çâk ede cânım Behiştî la’l-i cân-bahş Hayat veren dudak. La’l-i cân-bahşiyle uşşâka hitâb etse nigâr Mürdeler üzre sanasın Hazret-i Îsâ gelir Avnî la’l-i cân-fezâ Cana can katıcı dudak. Muhabbet bahridir cismim elifler onun emvâcı Belânın kânıdır gönlüm o la’l-i cân-fezA Hayâlî Bey la’l-i cüvânân Gençlerin dudağı Bu gece la’l-i cüvânân oldu mengûş-ı kadeh Duhter-i rezden tehî olmadı âgûş-ı kadeh Rızayi la’l-i dil-ber Dilber dudağı. Gül-i bahtım açılsa la’l-i dil-berde müsâidtir Benimçün tâliimdir encüm-i tâbân-ı gül-bûse Esrar Dede la’l-i dil-dâr Sevgili dudağı. Leb-ipeymâne öpmüş la’l-i dil-dâr nezâketle Açılmış bezm-i hüsne bir gül-i handân-ıgül-bûse Esrar Dede la’l-i dürc Hokka dudak. Kim mühr urdu leblerinin la’l-i dürcine Kim arayıp nişâne-i hâtem bulunmadı Şeyhi la’l-i dür-efşân İnci saçan, yani arasından inci gibi dişleri görünen dudak. Bîmâr tenim nergis-i mestin eleminden Hûnin ciğerim la’l-i dür-efşânın içindir Fuzûlî la’l-i dür-feşân İnci saçan dudak güzel söz söyleyen dudak. Hemîşe handeye ol la’l-i dür-feşân düşmez Güşâyiş-i gül-i maksûd her zemân düşmez Nâbî la’l-i gül-efşân, la’l-i gül-feşân Gül saçan dudak. Elin elimde saçın târümâr sînemde Gözüm gözünde lebim la’l-i gül-feşânında Tevfik Fikret la’l-i hayât-bahş Hayat sunan dudak. La’l-i hayât-bahşın kanım dökerse tan mı Çün tâlidmde olur Ab-ı Hayât kâtil Nizami la’l-i leb Dudak kırmızılığı. La’l-i lebin şarâbına her kim ki susadı Bin cân verirse cür’asına çok bahâ değil Ahmed-ı Dâî Hatt-ı ruhı dûd-ı nâr-ı Nemrûd La’l-i lebi kevser-i mey-âlûd Şeyh Galip la’l-i leb-i cânâne Sevgililerin dudağının kırmızılığı. Cür’a-i cân-bahşına leb-i teşne bin Hızr ü Mesîh Ab-ı Hayvân’sınyâhûd la’l-i leb-i cânânesin Nef’î la’l-i leb-i cân-bahş Can bahşeden dudak kırmızılığı. La’l-i leb-i cân-bahşını fikr eyledim ammâ Bi’llah efendim hele cânımdan usandım Esrar Dede la’l-i leb-i yâr Sevgilinin dudağının kırmızılığı. Ben dedim la’l-i leb-i yâre sözün varsa eyit Dedi söz söylemeğe ona ne cânım var benim Âhi la’l-i mercân Mercan kırmızısı. İki çeşmim yaşından kûyun etti mecmaü’l-bahreyn Hevâ-yı dürr-i dendânın hayâl-i la’l-i mercânın Şeyhülislam Yahya la’l-i mey-gûn Şarap renkli dudak. Sâgarndan çeşmenin akar dem-â-dem kanlı yaş La’l-i mey-gûnun hayâlin kılmak için halka fâş mesihi la’l-i musaffâ Saf kırmızı. Lebi sevdâsı gönlümde yaraşır zâhidâ yârin Bu bir la’l-i musaffâdır onu her kâna vermezler Hayâlî Bey la’l-i müzâb Şarap. İbrîk-i zerden sâkiyâ la’l-i müzâbı kıl revân Altın olur işin hemen kibrîtî-i ahmer kendidir Bâkî la’l-i nâb Kıpkırmızı dudak. Nâz olur dem-beste çeşm-i nîm-hâbından senin Şerm eder reng-i tebessüm la’l-i nâbından senin Nedim la’l-i nâb u câm-ı mül Şarap kadehi ve kıpkırmızı dudak. Birbiriyleyarışır ol la’l-i nâb u câm-ı mül Sâgar-ı sahbâya âdettir konulmak berg-i gül Hâletî Azmizade la’l-i nabz-ı hüsn Güzellik psikolojisinin kırmızılığı. Ne âşık-âne bakıştır, ne vaz-ı sevdâ-hîz Ne hoş lisân veriyor la’l-i nabz-ı hüsnünüze Abdülhak Hâmit la’l-i nâ-yâb Eşsiz dudak. Olmadı hergiz o la’l-i nâ-yâb Hîç kimseyle cihânda şeker-âb Hakanî la’l-i nemek-rîz Tuz saçan dudak. Lebi câma dokunsun tek hemân la’l-i nemek-rîzin Katarsan bâde-i nâbe nemek kat helâl olsun Enis Dede la’l-i nûş-hand Tatlı gülüşlü dudak. Açılır gönlüm gehî kim girye-i telhim görüp Açar ol gül-ruh tebessüm birle la’l-i nûş-hand Fuzûlî la’l-i nûşîn Tatlı dudak. Hûn-germ idi aşka la’l-i nûşîn Ferhâd’ına cân verirdi Şîrîn Şeyh Galip la’l-i pür-güher Cevher dolu dudak. Hatt-ı arak-feşânına ey la’l-ipür-güher Bir hasta yüz sürünce ecel terlerin döker Emrî Emrî Çelebi la’l-i pür-nikât İncelik dolu dudak. Temâşâ kıl hatt-ı dil-dâr la’l-ipür-nikât üzre Yapışmış mûya benzer câ-be-câ habb-i nebât üzre beliğ la’l-i rümmân Nar kırmızısı. Ma’nî-i rengîne her bir beyti gûyâ Selsebîl Cisr-i her-mısrâı âb-ı la’l-i rümmân üstüne Nedim la’l-i sâkî Sâkinin dudağı. Biziz o mest-i temâşâ ki la’l-i sâkîden Gönülde neş’e-i sahbâ sebû sebû tâze Nâilî la’l-i sîr-âb Suya kanmış dudak. Ne kerâmekttir ki vermiş reng-i âteş-tâbıla La’l-i sîr-âbın senin odula suya imtizac İbni Kemâl od ateş la’l-i şeker-bâr Şeker saçan dudak; güzel sözler söyleyen dudak. Tebeesümle nigâhından hayâl ettim senin zâlini Bize la’l-işeker-bârın güher göstermek istermiş Nedim la’l-i şeker-hâ Şeker çiğneyen dudak. Leblerinden dil-berânın açtı zûr-ı mey yine Telh-güftâr oldular la’l-i şeker-hâlar yine Nâbî la’l-i şîrîn Tatlı dudak. Çâre umdum la’l-işîrîninden eşk-i telhime Telh-igüftâr ile aldın cân-ı şîrînim benim Fuzûlî la’l-i tebhâle Kabarık dudak. Pür-cûş aks-i la’l-i tebhâle dârın olsun Her sunduğun kadehte sâkî habâb göster Nâilî la’l-i ter Islak dudak. İhtirâz eyle meded göz değmesin mecrûh olur Haylice nâziktir eygonce-dehen la’l-i terin Şeyhülislam Yahya la’l-i yâr Sevgilinin dudağı. Zülfü ucun la’l-i yâra erdiğin görüp dedim Hoş demişler hîçe erer âkıbet tûlü’l-emel Hamdullah Hamdi la’l-i zerrin Altın işlemeli, sarı kırmızı. Edhem-i iclâline bir râhat sîmîn keh-keşân Eşheb-i ikbâline bir la’l-i zerrîn âfitâb Nef’î la’l-fâm Kırmızı dudaklı. Yâd-ı lebinle câm-ı mey-i la’l-fâm için Kûy-ı mugânıgeşt ederim hâne hâne ben Bâkî la’l-gûn Al, kırmızı renkli. La’l-gûn meydir elinde sâgar-ı sîmîn ile Ya nigîn-i la% dür reşk-i lebinden oldu âb Fuzûlî Olmadı bâzgûn kadeh-i ser-nigûnumuz Hûn-âb-ı hasret oldu mey-i la’l-gûnumuz Nâbî la’l-pâre La’l parçası. Kıldı lebin hayâli rakîbin dilinde cây Hârâ içinde sanki yatar la’l-pâredir HayaE Bey la’l-reng Kırmızı renkli. Kan ile ta’n taşlarını la’l-reng edip Derd ü belâ güherlerine kân olan başım Hayâlî Bey la’l-rîz Kırmızılık saçan. Lebin çün la’l-rîz olmuş remedden sürhdür sanma Niçe göz ağrısın görmüş durur çeşm-i güher-pâşım Hayâlî Bey la’l-veş Kırmızı renkli kıymetli taş gibi. La’l-veş taş içindedir vatanım Gül gibi hâr kılmışam Meâ Fuzûlî la’lîn Kırmızı, kırmızı renkte olan. Gâh la’lîngâh engüşt-i muhannâsın emip Dâne-i ünnâb ile nûş-ı şarâb etmez misin Nedim la’lîn-fer Kırmız taş parlaklığı. Olsa zıddına eğer vâsıta reng-i hilmi Câm-ı la’lîn-fer olur âba lehîb-i külhan Keçecizade İzzet Molla la’l ü yâkût La’l ve yakut. Pâk-gevher bed-güherden dâimâ mümtâz olur La’l ü yâkûtunyanında kehrübâya kim bakar Âgâh Osman Paşa Trabzonlu lâl Far. 1. Dilsiz. 2. Sessiz, sakin. Hayret ey büt sûretin gördükte lâl eyler beni Sûret-i hâlim gören sûret hayâl eyler beni Fuzûlî Feyz-i rûhu iltifâtındır beni intâk eden Yoksa deng ü lâl idim mânend-i tasvîr-i cimâd Yenişehirli Avni Na’t-i hüsnün söylesin bülbül gibi Gâlib müdâm Mürg-ı kudsî bir zemân lâl olmamış olmaz yine Şeyh Galip lâl ü hâmûş Suskun ve dilsiz. Buldu Gâlib Aşk’ı lal ü hâmûş Ayîn-i kadîmi üzre medhûş Şeyh Galip lâlâ Far. 1. Bir çocuğu gezdiren uşak, lala. 2. Saray haremağası. 3. Padişah ve sadrazamların kullandıkları unvan. 4. Parlak. Sözün lü’lü’-i lalâdan zemâne tuttu zî-kıymet Neden şâh-ı cihân bî-kıymet eyler böyle lâlâyı Bâkî Kûh u deryâ iki cânibten der-âğûş eylemiş San ki deryâ dâyesi küh-sâr ise lâlâsıdır Nedim lâle Far. 1. Zambakgiller familyasından biri olan ve güzel görünen çiçek. 2. Eski zamanlarda esirlerin boyunlarına taktıkları bir çeşit esaret halkası. Taht-ı Kavûs gül ü çetr-ı Ferîdûn lâle Bezm-ı Cemşîd çemen câm-ı Sikender nergis İbni Kemâl Ey Hayâlî Câm-ı Cemdür kim sımış gerdûn-ı dûn Lâlenin destinde mey-âlûd olan permâneler Hayâlî Bey sı- kırmak Lâleler sahn-ıgül-istânda kadeh-nûş oldular Güft ü gû-yı bülbüle güller kamu gûş oldular Hayâlî Bey lâle-i ahmer Kırmızı lale. Ayr düşelden yanağun benlerinden eyledi Dâg-ı hasretle yüregin lâle-i ahmere kara İbni Kemâl lâle-i anberîn-mûy Amber kokulu lale yanaklı. Ey lâle-i anberîn-mûy Gencîne-cemâl-i mârgîsûy Fuzûlî lâle-i dâg Yara lalesi; lale gibi kırmızı yara. Bu nev-bahârda ancak açıldı lâle-i dâg Küşâd-ı gonca-i dil kaldı bir bahâra dahi Riyazî lâle-i hamrâ Kırmızı lale. Câm-veş kimdir bu bezm içre ciğer-hûn olmayan Gonce-i gül-zârı seyret lale-i hamrâya bak Bâkî Açılıp hurşîde karşı lâle-i hamrâ gibi Gözlerim senden yana baksa ne ola pür-hûn olup Taşlıcalı Yahya Bey lâle-i handân Gülen lale. Berg-i gülden yegdir ol ruhsâr-ı rengîn âşıka Hârdan zahir budur kim lâle-i handân yeg behiştî yeg daha iyi lâle-i hod-rû Yabanî lale. Neş’emi dâmen-i destimde bir ser-çeşmedir Câm-ı Cem bir lâle-i hod-rûsudur küh-sârımın Nedim lâle-i mey-hâr İçki içen lale. Bir iki günde lale-i mey-hârı seyr edin Titrer ayağı tutmaz eli sagarı düşer Şeyhülislam Yahya lâle-ı Nu’mân Lale çeşitlerinden biri, dağ şakayıkı. Cûylar kim dolanır dâmen-i sahrâlarda Jâleler kim görünür lale-ı Nu’mân üzre Bâkî Sehâb-ı lûtfun âbın teşne-dillerden dirîğ etme Bu deştin bağrı yanmış lâle-ı Nu’mânıyız cânâ Bâkî lâle-i pür-dâg Yaralı lale. Sanma bülbül gibi şeydâ-yı gül-i bâğız biz Şevk-ı ruhsârın ile lâle-ipür-dâgız biz Behiştî lâle-i sahrâ Sahra lalesi. Ol boyu servin Hayâlî gözlemekten yolların Lâle-i sahrâların indi gözüne kara su Hayâlî Bey lâle-i sîr-âb Suya kanmış lale. Turra-i pür-tâbuna reyhân ü sünbül cân verir Lâle-i sîr-âbuna gül-berg-i handân imrerir Necati Bey lâle-fâm Lale renginde olan. Zevki o rind eyler tamâm kim tuta mest ü şâd-kâm Bir elde câm-ı lale-fâm bir elde zülf-i ham-be-ham Nef’î Lâle-haddler kıldılar gül-geşt-i sahrâ semt semt Bâğ ü râğıgezdiler edip temâşâ semt semt Bâk lâle-gûn Lale renginde, pembe. Dâmen-i gerdûnu sanma lâle-gûn etti şafak Sen meh-i bî-mihr için her subh kan ağlar güneş Hayâlî Bey lâle-hadd Lale yanaklı. Lâle-hadler yine gül-şende neler etmediler Servi yürütmediler goncayı söyletmediler Necati Bey Lâle-hadler kıldılar gül-geşt-i sahrâ semt semt Bâğ u râgıgezdiler edip temâşâ semt semt Bâk lâle-izâr Lale yanaklı. Pîrehen berk-i semen kûy-ı girîbân şeb-nem Gülsitân oldu bugün bir sanem-i lale-izar Bâkî lâle vü gül Lale ve gül. Cemâlin aksinin nakşı gözümde şöyle resm oldu Biten hep lâle vü güldür gözümün yaşı renginden şeyhi lâle-gûn Lale şeklinde. Diyâr-ı derd ser-gerdânıyam her kim beni ister Delîl-i râh katre katre eşk-i lale-gûnumdur Fuzûlî lâle-hadd Lale yanaklı. Lâle-haddler kıldılar gül-geşt-i sahrâ semt semt Bâğ ü râgıgezdiler edip temâşâ semt semt Bâkî lâle-peyker Lale yüzlü. Eyâ ey serv-kadd ü lâle-peyker Mübârek-tâli ü ferhunde-ahter Hümâmî lâle-renk Lale renginde. Lâle-reng etti gözüm kan ile hâk-i derûnu Gîyâ-gerdir eder gördüğü toprağı kızıl Fuzûlî lâle-ruh Lale yanaklı. Gerçi yaktı dâg-ı hicrânın yüreğin Ahmed’in Gam değil ey lâle-ruh teg dâg-ı hırmân olmasın Ahmet Paşa Lâle-ruhlar göğsümün çâkine kılmazlar nazar Hîç bir rahmeylemezler dâg-ı hicrânım görüp Fuzûlî lâle-ruhsâr Lale yanaklı. Nedîm reng-i bahârân o lâle-ruhsârın Zemân-ı şermde bir katre-i çekîdesidir Nedim lâle-sıfat Lale renginde. Gül gibi hurrem ü handân ola rû-yı bahtın Sâgar-ı âvşin ola lale-sıfat cevher-dâr Bâk lâle-sitân Lalelik yer. Ya nazm-ı dil-ârizZe bir cûy-i müselsel Ya ma’nî-i rengînle bir lâle-sitândır Nef’î lâle-vâr Lale gibi. Kaldırmadı simâtın o gün âf-tâb-ı çerh Akşam olunca câmını döndürdü lale-vâr Nef’î lâle-veş Lale gibi. Lâleeş çâk-ıgirîbân eyleyip yeg tutmağa Câme-i dünyâdan ey dil dâmen-i sahrâ yeter Lamiî Çelebi yeg daha iyi Gül gibi olmak dilersen şâd u hurrem ey gönül Lâle-veş elden düşürme câmı bir dem ey gönül Bâkî lâle-zâr Lale bahçesi. Sâkiyâ mey sun ki bir dem lale-zar elden gider Erişir fasl-ı hazân vakt-i bahâr elden gider Avnî Ey Fuzûlî dâg-ı hicrân ile yanmış gönlümü Lâle-zar açsaydı seyr-i lâle-zar etmez mijdim Fuzûlî Mihr ü encümle sipihri lâle-zar etmiş kazA Gül-şen-i sînemde yer yer dâg-ı hicrânım görüp Leskofçalı Galip lâle-zâr-ı cemâl Güzelliğin lale bahçesini andıran hâli. Aceb mi bâğ kenârında dursa lâle hacîl Ki lale-zar-ı cemâlindir hâr ü zarındır Ahmet Paşa lâle-zâr-ı dâg Yaranın lale bahçesi. Şehîd-i aşkın oldum lale-zar-ı dâgdır sînem Çerâg-ı türbetimşem’-i mezârım varsa sendendir Şeyh Galip la’lin. la’lîn bk. la’l. lâmi, lâmia bk. lem’a. lâmise Ar. Dokunmakla elde edilen duygu, dokunma duygusu. Edip nerm ü dürüştü lâmise ta’yînine mevkûf Meşâmmı bûya vakfetmiş merâka lezzeti ihdâ münif la’n Ar. Lanetleme, ilenç, beddua. Tezkîr olunur la’n ile Haccâc ile Cengiz Tebcîl edilir Nûşirrevân ile Süleymân Ziyâ Paşa La’n ü ta’n ü kizb ü bühtân eyleme Kimsenin kalbini vîrân eyleme Azmî Pîr Mehmet la’net 1. Sürmek, kovmak. 2. Allah’ın bağışlamasından mahrum olmak. 3. İlenç, beddua. Gösterdi çeşm-i âleme böyle musîbeti Oldum Yezîd ü âline Allah la’neti Üsküdarlı Hakkı Bey Öyle etmen kim görenler kakıya Ardınızca kamu la’net okuya Âşık Beşe kakı- öfkelenmek La’net o merd-i muhteşem-i bî-fazîlete İkbâl-i dehri vâsıta-i imtiyâz eder Recaizade Ekrem Bir devri la’netiyle boğan şâirin Sis’i Vicdân ve rûh elemlerinin en zehirlisi Yahya Kemal la’netu’l-lâh Allah’ın la’neti. İçlerinde kalmadı bir ehl-i dîn La’netu, llahi aleyhim ecma’în Mmastulı Nâilî Emîn ol bunca mazlûmun yüreklerden kopan âhı Tependen indirir, elbette bir gün la’netu, l-lâhı Mehmet Akif laîn Herkesin lanet ettiği kimse. Ne mülke meded-res, ne halka muîn Bugün belki Hallâk’a düşmen laîn Lâ lâne Far. Kuş ve hayvan yuvası. Bî-huzûrum nâle-i mürg-i dil-i dîvâneden Fark olunmaz cism-i bîmârım bozulmuş laneden Sultan Abdülaziz Lânesinden bulsa bir dem infisâl Yoktur ircâHnda kat’â ihtimâl Ziyâ Paşa Bükmüş oradan boynunu binlerce yetîmân Me’vâ arıyor âileler laneperîşân Mehmet Âkif lâne-i güncişk-i bî-ârâm Rahat etmeyen serçe kuşunun yuvası. Hudâ dîvâr-ı devlet-hâne-i erbâb-ı ikbâli Gehî bir lane-i güncişk-i bî-ârâm için saklar Sürûrî lâne-i ıtlâk Boşaltılmış yuva. Tâir-i lane-i ıtlâk kafes-gîr olmaz Kayd-ı tahrîr olsun mu müselsel ma’nâ Nâbî lâne-i idbâr Talihsizlik yuvası. Vatan bir lâne-i idbâra dönmüş, titrer, ağlarken Koşanlar, kurtaranlar şüphesiz şâyân-ı minnettir Tevfik Fikret lâne-i mürgân Kuşların yuvası. Yuvasın yapmış idi mihnet-ı Leylî onun Zanneder ehl-i hevâ lâne-i mürgân idi Kays Faik Memduh Paşa Esbak Dahiliye Nâzırı lâne-i şebâne Geceyle ilgili yuva. Bu uzak lâne-i şebânede söz Şimdi hâbîde-i sükûnet iken Tevfik Fikret lâne-i şeh-bâz Doğanın yuvası. Mısr’a bizden sonra bir nâdângelirse gam değil Lâne-i şeh-bâz âhir âşiyân-ı bûm olur Mezâkî lâne-i tanbûr Tamburun yuvası. Kanatlanır heves-i sayda bâzî-i mûsîkâr Tezerv-i nağmeye cây olsa lane-i tanbûr Şeyh Galip lâne-sâz Yuva düzen, yuva yapan. Halka-i çeşminde merdüm sanma olmuş lâne-sâz Zîr-i tâk-ı ebruvânındapiristûlar yine Nâbî la’net bk. la’n. lâşe Far. Leş. Ne gördü bir özge hâle girmiş İt lâşesi bir cüvâlegirmiş Şeyh Galip Anka ol ister isen eğer zağ-ı laşe ol Yeksândır irtikâb ile iffet zemânede Keçecizade İzzet Molla Ne enf-i nahveti kalmış kırılmadık, ne kolu! Civâr ibretî enfâz lâşesiyle dolu Mehmet Akif lâşe-hâr Leş yiyen. Tuyûr-ı lâşe-hâre ki salar bir nazra-i tehdîd Sehâba yalvarır, ağlar, güler, bir şey eder ümîd Abdülhak Hâmit lât, lâtû Ar. Oyun, eğlence Hicr bî-dâdına ülfet tutmuş idi Amî’nin Gayrlarla lat edip hâlin diğer-gûn eyledin Avnî Selh-ı Şa’bân ile oldu latû işret nâ-bedîd Gurre-ı Şevval ile yazdı felek mensûr-ı îd Muhibbî, Meftunî Kanunî Sultan Süleyman Zemân-ı lâtû şâdîdir dem-i ikbâl-i devrândır Felek hep ettiği evzA’a şimdi pek peşîmândır Riyazî Zemân-ı lâtû safâ geldi mevsim-i şâdî Demidir eylese halk-ı zemâne def’-i melâl Cinânî Lât Ar. İslamiyet’ten önce Kâbe’de duran bir putun ismi. Lat ü Menat veya Lât ü Uzza şeklinde geçer. Bir kal’a ki Sûmenât’a benzer Her seng-i siyâhı Lât’a benzer Şeyh Galip lât u Menât Eski Kâbe’deki putlardan ikisinin ismi. Gözümden çıktı yaşım gibi dünyâ âşık olaldan Menâl ü mâlı dünyânın bana Lât ü Menât olmaz Taşlıcalı Yahya Bey Zât olmadıkça fâide vermez nizâm-ı hâl Lât ü Menat’a revnak ü zîb-i kabâ abes Nüzhet Rıdvan Paşazade Efendi Lât u Uzzâ Eski Kâbe’deki putların ismi. Senin nûr-ı cemâlin cilve-gerdir vech-i eşyâda O yüzdendir ki ma’bûd etti râhib Lât ü UzzA’yı Nev’î latîf, latîfe Ar. Lutf’tan; 1. Hoş, ince, yumuşak, küçük şey. 2. Allah’ın isimlerindendir. c. letâif. Levh-i zerde gör ki sîm-âb ile ne nakş etmişem Sanma zer-gerlikte sen üstâdsın tenhâ Latîf Âhi Gonca gibi ol latîf har-gâh Gül bergi gibi içinde ol mâh Fuzûlî Ziyâde öğdüler Zâtî cihânın hûr u gılmânın Nigârımdan latîf olduğunu aklım kabûl etmez Zâti Dahı latîf olurdu zülâl-i şi’r-i terim Eğer ki çeşme-i hâtırda olmayaydı keder Şeyhülislam Yahya latîf-reng-i seyyâr Dönen hoş renk. Ey ebr-i latîf-reng-i seyyâr Pek şa’şaalı nümâyişin rar Muallim Naci latîf-i şâh-ı sîmîn Gümüş renkli dalın hoşluğu. Bâzû-yı latîf-i şâh-ı sîmîn Gûyâ ki hamîri berg-i nesrîn Şeyh Galip latîf-i şîşe-bâz-ı çarh Feleğin şişe oynatan güzelliği. Rû-yi latîf-i şîşe-bâz-ı çarhı dil görmüş gibi Jeng-dâr âyîsinden safvet ümmîdindedir Nâilî latîfe Şaka, ciddi olmayarak eğlence için söylenilen ve hoş görülen nükteli söz veya yapılan iş. Esnâ-yı seferde çeşm-i im’ân Gördükçe mevâki’-i latîfe Bulmaz mı tabîatinde insân Bir hâhiş-i celse-i hafşe Muallim Naci Latîfe ber-taraf ammâ, adam değil yalnız Odun da isteriz artık yakında Avrupa’dan Mehmet Akif letâif Latîfe’ler, hoş şeyler. Bu şem’a karşı gece subha dek okur bülbül Gülün letâifi defterlerin çü nakl-i kitâb Şeyhi letâif-i hüsn Güzel latifeler, güzel şeyler. Yazıp letâif-i hüsnün beyân varaklarna Benefşe berg-i gülün perde-dârı mı diyelim Ahmet Paşa letâfet Hoşluk, latiflik. Ne letâfet ola dil-dârında Ab ü tâb olmaya ruhsârında Enderunlu Fazıl Deminde yağmasa bârân-ı ihsân Letâfet sebze-zârı tâze olmaz Gazali letâfet mi var eş’âr-ı safâ-bahşımda Ki keder vere ona dahl-i hasûd-ı hod-gâm Nef’î latîm Ar. Anadan ve babadan öksüz, yetim. Mevlâ-yı şefîk idi latîme Gûyâ peder idi her yetîme Ziyâ Paşa latme Ar. Latm’dan; vuruş, darbe. tokat. latme-i âzâr-ı felek Feleğin azarlayıcı tokadı. Kanda bir ehl-i hüner var ise, ruhsârında rû-nümâdır eser-i latme-i âzar-ı felek Yenişehirli Avnî latme-i tenkîl Örnek olacak tokat. Hâlâ düşünen başlara hep latme-i tenkîl HâlA sırıtan dişlere hep lokma-i in’âm Tevfik Fikret latme-hârân Tokat yiyenler. latme-hârân-ı cefâ Eza ve cefa tokadını yiyenler. Latme-hârân-ı cefâ vîraneden vîrâneye Bahtiyârân-ı safâ kâşâneden kâşâneye Ziya Adanalı lâübâlî Ar. İlişiksiz, kayıtsız, çekinmez, saygısız. Kon beni yolumdan ayrıp da’vet etmen mescide Lâübâlî âşıkam ser-menzilim mey-hânedir Necati Bey Lâübâlilik ile gerçi ki meşhûruz biz Çâre ne terk-i riyâ etmeğe me’mûruz biz Nâbî lây Far. Dibe çöken tortu, çökelek; çamur. İzzet bolay ki Sûr-ı İsrâfil uyandıra Geldi sabâh-ı haşre ne saht oldu hâb-ı çerh Keçecizade İzzet Molla bolay olacak lây-ı hum Şarap küpünün tortusu. Vermez safâ-yı câm-ı musaffâyı lay-ı hum Olmaz güşâde dîde-i dil tûtiyâ ile Nâbî lây-ı hum-ı işret Eğlence meclisinin şarap küpünün tortusu. Ne lâl-ı hum-ı işret ne gubâr-ı hâtır-ı sâgar Aceb âlem, aceb dem, özge hengâm-ı tarab-zardır sabri lây-ı mey Şarabın tortusu. Edip def’-i keder sâgarla mesrûr olmamız yeğdir Harâbât içre lay-ı meyle ma’mûr olmamız yeğdir Nâbî lây-hâr Şarap tortusu içen; ayyaş. Mest-i harâbâtî-i nâ-hûş-yâr Nâmı onun Külhânî-ı Lây-hâr Nâbî Kurtar bu lây-hâriyi pes-mânde bâdeden Yâ Rab fakîr-i mey-kede-gerde nisâb ver Esrar Dede Tarîki fâkada hem-kefş olup Senâî’ye Cenâb-ı Külhânî-ı Lây-hâr’a dek gideriz Nâilî lâyık Ar. Liyâkat’ten; münasip, uygun, yakışan. Dil-berden ayrı âşıka lâyık değil hayât Sıhhat cihânda sohbet-i yâr ile hoşçadır Hamdullah Hamdi Sîneme sâzın teşebbüs eylemiş mutrib senin Gûşmâl etmek onun-çün lâyık oldu sazına Hamdullah Hamdi Lâyık mıdır ki yâre kesip verdiğim kalem FetvA-yı hûn-ı nâ-hakkımı yazdı ibtidâ Nevres-i Kadim Asrımızın şânına lâyık budur Kim ola şemşîr-i kazA der-niyâm Lâ lâyık-ı cânân Sevgiliye layık. Hâb-ı gafletten uyan dil-dârını bul ey gönül Ol huzûr-ı aşkta cân lâyık-ı cânân olur Âdile Sultan lâyık-ı hil’at Elbiseye layık. Sen ol kim dûş-ı istFdâdın ile lâyık-ı hil’at Sana hayyât-ı gerdûn atlas-ı çerhı libâs eyler Şehit Ali Paşa lâyık-ı ser-kâr İş başına geçmeye layık kimse. Zer gibi erbâb-ı câh olsaydı muhtâc-ı mihekk Bilinirdi lâyık-ı ser-kâr kim, ayyâr kim Esad Muhlis Paşa lâzım Ar. Lüzûm’dan; gerek, lüzumlu. Lâzım değil inâyeti ehl-i tekebbürün Bahş eyledim atâsını vech-i abûsuna Nahifi Süleyman Lâzım mı Burâk’ı medh ü tavsîf Kim etti ona bu kârı teklîf Şeyh Galip TabHmın ne lâzım bilmek evc-pervâz olduğun Var o nahl-i işvenin seyret ser-efrâz olduğun Nâbî lâzım-ı Zemzem Zemzem gereği. KA’be yüzün hecri yerinde şehîd olanları Yumağa bu yaşlı gözüm lâzım-ı Zemzem tutar ekmel Çelebi leâl bk. lü’lü. leâlî bk. lü’lü’ leâmet Ar. Alçaklık, denaet. Ol nefs-i harîs-ipür-leâmet Etmez mi bu fi’line nedâmet Abdülhak Hâmit leb Far. 1. Dudak. 2. Herhangi bir şeyin kenarı. Leblerin çeşmesine Hızr ü Sikender ü Dârâ Zemzem ü Kevser’le Çeşme-ı Hayvân dediler Nesimi Ol Hüsrev-i şîrîn-dehenin leblerin emmek Zehr-i gam-ı hicrâna aceb özge derâdır Hisâlî Sana da düştü reng-i ye’s-i şebin Gölgelendi senin de reng-i lebin Cenap Şahabeddin leb-i al Kırmızı dudak. Zâil oldu leb-i alinde olan reng-i şarâb Kalmadı gamzesinin kudreti mest-âneliğe Nâbî leb-i âteş Ateşin kenarı. Sahn-ı hammâma giren sîm-tenân şevkı nedir Leb-i âteştekigül-hand teh-i külhânîde Nâbî leb-i bahâr Bahar dudağı. Leb-i bahârda revnak bulan şükûfe-i ter Bana unutturamaz gül-dehân-ı nâzınızı Cenap Şahabeddin leb-i bâm-ı devlet Devlet çatısının kenarı. Sana mahsûs bu tevfîk u terakkî el-hakk Lîk nâ-ehle hatardır leb-i bâm-ı devlet Münif leb-i billûr Billur dudak. Uzakta bir ebedî hande, bir sitâre-i nûr Uzattı cevve garîb-âne bir leb-i billûr Mehmet Behçet Bey leb-i bülbülân Bülbüllerin dudağı. Birer ikişer bâde nûş eyledik Leb-i bülbülânı hamûş eyledik Keçecizade İzzet Molla leb-i câm Kadehin kenarı. Mevsim-i gülde ne olur medrese vü mescidden Leb-i cûy ü leb-i cânân ü leb-i câm olsa Bâkî leb-i cânâne Sevgilinin dudağı. Zâtî’yâ ger and içersem ağrımaz başım benim Çeşme-ı Hayvân leb-i cânânesiz semmdir bana zâti leb-i cân-bahş Can sunan dudak. Ah kim kâkülün ucunda leb-i cân-bahşın Mîve-i tâzedir ammâ dehen-i ejderle Behiştî leb-i cânân Sevgilinin dudağı. Bugün sâkî-i gam sunduğu kâse ışk bezminde Leb-i cânân hayâli ile döker bin câm-ı fağfûrî İbni Kemâl Dil leb-i cânândan artık zikrini terkeylesin Hâlet-i nez’e eren bîmâre söylen dostlar Dukakinzâde Ahmet leb-i cânâne Sevgilinin dudağı. Leb-i cânâneyi terk eyleme ey tâze cüvân Devr-i gülde meyi terk etmeşenî olaşenî Necati Bey leb-i çeşme-i Hızır Hızır çeşmesinin ağzı. Bir leb-i çeşme-ı Hızınım velî huşk-ı lebim Bîh-i ber-şûre zemîn bir de meğer rîşe-i mâ’-Tarzî leb-i cûy Irmak kenarı. Mevsim-i gülde ne olur medrese vü mescidden Leb-i cûy ü leb-i cânân ü leb-i câm olsa Bâkî leb-i cûy-bâr Akarsu kıyısı. Zâyi’ geçirme ömrü bu dem künc-igamda kim Menzil kenâr-ı bâğ u leb-i cûy-bârdır Bâkî leb-i deryâ Derya kenarı. Ne seher-pâre-i san’at ki ezelden mahmûr Leb-i deryâda uçan bir ebedî hande-i nûr Mehmet Akif leb-i dil-ber Sevgilinin dudağı. Yine sihr etti Necâtî nice söz nice gazel Leb-i dil-ber sıfatında bir içim sudur bu Necati Bey leb-i dil-dâr Sevgilinin dudağı. Peyâm-ı lutf kim câna leb-i dil-dârdan geldi Nesîm-i cân-fezadır cânib-igül-zârdangeldi Nâbî leb-i endîşe Kaygı dudağı. TabHma feyz-ı Hudâ zaika-bahş ilhâm Kand-i ma’nî leb-i endîşeme hâzır halvâ Nazîm Yahya leb-i endûh-ı hecr Ayrılık kaygısı dudağı. Aceb mi el ayak tutmazsa rindân-ı kadeh-keşde Leb-i endûh-ı hecr ol nâ-tüvânı çok zemân tutmuş Nedim leb-i erbab-ı dil Gönül sahiplerinin dudağı. Leb-i erbâb-ı dil âlûde-i şevk ü neşât olmaz KazA ânı, ne çâre, zehr-i gamdan hisse-mend etmiş vecdî leb-i gılmân Gılman dudağı. Leb-i gılmân ayağ, Kevser şarâb olsa bana sensiz O meyden baştan geçtim ben ol ayakdan el çektim zâti leb-i güneh-kâr Günahkâr dudak. Duâ eder gibi titrer leb-i güneh-kârın Hasâr-ı hüsnün içindir dumû’-ı nâ-çârın Hüseyin Sîret leb-i hâhiş-ger Dudak isteği, dudağı arzulama. Teşne-gânın çâk çâk olmuş leb-i hâhişgeri Çeşme-sâr-ı merhamette bir içim su kalmamış Nâbî leb-i hâme Kalem kenarı. Arz eder sîmâ-yı resmim gönlümün maksûdunu Kalsa da zîr-i leb-i hâmemde dil-hâhın nihân Muallim Naci leb-i hâmûş Suskun dudak. Söylenilmez söylenilse fehm olunmaz neyleyim Bes leb-i hâmûşumuz bu defterin imzasıdır Esrar Dede Terk-i daî ile daPâmızı isbât ederiz Leb-i hâmûş ile biz hasmımız iskât ederiz Keçecizade İzzet Molla Bundan eyle şerefin derk sükût ü edebin Gonce pejmürde olur açsa leb-i hâmûşun Râşid Molla Feyzizâde Müverrih Mehmet leb-i hân-ı kanâat Kanaat sofrasının ucu. Ol bûse-i lebten ki ola renc ile hâsıl Şîrîn-ter imiş bûs-ı leb-i hân-ı kanâat Nâbî leb-i handân Gülen dudak. Gonce kılmaz şâd gül açmaz tutulmuş gönlümü Arzû-mend-i al ü leb-i handânınem FuzuH leb-i hârr Sıcak dudak. Açılır gonca-i ilhâmı leb-i hârrından Berk ururşu’le-i endîşesi enzarında Tevfik Fikret leb-i havz Havuz kenarı. Oldu pâ-bûs-ı şerîfiyle müşerref leb-i havz Buldu dîdâr-ı latîfiyle ziyâ dîde-i cânı Fuzûlî leb-i hicrân Ayrılık dudağı. Haste-i cân bir leb-i hicrâna cânân neylesin Müstaidd-i merg olan bîmâra Lokmân neylesin Yeşişehirli Avni leb-i hitâb Seslenme dudağı. Bir nezahet leb-i hitâbında Tekellümâtına bir nükhet-i necîbe verir Tevfik Fikret leb-i hûbân Güzellerin dudağı. Leb-i hûbân gibi şûr-ı dü-cihân pinhândır Çeşm-i nem-nâkim ile şir-i nemek-nâkimde Nâbî leb-i i’câz-gû Herkesin söyleyemeyeceği şeyi söyleme dudağı. Açıldıkça ûlü’l-elbâb olur dem-beste-i hayret Leb-i i’câz-gûyu lübb-i esrâr-ı maânidir Muallim Naci leb-i ikbâl Talih dudağı. Ey gönül bir dem leb-i ikbâl ile misl-ı Necîb Kûşe-i seccâde-i irfânı takbîl etmedim Necip Sultan III. Ahmet leb-i kader Kader dudağı. Bizzat onun sadâsı Sürûd-ı leb-i kader Mahfî, ayân, neşîde-i ekvânı nazmeder Fâik Âli Bey leb-i la’l Kırmızı dudak. Leb-i la’linden edip şerm ü edeb Hâtem-i la’li kızarsa ne aceb Sünbülzade Vehbi leb-i ma’nâ Mana dudağı. Bikr-i fikre leb-i ma’nâdan erer feyz-i nefes Veled-i kalbe Mesîhâdan erer feyz-i nefes Esrar Dede leb-i meserret Sevinç dudağı. Öyle bir hande-i perîşân ki Mütevahhiş leb-i meserretten Tevfik Fikret leb-i mevecât Dalgaların kenarı. Nil’in leb-i mevecâtını sarsar da enînler Saf saf dizilip çöldeki ehrâm onu dinler Midhat Cemal leb-i mey-gûn Şarap renkli dudak. Mest görüp kûyunda ayb etmen Eigânî’yi ki ol Bir leb-i mey-gûn firâkından oluptur mey-perest figânî leb-i mül Şarap renginde, kırmızı olan dudak. Îd-i vuslatta bizi hoş tutasın ey leb-i mül Ravza-i hicrini hoş tutmağadır niyyetimiz Zâti leb-i nevmîd Ümitsiz dudak. Harf-i leb-i nevmîdi âzarına leb-teşne Tîz-âb-ı sitem çeşm-igiryâna sataşmıştır Nâbî leb-i peymâne Kadeh kenarı. Leb-i peymâne öpmüş la’l-i dil-dâr nezâketle Açılmış bezm-i hüsne bir gül-i handân-ı gül-bûse Esrar Dede leb-i rûd Irmak kenarı. Dâg olmayıcak dilde nedir hüsnü sirişkin Câm olmayıcak elde leb-i rûd gerekmez Nâbî leb-i sâf Saf dudak. Leylin emer emer leb-i sâfında toplanan Nûşâbe-i sükûnu leb-i teşne-i türâb Tevfik Fikret leb-i şîrîn Tatlı dudak. Leb-i şîrîniyle cânımı şûrîde kılıp Kûh-ı gamda dil-i miskînimi Ferhâd kılar İbni Kemâl leb-i tabîat Tabiatın kenarı. Ufukta nâir ü nâim sitâreler görünür Leb-i tabîate bir bûse-i hafî sürünür Tevfik Fikret leb-i teşne Susamış dudak. c. leb-i teşnegân- Cür’a-i cân-bahşına leb-i teşne bin Hızr ü Mesîh Ab-ı Hayvân’sın yâhûd la’l-i leb-i cânânesin Nef’î leb-i teşne-gân Susamış dudaklar. Kemâl-i lûtf ile leb-i teşne-gâne rûz-ı atş Cenâb-ı sâkî-i kevser sunar piyâle-i mey Lâ leb-i teşne-i türâb Toprağa susamış dudak. Leylin emer emer leb-i sâfında toplanan Nûşâbe-i sükûnu leb-i teşne-i türâb Tevfik Fikret leb-i yâkûd Yakuta benzer dudak. Gönül diler leb-i yâkûd u zülf-i müşgînin Ki bu mümidd-i hayât oldu ol müferrih-i zât Lamiî Çelebi leb-ı Zü’l-fekâr-ı Haydar Hz. Ali r. a.’nin Zülfekar isimli kılıcının kenarı. nigâh-ı pür-celâli yanar âteş oldu eyvâh Leb-ı Zü’l-fekâr-ı Haydar ser-i câmı öptü hâlâ Esrar Dede leb-i yâr Yârin dudağı. Eşk-i çeşmimle olur la’l-i leb-i yâr ferih Tâb-ı kevkeble bulur la’l-ı Bedehşan revnak Avnî leb-â-leb Dudak dudağa. Nazar âyîneye nâ-câiz iken şeblerde Aksidir lîk bunun câm-ı leb-â-leblerde Nâ’bi Bu ışk meşrebi yâ Rab ne turfa meşrebtir Ki hûn-ı dîde-i uşşâk ile leb-â-lebtir Hamdullah Hamdi leb-be-leb Dudak dudağa. Hem-vâre humla hoş başı câm ile leb-be-leb Ümmü’l-habâis olsa ne ola duhter-i ineb Nedim Sîne sûrâh-be-sûrâh kanar vecdinden Teşne-i zevk-ı ezel leb-be-leb-i sahbâyız Yahya Kemal leb-ber-leb Dudak dudağa. Hızr’a minnet çekme var sonra dil-ı Nef’î gibi Lûle-ı Ab-ı Hayât-ı feyz ile leb-ber-leb ol Nef’î Ah, ağlasam senin ile leb-ber-leb ağlasam Bir kerrecik de bunda meserretle ağlasam Cenap Şahabeddin leb-beste 1. Dudağı, ağzı bağlı. 2. Susan. Olma bir lokma için ehl-i şikem cim gibi Meclis-i dehrde leb-beste geçin mimgibi Nâbî Bed-gûlara leb-beste görünmekteyiz ammâ Rindân-ı Mesîhâ-deme miftâh-ı fütûhuz Bağdatlı Ruhi leb-beste-dem Nefes alamaz, konuşamaz. Hâkanıyım ben Muhteşem yanımda serheng-i haşem Hâfiz olur leb-beste-dem hâmem edince zîr ü bem Nef’î leb-huşk Dudağı kuru. leb-huşk-ı deşt-i ye’s Üzüntü çölünün kurumuş dudağı. Esrâr o rütbe sakla ki sırr-ı mahabbeti Leb-huşk-ı deşt-iye’sepeyâm-ı serâb ver Esrar Dede leb-rîz Kenarından dökülen, dökülecek kadar dolu olan, taşıcı, taşan. Evvel ne idi ne oldu bilmem Leb-rîz idi ol ne doldu bilmem Şeyh Galip Budur merâsim-i işrâkıyân-ı âlem-i üns Sühanla sâmia leb-rîz ü encümen hâmûş Sâlik Kasımpaşa Mev. Şeyhi Halil Efendi Mahdumu Türbe-dârın gibi tâ fecre kadar bekletsem Gündüzün fecr ile âvîzeni leb-rîz etsem Mehmet Akif leb-rîz-i gevher Cevher fazlası. Leb-rîz-i gevher olmasa gönlüm hizanesi Dökmezdi böyle çeşm-i terim incü tanesi Muallim Naci leb-rîz-i safâ-yı aşk Aşk safasının taşkını. Bir bezm-i fütûh açar ki vicdân Leb-rîz-i safâ-yı aşk olur mu cân Mehmet Âkif leb-rîz-i serâb Serap fazlası. Hûş-yâr-ı Felâtûn dahi olsa hum-ı feyzi Leb-rîz-i serâb olmalıdır âlem-i âbın Esrar Dede leb-rîz-i ziyâ Işık fazlası. Kandîlleri meh gibi leb-rîz-i ziyâdır Nedim leb-teşne Dudağı susamış; ziyade istekli. Cür’et-ı cân-bahşına leb-teşnedir Hızr ü Mesîh Ab-ı Hayvân’sın yâhut la’l-i leb-i cânânesin Nef’î leb ü dendân Dudak ve diş. Leb ü dendânına baktıkça gider gussa vü gam Dürr ü yâkûta nazar cânı ferah-nâk eyler Nizami lebbeyk Ar. “işte ben”; buyurunuz, emrediniz. Ben şübhedeyim şübhede ey zât-ı İlâhî Çok ağlanacak yerde bugün gülmedeyiz biz Bilsem ki senin emrin ile ölmedeyiz biz Lebbeyk derim emrine mesrûr ü mübâhî Abdülhak Hâmit lebbeyk-i icâbet Uyulan emir. Lebbeyk-i icâbet duyulur arş-ı Hudâ’dan Der-gâhına kim arz-ı münâcât ederiz biz Namık Kemâl leben Ar. Süt. Dil ki doydu lebinin fikrine hayrân oldu Bir megestir ki düşüp kaldı lebenden çıkmaz İbn-ı Kemal Çıkıp âgûşuna nahvetle ederler şimdi Mader-i şîrden âhû-bereler mass-i leben Nedim Neme lâzım nühûr-ı mâ’-i leben! İşte sofîler! İşte nehr-i asel Muallim Naci lecâc, lecâcet Ar. Düşmanlıkta ısrar ve inat etme, ayak direme. Pâyân ver elverir bu inâd ü lecâcete Celbeyledim, unutma, seni bâb-ı hâcete abdülhak Hâmit leclâc Ar. Satranç oyununun mucidi. Dilerem ben piyâde-ruh ruhuna Uram şol resme ki mât ola Leclac Kadı Burhaned din ledünn, ledün Ar. İlm-i gayb, bilinmezlik ilmi; Allah’ın sırlarının bulunduğu yer. Bu gelen ilm-i ledün sultânıdır Bu gelen tevhîd ü irfân kânıdır Süleyman Çelebi Bu kâr-gâh-ı sun’ aceb ders-hânedir Her nakşı bir kitâb-ı ledünden nişânedir Ziyâ Paşa Bir nağme ki Rûhtur, ledündür Kur’ân gibi râsihîn içindir Mehmet Akif ledünnî Allah bilgi ve sırrına ait, onunla ilgili. c. ledünniyât. Eyâ Nebî seni medh eylemek ledünnîdir Hurûf-ı lafz ile mümkin ola mı emr-i muhâl Necati Bey Ne ledünnî gecedir! Tâ ağaran vakte kadar Bir mücevher gibi Sünbül Sinân’ın rûhu yanar Yahya Kemal ledünniyât 1. Allah’a ait ezeli bilgiler. 2. Bir işin bilinmeyen iç yüzleri. ledünniyât-ı umûr İşlerin bilinmeyen iç yüzleri. Bilinmedi yine hayfâ ledünniyât-ı umûr Hakâyık-ı ilel-i kâinât kaldı nihân Nâzım Paşa lehce Ar. 1. Dil, dil kolu, bölge dili. 2. Yüz, surat. Mecnûnu dediler ehl-i idrâk Eş’ârı latîf ü lehçesipâk Fuzûlî lehce-i pâkîze Temiz lehçe. Taklîd ile olmaz bu kadar lezzet-i güftâr Bu lehce-i pâkîze bana dâd-ı Hudâ’dır Nef’î lehce-i Nedim Nedim’in dili. Hoştur tekerrürün dile ey lehce-ı Nedîm Bilmemgülû-yı şîşede kulkul müsün nesin Nedim Leheb bk. lehîb. lehîb Ar. 1. Alev; alevlenme. 2. Sıcaklık. Ravza-i cennet cemâlin gül-şeninden bir varak Ateş-i dûzah firâkın sûzişinden bir lehîb Nizamî Pertev-fürûz-ı bezm-i tarabşem’-i handeriz Pervâne-i şikeste-per üftâde-i lehîb Ziyâ Paşa lehîb-i ıztırâb Acı alevi. Böyle tarh etmez idim evsâf-ı zat-ı pâkini Yakmamış olsaydı ger cânım lehîb-i ıztırâb Üsküdarlı Hakkı Bey lehîb-i külhan Külhan alevi. Olsa zıddına eğer vâsıta reng-i hilmi Câm-ı la’lîn-fer olur âba lehîb-i külhan Keçecizade İzzet Molla lehîb-i nâr Ateş alevi. Lübbü, lehîb-i nâr ile bir kûy-i âteşîn Kışri, mecârî-iyemm ü nehr ile çâk çâk Ziyâ Paşa leheb 1. Alev. 2. Ebu Leheb. bk. Ebu Leheb. Olup cismimiz müstaidd-i leheb Yakardı bizi câhilan bî-taab Keçecizade İzzet Molla lehebî Leheb’e ait. Ehl-i dünyâ gibi olma ki Behiştî onlar Lehebî dûzahın altına zehebler korlar Behiştî ebû Leheb Ateşin babası. bk. Ebu Leheb. lehv Ar. Oyun, eğlence, faydasız iş. Lu’b ü lehv ile çü dünyâ meşhûn İstemez âkıl olan gayri oyun Sünbülzade Vehbi Sarfeyleme evkâtını bâzîçe-i lehve Dîvâne gibi olma sakın suhre-i sıbyân Sâmi leîm Ar. Levm’den; alçak, aşağılık, cimri c. liâm. leîmân Ekremü’l-halksın ey vâsıta-i ıkd-ı kirâm Her leîmin sözün işitme budur şân-ı kerem Ahmet Paşa Leîme rabt-ı taalluktan ihtirâz eyle Ümîd-i nef ile celb-i mazarrat etme sakın Nesib-ı Mevlevi İki Bayraklızade Yusuf Nice zemân idi aksine döndürüp feleği Cefâyı âdet edinmişti rûzgâr-ı leîm Nef’î Hakk u insâf ile kan etmeden ettin kânûn Oldu bâtıl işi cellâd-ı leîmin battâl Şinasi leîmân Leîm’ler, alçak kimseler. Engüştgirih-i beste-i ye’s olması yegdir Etmekten ise zeyl-i leîmâna teşebbüs Nâbî liâm Leîm’ler; aşağılık kimseler. Ademin hâne-i temkînin edermiş vîrân İ’tibârât-ı keder-hîz ügam-engîzi liâm Nâbî leke Far. Pislik eseri, leke. Nazımda “lekke” şeklinde de kullanılır. lekke-i hûn Kan lekesi. Kûşe-i ebrûdan ayrılmaz dil-i hûn-geştemiz Lekke-i hûndur ki kalmış dâmen-işemşîrde Nedim lekke-i nâ-şüstenî Yıkanmamış leke. Çirk-igünâhı lekke-i nâ-şüstenî sanır Cûş u hurûşun anlamayan bahr-i rahmetin Nâbî leke-dâr, lekke-dâr Lekeli. Gül câmesin bıraktı görüp ceybi lekke-dâr Nâz ile giydi yine bir iki libâs-ı îd Nâbî Revnak-i sikkesine ancak olurdu şâyân Leke-dâr olmamış olsaydı eğer bedr-i tamâm Nedim leked Far. Tepme, tepik, çifte. Rahş-ı bed-hûy-ı felek urmadadır dâim leked Uğramaz hergiz onun yanına erbâb-ı hıred İbrahim Şeyh ? leked-hâr, leked-hor Tekme yiyen. Gubâr-âsâ beni böyle leket-hâr ettiği çerhin Nigâh-ı i’tibâr-ı yârda hâr olduğumdandır Nâbî Daltaban’ın dahi pey-revlerinin vaktinde Ayak altında leked-hâr idi zîr-destân Şinasi leked-horde Tekme yiyen. leked-horde-i gam Gam tekmesini yiyen. Ma’zûr ola medhinde olan acz ile kusûrum Tab’ım nice demdir ki leked-horde-i gamdır Nef’î leked-horde-i hâs u âm Aşağı ve yukarı tabakadan tekme yiyen. Hele zen-pâre-i bed-fercâmın O leked-horde-i hâs u âmın Sünbülzade Vehbi leked-kûb Çifte yiyen. Nice tebcîl olunmaz pây-i iclâlin ki âlemde Celâdetle leked-kûb-ı kafâ-yı Lât ü UzzA’dır Sünbülzade Vehbi leke-dâr bk. leke. lem’a Ar. Parıltı, parlayış. c. lemeât. Lem’ager nûr-ı cemâlinden cihâna ermese Zulmet-i kahr-ı celalin kimse bî-târ eylemez Muradî Sultan III. Murat İlmine mağrûr olanlar kaldı aşktan bî-nasîb Aşkın bir lem’asına ermez ol bîçâreler Rumi İznikli Eşrefoğlu Tâb-ı ruhun oldukça füzûnşu’le-i meyden Bir lem’ası dünyâyı yakar berk-ı belasın Muallim Naci lem’a-i bînîş Görüş parıltısı. Kelîm-i lem’a-i bîniş ki envâr-ı hayâlinden Devâtı tûr-ı feyz ü kilk-i nazmı nahl-ı Mûsâ’dır sabri lem’a-i ruhsâr Yanak parıltısı. Fark olmaz oldu lem’a-i ruhsârdanyüzün Anlamaz oldu şîve-i güftârdan sözün Hakanî lemeât Lem’a’lar, ışıklar, alevler. Demin hayâlimi tevhîş eden karanlıklar Bu levhanın lemeâtıyle münkesir, zâil Tevfik Fikret lem’a-bâr Işık saçan. Gül-şen-serây-i vahdete mirât-ı lem’a-bâr Agûş-ı nâz nâz-ı melek-hande bir bahâr Kemalzâde Ekrem Bey lem’a-nisâr Işık saçan. Ne gördüm âh amân el-amân bir âfet-i cân Gelip yanımda güneş gibi oldu Zem’a-nisâr Nedim lem’a-pâş Parlaklık saçan. lem’a-pâş-ı sürûr Sevinç parlaklığı saçan. Cemâl-işu’le-i vahdetle lem’a-pâş-i sürûr Meâl-i hûru hakîkatle müncelî mahrûr Kemalzâde Ekrem Bey lem’a-rîz Parlayan, parıldayan. Rahmet biter, bulut dağılır mihr-i nev-bahâr Afâka lem’a-rîz oluyorken hazîn hazîn Tevfik Fikret lâmi Parlak, aydın Mübârek iffetin oldukça lâmi pâk cebhende Güzelsin en musaffâgökte şimşek iştüâlinden Kemalzâde Ekrem Bey lâmi’a Parlak, rahşan, münevver. c. levâmi’ Bir mâh-ı dil-ârâ-yı cihân oldu bedîdâr Gökten mi nüzûl etti aceb lâmi’a îsâr Nâilî levâmi’ Lâmia’lar, 1. Parlamalar, parıldayan şeyler, nurlar. 2. Molla Cami’in eseri. Alnın levâmüinden meh-pâre tâb-ı kem-ter Ruhsârın âteşinden hurşîd bir kabestir Behiştî leme’ân Parlamak, parıldamak. Dîde-pîrâ sevâd-ı hattında Nûr-ı hikmet eder durur leme’An Muallim Naci Merhametten yüzünde yok leme’ân Kutlu gün bellidir doğuşundan Behiştî lemh, lemha Ar. Lemh’ten; 1. Bir kere bakma, göz atma. 2. Parıltı, parlama. Hîn-i rü’yette açardı nazarı Nükte-i sırr-ı lemhü’l-basarı Hakanî Arz eylemesin rûhuma her an mütebâid Bir lemha ki yalnız sana, yalnız sana âid Tevfik Fikret lemh-i in’ikâs Akseden parıltı. Nasıl berk-ı dehâettir ki lemh-i in’ikâsıyla Hayât-engîz olur bir kütle-i câmidde? Hayretler Tevfik Fikret lemha-i leb-rîz-i elem Elemin taşıcı parıltısı. Atarak arkaya bir lemha-i leb-rîz-i elem Onu teb’îd edecek paytona yaklaştı “verem” Mehmet Akif lemha-i vâhide Birlik parıltısı. Lemha-i vâhidede seyr eder ashâb-ı nazar Nice bin âyet-i ulviyye-i tevhîd-i me’âl Muallim Naci lems, lemis Ar. El ile dokunup hissetme, duyma. Nâzük izârın okşamasın el sunup rakîb Berg-i güle halel gelir ey gonca lemsten Behiştî Şu’â’-i muhrikı altında, gündüzün, şemsin Yanan alınlar için hayât olur lemsin Mehmet Akif Lem-yezel Ar. 1. Zeval bulmaz, ebedi. 2. Allah’ın sıfatlarındandır. Hâstır zât-ı İlâhîsine mülk-i ezelî Bî-hudûd anda olan kevkebe-i lem-yezelî şinasi Nice bin levha-i hayât ü vücûd Sana esrâr-ı Lem-yezel mev’ûd Kemalzâde Ekrem Bey lenf, lenfâ Lât. >lympha’dan, Ar. > lenfâ Vücuttaki ince damarların içinde dolaşan, kanın esasını teşkil eden ve eskilerin ahlât-ı erbaa dedikleri dört maddeden biri; beyaz kan. Bir mizac istemiyorsak o da Lenfâlık Çünkü milletler için, doğrusu, gâyet mühlik Mehmet Akif leng Far. Topal, aksak. Çünkü leng ü pejmürde Nazarlarım seni mâziye çekmek ister Tevfik Fikret Artıra devlet ü ikbâlini günden güne Hak Hasmının eyleye hem destini şell pâyını leng Üsküdarlı Hakkı Bey lenger Far. 1. Gemi demiri. 2. Kenarlı ve delikli bakır kap. Hep çektiğim endûh sebük-serliğimindir Bu keşmekeşe düşmez idim lengerim olsa Nâbî Kılsa temkînini keştî-i sipihre lenger Devre-i arş eder izhâr-ı zarûretle direng Ziyâ Paşa lenger-i kûh-ı girân Ağır dağ demiri. Sen öyle bil ki cûşiş-i deryâ-yı ıztırâb Cân-ı hamûle lenger-i kûh-i girân verir Nedim lenger-ı Lâ ilâhe illa’l-lâh “Allah’tan başka ilah yoktur” gemi demiri. Bahr-i hayrettedir sefîne-i rûh Lenger-ı Lâ ilahe illa’l-lâh Şeyhi len terânî Ar. “Sen beni görmeyeceksin. ” anlamında cümle. Nüktede âlem harîf olmaz bana gûyâ benim Her ne söylersem cevâb-ı “len terânî”dir sözüm Nef’î len terânî beni görmeyeceksin 7 A’rafş143 “Len terânî”yle edip sonra yine atf-ı hitâb Eyledin âşıkı bin nâz ile zâr u bî-tâb Esrar Dede lerzân, lerzende, lerzîde Far. Titreyici, titrek. Şîrler pençe-i kahrımda olurken lerzan Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek Selimî Yavuz Sultan Selim Bir küçük katre şeb-nem-i mâtem Mevsimin her yerinde lerzândır Her taraf gizli yaşlagiryândır Cenap Şahabeddin Bu anda bir mutazarrı’sadâ-yı lerze-künân Bu bir sadâ ki eder âsumânı hep lerzân Ahmet Hâşim Cismi lerzan edince bâr-ı hayât Mahv olurken ümîd-i sabr u necât Lâ lerze Titreme, titreyiş. Lerze düşmüş savlet-i kâh-ı vekamdan tamâm Arz-ı Nişâbûr-veş iklîm-ı İrân üstüne Nedim lerze-i istitâr Gizlenme titreyişi. Ne de durgun denizde bir muğberr Lerze-i istitâr ü istiğnâ Ahmet Hâşim lerze-bahşâ Titreme veren. Şemşîr kuvvetinde hâmendi lerze-bahşa Mu’cizdi misl-i hâme, şemşîr-i hud’a-kârın Abdülhak Hâmit lerze-dâr Titrek, titreyici. lerze-dâr-ı girye Ağlama sesinin titrekliği. Soğuk soğuk denizin lerze-dâr-ı girye sesi Eder yüreklerde târî bir ihtizar-ı cenâh Tevfik Fikret lerze-künân Titreme yapan. Bu anda bir mutazarrı’sadâ-yı lerze-künân Bu bir sadâ ki eder âsumânı hep lerzân ahmet Hâşim lerze-nâk Titreyici, titrek. Yâr ile tenhâ kalınca lerze-nâk-ı hayretim Gûş-ı câna her taraftan nâle vü efgân gelir Âdile Sultan lerzende Titreyici, titrek. Lerzende görse havfin ile teb tutar sanur Bağlar şihâb-ı gerden-i gerdûna rîsmân Bâkî lerzîde Titreyici, titrek. Kahrı ol rütbe ki yek-nazre-i âzârından Çarhı lerzîde eder zelzele-i yevme Takum Yenişehirli Avni lerziş Titreme, titreyiş. Aceb mi câme-pûşi lerziş olsa dîde baktıkça Letâfetten ten-i nâzük-terindepîrehen titrer Nâbî Şiddet-i kahrın ile lerzeye geldi düşmen Kuvvet-i adlin ile buldu cihân istihkâm Cevrî İbrahim Çelebi lerziş-i alil İlletli titreyiş. Bir lerziş-i alîl ile meyyâl-i intifâ’ Enzârı ağlıyordu bakıp kendi kendine Tevfik Fikret lerziş-i heyecân Heyecanlı titreyiş. Bir sadâ bir sadâ ki ra’d-efşân Veriyor hâke bir lerziş-i heyecân Tevfik Fikret lerziş-i kâr-geh-i her-dü-cihân İki cihan iş yerinin titreyişi. Cünbüş-i gamze değil, cilve-i reftâr değil Lerziş-i kâr-geh-i her-dü-cihân ancak bu Nâilî lerziş-i mahmûm Ateşli, hummalı titreyiş. Bî-nemekdir kap hicrinde bize ey sâkî Gerdiş-i sâgar mı lerziş-i mahmûmgibi Nedim lerziş, lerze bk. lerzân. leşker Ç, £wJ Far. Asker, ordu. Arızında hat çıkıp tuttu sevâd zülfünü Rûm’dan leşker varupdur sanki a’râb üstüne İbni Kemâl varubtur varmıştır Ol gamze-i yağmâ-ger müjgânın edip leşker Urdu dil-i nâlânı koptu yine râ-reylâ Esrar Dede Ateş urup mezra’-ı eflâke ser-tâ-seryine Mülk-i garba akın etti gönderip leşker güneş Lamiî Çelebi leşker-i aremrem Kalabalık asker. Bir hizb-i kalîl idi muînim A’dâ ise leşker-i aremrem Namık Kemâl leşker-i ebr Bulut askeri. Leşker-i ebr çemen mülküne akın saldı Durma yağmâda yine nite ki bâğî Tatar Bâkî leşker-i gam Gam askeri. Dem mi var kanlı yaşım çihreme yol eylemeye Gün mü var leşker-i gam câna nüzûl eyleme Fuzûlî Leşker-i gam geldi dil şehrine kondu cevk cevk Koptu yer yer fitne vü âşûb ugavgâ semt semt Bâkî leşker-i guzât Gazi askerler. At üzre geçtiğin göricek leşker-i guzat Ram oldu şîrler gibi yavuz nigâhına Yahya Kemal göricek görünce leşker-i eşk-i firâvân Bol gözyaşı askeri. Leşker-i eşk-i firârân ile ceng eylemeye Gönderir mevclerin lücce-i ummân safsaf Bâkî leşker-i Hind Hint askeri. Leşker-ı Hind’in görüp Şâmî zırh giydiklerin Çekti Mısrî tîğ urundu begter-i miğfer güneş Lamiî Çelebi leşker-i hûbân Güzellerin askeri. Leşker-i hûbâna sen şâhı muzaffer eyledi Kalb-i uşşâka sipâh-ıgussayı mansûr eden Âhi leşker-i mihnet Mihnet askeri. Pâdişâhım leşker-i mihnetşeb-hûn ettiğin İşidesin bir gün âh-ı subh-gâhımdan benim Necati Bey leşker-i mûr Karınca askeri. Cenkte etmek Kızılbaş Al-ı Osmân ile bahs Leşker-i mûr etmeğe benzer Süleymân ile bahs Behiştî leşker-i müfettihü’l-ebvâb Kapıları fetheden asker. Ey leşker-i müfedtihü’l-ebvâb vur bugün Feth-i mübîni zamin o tebşîr aşkına Yahya Kemal leşker-i satr Yazı sırası askeri. Vasfı kaddünle hırâm etse alem gibi kalem Leşker-i satr çeker defter ü dîvân safsaf Bâkî leşker-i sevdâ Sevda askeri. Sultân-ı gam nişîmen edelden derûnumu Sahrâ-yı kalbe leşker-i sevdâ gelir gider Nâbî leşker-i sultân-ı irfân İrfan padişahının askeri. Nice yıllardır ser-i kûy-ı melâmet bekleriz Leşker-i sultân-ı irfânız vilâyet bekZeriz Fuzûlî leşker-i uşşâk Âşıkların askeri. Uydurup leşker-i uşşâkını ol şâh-ı cihân Nâz-ıla salını salını alem gibi gelir Bâkî leşker-i verd Gül askeri. Leşker-i verdi çü cem’ eyledi bu sûret ile Asker-i berdi helâk eyledi yek-ser nergis Nizamî leşker-gâh, leşker-geh Askerin toplandığı yer. leşker-geh-i ezhâr Çiçeklerin toplandığı yer. Dikti leşker-geh-i ezhâra sanevber tuğun Haymeler kurdu yine sahn-ı çemende eşcâr Bâkî leşker-keş Asker çeken, asker idare eden. leşker-keş-i livâ-yı belâ Bela sancağını askerin önüne çeken. Sînemde kıl nazar elif ucunda dâgıma Leşker-keş-i livâ-yı belâya livâ budur Hayâlî Bey leşker-şiken Asker kıran. Bir gamzesi bin kalbi sır zülfü vü ahdi tek Bîmâra zihî kuvvet leşker-şiken olmuştur Şeyhi let Far. Dövme, vurma. Let urup kâlıb-i fersûdemi geh habs kılar Geh serâsîme vü uryân bırakır sahrâya Fuzûlî letâfet Ar. Güzellik, hoşluk. bk. latîf. Ne letâfet ola dil-dârında Ab ü tâb olmaya ruhsârında Enderunlu Fazıl Nâzik söyler sözü be-gâyet Bir sâdlik içre bin letâfet Ziyâ Paşa Bir nigâh eyleyen letâfetine Can verir levha-i melâhatine Kemalzâde Ekrem letâif bk. latîfe. lev Ar. Eğer. levlâ, levü levlâ “Şöyle olsaydı, böyle gitmeseydi. ” anlamına Arapça ibare. levü levlâ-yı adem Yokluğun şöyleliği böyleliği. Yoğu var eylemeğe haylî çalıştım lâkin Oldu sa’y u talebim hep lev ü levlâ-yı adem Akif Paşa levlâk, levlâke “Eğer sen olmasaydın” Kim onu medh ede çün medhidir onun levlâk Defâtir-i dü-cihân midhatinde mücmeldir Adlî Sultan II. Bayezid Sen ol mükerrem-i levlâksin ki hâk-i rehin Ser-i melâikede tâc-ı iftihâr kalır Nâilî levâmi’ bk. lem’a. levend İtâl. levantino’dan> Far. Levent. Yeniçeri askerlerinden deniz erlerine verilen isim. 2. Tembel. 3. Kabadayı. 4. Zampara. Görür âyîne-i sâgarda aks-i rûy-ı tâbânın Onunjçin şeh-levendim içse çâk eyler girîbânın Haletî Azmizade Basıcak ceyş-i benefşe yine sahn-ı çemeni Sûseni tîğ-ı levendâne kuşandırdı sabâ Kâmî Edirneli basıcak basacak levend-i nükte-perver Nükte koruyan levent. Bulunmaz ol şeh-i hûbân gibi âlemde bir dil-ber Melek-manzar levend-i nükte-perver rind-i meh- peyker Üsküdarlı Hakkı Bey levh Ar. Levha, düz yüzey, düz tahta. c. elvâh Arş-ı Hak ey cân yüzündür vesselâm Levh ile Kur’ân yüzündür vesselâm Nesimi levh-i âlâm Elemler levhası. Derin, iniltili çarpıntılarla sîne-i hâk Teessürâtını söyler bu levh-i âZâma Tevfik Fikret levh-i âlem Dünyanın levhası. Resm-i dîrîni levh-i âlemden Mahv eden gülün ter-zebânımdır Ryazi Levh-i âlemden yudum eşk ile Mecnûn adını Ey Fuzûlî ben dahi âlemde bir ad eylerem Fuzûlî levh-i a’mâl Ameller levhası. Nisbetimdir dürr-i iclaline olmuşsa eğer Levh-i a’mâlime bir harf-i saâdet merkûm Yenişehirli Avni levh-i bâd-bân Yelken levhası. Olur fermânına dil-beste hükm-i rûzgâr elbet Eğer mellah nâmın yazsa levh-i bâd-bân üzre Ziyâ Paşa levh-i cebin Alın levhası. Gubâr-ı secde-i râhın hat-ı levh-i cebînimdir Sücûd-ı der-gehin ser-mâye-i dünyâ vü dînimdir Fuzûlî levh-i cevher-i gül Gül cevherinin levhası. Ne tûtî-i nakş-bîn-i âlem esrâr-ı lahûtî Ki levh-i cevher-igül ona mir’ât-ı mücellâdır Sabn levh-i dehr Dünya levhası. Pâk kıldı zaf-ı tenden levh-i dehr âyînesin Öyle mahv oldum ki bir zerre gubârım kalmadı Fuzûlî levh-i dil Gönül levhası. Kapladı gönlümü ser-tâ-be-kadem nûr u sürûr Oldu levh-i dilim âyîne-i akl-ı evvel Kâzım Paşa Sen hemân levh-i dili âyîne-veş sâf idegör Bir gün anda sûret-i dîdâr kendin gösterir Âsım Çelebizade Şeyhülislam İsmail levh-i dîvân-ı kazâ Kaza divanının levhası. Evvelîn nakş-ı kalemdir sûret-i ebrû-yı yâr Levh-i dîvân-ı kazanın matla’-ıgarrâsıdır Namık Kemâl levh-i ezel Ezel levhası. Nüsha-i levh-i ezeldir hatt-ı müşgînin senin Ne geliser başa bir bir anda hep mestûrdur İbni Kemâl geliser gelecek; anda orada levh-i fuâd Kalp levhası. Cenâb-ı Hâfiz-ı dîn Hazret-ı Paşa’yı Ahmed-nâm Ki nâmın nakşeder erbâb-ı dil levh-i fuâd üzre nefi levh-i gül-zâr Gül bahçesinin sayfası. Kâtib-i takdîr hatt-ı sebze tahrîr etmeğe Levh-i gül-zarı hazân bergi zer-efşân eylemiş Fuzûlî levh-ı hafâ Gizli levha Levh-ı Mahfuz. Allah açsın yolumuz semt-igazayagidelim Ne yazıldıysa gelir levh-i hafâya gidelim İlhamî, Selimî Sultan III. Selim levh-i hâtır Gönül levhası. Bir ârzû olıcak nakş levh-i hâtırda Hemân o lâhzada fırsat bulup biZâ-imhâl Nedim levh-i hayâl Hayal levhası. Dem-â-dem kilk-i müjgân ile tıfl-ı merdüm-i çeşmim Hat-ı sevdâ-yı hâlin meşk eder levh-i hayâl üzre Fuzûlî levh-i hecâ Hece, harf levhası. Ona ma’lûm idi esrâr-ı kitâb-ı melekût Gelmeden levh-i hecâya kelimât-ı eb ü ced Nâbî levh-i i’câz Acz içinde bırakan levha. Tab’ım ol âyînedir kim tûtî-i gûya olur Nakşolunsa levh-ı Pcâzında la’lin sûreti Nevres-i Kadim levh-i kalb Kalp levhası. Seyr eder âhir izâr-ı şâhid-i maksûdunu Azerî nakş-ı garazdan levh-i kalbi pâk olan Âzeri Çelebi İbrahim levh-i kerîm Cömert levha. Îdin bana dâim görünür levh-i kerîmi Mâzî-i tufûliyyetimin yâd-ı besîmi Mehmet Akif Levh-ı Mahfûz 1. Yedinci kat göğün üstünde bulunan bir cisim ki, üzerinde bugüne kadar olan ve bundan sonra olacak işlerin yazılı olduğu levha. 2. Kur’an’ın yazılı olduğu levha. Yazmak için Levh-ı Mahfûz’a şehâ evsâfını Bir devât-ı âsümânîdir sipihr-i heftümân Taşlıcalı Yahya Bey Levh-i Mahfûz-ı Hudâ Allah’ın Levh-ı Mahfuz’u. Böyle zabtetmiş görüp evsâfı âlî-şânını Levh-ı Mahfûz-ı Hudâ’da hâme-i mu’ciz-beyân Kâzım Paşa levh-i Mahfuz-ı sühan Sözün Levh-ı Mahfuz’u. Levh-ı Mahfûz-ı sühendir dil-i pâk-ı Nefî Tab’-ı yârân gibi dükkânçe-i sahhâfdeğil Nef’î levh-i melâmet Ayıplama levhası. Cübbe-i nâmûs u zühdü soy bırak bitsin hemân Hırka-i levh-i melâmet giy nihân etsin seni Necip Sultan III. Ahmet levh-i mihr Güneş levhası. Böyle tahrîr etti levh-i mihre vasf-ı pâkini Kâtib çarhın ser-i kilk-i maânî-perveri Nedim levh-i pâk Temiz levha. Aferîn tab’ına var ise cihânda gelsin Levh-i pâke kalemi böyle Belîğ-âne çeker Beliğ levh-i perîşân Perişan levha. Zülfün hikâyetini gönülde misâl edip Gam kıssasını levh-i perîşâne yazmışam Ahmet Paşa levh-i sim Gümüş levha. Nesîm ola denlü nâzük tarheder âb üzre emvâcı Ki levh-i sîme üstâd edemez öyle kalem-kârî Nef’î levh-i sine Göğüs levhası. Kilk-i kudret levh-i sînemde seni kılmış rakam Eyleyip mahbûblar mecmûasından intihâb Fuzûlî levh-i tâbân-ı cebîn Alnının parlak levhası. Belli hâlinden ki gezmiştir nice deryâ vü deşt Levh-i tâbân-ı cebîni bir kitâb-ı sergüzeşt İsmail Safa levh-i tarsîn Sağlamlaştırılmış levha. Arş-ı temkîn ü kadr-i makderet ü dehr-i sebât Levh-i tarsîn ü kazA bezm-i efsânemizde her çeh bâd-âbâd Hilmi Trabzonlu levh-i ta’lîm Öğrenme levhası. Şübbân-ı heves-nümâ-yı tanzîm Etsin bu kitâbı levh-i ta’lîm Ziyâ Paşa levh-i uşşâk Âşıklar levhası. Bir avuç bârût-ı efrencîdir ol kâfir-beçe Levh-i uşşâkı nişân-gâh eyleyip tak tak urur Esrar Dede levh-i vücûd Vücut levhası. Reng-i gam-ı cihândan eğer olsa dil beri Levh-i vücûda yazar idi nakş-ı dil-beri Hamdullah Hamdi levh-i zamir İç levha. Şekl-i izar-ı yâr gibi nakş-ı dil-firîb Levh-i zamîre yazmadı sûret-ger-i hayâl Bâkî levh-i zer Altın levha. Levh-i zerde gör ki sîm-âb ile ne nakş etmişem Sanma zer-gerlikte sen üstâdsın tenhâ Latîf Âhi levh-i zerrîn Altın işlemeli levha. Nakş olup sînem nişân-ı zahmı sengîn yârda Levh-i zerrîn üzre hatt-ı lâciverdim var benim Âhi levh-i zümürrüd Zümrüt levha. Gül-berg içinde gonca, gûyâ ki zahir eyler Levh-i zümürrüd üzreyâkût-ı âb-dârı Ziya Paşa levh ü kalem Kalem ve yazı yazılan yer. Olsun be-hak levh ü kalem dem-be-dem füzûn İkbâl ü kadr ü menzilet ü ömr ü devletiakif Paşa levha Bir yere asılmak üzere yapılmış yazı veya resim. levha-i ân Güzellik levhası. Bir manzaradır bu levha-i ân Bir şi’r-ı Hudâ desem de şâyân Kemalzâde Ekrem levha-i melâhat Güzellik levhası. Bir nigâh eyleyen letâfetine Can verir levha-i melâhatine Kemalzâde Ekrem levha-i mihr ü meh Ay ve güneş levhası. Yalınız safha-i mecmûalara olmasa kayd Levha-i mihr ü mehe nakş-ı cebîn olsagazel Nâbî elvâh Levh’ler, levha’lar, yassı sayfalar, tablolar, portreler. Hayrân-ı nefâsetindir elvâh Muallim Naci Tazyîkinin altında silinmiş gibi eşbâh Bir tozlu kesâfetten ibâret bütün elvâh Tevfik Fikret Doğmuştu kamer, şimdi, uzaklardaki mağmûm Dağlardan; açık ra’şeler ebâha dağılmış Ahmet Hâşim elvâh-ı a’mâl Amellerin sayfaları. Mahşer-i aşkında etsem arz-ı hâl ol şâha ger Cümle dest-i redd olur ehâh-ı a’mâlim bana Esrar Dede levha bk. levh. levhaş Allah Ar. 1. “Allah ırak etmesin; vahşet vermesin, korusun” ve “aferin. ” anlamlarını içeren Arapça söz. Bârekallah zehî devlet-i feth ü nusret Levhaş Allah zehî âtıfet hayy-ı kadîr Nef’î levlâ, levü levlâ bk. lev. levlâke bk. lev. levm Ar. Aleyhte konuşma, zemmetme; hiciv, kınama, ayıplama. Beni levm etmez idin bî-pervâ Hastayım baksana muhtâc-ı devâ Abdülhak Hâmit levm-i hussâd Çekemeyenlerin, hasutların ayıplaması. Levm-i hussâdtan, âsîb-i nazardan dâim Eyleye zâtını mahfûz Hudâ-yı zü’l-minen Nedim levm-i lâim Levmeden ayıplama. Kimseden havf etmeyip söylerdi hakkı bî-dirîğ Levm-i lâimden kaçıp kılmazdı kasd-ı ictinâb cinânî lâim Levm edici, levmeden. Ben bütün bir gecelik cûşiş-i ahzanımla O hayâlât-ı perîşânımla Müteşekkî, lâim Karşıdan safvet-i mahmûrunu seyretmedeyim Tevfik Fikret levvâm, levvâme Çok levm edici, başa kakıcı, ayıplayıcı. Şâh ol Hayâlî kişverine mutmainenin Tîğ-ı himemle asker-i levvâmeyi dağıt Hayâlî Bey levn Ar. 1. Renk. 2. Yüzün rengi, beniz. c. elvân. Etti bu ma’nâda ümem Ezherü’l-levn idi Fahr-ı Alem Hakanî Kararmıştı fikrimde reng-i sefîd Hele kar yağıp oldu levni bedîd Keçecizade İzzet Molla levn-i muhteşem Muhteşem yüz rengi. Sarışın. Ah şimdi her şeyde Bu sıcak levn-i muhteşem zâhir Tevfik Fikret elvân 1. Levn’ler, renkler, çeşitler. 2. Alacalı Tutar cenânımı bin levha-i bülend-i cihân Olur revânıma âkis şafak şafak elvân Kemalzâde Ekrem Bey A’mâya elvân ta’rîf olunmaz Lâ Dehân-ı âlûde olmaz ni’met-i elvân âlemden Dimâg-ı dilde lezzet-hân-ı yağmâ-yı seherdendir Nâbî elvân-ı âlem Dünyanın renkleri. Dehân âlûde olmaz ni’met-i elvân-ı âlemde Dimağ-ı dilde lezzet hân-ı yağmâ-yı seherdendir Nâbî elvân-ı dünyâ Dünya renkleri. Halâret-yâb olur mu nimet-i elvan-ı dünyâdan Dehen-şûy olmayanlar bûs-ı dâmân-ı müdârâdan koca Ragıp Paşa levs Ar. Pislik, murdarlık. c. levsiyyât. levs-i riyâ İki yüzlülük pisliği. Hep levs-i riyâ, levs-i haset, levs-i teneffu’ Yalnız bu. Ve yalnız bunun ümmîd-i teraff’ Tevfik Fikret Hep levs-i riyâ dalgalanır zerrelerinde Bir zerre-i safvet bulamazsın içerinde Tevfik Fikret levsiyyât Pislik kabilinden şeyler. Müslümânlık pâk sîretten ibâretken yazık Öyle saplandı ki levsiyyâta Hâlâ çıkmadık Mehmet Akif levvâm, levvâme bk. levm. leyl, leyle Ar. Gece. c. leyâl, leyâlî. Bir cânibi hep siyâh-pûşân Leyl içre çü encüm-i dirahşân Şeyh Galip Görürse tâli’-i menhûsuma bir sâat-ı mes’ûd Felek tahvîl-i sûret eyleyip leyl ü nehâr etmez Keçecizade İzzet Molla Ey leyl, devâm edip gideydin Ferdâyı da nûra kalbedeydin Mehmet Âkif leyl-i gam Gam gecesi. Mihr ü meh tâ âleme pertev salıp revnak vere Leyl-i gamda cân buldu cism-i bîmârım Âdile Sultan leyl-i girye Ağlama gecesi. Görünmeden sönecek. Leyl-i girye, leyl-i melûl İnince eyleyecek şekl-i pür-gumûmumun üfûl Ahmet Hâşim leyl-i gurbet Gurbet gecesi. Düştün bu leyl-i gurbete mehcûru incilâ İndin bugavr-ı zulmete me’yûsu istilâ Kemalzâde Ekrem Bey leyl-i inşirâh Ferahlık gecesi. Bir leyl-i inşirâha kavuşmaksan Kemâl Yandın ilâ-nihâye remâd olmadın gönül Yahya Kemal leyl-i kalb Kalp gecesi. Karşımda titriyor. “Beni mahv etme, bağla, sar Bir hufre-i sükûnuna at leyl-i kalbinin Ben mâzî-işebâbının eş’ârıyım senin” Tevfik Fikret leyl-i mâzî Geçmiş gece. Peyindegavr-ı leylA-leyl-i mâzî, pîşgâhında Lika -yı subh-ı nûrâ-nûr-ı Atî müncelî, meftûh Kemalzâde Ekrem Bey leyl-i melûl Üzüntülü gece. Görünmeden sönecek. Leyl-i girye, leyl-i melûl İnince eyleyecek şekl-i pür-gumûmumun üfûl Ahmet Hâşim leyl-i mes’ûd Mesut gece. Evet, her şey uyur, ey leyl-i mes’ûd Fakat ben bir ziyâ-yı ra’şe-dârın Enîs-i hüznü, bî-ârâm ü bî-sûd Tevfik Fikret leyl-i musîbet Bela gecesi. Karıştı leyl-i musîbet leyâl-i nisyâna Açıldı gözlerimiz bir sabâh-ı rahşâna Tevfik Fikret leyl-i muzlim Karanlık gece. Bu leyl-i muzlimi tenvîre yok mu bir küçük şeb-tâb Sen ol, ey şu’le-i âhım, benim-çün bir hazîn mehtâb Hüseyin Sîret leyl-i müebbed Sonsuz gece. Yâ Rab bu serâir gün olur da açılır mı Bir leyl-i müebbed olarak yoksa kalır mı? Mehmet Akif leyl-i mükevkeb Yıldızlı gece. Ey leyl-i mükevveb seni ettikçe temâşâ Rûhum uçuyor şevk ile yıldızlara gûyâ Kemalzâde Ekrem Bey leyl-i nedâmet Pişmanlık gecesi. Ey cemâat, uyanın! Yoksa, hemen gün batacak Uyanın! Korkuyorum Leyl-i nedâmet çatacak Mehmet Akif leyl-i pür-mâtem Matemli gece. Tulû’-ı mihr-ı Atîdir, gubâr-âlûdu sevdâ-hîz Bu da bir leyl-i pür-mâtem, o da bir leyl-i ye’s-engîz Abdülhak Hâmit leyl-i serâir Gizli şeyler gecesi. Bir leyl-i serâir ki bütün şûh u mülevven Güllerle, güneşlerle, emellerle müzeyyen Tevfik Fikret leyl-i sevdâ Karanlık gece. Zemân zemân kapılır gamlı bir tesellâya Dalıp gider nazar-ı kalbi leyl-i sevdâya Tevfik Fikret leyl-i siyâh Karanlık gece. Karartırsın gehi rûz-ı sefîdi Kızartırsıngehi leyl-i siyâhı Recaizade Ekrem leyl-i tarab Sevinç gecesi. Dursun bu mûsıkî-i semâvî içinde sâz Leyl-i tarabda bir dahi mızrâb uyanmasın Yahya Kemal leyl-i tîre-fâm Siyah renkli karanlık gece. AleUusûs geçip leyl-i tîre-fâmı fenâ Eşi’a-güster olur âfitâb-ı subh-ı nüşûr Yenişehirli Avni leyl-i vuslat Kavuşma gecesi. Nâz eder necm-i sabâha çeşm-i mahmûrun senin Leyl-i vuslattan güzeldir zülf-i deycûrun senin Kemalzâde Ekrem Bey leyl-i yâd Anma gecesi. dem leyl-i yâdımda, solgun, tebâh Sürûr bir kadın, bir ridâ-yı siyâh Tevfik Fikret leyl-i zulmânî Karanlık gece. Bu nimetler yenip çünkim içildi sâfî şerbetler Şeb-i hûn etdi şâh-ı rûza ceyş-i leyl-i zulmânî Hayâlî Bey leyl ü nehâr Gece gündüz; her zaman, daima. Tutma her bâba sakın gûşunu olma assâs Halka-veş kalmayasın taşrada sen leyl ü nehâr Müslim Ebülvefa Ahmet leyâl, leyâlî Geceler. Abisten-i safâ vü kederdir leyâl hep Gün doğmadan meşîme-i şebden neler doğar Rah- mî Tersane Kâtibi Vak’anüvis Kırımlı Mustafa Ziyâya doğru yüzüp gitmek istedikçe hayâl Sürüklüyor onu girdâba dalga dalga leyâl Mehmet Akif leyâl-i âdet Alışkanlık geceleri. Leyâl-i âdet edindim bu yolda ihyâyı Bütün şu meş’aleler beklesin o rü’yâyı Abdülhak Hâmit leyâl-i vesvese-hîz-i firâk Ayrılığın vesveseye sürükleyen geceleri. Ey meh leyâl-i vesvese-hîz-i firâkta Sen gelmeyince hâtıra bilsen neler gelir Nâbî leyâl-i visâl Kavuşma geceleri. Geçip tehâşî-i firkatle hep leyâl-i visâl Sabah olurdu sükûn bulmadan tahassürler Tevfik Fikret leyle 1. Bir tek gece. 2. Gece. A’mâk-ı târ-ı leyle birer kimsesiz çocuk Vaz’-ı mükedderiyle bakar hep sitâreler Tevfik Fikret leyle-i aşk Aşk gecesi. Bir leyle-i aşkın müteennî seherinde Yalnız ikimiz sayd-ı hayâlât ile mgûl Tevfik Fikret leyle-i firkat Ayrılık gecesi. Leyle-i firkatte buldu kendine hem-dem refîk Ya’nî cism-ipür-hayâlinden yakar dilde çerâg Âdile Sultan leyle-i hecr ü firâk Ayrılık gecesi. Leyle-i hecr ü firâka kıl tahammül çekme gam Doğmadan gün bak neler peydâ olur âlem bu ya Abdülhalim Galip Paşa Türk Galip leyle-i hublâ-yı adem Yokluk gebeliğinin gecesi. Ahter-i matlabım âfâk-ı felekten doğmaz Günde bin şey doğurur leyle-i hublâ-yı adem Akif Paşa leyle-i Kadr Kadir gecesi. Zanneylerim ki leyle-ı Kadr içre nûrdur Gördükçe zîr-i zülf-i muanberde gerdenin Seyyit Vehbî leyle-i târîk Karanlık gece. Rûhumda benim korku, ölüm, leyle-i târîk Çeşminde onun aks-i kevâkible dönerdik Ahmet Hâşim leyle-i mukmîr Mehtaplı gece. Çîninde olur ârız-ı pür-tâbı nümâyân Ol zülf ham-ender-ham imiş leyle-i mukmir rızayi leyle-i yeldâ En uzun gece. Semâsındangumûmu leyle-i yeldâ hurûşândır Kıyâmetten nişân vermekte mahşerdenperîşândır Kemalzâde Ekrem Bey Sokakta kar yağadursun, odanda fasl-ı bahâr Dışarda leyle-i yeldâ, içerde nısf-ı nehâr Mehmet Akif leyle-i zulmâ Karanlık gece. Rûzigârım öyle âtıl geçti kim bilmem henüz Rûz-i nûrânî midir ya leyle-i zulmâ mıdır Yenişehirli Avni leylî Geceyle ilgili; gecelik, gece kalıcı. Leylî saçında silsileye düşmeyen gönül Mecnûn işin nite bile kim âkıl-ânedir Şeyhi Kadınlar orda güzel, ince sâf, leylîdir Hepsinin gözlerinde hüznün var Ahmet Hâşim Leylâ, Leylî Ar. Mecnun’un sevgilisi. Leyla vü Mecnun hikâyesinin kadın kahramanı. Leylîyi seversen eyle inşâd Bir şi’r ile geçen zemânın yâd Fuzûlî Leylî saçında silsileye düşmeyen gönül Mecnûn işin nite bile kim âkıl-ânedir Şeyhi Mecnûn odur ki gussa-ı Leylâ’da şâd olur Tahsîn ona ki vahş iken hoş-nihâd olur Hamdullah Hamdi Lebi Şîrîn saçı Leylî güzellerden ferağım var Gönül Ferhâd ü Mecnûn kıssasından hisse mi aldın Behiştî leylâ-yı diğer Öbür Leyla. Dile âteş-zen-i hicrân olan sevdâ-yı diğerdir Biz Mecnûn-ı deşt-i aşk eden LeylA-yı diğerdir Leskofçalı Galip leylâ-yı firâk Ayrılık gecesi. Kaldım ebedî hicr ile bî-kes gece gündüz Ağlar sanırım hâlime her manzara, her yüz Kırlarda hazân, inleyen âvâre bir öksüz Leylâ-yı firâkın ne kadar hâile-perver Hüseyin Sîret Leylâ-yı ham-ender-ham Büklüm büklüm Leyla’ nın saçı. Zülf-ı Leylâ-yı ham-ender-ham ile Nice mecnûnu aceb giryân eder Âdile Sultan Leylâ-yı leyâl Gecelerin Leylası. Ey gonca-i âlem-i esâtîr Leylâ-yı leyâle benziyorsun Mehmet Celal leylâ-leyl Geçmiş gecenin karanlığı. Peyindegavr-ı leylA-leyl-i mâzî, pîşgâhında Lika -yı subh-ı nûr-â-nûr-ı Atî müncelî, meftûh Kemalzade Ekrem Bey Leylî-i cefâ-kâr Cefa çeken Leyla. Dert ile beni sen eyledin zâr Ben handân ü Leylî-i cefâ-kâr Fuzûlî Leylî-i Mecnûn Mecnun’un Leylası. Leylî-ı Mecnûn benim şeydâ-yı Rahmân benim Leylî yüzün görmeğe Mecnûn olasım gelir Yunus Emre leylî-veş Leyla gibi. Giryân o Leylî-veş ne ola sahrâya salsa Bâkî’yi Mecnûn’un âb-ı çeşmine hâk-i beyâbân teşnedir Bâkî leymûn Ar. Limon. Turuncî gabgab ü sîb-i zenahdânın firâkından Sararıp benzin ey ünnâb lebin leymûn olmuştur Bâkî lezâiz bk. lezzet. lezîz, lezîze bk. lezzet. lezzet Ar. Tat, çeşni. Mihnetin anlamayan masraf ile îrâdın Sofradan lezzet alır zümre-i huddâm gibi Nâbî lezzet-i dermân Derman tadı. Lezzet-i dermânı idrâk eylemez bî-derd olan Hayâlî Bey lezzet-i eşyâ Eşyanın lezzeti. Olur lezaize rd-beste lezzet-i eşyâ Aceb mi teşneye gelse şekerden âb lezîz Râşid Molla Feyzizâde Müverrih Mehmet lezzet-i fakr u fenâ Yokluk ve fakirlik lezzeti. Ne bilsin lezzet-i fakr u fenâya mâl ü câh ehli Bu zevki, gel, kanâat kûşesinde merd-ı Hakdan sor Dürrî Üsküplü lezzet-i gam Gam lezzeti. Lezzet-i gam nüsha-i sun’un temâşâsındadır Kem-hıreddir çekmeyen evzA’-ı dünyânın gamın Nâbî lezzet-i güftâr Söz tatlılığı. Taklîd ile olmaz bu kadar lezzet-i güftâr Bu lehçe-i pâkîze bana dâd-ı Hudâdır Nef’î lezzet-i hayât hayat tatlılığı. Eyyâm-ı inbisât iledir lezzet-i hayât Tûfân-ı gamda âdeme lâzım mı ömr-ı Nûh Esad Musullu lezzet-i helvâ Helva tadı. Cânâ ne bilir zehr-i gamın zevkını sûfî Çün gönlünü ol lezzet-i helvaya düşürdü Hamdullah Hamdi lezzet-i pehlû Yan yana bulunma lezzeti. Süreriz tîğimizin zevk u safâsın her dem Sîm-tenlerle olan lezzet-i pehlû yerine Gazi Giray lezzet-i sahbâ Şarabın tadı. Hicrân çekerek zevk-ı mülâkâtı unuttuk Mahmûr olarak lezzet-i sahbâdan usandık Nâbî lezzet-i sûziş Yakıcı lezzet. Lezzet-i sûziş ile hîme-i nâ-sûhteye Terbiyet-hâne-i külhânda eder gül hande Nâbî lezzet-i tîğ-ı gam Gam kılıcının lezzeti. Hased ol küşteye kim haşre dek olmaz zail Lezzet-i tîğ-ı gamın zaika-i cânından Nâilî lezzet-i visâl-ı Muhammed Hz. Muhammed’e kavuşma lezzeti. Dilerse Hamdî eğer lezzet-i visâl-ı Muhammed Gerek tarîki ola sünnet ü hisâl-ı Muhammed Hamdullah Hamdi lezzet-i vuslat Kavuşma lezzeti. Lezzet-i vuslat için firkat-i yârı çekemem Sohbet-i bâde için renc-i humâr çekemem Nef’î Tâ olmaya zehr-âbe-keş-i firkatin âşık Derk eyleyemez lezzet-i vuslat neye derler Koca Râgıp Paşa lezzet-i zevk-ı mahabbet Sevgi zevkinin tadı. Lezzet-i zevk-ı mahabbet n’iydüğünpervânede Şu’le-ı Aha hem-âgûş olmayınca bilmedim Fehim-ı Kadim Uncuzade lezzet-çeş Lezzet tadına bakan. Dehân-ı yâri ne ki benden evvel eyler bûs Vesâit evvel olur hân-ı vasla lezzet-çeş Nâbî lezzet-hân Lezzet sofrası. lezzet-hân-ı yağmâ-yı seher Seher yağmasının lezzet sofrası. Dehân-ı âlûde olmaz ni’met-i elvân âlemden Dimâg-ı dilde lezzet-hân-ı yağmâ-yı seherdendir Nâbî lezîz, lezîze Lezzetli, tatlı. c. lezâiz. Ulüvv-i rütbe bize i’tibârsızlıktır Gelirse pâye-perestâna Ftibâr lezîz Nabi Devr-i ruhunda bulmadım uyhu halâvetin Gerçi kim olur âdeme hâb-ı seher lezîz Hamdullah Hamdi Ey gönül hani gülâc-ı la’l-i dil-berden lezîz Lezzeti bir sükker-i pâlûde-i terden lezîz Enverî lezâiz Lezîze’nin c. lezîze’ler. Olur lezaize vâ-beste lezzet-i eşyâ Aceb mi teşneye gelse şekerden âb lezîz Râşid Molla Feyzizâde Müverrih Mehmet Bir lübbüdür cihânda elezz-i lezaizin Her mısrâ’-ıgüzîdesi Fârûk Nafz’in Yahya Kemal lezâiz-i ni’am-ı çerh Feleğin nimetlerinin lezzetleri. Biz ol nevâl-i gamız Nâbîyâ ki olur dil-serd Lezâiz-i ni’am-ı çerhten nemek-çeşmimiz Nâbî libâçe Far. Elbise. libâçe-i zâid Fazla elbise. Fahr eylemeziz libâçe-i zaid ile Deryâ gibi mevçtir bizim pûşişimiz Nâbî libâs Ar. Giyecek, elbise’nin tekliği. c. elbise. Penbe-i dâg-ı cünûn içre nihândır bedenim Diri oldukça libâsım budur ölsem kefenim Fuzûlî Giyme süfliyyet ile kirli libâs Pâk esvâba nazar eyler As Sünbülzade Vehbi Libâs ile salın sola vü sağa Ki dost başa bakar düşmân ayağa Güvâhî libâs-ı âriyet Temiz elbise. Bu libâs-ı âriyetten ârî olsa can eğer Kûy-ı cânânı eder seyr ü temâşâ mutlaka Âdile Sultan libâs-ı atlas-ı şâhî Şaha ait atlas elbise. Gel, geç libâs-ı atlas-ı şâhîden ey gönül Cûy-i fenâyı, halk, çü uryân gelir geçer Beyani Cârullahzade Mustafa libâs-ı ecânib Yabancıların elbisesi. Şâyed ola bu hayâle zâhib Kim oldu libâs-ı ecânib Nâbî libâs-ı fâhir Övünülen elbise. Câme-i sıhhat Hudâ’dan halka bir hil’atgibi Bir libâs-ı fâhir olmaz cisme ol kisvetgibi Bâkî libâs-ı fahr Öğünme elbisesi. Gurûr etme libâs-ı fahr ile ömrüm cihândır bu Kabâ-yı cismini kor bunda herkes câme-kândır bu Ulvî Bursalı Hüseyin libâs-ı fakr Fakirlik elbisesi. Ey felek yoktur libâs-ı fakrden Arım benim Atlasından bilmişem üstün muhakkar şâlımı Fuzûlî libâs-ı hazân Sonbahar elbisesi. Tebdîl-i câme etmeğe yok meyli Nâbîyâ Yek-rengdir libâs-ı hazân ü bahâr-ı serv Nâbî libâs-ı hûn Kanlı elbise. Ra’şe tutsa ne ola endâm-ı dil-i mahzûnu Şâhid-i meyde yine gördü libâs-ı hûnu Nâbî libâs-ı îd Bayram elbisesi. Gül câmesin bıraktı görüp ceybi lekke-dâr Nâz ile giydi yine bir iki libâs-ı îd Nâbî libâs-ı iftihâr İftihar elbisesi. Zihî sâni ki eyler berg-i tût ü kirm-i bed-bûdan Libâs-ı iftihâr-ı şehriyârâna atlas ü dîbâ Nâbî libâs-ı mâtem Matem elbisesi. Şehîd-i aşkın için kara başlıdır zülfün Durur müdâm onun için libâs-ı mâtemde Şeyhülislam Yahya libâs-ı müsteârî İğreti, ödünç elbise. Muhibbî câme-i atlas giyip onunla fahr etme Libâs-ı müsteârîdir bu cân üstünde tenden geç Muhibbî, Meftunî Kanunî Sultan Süleyman libâs-ı nahvet Kibir elbisesi. Libâs-ı nahveti tecdîd eder hengâm-ı îd olsa Bizimle merhabâya vermez el eyyâm-ı îd olsa Sâdi libâs-ı nev-be-nev Yepyeni elbise. Libâs-ı nev-be-nevle ey olan ârâyişe mâil Kemâlinden haber ver kimse senden ihtişâm almaz Koca Râgıp Paşa libâs-ı nîl-fâm Lacivert elbise. Bu reng-i libâs-ı nîl-fâmın Endûh-ı melamet-i müdâmın Fuzûlî libâs-ı niyâz Niyaz elbisesi. Uruna efser-i nâz u giye libâs-ı niyâz Şefâat isteye ondan kamu hufât u urât Hamdullah Hamdi libâs-ı sürh Kırmızı elbise. Kaddin libâs-ı sürh ile âfet değil midir Afet değil kızılca kıyâmet değil midir Neylî libâs-ı ten İnce elbise. Harîr-işu’leye tebdîl edip libâs-ı teni Fenâda anladı zevk-ı hulûdpervâne Şeyh Galip libâs-ı zer Altın elbise. Libâs-ı zer şu kadar eyledin atâ halka Ki kimse kalmadı zîrâ cihânda müflis ü ûr Bağdatlı Ruhi libâs-ı zühd ü takvâ Züht ve takva elbisesi. Harâbât ehlinin yanında çün bir cür’aya değmez Yeridir âteşe salsam libâs-ı zühd ü takvâyı Avnî elbise Libas’lar, esvaplar. elbise-i fâhire Övünülecek elbise. Umma ümmîd-i vefâ elbise-i fâhireden Yok vefâ eyleyecek sana kefenden gayrı Nâbî licâm Ar. Gem, hayvanın ağzına takılan koşum ipi. Hani bindikçe rikâba asılan çâbükler Dest-i şekvâsın eder sonra miyân-gîr-i licâm Nâbî Tayy-1 meydân-ı ümîd etmeğe az kalmış idi Tevsen-i ye’s o kadar etmiş idi bast-ı licâm Nâbî Nasıl semend-i merâmın yolu bulur encâm Elimde mâr-ı helâhil-nisâr olursa licâm abdülhak Hâmit lifâfe Ar. Kefen. lifâfe-i emvât Ölülerin kefeni. Her yer beyâz Lifâfe-i emvâtı andırır Yerlerde bir beyâzhğın altında na’ş-ı hâk Tevfik Fikret lihâf Ar. 1. Örtünecek şey, yorgan. 2. Sargı. Tulû’ edip bu seher matla’-ı lihafindan Felektegayret-i hûrşîd-i çarh-ı demâr ol Cinânî Hevâlarda bürûdet erdi bir pâyâna kim çıkmaz Güneş zîr-i lihâf ı hâverinden âsmân üzre Ziyâ Paşa lihâf-ı hacalet Utanma örtüsü. Misâl-i gül-bün-i gül-rîhte şeb-i hicrân Kalır lihâf-ı hacâlette câme-hâb garîb Nâbî lihâf-ı hâver Doğu yorganı. Hevâlarda bürûdet erdi bir pâyâna kim çıkmaz Güneş zîr-i lihâf-ı hâverinden âsmân üzre Ziya Paşa lihye Ar. Sakal. Dağılırken dedi erbâb-ı temâşâ târîh Lihye koyuverdi köçek bitti sakalı oyunun Sürûrî lihye-i beyzâ Beyaz sakal. Şöyle dikkatli bakılsa gözlerin îmâsına Lihye-i beyzasına, sâfiyet-i sîmâsına Belli hâlinden ki gezmiştir nice deryâ vü deşt Levh-i tâbân-ı cebîni bir kitâb-ı sergüzeşt İsmail Safa lihye-i cârûb-nümâ Süpürgeyi andıran sakal. Ablak yüzünün lihye-i cârûb-nümâsı Enzar-ı temâşâya verip sıklet ü vahşeti Tevfik Fikret lîk Far. e. Lâkin. Tahkîk-ı safâ gerçi budur, lîk bu tahkîk Bir vefk-ı hevâ vü heves-i nev-hevesândır Nef’î Nazar âyîneye nâ-câiz iken şeblerde Aksidir lîk bunun câm-ı leb-â-leblerde Nâ’bi Kasriyyet-i fiâlimi söylerdi lîk hep Feryâd edip ayaklarım altında her kiyâh Recaizade Ekrem Aleme doldu meserret lîk ben şâd olmadım Ah kim ben bende bir dem gamdan âzâd olmadım Sadi Çelebi lika, lika Ar. 1. Yüz, çehre. 2. Rast gelip kavuşma. “meh-lika, hudşid-lika” gibi kelimeler yapar. Likâsıgüldürür mevtâyı bir şekl-i garîb ancak Edâsı öldürür insânı ammâ bundadır hikmet Hakanî Ferdâ elemin çekme gönül bak ruh-ı hûba Aşıklara ferdâda dahi va’d-i lika var Bağdatlı Ruhi Lâ-cerem derler şerîat ehlinin sarrâfıyız Lâkin ol vasl-ı likâya kat’-ı zünnâr eylemez Ümmî Sinan lika-yı a’sâr Asırların yüzü. Bu âsumân Belag-ı Mübîn’in envârı İle’l-ebed tutacaktır lika-yı a’sârı Kemalzâde Ekrem Bey lika-yı dahme-pûş Mezara kapanmış yüz. Nümâyan bir hum-ı âteş-lika-yı dahme-pûşundan Hayâletler fürûzan hây u hûy-ı zehr-nûşundan Kemalzâde Ekrem Bey lika-yı hâmûş Sessiz yüz. Nigâh-ı şevk-ı tufûl-ânesiyle müstağrak Köyün lika-yı hâmûşunda birpeyâm arıyor Tevfik Fikret lika-yı handân Gülen yüz. Gösterir dest-i sübha-dârıyle Gösterir bir lika-yı handânı Tevfik Fikret lika-yı kamer Ayın yüzü. İnerken arza bu mûhiş ridâ, lika-yı kamer Vakûr ağaçların üstünden oldugamze-figen Tevfik Fikret lika-yı rakîb Rakibin yüzü. Sehâb-ı tîre verâsında meh sanır Nâbî Gören o mâh-lika-yı rakîbin ardınca Nâbî lika-yı ratîb Yumuşak yüz. Uzakta bir mütereddid ziyâ-yı bî-ma’nâ Yolun lika-yı ratîbinde, muhteriz, dolaşır Tevfik Fikret lika-yı şefkat Şefkat yüzü. Zavallı anne soluk bir lika-yı şefkattir Bugün sekiz gün, o mehcûr-ı hâb u râhattır Tevfik Fikret lika Ullah Allah’a kavuşma. Benim ol bülbül-i kudsî-safîr-i bâğ-ı vuslat kim Gelir her dem nevâ-yı lika -ullah âşiyânımdan Namık Kemâl bed-lika Kötü yüzlü, çirkin suratlı. Cin nev’i hezâr bed-likâlar Câdu kılığında ejdehâlar Şeyh Galip mâh-lika Ay yüzlü. Perde çek çehreme hicrân günü ey kanlı sirişk Ki gözüm görmeye o mâh-likâdan gayrı Fuzûlî lîme Far. Parçalanmış, yırtık. Bulutlar pâre pâre, lîme lîme gökte gam-küster Çökük, pejmürde, meşhûn-ı sefâlet yerde makberler Kemalzâde Ekrem Bey lisân Ar. 1. Ağızdaki organ. 2. Konuşulan dil. c. elsine, lüsn, lüsün. Bu aşkın bin sıfatından birisi Beyâna gelmedi sığmaz lisâne Elvan Çelebi Bir çeşmi var ki bir nice yüz bin lisân bilir Bin hem-zebânı, hem-demi bin âşinâsı var Nedim İster isen anlamak cihânı Öğrenmeli Avrupa lisânı Ziyâ Paşa lisân-ı adû Düşman dili. Okur lisân-ı adûya karşı durup Sevâd-ı âyet-i “Nasrun min Allah” ezber Nev’î lisân-ı Arab Arap dili. Fikri terkîk eder lisân-ı Arab Zihni tedkîk eder lisân-ı Arab Muallim Naci lisân-ı asr Asrın dili. Öğren lisân-ı asr ü rüsûm-ı zemâneyi Bak tab’-ı nâsa hâle münâsib tekellüm et Esad Bey lisân-ı dil Gönül dili. Ehl-i akl anlamaz efsûs lisân-ı dilden Zanneder âşık-ı dîvâne muammâ söyler Yahya Kemal lisân-ı efî Yılan dili. Yılan kuşandığını cenkte beyân eyler Lisân-ı ef’îyile zehr-i cân-sitân hançer İbni Kemâl lisân-ı ehl-i dil Gönül ehlinin dili. Lisân-ı ehl-i dilde aşka gül-zar-ı belA derler Cüvanın kâmet-i bâlâsına nahl-i cefâ derler Şeyhülislam Yahya lisân-ı emr Emir dili. Lisân-ı emrine tâbi teânuk-ı husemâ Nigâh-ı hükmüne nâzır tevâfuk-ı azdâd Nâbî lisân-ı gayb, lisânü’l-gayb Bilinmemezlikten haber veren. Rumûz-ı aşkını kıl zîver-i hüsn-i beyân yâ Rab Lisân-ı gayba olsun tâ zebânım tercemân yâ Rab Nazîm Yahya Denilmez hüsn-i ta’bîr-i beyânı Lisânü’l-gaybdûr Allahü a’lem Nef’î lisân-ı hafî Gizli dil. Bu bir lisân-ı hafîdir ki rûha dolmakta Kızıl harâları seyret ki akşam olmakta Ahmet Hâşim lisân-ı hâl Bir kimsenin davranışlarından anlaşılan hâl, davranışla derdini anlatma dili. Tercemân-ı râzıdır nakş-i vücûhu âlemin Hâlini herkes beyân eyler lisân-ı hâl ile Leskofçalı Galip Niyâza mâni olur sanma bî-zebânî-i ışk Lisân-ı hâl gibi çünki tercemân bulunurRızayi diyor ki Vâlidelik en safâlı gâiledir Lisân-ı hâlime bak, sözlerim zevâiddir Tevfik Fikret lisânü’l-ışk Aşk dili. Cüvânım bir lûgatgördüm lisânü’l-ışk nâmında Belin adın murâd âgûşum adın Arzû yazmış Nedim lisân-ı halk Halk dili. Sitâyiş etmedi sen gibi bir Hudâvend’i Lisân-ı halk olalı dâstân-ı serây-ı vücûd Nevres-i Kadim lisân-ı heves Heves dili. Her zemân ben senin hısâlinden Senin esrâr-ı nâz-ı hâlinden Bir lisân-ı hevesle bahsederim Cenap Şahabeddin lisân-ı iştikâ Şikayet dili. Feryâda uzak duran sükûtum Bir özge lisân-ı iştikâdır Abdullah Cevdet lisân-ı kâl Söz dili. Zarûrî ihtisâra rağbet ettim kim bu vâdîde Lisân-ı kâlden zîrâ lisân-ı hâl entaktır Nâbî lisân-ı kalb Kalp dili. Tuttu lisân-ı kalbimi kahretti nâgehân Bir cûşiş-i bükâ ile bir ra’şe-i figân Hüseyin Suat lisân-ı kudsiyânî Kutsallık dili. Hâk-pây-i na’t-gûyânım ki arş-ı a’zamın Zikr ü teşbîh-i lisân-ı kudsiyânîdir sözüm Nâbî lisân-ı na’t Naat dili. Hemîşe hâmemi ratbü’l-lisân-ı na’t eyle Zülâl-i feyz-i amîmimle ey Hudâ-yı Vdûd Sâmi lisân-ı nâtık Konuşan dil. Yanağı al, kendi âl, işi âl Beyânında lisân-ı nâtıka lâl Taşlıcalı Yahya lisân-ı semâvî Semavî din. Onun lisân-ı semâvîsi rûha söylerse Bununki rûh-ı maâlîyi nefheder hisse Mehmet Âkif lisân-ı şem’ Mum dili. Gamınla mahv-ı vücûd ettiğin şeb-i firkat Lisân-ı şem’gece yana yana söyler idi Sâbit lisân-ı şîve-i Şîrâz Şiraz şivesinin dili. Lisân-ı şîve-ı Şîrâz’dan numûne idi Acem-perestî-ı Rûm’un imâle devrinde Yahya Kemal lisân-ı şuarâ Şairler dili. Söz yok güher-i elsine-i âleme ammâ Ey hâce lisân-ı şuarâ başka lisândır Yenişehirli Avni İster isen anlamak cihânı Öğrenmeli Avrupa lisanı Lâ lisân-ı vâhid Tek lisan. Eğer basît ü mürekkeb arzla cevher hem Lisân-ı vâhid olup etseler senâ-yı vücûd Nevres-i Kadim lisân-ı zemm Yerme dili. Ser-mâye-i tefâhür iken dehre zâtımız Şimdi lisân-ı zemm ile mezkûrlardanız Nâbî elsine Lisân’lar, diller. Yâr için ez dil ü cân terk-i vücûd eyleyenin Söylenir elsinede şöhreti Mansûr gibi Tahsin Kıbrıslı Hoca elsine-i âlem Dünyanın dilleri. Söz yok güher-i elsine-i âleme ammâ Ey hâce lisân-ı şuarâ başka lisândır Yenişehirli Avni lüsün, lüsn Lisân’lar. lüsün-i atîka Eski lisanlar. Sâir lüsn-i atîkanın hep Ma’kûlatı olur müretteb Ziya Paşa livâ’ Ar. 1. Sancak, bayrak. 2. İki alay askerden meydana gelmiş askerî topluluk. Cümle rûh-ı enbiyâ “Nasrun min’allah” okuyup Bu gazA içre dutar İshâk Peygam-ber livâ Taşlıcalı Yahya Bey Sîne tablın doğüben âh livâsın çekeriz Hem livâmız çekilir hem döğülür nevbetimiz Âhi öğren işte Kuvvet hak! Ve bu düstûr elinde bî-pervâ Yürü! Dünyâyı fetheder bu şİpâ Tevfik Fikret livâ-yı Ahmed Hz. Muhammed’in sancağı. Kesr oldu haclet ile a’lâmı her emîrin Nasb oldu nusret ile çün kim livâ-yı Ahmed Hamdullah Hamdi livâ-yı belâ Bela sancağı. Sînemde kıl nazar elif ucunda dâgıma Leşker-keş-i livâ-yı belâya livâ budur Hayâlî Bey livâ-yı feth Fetih sancağı. Neyin tedbîr ederek hakka ol âsaf-ı menzilet Kulleye dikti livâ’-ı fethi cânından geçip Lüfi Livâü’l-hamd Hamd, şükür sancağı. Hz. Muhammed’in mahşer gününde müminleri toplayacağı sancağın ismi Ser-firâz ettin LivâüUamd dîn-ı Ahmed’i Kâfire gösterdin el-hakk dest-bürd-ı Haydar’ı Nfî livâ-yı işret Eğlence sancağı. Sen de livâ-yı işretini bir kenâra çek Şimdi Fasîh mevsim-i seyr-i hisârdır Fasih Ahmet Dede livâ-yı saltanat Saltanat sancağı. Gönder livâ-yı saltanatın düşmân üstüne Merdân-ı cenk-cûy-u neberd-âzmâ ile Veysî Alaşehirli Üveys Kadı livâ-yı zer-nigâr Altın işlemeli sancak. Olşehenşâh-ı felek tâbi ki vermiş devleti Bahr u berr hükmünde hûrşîde livA-yı zer-nigâr Fuzûlî liyâkat Ar. 1. Yararlı olma, değerlilik, yararlılık. 2. Hüner, fazilet, iktidar. Dâd-ı Hudâ’dır demişler kisbî değildir aşk Tahsîli kat’î müşkül olmayıcak liyâkat Muhibbî, Meftunî Kanunî Sultan Süleyman Sen şâha yakîn olmağa yok bende liyâkat Bana bu yeter kim seni seyr edem ıraktan Yahya Bey Taşlıycalı Anladım cevrine pâyân ü nihâyet yoktur Bende de zerre kadar sabra liyâkat yoktur Esrar Dede lokma Ar. > lukma’dan; bir ağızlık, bir yudum, bir parça yiyecek. Dendân-ı şîre lokma olur âhuvân-ı zar Bir gûsfendi tu’me kılar gürg-i cân-şikâr Ziyâ Paşa Ya Rab nedir bu keşmekeş-i derd-i ihtiyâc İnsânın ihtiyâcı ki bir lokma nânadır Ziya Paşa lokma-i aşâ Akşam lokması. Geh devlet-i cihândan eder cehl behre-yâb Geh lokma-i aşâdan eder akl bî-nasîb Ziyâ Paşa lokma-i gam Gam lokması. Lokma-i gam ki gelû-gîr-i melâl oldu bana Şîr-i mâder gibi mey şimdi helâl oldu bana Benlekçi İzzet Bey lokma-i hân-ı kanâat Kanaat sofrasının lokması. Künc-i istiğnâ kadar bir kûşe-i râhat mı var Lokma-i hân-ı kanâat gibi bir nimet mi var Fıtnat Hanım lokma-i in’âm İyilik lokması. Hâlâ düşünen başlara hep latme-i tenkîl Hâlâ sırıtan dişlere hep lokma-i in’âm Tevfik Fikret lokma-i neheng Timsah lokması. Gavvâsı, hırs-ı gevher eder lokma-i neheng Kebgi ümîd-i dâne eder teleyeşikâr Ziyâ Paşa lokma-i târâc Yağma lokması. Ekûl-i lokma-i târâctır allâme-i âciz Harîs-i lezzet-igüllactır alâmet-ı Aciz Sürûrî lokma-veş Lokma gibi. Çerb ü şîrîn olma halka, lokmaeş yerler seni Telh-güftâr olma zîrâ akreb eylerler seni Câmî İstanbullu Mehmet Lokmân, Lukmân Lokman hekim. İslâmiyet’ten önceki Araplar devrinde de efsanevi bir şahsiyet olan ve Kur’an’da da ismi geçen ve hekimliğinin yanında şiirleriyle de öğütler veren bir bilgenin adı. Bir marîza çâresiz olmakta âciz bin tabîb Kudret-i tıbbı bana gelsin de Lokmân söylesin Nevres-i Kadim Gönüller derdine Lokmân ara, bul, tez devâ iste Ne istimdâd olur kuldan, ne dünyâdan vefâ iste Merdanî Silleli Bir dem cehâlette kalır hîç nesneyi bilmez olur Bir dem dalar hikmetlere Câlînûs ü Lokmân olur Yunus Emre Nîm-hurd-ı la’lin olan lukma ey rûh-ı revân Gâlib olur eylese hükmünde Lukmân ile bahs behiştî luâb Ar. Salya, tükürük. Ekşili şorbâdan ağzı sulanır hûrdeden Üfleriken kaşığa zabt-ı luâb etmek degüç Sürûrî luâb-ı Ahmed Ahmed’in tükürüğü. Çün menba’-ı şekerdir onun mübârek ağzı Ashâba şerbet olsa tan mı luâb-ı Ahmed Hamdullah Hamdi lu’b Ar. Oyun, eğlence. Bu yedi pehlevânı dokuz kal’adan çeker Hindû saçın atar ise bir lu’b ile kemend Şeyhi Lu’b ü lehv ile çü dünyâ meşhûn İstemez âkıl olan gayri oyun Sünbülzade Vehbi Hadeng-i gamzelerin üzre dilde cân oynar Bu lu’bı hançer-i tîz üzre cân-bâz edemez Hamdullah Hamdi lu’b-bend Oyun bağı. Zî pehlevân şu göz ki o hengâm-ı ışkta Bin gürzü kalkana ala bir lu’b-bend ile Nizami lu’bet Ar. 1. Oyun, oynanan şey, oyuncak. 2. Herkesi hayrette bırakan şey. c. lu’betân. Ne lu’bet ile kılar raksı çerh-igerdûn kim Gönül elinde onun çâr-pâre olmuştur Hamdullah Hamdi lu’bet-bâz Oyuncu. Bezm-i ayş ü işretinde turfe lu’bet-bâzdır Sihr edip ağzından âteşler eder izhâr şem’ Riyazî lu’bet-bâz-ı dehr Dünyanın oyuncusu. Sakın aldanma lu’bet-bâz-ı dehrin mekrine Şeyhî Neler peydâ eder ol bu kebûdî çadır altında Şeyhi lu’bet-geh Hayret yeri. Sâhib-i nakş dürüstüm ki bu lu’bet-gehde Gâlib olmaz ne kadar olsa dagal-bâz bana Koca Râgıp Paşa Bu lu’bet-gâhda ey Nâilî bilmektedir hikmet Ne zîr-i hırkadandır heft râs-ı nîl-gûnpeydâ Nâilî lu’bet-hâne Hayret evi. lu’bet-hâne-i sun’ Sanatın şaşırtıcı evi kâinat. Zehî Bârî ki lu’bet-hâne-i sun’unda halk eyler Hezârân dil-ber-i mevzûn, hezârân duhter-i hasnâ Nâbî lu’betân Oyuncaklar. lu’betân-ı Rûm Rum oyuncakları. Ahir hicâb-ı Şam’a girip lu’betân-ı Rûm Tuttu cihânı ma’reke-i cünd-ı Zeng-bâr Nev’î lugaz Ar. Bilmece, yanıltmaç. Bu lugaz ilmin bilen ehl-i edeb Olur âlemde Ziyâ-veş beste-leb Ziyâ Paşa Halletmediler bu lügazın sırrını kimse Bin kâfile geçti hükemâdan, ulemâdan Ziya Paşa lukâtâ Ar. Yere atılmış ve yerden alınmış lüzumsuz şey, artık, çörçöp. lukâtâ-çîn Değersiz şeyleri toplayan. Gezsen göresin bütün zemîni Ol mastabanın lukâtd-çîni Zıya Paşa Lût Ar. M. Ö. XIX. yüzyılda yaşamış olan Harun peygamberin oğludur. Hz. Lut, Hz. İbrahim’in kardeşinin oğlu olup Hz. İbrahim şeriatine göre amel etmiştir. Gönderildiği kavim, genç erkeklerle cinsî münasebette bulunduğu için onları ıslâh etmek istemiş fakat dinlememişlerdir. Bunlara o zamanda Sodom ve Gomore halkı denilmiştir. Azgınlıkları had safhaya çıktığı için Allah tarafından şehirleri, göklere çıkartılıp baş aşağı yere indirilerek yok edilmiştir. Şehirlerinden bugüne ibret için kalan tek örnek bugünkü Filistin’deki Lut Gölü’dür. Bu gölde hiçbir canlı yaşamamaktadır ve suyu çok tuzludur. Kur’an’da bu azgın kavim ile ilgili pek çok yerde bilgi verilmektedir. Meselâ, Hicrş59-61, Neml 56, Sad 13, Kafş13 vd. Lût kavmi ki edip cürm ü günâh Oldu günden güne güm-râh-ı tebâh Taşlıcalı Yahya Bey lût Far. 1. Tatlı yemekler. 2. Çıplak. lût-bâz Tatlı yemeklerle uğraşan. Şükr-i taâmı vâizA sûfî-i lût-bâza öv Bana bu pendi etme ki âşıka gam yemek yeter Hamdullah Hamdi lutf. lutuf Ar. 1. Hoşluk, güzellik. 2. İyilik, iyi davranış. c. eltâf. Dil nigâh-ı lutf umar bilmez ne bî-rahm olduğun Merdüm-i çeşminden insâniyyet ümîdindedir Nâilî Bunca demdir nîm bir lutfun görüp şâd olmadım Lûtfeder derlerse dehr-i dûna bühtândır bütün Üsküdarlı Tal’at Bilmem ne demektir ne tekâpû, ne tahakküm Lutfümle de, kahrımla da Türk’üm Midhat Cemal Kuntay lutf-ı ahbâb Dostların lütfu. Safâ-yı câvidânîdir neşât-ı lutfu ahbâba BelA-yı nâ-gehânîdir hayâl-i tîğı adâya Nef’î lutf-ı bahâr Baharın lütfu. Ammdur lutfı bütün âleme çün lûtf-ı bahâr Feyz-için çeşm-i hurşîd-i dirahşân mebzûlRızayi lutf-ı dost Dostun lütfu. Yek-sân gelirse ne ola dile kahr u lutf-ı dost Zehr ü şerâb âşık-ı şeydâya bir gelir Sabri Mehmet Şerif Çelebi lutf-ı edânî Alçakların lütfu. Bu mevsimlerde ümmîd-i tama’ lutf-ı edânîden Nisâr-ı âb-rûy etmekten akdem re’y-i fâsiddir Nâbî lutf-ı ezelî Ezeli lütuf. Kimse lutf-ı ezelî hükmünü tağyîr edemez Bu cihândır kimine emek ü kimine yemek Necati Bey lutf-ı felek Feleğin lütfu. Lutf-ı felek ki ellere Abı serâb eder Dil-teşne-i mahabbete bahrı serâb eder Vecdî lutf-ı firâvân Aşırı lütuf. Görürdüm her kasîde söyledikçe her birisinden Hem istihsân ü hem ihsân ü hem lutf-ı firârânı Nef’î lutf-ı güftâr Sözün lütfu. Hüsn-i etvâr nazar-bahş-ı deyâcîr-i amâ Lutf-ıgüftârı harâbîde bünyân-ı samem Nâbî lutf-ı Hakk Hakk’ın lütfu. Değil mi lutf-ı Hakk’a karşı ayb ayb-cûluklar Kemîne lokmayı bî-ithâm alır bulunur Nâbî lutf-ı Hudâ Allah’ın lütfu. Şâh-ı bî-dil ü bîmâr ü günâh-kâr ne gam Sen olur isen eyâ lutf-ı Hudâ dâd-res Adlî Sultan II. Bayezid lutf-ı mu’tâd Alışılmış lütuf. Lutf-i mu’tâd ile olşâir-i hoş-ta’bîrin Şâhid-i nazmına ver hüsn-i beyân hoşgeldin Nâilî lutf-ı peyker Yüzünün lütfu. Şahsın isti’dâdı lutf-ıpeykerinden bellidir Kîmyâ-yı kâbiliyyyet cevherinden bellidir Nâilî lutf-ı renk-âmîz Çeşitli renkli lütuf. Tâ ki ma’nâ-yı latîf lutf-ı renk-âmîz ile Rûzgârın bir dil-ârâ dâstânıdır sözüm Nef’î lutf-ı tab’ Yaratılış güzelliği. Bîm kahrın cân u mâl hasma berk-hâne-i sûz Lutf-ı tab’ın lâle-zar milke ebr-i dür-feşân Fuzûlî lutf-ı visâl Kavuşma lütfu. Ne var bir kerre de et imtihân lutf-ı visalinle Dilimde âzmâyiş etmedik hangi cefâ kaldı Nâbî lutf-ı yâr Dostun lütfu. Lutf-ı yâre şâd olup cevr-i adûdan ağlamam Ol sebebten âşnâ bî-gâne yeksândır bana Cevrî İbrahim Çelebi lutf-ı Yezdânî Allah’ın lütfu. Her ne emre iştigâl etsen saâdetle ola Avn-ı Rabbânî zahîr ü lutf-ı Yezdânî muîn Nef’î lutf u atâ Lütuf ve bağış. Billâhî Necâtî’ye bu lutf u atâyı gör Şeyhi olalı şeyhi nazmı hasen olmuştur Necati Bey lutf u cûd Lütuf ve cömertlik. Süzüldü lutf u cûd erbâbı, gitti ayş u nûş ehli Yemez içmez, cihan bezminden, birkaç bî-kerem kaldı Lâ eltâf Lutflar. Budur hakk-ı kelâm ey Sadr-i zîşân kim kıyâs olmaz Senin eltâfina bezl-i atâ-yı Hâtem-ı Tâyî Nedim eltâf-ı Rabbü’l-âlemîn Âlemin Rabb’inin lutufları. Girdi birşekl-i nizâma hey’et-i rûy-ı zemîn Oldu şâmil âleme eltâf-ı Rabbüd-âlemîn Tiya Paşa lübb Ar. 1. Öz, iç. 2. Her şeyin iyisi, hâlisi. 3. Aklıselim, sağduyu. Bir lübbüdür cihânda elezz-i lezaizin Her mısrâ’-ı güzîdesi Fârûk Nâfiz’in Yahya Kemal Lübb ile k ışrın eder fark ını iş’âra Hakîm Dürrü sübha def’-i hânendeye zînet sadefin Nâbî Lübbü, lehîb-i nâr ile bir kûy-i âteşîn Kışri, mecârî-i yemm ü nehr ile çâk çâk Ziya Paşa lübb-i âteş Ateşin özü. Nisbetle kışrı hacmine ol lübb-i âteşin Şol kubbedir ki ferş oluna anda berk-i tâk Ziya Paşa lübb-i esrâr-ı maânî Mana sırlarının içi. Açıldıkça ûlü’l-elbâb olur dem-beste-i hayret Leb-i i’câz-gûyu lübb-i esrâr-ı maânidir Muallim Naci lücce Ar. Açık ve engin deniz. Mevc mevc olsa ne ola lücce gibi nûr-ı sürûr Bezme ikbâl ile ol mihr-i dirahşângeldi Nedim Lüccesi bahr-i devletingarka-gâh-ıgumûmdur Râhat-ı dil murâd ise kendini kenâra çek Âsım Çelebizade Şeyhülislam İsmail Kulak verin de neler söylüyor bakın idrâk Bu, lücce lücce tekâsüf, bu sa’y-i dehşet-nâk Mehmet Akif lücce-i eflâk Göklerin engin denizi. Münakkaş oldu bisât-ı çemen şükûfe ile Nazîri lücce-i eflâk oldu tahta-i hâk İbni Kemâl lücce-i envâr Nurlar denizi. Lûle-i çeşme-i hûrşîde şikâf-ı hâme Mevce-i lücce-i envâre sutûr-ı erkâm Üsküdarlı Hakkı Bey lücce-i feyz-i kadîr Kıymetli feyiz denizi. Mağz-ı esrâr-ı hakîkatşem’-i cem’-i evliyâ Pertev-i nûr-ı hüviyyet lücce-i feyz-i kadîr Üsküdarlı Hakkı Bey lücce-i gam Gam denizi. Dil zevrakını lücce-i gamdan hevâ-yı ışk Elbette bir kenâra atar rûzgârdır Bâkî lücce-i hayret Hayret denizi. Gâhîce gark-ı lücce-i hayret olunca ben İbrâm-ı nâz edip taraf-ı fikretim sorar Esrar Dede lücce-i mihnet Sıkıntı denizi. Kalmaz miyân-ı lücce-i mihnette fülk-i rakîb Hîleyle iş gören kişi mihnetle cân verir Neylî lücce-i tevhîd Tevhit denizi. Bâr-ı giyeh-i dehre tâlib eyleme mürg-âb-veş Lücce-i tevhîdinin gavvâs-ı gevher-hâhı kıl Behiştî lücce-i ummân Okyanusun engin denizi. Leşker-i eşk-i firârân ile ceng eylemeye Gönderir mevclerin lücce-i ummân saf saf Bâkî lücce-i ummân-şekl Okyanus şeklindeki deniz. Mâh-ı nev aksini keçkûl edinip deryâlar Oldu kapında gedâ lücce-i ummân-şekl Hayâlî Bey lücce-i zulmet Karanlık deniz. Lücce-i zulmet içinden kabaran mezbeleler Evi sırtında sokaklarda gezen âileler Mehmet Âkif lücce lücce Dalga dalga. İçimde cûş ederek lücce lücce istiğrak Ezânı beklemez oldum; açılmadan âfâk Mehmet Akif lügat Ar. 1. Kelime, söz. 2. Her milletin konuştuğu dilin her kelimesi. 3. Sözlük kitabı. c. lugât. Tarz-ı selefe takaddüm ettim Bir başka lügat tekellüm ettim Şeyh Galip lügaz bk. lugaz. lüknet, lükûnet, lüknûnet Ar. Konuş madaki pelteklik, dil basıklığı, dil tutukluluğu, kekeleme. Rûmî dil-berin ey dil dilinde sanma var lüknet Murâdınca dili dönmez dehânı tengdir gâyet Azmi Pir Mehmet Gelip lüknet zebân-ı âşıka vuslat telâşından Dehânından çıkar güftâr gâhi râst gâhi geç Enderunlu Vâsıf Oldu mu yoksa meğer tanbûr-veş târın şikest Lüknetin mi var zebânında yâhûd bebgâ gibi Nedim lûle Far. 1. Lüle, çeşme, musluk gibi şeylere takılan küçük boru. 2. Halka gibi dürülmüş şey, lüle. 3. Kâğıt külah. İmâme ağzın öper ateşine lûle yanar Bu kâr-gâh-ı cezâda garîbtir lûle Nâbî Târîhi Sultân Ahmed’in cârî zebân-ı lûleden Aç besmeleyle iç suyu Han Ahmed’e eyle duâ Sürûrî Seyyid Vehbi? Zâhid bu bürûdetle eğer dûzaha gitsen Bir lûle duhan yakmağa âteş bulamazsın Sâbit lûle-ı Âb-ı Hayât-ı feyz Bereketli sonsuzluk suyunun lülesi. Hızr’a minnet çekme var sonra dil-ı Nef’î gibi Lûle-ı Ab-ı Hayât-ı feyz ile leb-ber-leb ol Nef’î lûle-i çeşme-i hûrşîd Güneş çeşmesinin külahı. Lûle-i çeşme-i hûrşîde şikâf-ı hâme Mevce-i lücce-i envâre sutûr-ı erkâm Üsküdarlı Hakkı Bey lü’lü Ar. İnci. c. leâl, leâlî. Lü’lü mü yoksa dürr-ı Aden’dir dedim, dedi Ebkem Fuzûlî eşk-i revânındurur senin Fuzûlî Lü’lü dişin gamıyla sirişkim güherlerin Dizdim ümîd riştesine dane dane ben Bâkî lü’lü’-i lâlâ Parlak inci. Hudavendâ ben ol üstâd-ı mazmûn-ı perver-i nazmım Kipest etti kelâmım lü’lü’-i lâZâyı Nef’î Saçın ve-leylya ağşâdır yüzün hâverden eclâdır Dişin lü’lü’-i lalMır lebin la’l-i musaffâdır Nazf lü’lü’-i lâlâ-yı sühan Sözün parlak incisi. Gevherî güftesine döndü bugünlerde meded Gevher-i nâdire-i lü’lü-i lâlA-yı sühan Sünbülzade Vehbi lü’lü’-i şehvâr İri taneli inci. Yümn-i na’tindengüher olmuş Fuzûlî sözleri Ebr-ı Nîsândan erer çün lü’lü’-i şehvâra su Fuzûlî Gözlerimden dökülen katre-i eşkim güheri Leblerinden saçılan lü’lü-i şehvâra fedâ Fuzûlî Naat leâl İnciler. leâl-i Aden Aden incisi. Her tîre-meniş kadr-şinâs-ı sühan olmaz Her sifle hırdâr-ı leâl-ı Aden olmaz Nâbî leâlî Lü’lü’ler, inciler. Dürr ile sâyende tezyîn eyledim bâlîni Gözlerimden etti taktîr-ı leâlî gözlerin Muallim Naci leâlî-i bârân Yağmur tanesi gibi inciler. Benim sirişkimi mahveylediyse âteş-i vicdân Bulutlarında senin yok mudur leâlî-i bârân Kemalzâde Ekrem leâlî-feşân İnciler saçan. Tab’ım kiyâd-ı cezbe-i medhinle dem-be-dem Bir bahr-i pür-hurûş-ı leâlî-feşân olur Nef’î lüsn, lüsün bk. lisân. lüzûm Ar. Lazım olma, gereklik, iktiza, icap, ihtiyaç. Mecbûr eden mezâlime erkân-ı devleti İsrâf-ı bî-lüzûm sefâhat değil midir Şeyhülislam Yahya Etmiş hulâsa bir emel-i hâs-ı bî-lüzûm Herşahs-ı hürrü kayd-ı esâretle mübtelA Ziyâ Paşa Nedir lüzûmu vücûdu şu kevn-i mağşûşun Değer mi külfeti îcâdı bunca da’vâya Ferit Bey Görüntüleme 819
Download Free PDFDownload Free PDFDownload Free PDFyusuf babürAhmet Topal+ 12 MoreThis PaperA short summary of this paper33 Full PDFs related to this paperDownloadPDF PackPeople also downloaded these PDFsPeople also downloaded these free PDFsV Nabokov un Karanlıkta Kahkaha ve O Pamuk un Masumiyet Müzesi Eserleri Üzerineby Çulpan Zaripova ÇetinDownload Free PDFView PDFBK DVNI'NDA MADD KLTRby Tde CiuDownload Free PDFView PDFTÜRK EDEBİYATIby Ramazan BerişbekDownload Free PDFView PDFOsmanlı Edebi Metinlerinin Anlam Dünyası Sempozyumu Bildiriler Kitabıby Mehmet ÖZDEMİRDownload Free PDFView PDFMit ve Roman Üzerine Kısa Bir Bakışby Yasemin BayraktarDownload Free PDFView PDFÖmer Ferit Kam’ın Hurûfî Miftâhı burhan canDownload Free PDFView PDFXVI. YÜZYIL TÜRK EDEBİYATIby Rıfat Fatih UysalDownload Free PDFView PDFAhmet Hamdi Tanpınar'ın Poetikasının Yapıtaşı Olarak Rüyaby Betül CoşkunDownload Free PDFView PDFKADI BURHANEDDİN DİVANI'NDA OKÇULUKLA İLGİLİ UNSURLAR THE ELEMENTS OF ARCHERY IN QADI BURHAN EL-DIN'S DIWAN Fatih BAKIRCIby Fatih BakırcıDownload Free PDFView PDFRELATED PAPERSÂŞIK ALİ İZZET ÖZKAN’IN ŞİİRLERİNDE GÜZELLİK VE GÜZELLİK UNSURLARI BEAUTY AND BEAUTY ELEMENTS IN ÂŞIK ALİ İZZET ÖZKAN’S POETRYby canser kardaşDownload Free PDFView PDFAHMET MERMER ARMAĞANI AKOAĞby hicret daşdemirDownload Free PDFView PDFHİNT TARZININ ÜSTÂDI MEHMET ES'AD GÂLİBby Yaşar AslanDownload Free PDFView PDFEdbi sanatlarby namık mustafaDownload Free PDFView PDFYazarlar ve Şairler Sözlüğü 736 Şair ve Yazarın hayatı ve eserleri ile ilgili güncellenmiş bilgilerby Ahmed Nour El-DeenDownload Free PDFView PDFDivan Şiirinde Muska, "Muska Kitabı", Editör Emine Gürsoy Naskali Kitabevi İstanbul, 2017, Şevkiye Kazan NasDownload Free PDFView PDFHALK EDEBİYATI -2by selda seldaDownload Free PDFView PDF" BEŞ HECECİLER " İN ŞİİR ANLAYIŞLARI VE ŞİİRLERİ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMAby CAN CANERDownload Free PDFView PDFÜsküplü İshak Çelebi Dîvânı’nda Klâsik Nagehan UÇAN EKEDownload Free PDFView PDFII. ULUSLARARASI DEVELİ -ÂŞIK SEYRÂNÎ VE TÜRK KÜLTÜRÜ KONGRESİ 2. KİTAP "ÂŞIK SEYRÂNÎ BİLDİRİLERİ" II. INTERNATIONAL DEVELİ -ÂŞIK SEYRÂNÎ AND TURKISH CULTURE CONGRESS 2. BOOK "ÂŞIK SEYRÂNÎ ANNOUNCEMENTS"by Abdulkadir BayramDownload Free PDFView PDFÇAĞATAY TÜRKÇESİNDE BOL- " OLMAK " FİİLİNİN ÇOK ANLAMLI YAPISI The Polysemic Structure of the Verb Bol- " to be " in Chagatai Turkishby Filiz Meltem Erdem UçarDownload Free PDFView PDFÜÇ HALVETÎ ŞÂİRİN DÎVÂNLARINDA ANÂSIR-I ERBAA ATEŞ, HAVA, SU VE TOPRAK UNSURLARININ KULLANIMI ÜZERİNE BİR İNCELEMEby Karşılaştırmalı Dini Araştırmalar Comperative Religious StudiesDownload Free PDFView PDF“Klasik Şiir Estetiği” Oluşumu, Sınırları, Fikrî ve Felsefî Temelleri, Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara 2006, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, editör Talat Sait Halman, Ahmet Atilla SenturkDownload Free PDFView PDFSezai Karakoç Şiirinde Ölümby BaşDownload Free PDFView PDFFUZÛLÎ, MEHMET ÂKİF ve SEZAİ KARAKOÇ'DA LEYLÂby Bekir OcakDownload Free PDFView PDFKlasik Turk Muziginde Makam ve Usul Isimlerinin Yan-anlamlari ve Etimolojik Kokenleri - The Connotations and Etimological Roots of Makam and Usul Names in Classical Turkish Musicby Bora KeskinerDownload Free PDFView PDFİskender Pala - Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğüby Burak BilgiçDownload Free PDFView PDFyunus emre ve Allah sevgisi aşk ı ilahiby Talat OrduDownload Free PDFView PDFKlasik Türk Şiirinde Duygularla İlişkisi İtibariyle Aşk -Fuzûlî Örneği- Love in its Relationship to Emotions in the Classical Turkish Poetry of Ghazel Tradition -Fuzûlî Example-by Ramazan ARIDownload Free PDFView PDFAnsiklopedik isim sözlüğüby Sümeyye GüleçDownload Free PDFView PDFARDAHAN-KARS-AĞRI-IĞDIR İLLERİNİN JEOTURİZM POTANSİYELİby Gülpınar AKBULUT ÖZPAYDownload Free PDFView PDFKLASİK ŞİİRDE BAĞLAMLI DİZİN ÇALIŞMALARINA DAİR HAYRETÎ DİVANI ÖRNEĞİby PhD Selim GökDownload Free PDFView PDFKLÂSİK TÜRK ŞİİRİNDE BURUNby Zeynep Dinçer BerdibekDownload Free PDFView PDFFuzûlî'nin Türkçe Divanı Örnekleminde Divan Şiirinin Kaynaklarıby selim ümütlüDownload Free PDFView PDFTÜRK EDEBİYATINDA KADIN DİVAN EDEBİYATINDA KADININ YERİ ÖNEMİ, NİCELİK VE NİTELİKLERİby Mustafa AktanDownload Free PDFView PDF38. ICANAS Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresiby Bülent TarhanDownload Free PDFView PDFGelenek-Yenilik Bağlamında Nedîm’in “Oldu Hep” Redifli Gazelinin Şerhiby Muhammet MemişDownload Free PDFView PDFKLÂSİK TÜRK EDEBİYATI YAZILARIby Mustafa Alkan, Atabey Kılıç, Şemseddin Bayram, and Dilek ÜNLÜDownload Free PDFView PDFNecati Bey'in Şiir Anlayışıby BAYRAM ALİ KAYADownload Free PDFView PDFDİVAN ŞİİRİNDE ESTETİK BİR UNSUR OLARAK DEĞERLİ TAŞLARby Seda UYSAL BOZASLANDownload Free PDFView PDFKLASİK TÜRK EDEBİYATI'NDA BİR BAŞKA ANLAMIYLA " BAHÂR "by Ozan YılmazDownload Free PDFView PDFTÜRK EDEBİYATINDA ŞİİR YAZMA SEBEPLERİ VE EDİRNELİ ÖRFÎ MAHMUD AĞA DİVANI’NDAKİ ON İKİ GAZELİN YAZILMA SEBEPLERİ ÜZERİNEby Lokman TuranDownload Free PDFView PDFManzum Metinler Işığında Bir Kalender Dervişinin Profili / A Kalender Dervish’s Profil in the Light of Poetic Textsby Ahmet Atilla SenturkDownload Free PDFView PDFCEMAL SÜREYA ŞİİRİNDE KADIN VE EROTİZM-Özgür Özmeralby Philoarte LibraryDownload Free PDFView PDFB BU UR RS SA AL LI I R RA AH HM MÎ Î V VE E D DÎ ÎV VÂ ÂN NI Iby Mustafa ErdoğanDownload Free PDFView PDFTÂCÎZÂDE CAFER ÇELEBİ'NİN GAZELLERİNDE NAZİRECİLİK GELENEĞİby Şevkiye Kazan NasDownload Free PDFView PDFORDU TÜRKÜLERİNİN SINIFLANDIRILMASI VE MOTİF YAPISIby Onur YılmazDownload Free PDFView PDFFuzuli Gazellerindeki Âşık ve Sevgilinin Çağımızdaki Seslerinden Doğunun Sevdalarıby Songül KaracaDownload Free PDFView PDFBalıkesir Yöresi Manileri [Manis of Balıkesir Region]by Mehmet Ali YolcuDownload Free PDFView PDFÖvgü ve Yerginin Zirve Şairi NEF'Îby mucahit kacarDownload Free PDFView PDFÜÇ AYLIK KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİby guloya berkanDownload Free PDFView PDF
Milliyet Sanat Ekim 2013 No 655Published on May 1, 2014Aylık kültür ve sanat dergisi Milliyet Sanat'ın 655 no'lu Ekim 2013 sayısıMilliyet Sanat
avrupa yakasının cemi levent bulmaca